çok teşekkür ederim. karşılaştırdım bölümleri, kelimeleri sadeleştirmişler. bunun kitabın tamamına etkisi nasıldır bilemem ama. tekrardan çok sağ olun.
İlk kitap çevrilmeyecek diye okumuştum, ama dediğim gibi bu kitap ilk kitaptan başka karakterleri anlatıyor, hatta ilk kitapla konu arasında da öyle aşırı önemli bir bağlantı yok. Sadece Blue Ant şirketi üstünde dönen olayların bir başka kısmı anlatılıyor. William Gibson’ın daha önceki Sprawl serisinde de aynı durum vardı. Yani çok ince bir bağlantı var ama okurken sıkıntı yaratacak şekilde değil bence. Gibson okumaya başlayacaksan doğru kitaptasın, biraz yaşlılık zamanlarında yazdığı için daha sakin ama ufuk açan cinsten, mükemmel bir sonu var.
O zaman satın alacağım hocam madem bu kadar övdünüz. Sağolun
- Kitabı çevrildi mi dilimize?
Bir düzeltme yapayım, Sıfır Geçmiş üçüncü kitabıymış. İkinci kitabı Görünmez Dünya’ymış. Benim bahsettiğim Görünmez Dünya’ydı.
Sıfır Geçmiş’i de okudum ama Görünmez Dünya çok daha iyiydi. Çok beğenirseniz Sıfır Geçmiş’i de okuyabilirsiniz.
Metro Üçlemesi
Hikayeye bambaşka bir anlam kazandıracak yeni bölüm ilavesiyle! Bu bölümünü okuyan var mı?
Asıl kitaplarda olmayan nasıl bir bölüm eklediler? hangi kitaplar arasına eklendi?
Yazar : Matilde Asensi
Epsilon Yayınları
424 Sayfa
Orjinal İsmi : Last Cato
Bu kitaptan önce okuduğum kitap Tekvin idi. Zaten Tekvin kitabının etkisiyle tekrar şifreler, semboller, tarihi yapılar filan içeren bir kitap arıyordum tamda istediğim kitap Konstantin Mührü imiş. Konuya kısaca değinecek olursak çalınan haç parçaları var ve bunu bulmakla görevli Vatikan’da çalışan rahibemiz yine vatikan’da çalışan askerimiz ve İskenderiyeden profesörümüz var. Başlarından geçen olaylar olaylar. Bence çok güzel bir kitap ve buradan çevirmen Müge Hestbaek e saygılarımı sunuyorum. O kadar terimin, bilginin altından nasıl kalkmış hayret ediyorum. Okurken nasıl çevirdi acaba diye devamlı düşündüm. Yazım yanlışı göremedim varsa da çok az en azından ben fark etmedim. Genel olarak rahatça alıp okunabilecek bir kitap tavsiye ederim.
@melisfalan Melis hanım diyoruz devam kitabı çevrilecek değil mi diye arada soruyoruz.
Dan Brown tarzı bir kitap heralde. Listemde vardı beğenmenize sevindim yakın zamanda okumak istiyorum bende.
Aynen Dan Brown tarzında gerçekten hoşlanacağınız bir kitap.
Konstantin Mührü’nü yaklaşık iki ay önce almıştım. Ama henüz okumadım. Konusunu okuyunca beğenip almıştım. Bu tarzı seviyorum.
Elantris,Brandon Sanderson
İyi akşamlar.Sonunda Sanderson ile tanıştım.Kitap gerçekten müthiş.Dünyasını ve büyü sistemini çok beğendim fakat karekterler o kadar da hoşuma gitmedi.Hani tamam karekterler iyi ama öyle aman aman bir şey değil.Konusundan 1 2 kelime etmek gerekirse;Kitabı 3 povdan okuyoruz öncelikle bunu belirtmeliyim.Prens Raoden bir gün uyanıyor ve kendini lanetli (shaod a yakalanmış) bir şekilde buluyor(buradan parantez açmadan geçemem.Öncelikle shaod bir elantri laneti günümüzden 10 yıl kadar önce bilinmeyen bir şekilde tüm elantriler bir hastalığa yakalanıyor ve tüm ihtişamlarını güçlerini hatta akıllarını bile kaybediyor ve elantrilere karşı bir devrim gerçekleştirilerek şehri/ülkeyi tüccar olan Kral Iadon ele geçiriyor.Tüm elantrilerli elantrist şehrine hapsediyor)Ve apar topar elantri şehrine atılıyor.Daha fazla bahsetmek istemiyorum spoilere girebilir.Kitabın ilk yarısı ve hatta daha fazlası politik oyunlar hamleler ile geçiyor aksiyon son sahnelerde var.Herkese tavsiye ederim.
H.G. Wells’in üzerimdeki istilasını henüz atlatabilmiş değilim. İki sene önce okuduğum Görünmez Adam ile de gayet iyi anlamıştım ki; Wells’in anlatımı kurguya yön duygusu kazandırıyor ve aksamadan, kendine has bir devinimle akıp gidiyor. Kelimenin tam anlamıyla, okurken olayların yerinden çıkmışcasına üstüme geldiğini hissettim, nasıl bir aidiyet duygusu verdiğini başka nasıl anlatabilirim bilmiyorum.
