Buraya eklemediğim eski incelemeleri de bir araya toplayayım. Part 1.
Marguerite Yourcenar - Düş Parası ve Doğu Öyküleri
Bir düş parasıyla alınmış bu kitap, suikast girişimini başarıyla gerçekleştirip kendisine dair hayallerimi öldürdü ve umudu yazarın bir sonraki kitabı Doğu Öyküleri’ne bıraktı.
Yourcenar’ın okuduğum ve kendi okur kıstaslarıma ve zevkime göre vasat bulduğum ikinci kitabı. Halk hikâyelerinin derlenmiş olarak karşımıza çıkması bu hazır malzemenin işlenişini daha da yavan kılıyor. Lezzet yok. Uyandırılan bir merak duygusu, olay örgüsü yok. Din var mesela ama doğaüstüne, fantastiğe uzanmamış (Buzzati’yi andıran bir Grim Reaper öyküsü eklenmiş yenilenmiş bu baskıya). Politika var ama entrika yok. Hitchcock “halk sinemada politika ile ilgilenmez.” der. In the Name of the Father veya The Day of the Jackal gibi filmleri hariç tutarsak bu söylem doğrudur. Aynısı din için de geçerli. Karakterin tanrıyla ilişkisi veya azizlerin sayfa sayfa anılması, eğer kutsal kitap özlemi çekmiyorsanız ve ortada bir anlatı yoksa, gerçekten sıkıyor. Buzzati’de “peki biz ne olacağız?” diye kıyamet günü herkese istavroz çıkartırken kendilerinin derdine düşen, bir başka hikayede de hiç günah işlememiş uzaylılarla girdikleri diyalogla hayran bırakan papazlar vardı mesela. Ne şaşırdım ne heyecanlandım ne de akıp gidebildi ve beni sürükleyebildi bu kitap. Dağ fare doğurdu, yazardan beklentilerim adına. Tek tesellim kütüphanemde başka kitaplara yer açılmasıdır.
Son olarak, çok övülen çevirmenimiz Hür Hanım’ın alıntılarda paylaştığım bir cümlede ikili hatası da bulunuyor - bunu da belirtmek isterim (“ne ne” bağlacının geçtiği cümlede olumsuz çatı ve virgül kullanımı, S.49).
Julian Barnes - Limon Masası ve Biricik Hikaye
Kütüphanemde birikmiş öykü kitaplarım içinde önceliği daha önce hiç okumadığım isimlere veriyorum: Barnes’ın kalemi, sarmayan anlatıdan evvel, zaten benim keyif alanımın dışında. Klasik müzik konserine osuruğun konu edilmesi mesela, veya cinsel gerilim olmaksızın her köşeden kondomların fırlaması kitaplığım adına zaman kaybı. İlk defa bir kitabı yarım bıraktım. Onu yazarın diğer kitabı Biricik Hikaye izledi. Yazacak bir şeyim yok, iki kitap, bir kalem, kızıma kalacak olan kitaplığımdan eksildi.
Yazarın Limon Masası hikaye kitabından sonra fikrim değişebilir düşüncesiyle elime aldığım bu eseri de benim beklentilerimin dışında kaldı. Benden pas.
Arthur Schnitzler - Ölüler Susar
Öykü kitapları maratonumda keyifli bir durağa daha geldim. Tıp eğitimi almış, amatör olarak müzikle ilgilenmiş ve Freud’la mektup arkadaşlığı yapmış Yahudi yazarın öykülerinde en çok göze çarpan motif, karakterlerin sayfalar boyu akıcılığını yitirmeyen iç hesaplaşmaları. Dozunda bir kara mizah da bulduğum bu öykülerde ölmüş eşin yeni keşfedilen yahut şüphede kalınan sadakatsizliği, klasik müzik konserleri ve düellolara eşlik eden kısa, fantastik epizodlar da bulmak mümkün. Bir kelebeğin ömründen (Bir Dahinin Öyküsü) tutun da Azrail’le kalan 1 saat için pazarlığa oturmak (Bir Saatçik) veyahut Lokman’ı kıskandıracak ustalıkta aşk iksirleri yapmak gibi (Üç İksir).
Öykülerde ansıdığım filmleri yazayım, sonra en beğendiklerimi ismen geçerim. Brief Encounter, Unfaithful ve Beatles temalı Yesterday.
Prens Tiyatroda ve Şahane Bir Melodi yazarın müzikle yoğrulmuş geçmişini resmederken, Öteki/Geride Kalan Eşin Anı Defterinden, Ölüler Susar, Çiçekler, Dul, Miras, Nişanlı ve vurucu sonuyla Üç İksir ve yine onun gibi fantastik soslu Dostum Ypsilon/Bir Doktorun Not Defterinden, içlerinde yazarın gerçekten dostluk ettiği kimselerin de adlarını verdiği karakterlerle, acı-tatlı, kadınlarla olan tecrübelerini yansıtır.
Yine Çin’de Çete Ayaklanması ile edebiyata dönüş yapar. Yeşil Kravat ve Teğmen Gustl da kitabı lezzetli kılan öykülerdir. Oğul/Bir Doktorun Anı Defterinden ise Raskolnikov’u öldürdüğü ev sahibesiyle ana-oğul yapan bir paralel evren öyküsüdür.
Kimi kaynaklarda geçtiği gibi Yahudilik yahut kitapta döneminde o şekilde eleştirildiğini okuduğumuz üzere cinsellik üzerine eğilmiş öyküler olmaması da olumlu yönde ters köşe yarattı. Günlük hayatın sıradanlığı üzerine yazan çok kalem var fakat yarattığı karakterleri ilginç kılmak ve onları konuşturmak her babayiğidin harcı değil. Schnitzler bunu çok güzel yapıyor. Cem Yayınevi de adına yaraşır bir çeviriyle bunu taçlandırarak bizlere sunuyor. Her kütüphanede bulunmasını tavsiye ederim.
