Dan Brown tarafından yazılan Da Vinci Şifresi romanına başladım. Henüz yeni başladığım için kitap hakkında bir yorum yapamayacağım ama bitirdikten sonra mesajımı editleyeceğim…
Maya Kitap Mitoloji serisinin şimdilik 3. ve son kitabı olan Truva (Andrew Lang) kitabını okudum.
Yunan mitolojisi (genel anlamda mitolojiler) ilgimi çeken eserler olduğu için kısa sürede okudum. Yazarın bu masalsı anlatımı çok hoşuma gidiyor. Daha önce bu serideki Kral Arthur kitabı da aynı yazara aitti ve onu da zevk alarak okumuştum. Kitabın detaylı konusuna geçmeden önce kitap kapağı ve editörlükten bahsedeyim. Kitabın konusunda büyük bir yer kaplayan Truva atının kitap kapağına resmedilmesi hoş olmuş. Editörlük açısından da herhangi bir sorunla karşılaşmadım.
Kitabın konusuna gelecek olursak; kitap 2 bölümden oluşmaktadır. 1. bölümde kendisini tanıdığımız Ulysses’in diğer Tanrılar için Truva Savaşına katılması ile başlayan olaylar Ulysses’in savaştan galip ayrıldıktan sonra kendini denizlerde kaybedince evine dönme çabaları ile devam ediyor. Burada bir sürü Yunan mitolojisinden varlıklar ile karşılaşıyoruz. Özellikle Kirke karakterinin bahsedildiği 4-5 sayfalık öykü hoşuma gitti. Son zamanlarda çıkan Ben Kirke kitabını okumadım ama burada görünce memnun oldum.
Kitabın içinde yer alan olay ve karakterler için aşağıya bazı yazılar ve videolar bırakacağım. Kitabın yanında bunları da okuyup veya izlerseniz kitabın içeriğini daha rahat anlarsınız. Kitabı, Yunan mitolojisini merak edip masalsı bir kitap okumak isteyenlere tavsiye ederim. Puanım 10/10.
Bu kitap içinde yer alan ve genel anlamdaki Yunan mitolojisi karakterleri için;
Clive Barker - Muhteşem Gizli Gösteri’yi (Sanat’ın 1. Kitabı) bitirmek üzereyim. Kitabı hangi kategoriye koyarsın? diye sorsalardı kesinlikle “Ayık kafayla yazılamayacak kitaplar” kategorisine dahil ederdim.
Yer yer adeta bir Dali tablosunun içine düşmüş gibi hissettim. Acayip sürreal ortamlar ve soyut olayların içine çekiliyoruz. Hikayenin temelinde iyinin ve kötünün savaşı olsa da, malum Clive Barker söz konusu olduğu için aşk, şehvet, vahşet, ahlaksızlık, iğrençlik, yanlızlık, soyutlanmışlık, inanç gibi kavramları son demine kadar tükettim.
Çok ara vermeden Sanat’ın 2. Kitabı olan Ezelistan’a başlama niyetindeyim.
İçinde saçma sapan şeyler olan bi’ genç kurgu çıkmasından korkuyorum da. Zamanında bir kaç kere deneyimlemiş biri olarak onların nasıl başladığını az çok biliyorum.
Benim turnusol kağıdı kadar hızlı sonuç veren bir kitap değerlendirme yöntemim var.
Önce ilk cümle okunur, beğenilir ise kitap alınır.
İlk cümle kötüyse ortadan bir tane okunur.
O da kötü çıkarsa son cümle okunur.
Bu kitap üç testi de geçemedi. Ucuz çeviri kitap tadındaydı.
O en son çözüm. Son cümlesinde bile bir umut ışığı yoksa o metne bir daha dönüp bakmam.
Bunu edebiyata ileri düzeyde hakim, nitelikli bir okuyucu olduğumu düşündüğüm için söylemiyorum. Ama bir kitaba paramı ve zamanımı harcayacaksam seçici olmak zorundayım.