Dünyalar Savaşı’nda sadece bir parça belki Marslı elemanları kafamda tasvir ederken boşluğa düşmüş olabilirim. İlkel formlar olacağına dair ipuçları yakalamış olmama rağmen aykırı tipler düşledim elimde olmadan.
Silindir şeklinde derin yarıklar açan enteresan o Şey’lerle karşılaşırsak neler yapabileceğimizi biliyorum, bu iyi bi şey, sevinebiliriz… Donup kalmama izin vermeyin yeter.
Wells anlatırken okur sürüklense de yakalayamıyor, en çok sevdiğim bu galiba.
Andzej Sapkowski - Son Dilek (1. Kitap)
Kitap 3 yıldır kitaplığımda okunmayı bekliyordu, Netflix dizisinin çok yakında başlayacak olması sebebiyle elime alabildim sonunda. Genel olarak hoşuma gitti Sapkowski’nin yazım tarzı. Kitap kısa hikayelerden oluşuyor, olaylardan çok konuşmalar üzerinden gidiyor hikayeler. Bazı bazı masal okuyormuş hissi de veriyor. Kitabın başında tarih sırasına göre dizildiğinden bahsediyor, kitap içindeki hikayelerde öyle ama “Mantığın Sesi” öyküsü tek bir hikaye ve kitabın içine bölüm bölüm dağıtılmış. İlk başta sanki bu hikaye de bu zaman sıralamasını takip ediyormuş gibi geldi ama öyle değil. Ardışık olsa daha hoş olurdu.
Kitabın çevirisi ve düzeltisi de gayet başarılı okuma keyfini baltalayacak bir durum yok, benim gözüme hiç yazım hatası çarpmadı. Tek sevmedim kısım özel isim olmayan Witcher kelimesinin kullanılması güzel bir karşılık bulunabilirdi buna, bu seçimi muhtemelen oyunların etkisinden dolayı yaptılar. Kitap kapakları da Witcher 2 oyunun çizimlerinden kullanıldığı için kitapla genelde Geralt dışında pek bağı bulunmuyor.
Andzej Sapkowski - Kader Kılıcı (2. Kitap)
Birinci kitaptadaki tadından bir şey kaybetmemiş olarak kısa öyküler yine bu kitapta da devam ediyor. Bu kitapta da editörlük ve düzelti gayet güzel uzun süredir hatasız (en azından benim gözüme çarpan olmadı) bir kitap okumamıştım. Emeğine sağlık @Everfever
Andzej Sapkowski - Elflerin Kanı (3. Kitap)
Başlamışken seriye devam edeyim diye düşündüm ve uzun soluklu hikayenin başladığı üçüncü kitap ile devam ediyorum. Bu kitapta artık kısa öyküler yok tek bir hikaye anlatılıyor. Kitabın akıcılığı önceki iki kitaba göre çok düşük, diyaloglar aşırı artmış durumda biraz kısa bir hikaye sündürülerek uzatılmış hissi verdi. Neyse ki bu durum 4. kitapta devam etmiyor (Şu an 4. kitabı okuyorum). Hoşuma gitmeyen bir durumda zaman atlamaları olaylar arasında ne kadar zaman geçtiği ya uzun bir süre sonra belli oluyor, olaylar ardışık gibi gözükürken daha sonra aylar geçtiği fark ediliyor.
Bu kitapta bolca ülke, kral, prens ve büyücü adı geçiyor. Hatta kitabın bir bölümünde kovayla ortaya dökülüyor bir sürü ülke ve kral. Bir yerden sonra hangi ülke nerede, kim nerenin kralı, kim kimin büyücüsü iyice karıştı. Bunları yavaş yavaş dahil etse daha anlaşılır olacakmış. Yazarı coğrafya tanımlama konusunda biraz zayıf buldum. Hangi ülke nerede çok belli olmuyor. İnternetten haritalarına bakınca biraz şekillendi. Kitabın içinde bir harita olsa güzel olacakmış.
Herhalde 6. kitaba kadar ara vermeden okurum. 4. kitapla devam ediyorum.
Tolstoy’dan savaş ve barış romanını okumaktayım. Elimdeki roman, İş Bankası Yayınları’nın ilk basısı. Kitapta oldukça çok olan Fransızca diyalogların olduğu gibi bırakılıp çevirisinin dipnot olarak verilmesi okumayı çok güçleştiriyor. Kanımca bu diyalogların orjinal dilde dipnot olarak verilmesi okumayı kolaylaştırabilirdi. Kitabın içeriğini eleştirecek yetkinlikte olduğumu düşünmüyorum o yüzden kısa bi şekilde kendi tecrübemi aktaracağım. Kesinlikle hacminden korkulmaması gereken bir kitap çünkü oldukça akıcı, fakat şöyle bir nokta var. Bu kitapta kimin kim olduğunu anlamak ve hatırlamak oldukça zor, bu yüzden kitaba başladığınız sırada karakterler ve mekanlar kafanıza oturana kadar fazla ara vermeden okumanız gerek. Ayrıca Tolstoy okuma sırası tarzında bir şeyler duydum, yazarın kendi kişisel gelişimini takip etmek açısından galiba. Bu konuda yetkin olan birisi bilgilendirirse çok güzel olur. İyi okumalar.