Samantha Schweblin - Ağızdaki Kuşlar ve Yedi Boş Ev
Schweblin’in iki öykü kitabından ilkini bitirdim. Sinemada Haneke, Noe ve Von Trier ne yapıyorsa öykülerinde bunu yapmaya çalışmış yazar, ancak rahatsız edicilik katmanına eşlik eden güçlü bir anlatı bulamadığımdan bende bıraktığı tat yavan kaldı.
İşkence gören hayvanlar, öldürülen eşin enstalasyonla sergilenmesi, şiddete meyilli çocuklar, anneyle yatan Noel Baba, ebeveynlerin gömdüğü çocuklar, ayrılık müjdecisi falcılar… Temalar belki ilginç gelebilir kitabı eline -henüz- almamış okura ama işleyişte bulacağı sıkıntıyı bir örnekle buraya bırakıyorum:
Noel Baba elini kendi ensesine götürünce kanadığını fark etti. Babama tükürdü ve babam ona, “Sıçtığımın ibnesi!” dedi. Annemse babama, “Asıl ibne sensin, orospu çocuğu,” dedi ve o da tükürdü. Elini Noel Baba’ya uzatıp adamı evin içine çekti, odasına götürdü ve içeri kapandılar.
Akılda kalıcılık adına daha iyi öykülerin adını buraya bırakıyorum:
Ağızdaki Kuşlar, Asfalta Çarpan Kafalar, Bir Köpeği Öldürmek, Geleceğin Gerçeği, Benavides’in Ağır Valizi, Noel Baba Evimizde Kalıyor, Toprağın Altında.
Schweblin’in bu kitabında da yazarın kalemine dair görüşüm değişmedi; “Hiç Alakası Yok” ile ödüllü “Şanssız Bir Adam” diğer öykülerden bir tık önde, fakat hepsi bu.
Raymond Carver - Katedral
“Tüyler”, “Küçük İyi Bir Şey” ve “Katedral” öyküleri gerçekten iyi, fakat kitabın kalanı için aynı şeyi söylemek kendi adıma mümkün değil. Abartmayalım, derim.
Heinrich Böll - Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer
Yıkım edebiyatının mihenk taşlarından Böll’ün bu öykü kitabında, siperlerden yıkıntılar altındaki kentlerde işsizlikle yaşam mücadelesi veren insanlara kadar, savaşın insan psikolojisi üzerinde yarattığı tahribatı iliklerinize kadar hissettiren kısa hikayeler mevcut. Yer yer tekrara düşse de, diğerlerinin arasından sıyrılan “Ağaçlıklı Yolda Yeniden Buluşma”, “Köprüde”, “Bıçaklı Adam” ve distopik öykünün nadide örneklerinden biri olan “Benim Kederli Yüzüm” kitabın kapağını kapatmanızla birlikte aklınıza çoktan kazınmış oluyor. Basımı tükenmiş bu kitabı yeni okurlara da kazandırmak üzere Can Yayınları’nın yeniden baskı yapmasını temenni ediyorum.
Jean-Paul Sartre - Duvar
Kitaba adını veren ilk öykü Duvar ile Raskolnikov’u ansıdığımız Herostratos, kitabı baş tacı etmeye yeter; ancak geriye kalan üç öyküde aynı etkiyi göremedim. Genel olarak yayılmış mizantropi ise, kendi karakterime uyduğundan, beni memnun ettiği kadar yeni bir dünyaya pencere açmaktan da alıkoymuş oldu.
Voltaire - Micromegas
Nereden başlamalı? Kara mizaha bayılıyorum. Voltaire asırlar önce yazdığı bu kitabıyla farsın, incelikli alayın, kıssanın, nüktenin, retoriğin hasını vermiş, beşeri ve ahlaki kalıpların sabun kalıbı gibi elimizde eriyekaldığı yaşantımızı tüm çıplaklığıyla (daha çok filozofların) yüzümüze vurmuş ve dahi -bana göre- “Dünyanın Durduğu Gün” (The Day The Earth Stood Still, 1951) gibi bir klasiğin çıkış noktasını bizlere kazandırmıştır: Yukarıdan, dış (geniş) pencerede (çerçevede) insanlığa, dünyamıza baktığımızda çoğumuzun bugün düşündüklerini ustalıkla kaleme almış bu düşünüre minnetimizi ne kadar sunsak azdır, tabii kifayet dolabımız elverdiğince.
Kitapta yer alan hiçbir öykü boş geçmiyor, her biri ana öykü olan Micromegas’ın etkisini perçinlemekle kalmıyor, tek başına esere ve bizlere değer katıyorlar. Her evde bulunması gerektiğini düşündüğüm bu kitabın çevirmenlerinden de bahsetmek istiyorum:
Alfa’da Lovecraft ve Poe çevirileri ile tanıdığımız Hasan Fehmi Nemli var. Kırmızı Kedi’nin Babil Kitaplığı serisinden çıkan edisyonda ise İş Bankası için Moliere ve yine Voltaire çevirmiş Berna Günen var. Not aldığım kimi pasajları hangi tercüman daha iyi çevirmiş diye baktım: Kiminde Nemli daha leziz bir çeviri sunarken kimindeyse Günen’in direkt “doğru” çevirisi Nemli’yi nakavt etmiş. İlgili bölümleri vaktim olduğunda ekleyeceğim. Ardından okumaya giriştiğim Düzülke’yi yarım bırakmama sebep olan huşunun sarhoşluğunda övgüden ibaret kritiğimi -şimdilik- noktalıyorum.
Horace Walpole - Otranto Şatosu
Ne teatral ne gotik kavramlarının içini dolduran, kopuk, sıkıcı, türün hastası dimağlara hayal kırıklığı bir kitap. Zaten iyi olsa eli yüzü düzgün uyarlamalarını çoktan görmüş olurduk. Teatral anlatı arayanlar Renoir’den La Regle du Jeu izleyebilirler.