Kitabın ismi çok ilgimi çekmişti. Arka yazısından ise terminatör benzeri bi’ dünya beklemiştim açıkçası. Kapaktan ötürü romantizm de bekliyorum ama razıydım. Beklediklerimden hiç biri tutmadı şimdilik. -50 sayfa okudum- Büyük ihtimalle tutmayacakta ama başladım bitireyim diyorum. Zaten çok basit gibi duruyor, kaşla göz arası 50 oldu. Ama astronomi merakım yüzünden bu tür durumlara düşebiliyorum arada sırada maalesef. Kozmosta görüşürüz kitabı aynı durumdan bayadır almayı istiyorum ama bundan sonra o kadar emin değilim.
Arthur C. Clarke’ın en çok bilinen Tanrının Dokuz Milyar Adı öyküsünün yanında bazı dergiler için yazdığı birbiriyle uyumlu kısa öykülerin de bulunduğu bu derleme bazı öyküleriyle bilimkurgu okurlarını yer yer sıkacaktır. Hele ki Bilimkurgu tarzı öykülere aşina olmayan okurlar kitabı daha sonra okumak için rafa kaldırabilir.
Sıkıcı öykülerin yanında yazarın çok iyi diyebileceğim birkaç öyküsü de var. Tanrının Dokuz Milyar Adı, Dünyanın Bütün Zamanı, Tanıtım Kampanyası ve Olmayan Ertesi Sabah adlı öyküler çok iyiydi.
Dünyanın Bütün Zamanı adlı öykü, derlemenin favorisiydi benim için. Beklenmedik bir misafirin sunduğu soygun teklifini büyük bir ücret karşılığı kabul eden Ashton, kendisini sonunu tahmin bile edemeyeceği olayların içinde bulur. Zira Ashton, bu soygunu gizemli misafirin verdiği zamanı yavaşlatma özelliği olan bir bilezikle yapacaktır.
İthaki Bilim Kurgu Klasikleri serisinin 25. kitabı olan Anlatış kitabını okudum.
Locus ödüllü bu kitap, Hainli Döngüsünün son kitabıdır. Ayrıca yazarın da son bilim kurgu kitabıdır. Ursula Teyzenin her kitabında olduğu gibi dil, din, cinsiyetçilik konuları ustaca bir şekilde harmanlanıp bize sunulmuş. Kitabın kapak resmini beğenmesem de editörlüğünü beğendim.
Kitabın konusuna gelecek olursam; olaylar, vatandaşlara ait bütün kayıtların silindiği ve herkesin devlet kontrolünde olduğu Aka gezegeninde gerçekleşiyor. Yerküre’de yaşayan Sutty bu gezegene gözlemci olarak gidiyor ve olaylar gelişiyor. Burada kitapları saklayan Anlatışçıların hayatının bir parçası oluyor.
Kitabı genel anlamda değerlendirecek olursam ise serideki güzel kitaplardan bir tanesidir ama benden 10/10 alamadı maalesef. Puanım 9/10.
Uzun cümlelerin müptelası H.G. Wells’in - Zaman Makinesi taze bitti.
Yazarın biyoloji eğitimi alması, öngörüsüne duyduğum saygı, sade ve akıcı dili, distopik evrenle olan dansı; kitaplarına olan düşkünlüğümü açıklayabileceğim nedenlerin sadece bir kaçı…
Zaman Makinesi ile sekiz yüz iki bin yedi yüz bir yılına gideceğimiz söylendiğinde, hayalini kurduğum biyoteknolojinin nimetlerinden faydalanacağımı düşündüm hep. Fotosentez üzerine çalışılmış tasarım bir elbise ile çıtır çıtır fotosentez yaparken, yağda soğanı kavurmayla kaybetmeyeceğim zamanı düşünüp şükredecektim mesela. Bunun gibi daha nicesi.
Wells ters köşe yaptı. Bütün o ütopik geleceğimin ne hale geldiğini bu kitabı okuyan herkes az çok anlamıştır ama, yine çok memnunum okuduğuma. Zira ekolojik sisteme şöyle bir baktığımızda verdiğimiz zararın karşılığı olarak sunulan kurgu fazla sahici. Verdiği mesajları doğru kullanmak gerekliliği de kendiliğinden ortaya çıkıyor, üstelik bu mesajlar bin sekiz yüzlü yıllardan… Fevkalâde bir Zaman Yolcusu.