İkinci cümleyi anlayamadım ben. Metin içerisinde Türkçe dipnotta Fransızca mı olmalı diyorsunuz. Ama o zaman kitabın orjinal baskısı dışına çıkılmış olmaz mı?
Doğru anlamışsınız. Ben kitabı okurken zorlandığım için kendimce böyle bir çözüm buldum. Teknik olarak ne kadar doğru bilmiyorum ama pratik olarak işe yarayacağını düşünerek söyledim. Anladığım kadarıyla siz daha hakimsiniz. Sizce, kitapların girişindeki “çevirmen notu” kısmında bu konuyla alakalı açıklama yapılarak durum düzeltilemez mi?
Anlatılan döneme uygun olmazdı. Tolstoy’un anlatmak ve yaratmak istediği etkiye uygun olmaz bu durum. Dönemin Rusya’sında özellikle zenginler, kimi aydınlar ve yarı aydınlar(öğrenciler) Fransızca Rusça karışık bir dille konuşuyorlardı. Bunu bir kültürlülük göstergesi olarak yapıyorlar. Ama örneğin yine bu tarz Almanca da tam tersi kültürsüzlük, kaba saba gibi algılanıyordu.
Evet, dönem ile ilgili genel anlamda bazı bilgiler verilmesi mantıklı olabilir.
Balkonda oturup kahvenizi yudumlarken okunacak bir kitap. Zengin bir yedek subayın yıllar içinde hissizleşmesini ve suç işlemesiyle birlikte hayata tekrar tutunmasını anlatan bir kitap. Hikaye hakkında çok konuşulacak bir şey yok zaten bu tür kitaplarda önemli olan alt metindir. 1 saatte bitirilebilecek kitaplardan.
Bu kitabı sınırsızca yermek istiyorum hem de hiçbir sebep sunmadan sadece ne kadar sevmediğimi ve ne kadar gereksiz bir kitap olduğunu falan söylemek istiyorum. Tabi hangi yetkinliğimle neyi, neye dayanarak gereksiz buluyorum ondan da emin değilim ya neyse.
Benim sadece iki kitabını okuduğum Haruki Murakami’nin eserlerinde neyi sevebileceğimize bakacağım önce. Kitapla ilgili olumsuz düşüncelerimi kendim eleştirip yanlışlamaya çalışırsam daha iyi olacak sanki.
Benim Murakami’de sevmeye yaklaştığım şeylerden ilki eserlerinde büyülü gerçekçilik havası olmasıydı. İmkansızın Şarkısı için bu tam olarak doğru olmasa da (bence kitaptaki intiharların sebebini net olarak vermemesi, geçmişe dönük hep bir gizem olması büyülü gerçekçiliğe hafiften yaklaşan noktalardı aslında) okuduğum ilk eseri Sahilde Kafka tamamen büyülü bir dünyada geçiyormuş hissini yaşatıyordu. Gelin görün ki Murakami anlatımında oldukça basitliğe kaçarak, basit cümleler kurarak, benim eserlerde görmeyi hiç sevmediğim marka isimlerini sıkça kullanarak o büyülü dünyayı sarsıyordu.
Murakami’de ikinci olarak sevmeye yaklaştığım şeyse insana dair durumları anlatının içerisine yedirerek okura hissettirebilmesiydi. Mesela İmkansızın Şarkısı’nda bunalımı, yalnızlığı, kusurlu olmayı tam da böyle olan karakterler üzerinden anlatmaya çalışmış. Fakat bunun da sıkıntısı karakterler sürekli bir şeyleri temsil etme baskısı altında yapmacık ve aşırı davranıyorlar. Midori hasta babasının yanında neden çırılçıplak soyunuyor mesela? Neden Watanabe ile sürekli cinsellikten bahsetmekten bu kadar keyif alıyor ve bu kadar keyif aldığını defalarca kez yineliyor? Midori hüznünü böyle mi yansıtmış oluyor, bunu mu anlamalıyız? Of biliyor musunuz belki de ben hiçbir şey anlamadım fakat anlamak da istemedim bir süre sonra.
Sayfalarca Watanabe’nin ne yediğini, ne içtiğini, hangi renk pantolonunu yıkayıp astığını okumak bir yerden sonra baydı. Nasıl baymaz! Bugün şunu içtim, bunu giydim vs. diye giden bir anlatı var.
Yani ne yapsam sevecek bir yanını bulamıyorum Murakami’nin. Bu da sondu sanırım. Kendisi çok sevdiği büyülü gerçekçiliğin ve metaforculuğun ardına sığınıp iyi eserler ortaya koyduğunu düşünmeye devam etsin, benden bu kadar.
İlk başta sadece kitabı beğenmediğinizi düşündüm ama Murakami’yi de sevmediğinizi gördüm. Bunun sebebi nedir acaba?