Sheridan Le Fanu - Carmilla
Ardı sıra okuduğum Otranto Şatosu’nun aksine, hem gotik hem vampir edebiyatı erken örneklerinden biri olmasının hakkını vermekle kalmayıp iyi de bir anlatıya sahip, daha güzeli, uyarlama filmlerini gözde canlandırmanın lezizliği üstüne bu külte dair daha önce perdede hiç görmediğimiz bir detayı da bizlere sunan (daha sonra alıntısını paylaşacağım) bir kitap: Tek noksanı biriktirdiği duyguyu ve heyecanı boşaltmaktan alıkoyan finali, onu da vampir kavramını açıklayıp zenginleştirmeye harcamayı uygun görmüş yazar. Hammer’in Karnstein Üçlemesi ile lezbiyen temasını öne çıkardığı eserin Meg Tilly’li '89 TV uyarlamasını da tavsiye ederim. Unuttuğum anagram üçlemesi için ayrıca bir puan.
F. Scott Fitzgerald - Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
Filmi çekildiği sene The Dark Knight’ı adaylıklarda saf dışı bırakmasıyla gıcık olduğum uyarlamasının aksine, kısacık öyküsüne koca bir ömrü dolu dolu aktarmış, akıp giden anlatıyı kah drama kah kara mizaha kurban etmekten ustalıkla kaçınabilmiş usta yazar. Her babayiğidin harcı değil. Çok beğendim, yaratıcılığına 10 puan veriyorum.
H.G. Wells - Geçmiş Günlerin Hikayesi ve
Kronik Argonautlar - Karıncalar İmparatorluğu
Prehistorik döneme ilgi duyanları bile güç bela doyuran hikayelemeler, önemli kalemlerden yan ürünler serisi yapmıyorsanız atlanabilir.
Not: Bu kitapta öldürülen hayvanlar hiçbir surette zarar görmemiştir…
Çocukluğumuzun B-filmlerinden “Karıncalar İmparatorluğu” için almıştım, yanındaki diğer iki öyküyle beraber hayatl kırıklığına uğrattı. Heves edilmemesini tavsiye ediyorum.
Edith Nesbit - Karanlığın Gücü
“Ölülerden” hikayesi ile The Wings of the Dove dozunda bir dramaya dönüşen hayalet antolojisi. Kara Çınar serisinin “Gaddar Öyküler” kitabında da aynı öykü mevcut, o kitaba da göz atacağım ancak Laputa’nın bu seçkisi kütüphane rafları için yetersiz vaziyette. İçinde romansla noktalanan bir öykü de var ayrıca, “Nesbit çocuk kitapları dışında ne yazmış?” merakı uyananlar için verimli bir okuma olabilir. Ha, bana sorarsanız, bırakınız, uyusun…
William Hope Hodgson - Fırtınanın Ardındaki
“Gece Gelen Ses” The Last of Us’a değin uzanan mantar salgınıyla dikkat çekici açılışı yaparken, takip eden “Baumoff Patlayıcısı” kitabın en sağlam öyküsü olarak karşımıza çıkıyor: İsa’nın çarmıha gerilişini kendi üzerinde kontrollü deneye dönüştüren bilim adamı fikri tam günümüz Twilight Zone türevi antolojilerine layık. Kalan öyküler hatırda kalmıyor, tek öykü için kitabı elde tutmak da bizlerin inisiyatifine kalıyor. Ben pas geçiyorum.
Edith Nesbit - Gaddar Öyküler
Kara Çınar Serisi’ne tebriklerle başlayalım: "Karanlığın Gücü"nün (Laputa) olamadığı ne varsa bu kitap o; oradaki tek iyi hikayenin buradaki en zayıf halka olduğunu söylesem herhalde övgümün derecesi anlaşılır. Hayalet hikayesi yazmak kolaydır ama okuru “artık” şaşırtacak, sürükleyecek, biriktirdiği lezzeti son lokmada tarumar etmeyip tadını damakta bırakacak öyküler yazmak kolay değil, onları bir araya topladığınız antolojinin toplu bir harmoni tutturması da öyle.
Çocuk kitaplarıyla tanıdığımız İngiliz yazar Nesbit bu derlemede korkutmaktan ziyade duyguları harekete geçirmeyi tercih etmiş, çok da iyi yapmış: Sevdiğini kaybeden adamların “artık” ölümsüz olana duydukları aşk (“Somewhere in Time”), yüz yılda bir canlanan Golemvari (Nils Holgersson serisinin bir bölümüne de konuk olmuş) menfur yaratıklar, Agatha Christie bilmecelerini andırır cinayetler… Ölüm ve aşk doğaüstü ile birleşince zaten ortaya ebediyete emanet söylenceler çıkıyor ve biz bunlara folklor diyoruz. Korku folklorune bu kitapla sunduğu katkıyla kendine münhasır bir yer edinen Nesbit’i kütüphanenize davet etmemek gaddarlığına düşmemeniz üzere, hikayelerin adlarını da paylaşıyorum:
Abanoz Çerçeve
John Charrington’un Düğünü
Abraham Amcanın Aşk Macerası
Yarı Müstakil Evin Esrarı
Ölülerden
Mermerden Oyma Adam
Ölüler Ayini
Robert E. Howard - Çatıdaki Şey
Conan’ın yaratıcısından daha elle tutulur hikayeler beklerdim. Aklına düşen güzel fikirleri öykülere dökmeyi düşünmüş, diyebiliyorum en iyimser yaklaşımla. Taslak olarak önünüze gelse basım onayı vermeyeceğiniz bir kitap olmuş yazık ki. Yazarın diğer öykü kitabı Cehennem Güvercinleri için beklentiyi düşürdüm. Umarım yanılırım.
Stanley G. Weinbaum - Sıfır Çemberi
Laputa’dan çıkmış en iyi kitap olmakla kalmayıp muhtemelen ülkemizde en az bilinen en iyi kitap olabilecek bu eseri vaktim olduğunca değerlendirip tanıtmaya çalışayım:
4 sayfalık mizahi girizgah “Grafik”, kitaptaki öykülerin ortalamasının altında kalan tek eser; neyse ki kısa sürüyor ve yazarın nüktedanlığına dair bize -aslında- ipuçları veriyor. Son bölümlerde buna ihtiyacımız olacak.