Evrimimizi Eloiler ya da Marlocklar olarak tasarlayan Wells, tezatları harmanlamakta da oldukça iyi, müthiş dengeli her şeyden önce. O yüzden kitabın durağan bölümlerinde dahi sıkılmıyorsunuz. Her ayrıntı birbirini açıyor ya da birbiriyle örtüşüyor. ‘‘Bakalım bunun ucu nereye çıkacak?’’ beklentisi her defasında kendini hissettiriyor ki bu beni kitaba bağlayan en önemli unsur.
Ne kadar katılırsınız bilemem ama ben bilimsel açıklamaların okuru boğmadan yapıldığı takdirde
kitaba esaslı bir katkısı olduğunu düşünenlerdenim. İşte, Zaman Makinesi’nde arayıp da bulamadığım tek şeydi bu. Hani çok yeri gelmiştir, söylenecek gibi olur da söylenmez ya, onun gibi.
Kürk Mantolu Madonna bitti. Artık ben de ortamlarda Kürk Mantolu Madonna okudum diyebileceğim.
Hakkında Sabahattin Ali ve adından başka pek bir şey bilmiyordum kitabın. Sadece popülerdi ve aklımda konusu bakımından çok büyütmüş olmalıyım ki aradığımı bulamadım. Ben farklı bir şeyler bekliyordum sanki ve ‘’ eee bu da aşk hikayesiymiş!’’ dedim. Ancak yine de beğendim. Hiç zorluk çekmeden bir çırpıda okunabilecek bir kitap.
Daha yenilerde Karanlığın sol elini okudum, ve anlatış okumak istediğim bir kitap. Hemen ardından güzel olur mu sizce? Tabi Karanlığın sol elini okuduysanız?
Plutarkhos’un Paralel Hayatlar Serisi’nden İskender-Sezar kitabını okudum.
Plutarkhos okumadan önce biyografi türüne karşı soğuk bakıyordum. Yazarın o kadar güzel bir anlatımı var ki türe karşı içim ısındı. Daha sonra başka yazarlardan da biyografi okumaya başladım ama hiç biri Plutarkhos’un yerini tutmadı. Bu kitapla birlikte Plutarkhos’tan 3 kitap okumuş oldum ve fırsat buldukça yazarın geri kalan kitaplarını da okumak istiyorum.
İskender-Sezar kitabının Sezar kısmındaki bilgiler Sezar’ın kendi yazdığı kitapları okuduğum için aşina olduğum bilgilerdi, İskender bölümündeki bilgilerin ise çoğunu bilmiyordum. Kitabı okuduktan sonra çok fazla şey öğrendim ve unutulmaya yüz tutan bazı bilgilerimi de tazelediğim için benim için faydalı bir okuma oldu.
Edit:
Genç Plinius’un Anadolu Mektupları’nı okudum.
Öncelikle baskıdan bahsetmek istiyorum. Daha önce Kazım Taşkent Klasikleri’nden bir kitap okumadığım için baskı kalitesini bilmiyordum ama bu kitabı okuduktan sonra baskı kalitesine ve kağıt seçimini çok beğendim. HAY dışında bu seriden de kitapları toplamayı düşünüyorum.
Kitaptan bahsetmeden önce kitabın yazarından bahsetmek istiyorum. Yazar Genç Plinius dayısı kendisini evlat edindiği için dayısının adını alıyor bu yüzden lakabı Genç (Dayısının lakabı Yaşlı). Yazar çeşitli edebi eserler vermesine rağmen yazdığı mektuplarla meşhur olmuş. Mektupları 10 cilt halinde yayınlanmış bunların 9 cildi yazar hayattayken yayınlanmasına rağmen benim okuduğum kitabı oluşturan 10. cilt ise yazar öldükten sonra yayınlanmış.
Bu kitabı oluşturan 10. cilt yazarı önce çeşitli görevlere atayan daha sonra ise Bitinya’ya (Başkenti İzmit olan ve İstanbul’u da içinde barındıran önceleri krallık olan daha sonra da Roma Eyaleti olan yerleşim) İmparatorluk Elçisi (Eyaletteki sorunları düzeltmesi için İmparator tarafından vali yetkileriyle donatılmış bir mevki, bir çeşit müfettiş de denebilir) olarak gönderen İmparator Traianus’a yazar tarafından yazılan ve Traianus’un yolladağı mektuplardan oluşuyor.
Plinius’un mektupları genellikle karşılaştığı bir sorunun çözümü için Traianus’a akıl danışması, Traianus’tan tanıdıkları için torpil istemesi, halk tarafından bildirilen iyi dilekleri ve Tanrılarla birlikte Traianus’a adanan kurbanları Traianus’a iletmesinden ibarettir.
