Peri Kızı Af Buyurun - Polat Özlüoğlu
Kitaba dair şu ana dek tek eleştiri görmedim, ama ben diğer herkes kadar beğenemedim.
Her şeyden önce kitabın lansmanındaki sözler yalan değil: gerçekten de Polat Özlüoğlu bir erkek olarak başarılı kadın karakterler yaratmış ve onların sıkıntılarına, acılarına birinci tekil şahıstan büyük bir başarıyla ayna tutmuş.
Ben neden bu denli sevemedim peki?
Öncelikle benim hatam Yalçın Tosun’un hemen arkasına okumaktı. Yalçın Tosun’un öykü diline fazlaca kendimi kaptırmışken Polat Bey’in diline alışmakta zorluk çektim.
Sonrasında kitabın hastalık temasıyla açılması ve ilk öykülerin sıkıntısı bunalmama neden oldu. Kitap sonraki öykülerde açıldı. Elbette pembe rüyalara geçiş yapmadı ancak anlatımdaki boğuculuk dağıldı. Derdini daha net anlatmaya başladı. Öyküler arasında bir anlatım geçişi oldu.
Bazı aynı kalıplar farklı öykülerde kullanılıyordu. Bunu yadırgadım. Mesela, hani olur ya insanın aklına bir felaket senaryosu gelir ve gazetelere manşet oluşunu düşünür. Yani şu şekilde: “H.Ç. (30) Kitap yorumu yaparken kalp krizi geçirdi.” İşte bu kalıbı iki farklı öyküdeki iki farklı karakter kullanıyor ve kendini bu şekilde düşünüyor. Bilemiyorum, belki abartıyorum ama bu durum benim için her öykünün kendi içindeki biricik oluşunu bozuyor.
Son olarak kitabın beğendiğim bir noktasına değineyim. Kitap sadece kadın öykülerinden oluşmuyor. Devamı spoiler olacağı için o kısmı geçiyorum, ancak böyle olması benim daha çok hoşuma gitti. Çünkü ele aldığı diğerleri ile toplumsal normları bambaşka açılardan masaya yatırma şansı yakalıyor.
Kitaba ölüp bitmeyi bekliyordum, ama öyle olmadı.
Homeros’un Kızı - Robert Graves
Robert Graves deyince aslında ilk akla gelen Ben, Cladius oluyor. Onu da İş Bankası basmıştı, Modern serisi kapsamında. Bu kitap da aynı yayınevinin, aynı serisinden çıkma.
Öncelikle çeviri ve editörlük harika demekle başlamak istiyorum. Deniz Betil ile @DamlaGol ikilisinin ellerine sağlık.
Kitabı başlarda hayal kırıklığı ile okudum. Giriş kısmı beni bir türlü içine çekemedi. Ancak sonrasında Sicilya semalarında taht oyunları başlayınca (dıdı dıt dıt, dıdı dıt dıt) daha çekici bir hale geldi.
Yazarın fikri oldukça güzel aslında. “Samuel Butler’ın, Odysseia’yı aslında Sicilyalı bir kadın yazdı” iddiasını alıp bir roman haline getirmiş.
Eser büyük oranda, Odysseia’nın Penelope’nin taliplerinin evini işgal edişini ve onu bir koca seçmeye zorlamaları kısmını ele alıyor. Başkarakterimiz ve aynı zamanda anlatıcımız olan Nausikaa açıkça söylüyor ki aslında olayların tamamı böyle gelişmiyor. O bazı şeyleri değiştirip destan haline getiriyor.
Kitap bol bol Homeros alıntılarıyla dolu. Gerek Nausikaa, gerekse kral babası bu destanları mantık çerçevesinde sorguluyor. Bu kısım özellikle hoşuma gitti.
Tanrılar ve tanrılara verilen kurbanlar, kehanetler, bol bol yer alsa da Kirke gibi bir fantastik yanı söz konusu değil. İnsanların günlük hayatındaki din olarak düşünülebilir. Yani mucizeler görmüyoruz.
Kirke kadar sevmedim, ama farklı bir deneyim oldu benim için
Kitabı bitirmeme çok az kaldı. Dayanamayıp sonunu okudum
Nausikaa’nın bu destanı yayma çalışmaları kısmı hoşuma gitti 
Son olarak, neden sadece Homeros’un Oğulları denilen erkek anlatıcılar var da Homeros’un Kızı olan anlatıcılar yok gibi düşüncelere de yazar çok güzel bir şekilde değinmiş, işlemiş.
Farklı bir deneyim arayanlara, Antik Yunan’dan hoşlananlara tavsiye ederim 
Kitap belli oranda Odysseia bilgisi istiyor bu arada.