-
öykümüz “Kusursuz Adaptasyon”. İşte bu andan itibaren (Schweblin’in başaramadığı) sinematik maceralar bizleri bekliyor -ki bu öykünün zayıf bir de uyarlaması mevcuttur. Tıpkı 30’ların çılgın bilim adamı (mad scientists) konseptinde gelişen olaylar gibi, tam da uygulanmak istenen bir deney, ölmekte olan, kimsesiz bir kızın üzerinde denenir - ki bu kısım öykünün hemen başı - spoiler değildir. Sonrasında bu “deneğin” fiziksel ve çevresel adaptasyon becerilerine -buna manipulasyon da dahil- şahit oluruz. Bu öykülerde mevzubahis filmlerde zayıf kalmış “aşk” teması da başarılı şekilde örgüyü besler. Okurken aklıma yine bir hayal kırıklığı yaratan “She” uyarlaması geldi: Onda beklediğim ne varsa bu öyküde, güçlü kadın profilinde vardı.
-
öykümüz kitaba adını veren “Sıfır Çemberi”. Bu öykü de Wells’in Zaman Makinesi’nden başlayarak bugünün paralel evren çeşitlemelerini anımsatıp güzel bir referans noktası oluşturuyor. Öyküde yine iki erkek, bir kadın, üç karakter var ve bu sefer 1929 Büyük Buhranı’nda kaybettikleri parayı geri kazanmak umuduyla zamanın çemberselliğinde aynı gerçekliğin tıpkısını kovalayan iki adamın - müstakbel damat ile kayınpederin- peşine takılıyoruz. Öykülerin son lokmayı damağımıza veren finalleri de güçlerini perçinliyor.
-
öykü “Sonsuzluğun Kenarında” adını taşıyor: Burada Sherlock dizisinin ilk bölümündeki taksiciye varana değin, sizi sinematik anılara -ve 20Q oyununa- götürecek gerilimli bir matematik problemi mevcut: 10 soruda kendisine namlu doğrultmuş sorgucusunun aklındaki sayıyı bulmaya çalışacak matematikçinin ter döktüğü her sayfa sizi zevkten zevke koşturacak.
-
öykü “Boğulan Denizler”, 30 sayfalık Kusursuz Adaptasyon’un önünde, 36 sayfa ile kısa film tadını taşıyor: Bunda espiyonaj/casus temasının ön planda olması da etkin. Gelecekte ABD ile Asya arasında bir savaş olacağı öngörüsünü birkaç kere dile getirmiş yazar burada, Mata Hari kabilinden, en iyisi olmak için yetiştirilmiş bir gizli ajanın keşfi ve sonrasında aşk ile inanılan ülküler arasında seçim yapmak noktasında Casablanca’yı tersine çevirerek, “kötü” taraftaki meşum kadın (film noir) ile iyi taraftaki “saf” kahramanımızın doludizgin macerasını sunuyor bizlere. Yine leziz bir final.
Şu noktaya kadar, zayıf girizgah nedeniyle, 9/10 puan biçmiştim bu kitaba kafamda. Lakin henüz antoloji bitmemişti ve bizi bekleyen üçleme, kara mizahın yüksek dozuyla beraber, Doc Brown/Marty McFly ile Geleceğe Dönüş serisini ve ondan esinlenmiş Rick and Morty çizgi dizisini anımsatacaktı!
“Van Manderpootz Üçlemesi” (Olasılıklar Dünyası, İdeal ve Bakış Açısı bölümlerinden oluşur), kendisinden 3. şahıs olarak bahseden deha profesör ile her bir macerada denek olarak kullandığı -çünkü bu dehanın zihni dünya için riske edilemeyecek kadar çok değerlidir- eski öğrencisi Dixon’un birbirinden keyifli ve merak uyandırıcı icadı test etmeleri ekseninde gelişen absürd olayları konu alıyor: Dixon’un “daima geç kaldığı” çocuksu hayalleriyle şekillenen mizahi başyapıt tek başına da basılsa (64 sayfadır) 10 puanı hak edermiş. Buradaki üç öykü, önceki hikayelerin aksine, birbiriyle bağlı ve ardı ardına okunmalı; bu bağlamda kitabın sonunda yer verilmesi müthiş bir karar olmuş çünkü son cümle hem -Dixon’un pekiştirdiği kaderiyle- üçlemeyi taçlandırıyor hem kitaba nefis bir nokta koyuyor.
Bilimkurgu konsepti içinde avantürden kara mizaha, polisiyeden hipnotizmaya, aşktan aşık olunana duyulan korkuya, pek çok duyguyu harekete geçiren güçlü öyküleri bir arada sunan pek fazla kitap yok iken bu eserin -en azından ülkemizde- zamanla daha da değerleneceğine -buna muhtemelen başarılı perde uyarlamaları önayak olacaktır- inanıyorum, inanmak istiyorum. Umarım bir gün evladiyelik ciltli basımını da görürüz. 10/10!
Robert E. Howard - Cehennem Güvercinleri
Ölüler, mezarlıklar, iblisler, hayaletler… Conan’ın yaratıcısı Howard, “Çatıdaki Şey” kitabından çok daha başarılı öykülerle, devamı gelecek bu korku antolojisinde bizleri maceradan maceraya sürüklüyor. Arada tempoyu düşüren öyküler ve kendini tekrar eden -çevirmen eseri- cümleler kitabın ederini düşürüyor ancak genel olarak evladiyelik bir eser. Finali Odin’le yapmak da güzeldi. Aşkla harmanlanmamış, saf kötülükten beslenen korku öykülerini bulmak yeterince özelken bu eseri de elde tutmak gerek. Devamını bekleyelim.
Kaya Özkaracalar - Gotik
Böylesi geniş ve keyifli bir alanda çalışma kaleme alıp da bu kadar dar kapsamda bırakmayı araştırmacı kimliğe sahip hiç kimseye yakıştıramam. Eklenebilecek eserleri, isimleri kabaca en bilindikleriyle geçeyim de durumun vahameti anlaşılsın:
Edebiyat: Dickens ve Bronte Kardeşler (Great Expectations, Oliver Twist; Wuthering Heights, Jane Eyre vb.), Oscar Wilde (Dorian Gray), Henry James (The Turn of the Screw, Washington Square vb.), R.L. Stevenson (Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, Olalla), H.von Kleist (Locarno Dilencisi), Dino Buzzati…
Sinema: Roman Polanski (Rosemary’s Baby, The Ninth Gate vb. uyarlamalar), Hitchcock (Rebecca, Suspicion vb.), Gaslight, The Innocents, The Haunting, Picnic at Hanging Rock, The Changeling, German Expressionism (The Cabinet of Dr. Caligari) ve takipçileri (Tim Burton: Batman Returns, Sleepy Hollow vb.), Interview with the Vampire, The Crow vb. uyarlamalar.
Müzik: The Cure, HIM, Depeche Mode, Nick Cave and th Bad Sees, Joy Division, Theatre of Tragedy, Type O Negative, Inkubus Sukkubus.
Çizgi Roman: Batman, The Crow, Hellblazer (Constantine), Sandman, Alan Moore’dan From Hell vb. Penny Dreadful fanzinleri.
Kitapta Batman yerine Mandrake’nin yer alması klasik Türk çizgi roman okuru kafası. Bu kitabı eline alıp da bilgilenmeyi düşünecek genç arkadaşlarıma internetten araştırma yapmalarını tavsiye ediyorum, yarım saatte çok daha fazla bilgiye ulaşabilirler.
Aleksandros Papadiamantis - Düşkün Derviş
180 öyküsünden seçme 6 öyküyle karşımıza sunulan yazarın bu derlemesini sonlara doğru ısınmışken bitiriverdim - 5. öykü Lifeboat’u andırır ve sıcacık bir anlatıyla bizi finale hazırlarken, son öyküde de Heidi’nin Peter’ini andırır bir kimlikle hayran olduğumuz kızla keçimiz arasında tercih yapmak durumunda kaldığımız küçük macerada birbirimizden habersizce aynı sularda kulak atıyoruz. Ta ki biz kızı görene kadar… (“Dalgalarda Düş Kurmak”)
Keşke daha dengeli bir seçki oluşturulup kütüphanemizin baş köşesinde yer etseymiş. Özellikle mütercim Ari Çokona’nın bizlere bilgi hazinesi sunan dipnotları insanı kitaptan ayrılmaktan alıkoyuyor ama “yerimiz mi dar yoksa yenimiz mi var?” sorgusunda yeni kitaplara yer açmak lazım geldiği için ben tercihimi elden çıkarmaktan yana kullanıyorum. Umarım bir gün “toplu öyküler” tarzı bir derlemeyle yeniden buluşuruz kendisiyle. Kalemine sağlık, diyorum.
Nikolay Leskov - Mtsenskli Lady Macbeth
Leskov’un doludizgin kara mizahla başlayan muzır öyküsü, Büke’nin nefis tercümesinin de katkısıyla, sizi sımsıkı sarıyor - ta ki Rus kaleminin alametifarikası trajik finale kadar. “Keşke şöyle olsaydı” diyeceğiniz başka başka sonlar var. En azından mizahi dil korunarak hikaye sonlansaymış enfes olurmuş diye düşünmeden edemedim. Ayrıca kitapta bir de kısa ek öykü var ki Lady Macbeth’in ardına hiç yakışmadı. Tek ortak noktaları durmadık yerde karşımıza çıkan kedicikler:) 10 puanlık bir kara mizah şaheseri olabilecekken 8’lik bir kitap olarak kütüphanemizdeki yerini alıyor nihayetinde bu güzel eser.
Arthur Machen - Yüce Tanrı Pan
Ne çeviriyi ne umut vadeden girizgah sonrası hikayenin gidişatını beğenebildim, örülmeye çalışılan esrar perdesi maalesef merak duygusunu bir yere kadar taşıyabiliyor. Finalde önümüze sunulan saptamanın da öncesinde temcit pilavı gibi parça parça sunulmuş olması sözümona çözülüveren düğümde okura hiçbir sürpriz, şaşırma alanı bırakmıyor. Daha iyilerini görmüş gözler için zayıf bir okuma tecrübesinden teşekkül.
Eric Stenbock - Bir Vampirin Gerçek Hikayesi
Kara mizah dozuyla başlayan ilk vampir hikayesi tadında noktalanırken onu takip eden Kurt Adam öyküsü de içerdiği çiçek detayıyla birlikte korku folklorunun bu kök salmış iki temasını ivedilikle besliyor, kitabımızın ebatıyla da kütüphanemizde muhafaza etmelik bir macera sunuyor bizlere.
George MacDonald - Elfler - Altın Anahtar
Elflerle ilgili hikaye dramatik bir finalle noktalanırken, Altın Anahtar "Gizli Bahçe"yi andırır biçimde başlayıp yine Andersen Masalları tadında bir finalle son buluyor. Her iki öykü de keyifli lakin beklenti çocuklara okumak yönünde olmasın, kesinlikle.
Raymond Carver - Azgın Mevsimler
Carver öykülerinde benzer motifler bulmak mümkün: Eksiltilmiş karakterlerin ilişki problemleri, içki, sigara bağımlılıkları; mekan tercihinde arabada geçen diyaloglar, misafir oturmasında karşılıklı sohbet eden iki çift, banliyö evinin bahçesinde karşı evde olup biteni gözleyenler, sülünler ve tavus kuşları… "Katedral"de üç bomba gibi öykü bulmak mümkündü, burada ise bir gömlek aşağı 4 öykü var not düşebileceğim: Başarılı geri dönüşlerle anlatılan “Harry’nin Ölümü”, Yukarıda bahsini geçtiğim temalardan çift ziyaretini konu alan “Ne Görmek İsterdiniz?”, komşu evi ve yine ölüm temalı “Rüyalar” ile çocuklu, boşanmış çiftimizin yeni sevgililerini bekleterek bir araya geldikleri yaz macerası “Bana İhtiyacın Olursa Ara”. Öykü sayısı 15 olunca bu rakam epey düşük kalıyor kitaptan toplu olarak keyif almaya. Neyse bitiş lezzetli ve en iyi öykü en sona kalmış.
Carver külliyatı kütüphanede ya hep ya hiç tutulacak cinsten. Kitapların biri diğerine tercih edilir şekilde değil de bir arada tutmak, okutturmak, hele de yeni baskıların günbegün azaldığı ülkemiz yayıncılığında daha kalıcı bir tercih sanki. Diğer iki kitabına göz gezdirmiştim ancak onları da tekrar okuyacağım. Umarım bir gün bu külliyatın da bir gün tek ciltte toplu bir basımı yapılır.
Kitapta tek tük basım hatalarıyla karşılaştığımı da olası yeni basımlarla gözden geçirilmesi umuduyla paylaşayım.
Raymond Carver - Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz
Katedral ve Azgın Mevsimler’den sonra okuduğum üçüncü öykü kitabını ağırlık olarak daha dengeli buldum. Katedral’deki "Küçük iyi Bir Şey"in taslağı diyebileceğimiz "Banyo"nun mükerrerliğini bir kenara bırakırsak, “Neden Dans Etmiyorsunuz?”, “Çardak”, “Kesekağıtları”, ülkemizdeki kadın cinayetlerine emsal sayılabilecek “Gittiğimizi Kadınlara Söyle” ve Denys Arcand’ın "The Decline of the American Empire"ını gözümün önüne getiren ve bu sefer çift sayımızı üçe çıkaran kitaba ismini vermiş hikayemiz “Aşk Konuştuğumuzda Neler Konuşuruz” kitabın en iyi öyküleri. “En Küçük Şeyleri Bile görebiliyordum” ile berber sadakatine selam çakan “Huzur” da okuması keyiflilerden.
Kitapta 17 öykü var, yarıya yakınını beğendim. "Fil"i de okuduktan sonra yazarın öykü külliyatını tamamlamış olacağım. Keyifli bir okumaydı, özellikle diyalog yaratmadaki ustalığıyla öne çıktığını söylemek şaşırtıcı olmayacaktır.
Raymond Carver - Fil
Carver’in son öykü kitabı “Fil” 7 hikayeden oluşuyor: Kitaba adını veren 5. hikaye “Fil” hiç kuşkusuz aralarında en iyisi. Onu takip eden “Çocuk Oyuncağı” maalesef "Azgın Mevsimler"de yer alan "Bana İhtiyacın Olursa Ara"da bir gece vakti evin önünde otlayan atların tasvirine kadar tekrarlı motifler barındırmasıyla yaratıcılık adına hayal kırıklığı yaratıyor, yine ayrılmanın eşiğinde bir çiftle elbette. Son hikayede ölümüne tanıklık ettiğimiz Çehov’un yazarın esin kaynaklarından olması ve bu öykünün de kaleme aldığı son eser olması ironik. 4 kitabı içinde en zayıfı bu olabilir.
İlk öykü kitabı "Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen"in kapak çalışması tamamlandığında Can Yayınları tarafından yeniden basılacağının da müjdesini verelim.
Carver ve Cheever aynı okulda ders verirlerken birlikte takılıp içtikleri, sonra rehabilitasyon gördükleri, her ikisinin de alkolizmle başlarının belada olması ve "Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz"un okurlar tarafından en sevilen hikayesi seçilmesi yine edinmesi keyifli notlardan. Her kütüphanede bulunması gereken bir yazar Carver ve külliyatını -şimdilik- bitirmekten memnunum.
Cuniçiro Tanizaki - Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın
Tanizaki’den su gibi akan bir hikaye. Kedi tabiatını ustaca detaylarla betimlemesine hayran kalmamak mümkün değil, üstüne eski ve yeni eşlerle baskın anne karakteri arasında sıkışmış silik erkek profili tam da ülkemiz aile yapısını yineler nitelikte. Kitabı okurken "keşke"ler final için bir yeniden buluşma yönüne kayıveriyor ancak bölüm sonuymuşçasına “şıp!” diye bitiveriyor öykümüz. Kitabın adı “3 kadın” olarak da çoğaltılabilirmiş, anne karakterine yönelik. Öyle görünüyor ki, kedimiz gittiği yere mutluluk götürür biçimde çiziyor nihai resmi, yoksunluğunda hayatlar boş, yalnız ve acımasız. Tüm hayvanseverlere hediye edilebilir, sıcacık bir eser olmuş. Japoncanın usta mütercimi Sinan Ceylan çevirisinden, Jaguar Yayınları’ndan okunmalı ve dipnotlarla bu kültüre dair bilgi zenginliği sağlanmalı, diyorum.
Stanley G. Weinbaum - Mars Serüveni
Sıfır Çemberi sonrasında Planetary Series öykülerini de iki ciltte okuma serüvenine giriştim ve ilk cildi noktaladım. ilk 2 öykü ile 4. ve 5. öyküler kendi aralarında bağıntılı. İlk ikili zaten meşhur, Bir Mars Destanı kitabında da yer alan Marslı dost canlımız ve kaşiflerle başlıyoruz serüvene. 3. hikaye ve onu takip eden ikili, bu yabancı diyarlarda ölümle burun buruna gelen kadın ve erkeğin hem coğrafyaya hem birbirlerine olan mesafelerini katetmeleriyle ilerliyor. Bu ilk beşliden gayet keyif aldım, fakat kitap editörlüğünde hatalar bulunduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Stanley G. Weinbaum - Bir Mars Destanı
10 öykülük Planetary Series’in sadece ilk 2 öyküsü, van Manderpootz Üçlemesi’nin de ilk iki bölümü yer aldığından, bu kitap yerine, yazarın dilini beğenenlere şu 3 kitabı öneriyorum kütüphane raflarında muhafaza için: Sıfır Çemberi, Mars Serüveni, Kuşku Gezegeni.
Stanley G. Weinbaum - Kuşku Gezegeni
10 öykülük Gezegen Serisi’nin ilk yarısını Mars Serüveni kitabında sunan Laputa Kitap, bu ikinci yarıda daha düzgün bir editörlükle bizleri karşılıyor. Öykülerin sıralaması karışık, ilk kitapta son iki öyküde yer alan kahramanların tekrar sahne aldığı öykü mesela kitabın başında yer almamış. Yazarın ömrü yetmediği için kızının tamamladığı Med Cezir Ay da kronolojik sırada sonda yer alması gerekirken kitapta ortanca öykü olarak yer buluyor. Öykülerin kalitesine gelirsek, maalesef burada ilk kitabı takiben hissedilen, tekrara düşen motifler var. Atmosfer ve mekan değişiyor ancak kahramana aşık olan (ve ondan bir şekilde daha üstün) kadın karakter daima merkezde bizi karşılıyor. Erkek bir şekilde üstün geliyor, burada ataerkil bir eleştiri de getirmek mümkün. Sadece seriyi tamamladığı için elimde tutacağım bir kitap olacak nihayetinde, söylenecek başkaca bir şey yok.
Joseph Roth - Aziz Ayyaş Efsanesi
Scorsese’nin tamamı bir gecede geçen After Hours’u ile kendilerini büyüten kiliseyi kurtarmak için para kazanma yolculuğuna çıkan The Blues Brothers’ı anımsatan öykü ilerledikçe renk paletini dolduruyor ve keyfekeder sonlanıyor. Ben kitabı önce Can sonra Alfa’dan çıkan öykü derlemelerinde yer almadığı düşüncesiyle edinmiştim ancak toplamda varmış. Ekstradan okumuş oldum. Keyifli bir okuma sundu nihayetinde.
Alphonse Daudet - Tarasconlu Tartarin
Cervantes’in Don Kişot’unun takipçisi gibi görünen bu serüven, tanıtırken övgülere boğduğu baş kahramanını düştüğü yolculukta gülünç durumlara sokmaktan da geri kalmaz. Kasabalının ondan beklediği aslan avının peşinde maceradan maceraya koşan Tartarin’in daha sonra iki kitabı daha yazılmıştır. Kitapta yer yer kendini gösteren (zenciler, müslümanlar ve Türkler) ırkçı söylemlere takılmamanızı tavsiye eder, iyi okumalar dilerim.
Not: Pembe Panter çizgi dizisinin develi bölümü izlenerek finalden alınan keyif perçinlenebilir.
Jules Verne - Doktor Ox’un Deneyi
Verne zaten prestiji eleştirmenlerce tartışmalı bir yazarken, bu sevdiğimiz kalemin bu denli kötü bir eserini böylesi bir seride sunmak olabildiğince kötü bir karar olmuş. İlla her eserini basmak zorunluluğu olmadığı gibi, mesela hala daha Gezgin Melmoth gibi eserlerin dilimize kazandırılmadığını düşündükçe, her yayınevinin birbirinden kopya bastığı birbirinin aynı eserlere boğularak dar bir çıkmazda kaldığımızı görmek de üzüyor açıkçası. Kitaba dair diyecek hiçbir şeyim yok, tamamıyla zaman kaybı.
D. H. Lawrence - Tilki
Romanlarını kadın karakterler üzerine inşa etmesine alıştığımız İngiliz yazar Lawrence bu sefer bir kıskançlık ve baştan çıkarma öyküsüyle karşılıyor bizleri. Fakat gerilim yerini karakterlerde olduğu gibi umursamazlığa bırakırken, finalde gerçekleşen meşum olay da sonradan eklenen baba karakterinin tepkisi beklenirken ortadan yok oluvermesiyle son şansı kaybediyor. Çiftlik gibi keyifli bir mekanın betimlemelerine de pek gerek duymamış yazar. Üç karakter arasında teatral bir psikolojik savaş var ve düğüm maalesef erken çözülüyor. Yine de kaliteli bir eser olduğunun altını çizmek gerek.
Nina Berberova - Eşlikçi Kız
Kitabı çevirmeninden bir kitap daha okuyacak olmanın heyecanıyla edinmiştim ancak içerik beni ne sardı ne sürükleyip sonuna değin sürecek bir akıcılıkla kavrayabildi. Kitaplığımdan çıkaracağım bir eser oldu benim için.
Osamu Dazai - Öğrenci Kız
Bir genç kızın iç konuşmalarıyla ilerleyen kitap, merak duygusunu bir an bile yitirmeden keyifli sonuna ulaşıyor. Bu yolculukta Tristana, Çocuk Kalbi gibi bildik kitaplar yanı sıra bugüne ancak 4 dakikalık kesiti ulaşabilen Tojin Okichi’nin bahsi, imkansız zaman yolculuğuyla, insanı buruyor. Hayata kah karamsar kah neşeli bakabilen baş karakterimiz gayet ustaca yazılmış, ancak İthaki’nin sayfa kurgusunun göz yorucu olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Keşke daha önce aldığım Can edisyonunu iade etmeyip kendime kıyaslama şansı bıraksaymışım.
Johann Wolfgang Von Goethe - Kurnaz Tilki
Tıpkı Voltaire’in Micromegas’ta yaptığı gibi, Goethe de yüzyıllar öncesinden bugünün ve her devrin adamının (insanının) değişmez davranış modellerini mükemmel bir gözlem gücü ve işçilikle işlemiş, bu masalın içine yerleştirmiş. BAYILDIM. Tek eleştirim kitaba değil çağın bakış açısına yönelik: Bugün kedilerden bile daha sevilir hale gelmiş tilkinin zamane fabllarında çocuk aklına kurnazlıktan öte sinsilikle yerleştirilmiş olması. Bu öyküde de binbir dolapla, defaten, aynı insanları kandırmayı başarıyor ve özellikle sonlara doğru kahkahanızı tutamıyorsunuz. “Zaman değişti” temalı finale karşın bugün aynı teranenin sürüp gittiğini biliyor okuyucu. Güleriz ağlanacak halimize, diyerek bu güzel kitabı herkesin okumasını tavsiye ediyorum.
André Gide - Pastoral Senfoni
Yetişkin erkek ile genç kız ilişkileri, çoklukla da platonik biçimde, oldum olası edebiyatın ve sinemanın temel konularından biri olmuştur. Aynı biçimde baba ile oğulun aynı kızın peşinde koştuğu hikayeler de. Beyaz perdede Damage (1992) bunun çarpıcı bir örneğiydi. Genç kızın kör olduğu bir örnekse Sidney Poitier’in ne aşk ne de -Johnny Belinda gibi- duygu istismarı içeren A Patch of Blue’suydu (1965). Bu kitaptaysa din motifi -maalesef- fazlaca ön plana çıkarak akıcılığa ket vuruyor ve tuzsuz bir yemek sunuyor okuyucuya. Bildik klişelerin ustalıksız bir örgüsü, sonuçta raflarda korunacak bir eser sunmuyor benim görüşüme göre. Kızın 15 yaşında olduğunu da belirteyim. Ha, unutmadan, kitap günlükler şeklinde ilerliyor. Bu yönden kolay bir okunuş sunuyor.
Shiro Hamao - Şeytanın Çırağı
Temayı seven okurlara daha çok hitap edecek olsa da, özellikle ilk dosyanın akıcı anlatımıyla okuru saran, Werther’e bolca göndermelerle bir aşk cinayetini ardına dizen kitap, tatmin edici, sinemasal bir deneyim bırakarak, bir çırpıda sona eriyor. Japon Edebiyatı Serisi parçası olarak değil de, dediğim gibi, polisiye romanların bir parçası olarak düşünmek ve ona göre alıp okumak daha verimli olacaktır. Zira yerel değil evrensel temalar bunlar. ve gizem, her zamanki gibi, olayın değişmez bir parçası.
P.S. Editöryal hatalar kitapta mevcut, ne…ne… bağlacının olumsuz çatıdan atlayıp intihar etmesi gibi. Ardından gözyaşı dökmeyiniz.
Izumi Kyoka - Büyücü ve Diğer Gotik Öyküler
Keşişler, rahipler, cadılar… Kimi kısa kimi uzun fakat hiçbiri doyum sağlamayan, belki folklorunun gereklerini yerine getiren fakat genel edebiyat zevkine hitap etmeyecek öyküler antolojisi… Japon yapıştırıcısı bile dağılan kurguya kâr etmedi. Kısmet başka bahara.
Ueda Akinari - Yağmur ve Ay Öyküleri
9 öykülük derlemenin ismini sayacağım beşi gayet keyifli, dördü ise vasatın altında seyreden bir okumaydı: “Krizantem Vaadi”, “Rüyadaki Sazan”, “Kibitsu Kazanı”, “Yılanın Büyük Aşkı” ile “Yoksulluk ve Zenginlik Üzerine” öyküleri tek başına derlenseymiş daha dengeli bir antoloji çıkabilirmiş ortaya.
Keikiçi Osaka - Ginza Hayaleti ve Diğer Gizem Öyküleri
Sıradan bir Columbo bölümünün taklidi gibi, birbirinin aynı şekilde sonlanan öyküler. Şöyle ki; her öyküde sorumlu tutulan hayalet, polis şefinin, halktan birinin de yardımıyla vakayı çözüp sıradan bir katile indirgemesiyle son buluyor. Fowles’in sinemanın düzyazıya göre avantajlı olduğu söylemi kendini açığa çıkarıyor. İronik olarak, kitabın sonunda yer alan cümle benim ona ve ülke edebiyatına olan güvenime nükte taşıyor:
“Bu olaydan çıkarılacak çok ders var bizler için… İnsan kimseye körü körüne güvenmemeli.”
H. P. Lovecraft · Edebiyatta Doğaüstü Korku
Kitap feci derecede zengin bir eser havuzu sunuyor, ülkemizde çevrilmiş olanları da dipnotlarda belirtmişler çoğunlukla. Okunmayan eserler için spoiler da barındırıyor elbette. Benim de yavan bulduğum Otranto Şatosu’nun önemine karşın kötü bir eser olduğunun altını çizmesi hoşuma gitti. Başlığı atma sebebime gelelim: Sayfalarca irdelediği, gotik edebiyatın temel taşı Gezgin Melmoth’un halen dilimize çevrilmemiş olması büyük ayıp. Herkesin çocukluğunda bir şekilde yolunun kesiştiği Clementine’deki “ateş adam” Malmoth’un da adını buradan aldığını bilmeniz belki yayınevlerine baskı yapmanıza yarar diye düşündüm. Yayınevinin diğer araştırma kitaplarına nazaran dolu bir eser. Çeviriler, çeviri dili maalesef kötü bu kitaplarda, bu dahil. İsimler ve olaylar kurtarıyor bu eseri neyse ki. Türe ilginiz varsa edinilmeli, diye düşünüyorum. Raddcliffe, Bronteler, Poe ve daha niceleri. Yazarın modern takipçilerinden Arthur Machen’e özel bir ilgisi olduğu da görülebiliyor.
Osamu Dazai - Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler
Dazai’nin bu öykü antolojisini sevemedim. Koş Meloş’u da okuyacağım yakın zamanda. Akıcılık ve merak duygusunu tetikleyecek temalar bekliyorum öykü anlatısında. Çeviri de buna köstek olunca sonuç hüsran kaldı, kendi kıstaslarım adına.
Osamu Dazai - Koş Melos!
Tamamen Öğrenci Kız’ın Sinan Ceylan çevirisi için aldığım kitabın öncesinde yer bulan öyküleri, tıpkı Yeşil Bambu gibi, bana göre vasatın çok çok altındaydı. İlginç olan şu ki, İthaki’de İrem Akçay’ın çevirdiği metni "Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın"ın nefis mütercimi Ceylan’ın Öğrenci Kız çevirisinden çok daha doyurucu bir Türkçeye sahip. Can’ınkini vaktiyle alıp okumadan iade ettiğim için kıyasa katamayacağım ancak şu halde bu kitap bu raundu kaybetti. Dazai benden bu kadar.