Kitapta Traianus’un sorunları çözme yöntemlerini okumak çok güzeldi. Ayrıyeten Traianus’un Hristiyanlık Soruşturmaları’na bakış açısını da öğrenmiş oldum. Ayrıca o döneminin politik ve toplumsal yaşamına dair öğrendiklerim de çok faydalı oldu.
Öncelikle bu, benim okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabıydı. Kitap üç uzun sayılabilecek öyküden oluşuyor.
Tür olarak gizem polisiyesi denebilir. Yani olaylar daha çok sorgulama üzerinden çözülüyor ve katil sorgulananlar arasından çıkıyor; bu bakımdan Agatha Christie’nin tarzına benziyor. Katilin kimliğini ve motivasyonunu tahmin etmek çoğunlukla zor, bu bakımdan hakkını vermek gerek. Ama ben polisiyede daha çok adli tıp ve kanıt arayan biri olarak çok fazla tatmin olduğumu söyleyemem.
Başkomser Nevzat gibi hayatın sillesini yemiş, yakınları ölmüş ve çok fazla acı çekmiş karakterleri de artık klişe buluyorum. Bu tarz baş karakterler hem polisiye dizilerde hem de kitaplarda sürekli karşımıza çıkıyor. Sanki yeterince acı çekip demlenmeden ya da yeterli sayıda aile ferdini kaybetmeden başarılı bir başkomser ya da dedektif olunamazmış gibi bir algı var sanırım insanlarda. Bence sıradan bir insan yalnızca mesleki merakla da bu yolda çalışabilir ve bir kitabın baş karakteri olabilir.
Devrik cümleler benim zevkim için biraz fazla olsa da anlatımı oldukça açık ve sade. Kendini rahatça okutuyor ve öykü sonları gizem ve ters köşe bakımından insanı tatmin ediyor.
Anlatımındaki açık vuruculuk, abartısız ama etkileyici betimlemeler, bölüm geçişleri arasında okurun kendi anlayıp doldurabileceği boşluklarla Arthur C. Clarke yıllardır olmak istediğim yazarmış. İnsanın yazmak istediği dil ve anlatımı öylece başkasından okuması hem kıskandırıcı, hem hayranlık uyandırıcı, hem de fazlasıyla öğretici bir deneyim. Her sevdiğim yazarda bir tane de olsa eleştirdiğim bir şey vardır, ama Clarke’ta gereksiz tek bir sözcük dahi bulamadım.
Bilimkurgu seven ama hâlâ bu kitabı okumamış olanlar bence çok şey kaçırıyor.
Korkunç güçlere sahip bir büyücü tarafından, yalnızlık çeken bir adam için kilden yapılmış bir golem…
Ve bin yıllık esaretinden uyanan bir cin… Bu iki olağanüstü varlığın yolu 1899 yılında New York’ta kesişir. Farklı olmaktır onların kaderi… Hikâyeleri herkes gibidir aslında, kendini farklı ve yalnız hisseden her insan gibi…
Ve tehlike, onlar için sadece bir adım ötededir hep.
Golem ve Cin iki ayrı kültürün efsanelerinden besleniyor ve zengin anlatımı sayesinde okuru ilk sayfadan itibaren içine alıyor. 2013 yılının en iyi kitapları listelerini altüst eden bu roman Türkiye’de de çok sevilecek.
(Tanıtım Bülteninden)
DÜŞÜNCELERİM
Kitap, iki doğaüstü yaratığın insan gibi yaşama çabasını anlatıyor. Bu iki varlık arasındaki tezatlıktan yola çıkarak insan olmanın farklı yönlerine bakıyoruz.
Golem hizmet etmek için yaratılmış. Kendisini efendisiz bulup, insan gibi özgür olmaya çalışıyor. Özel koşulları yüzünden herkesin aklındaki istekleri duyabiliyor, bir nevi tüm toplumla iletişim içinde yaşıyor.
Cin ise uçabilen ve istediği şekle bürünebilen özgür bir varlık. Güçleri bastırılmış bir şekilde uyanıyor, insan gibi kısıtlı yaşamaya çalışıyor. Uzun yıllarını sarayında yalnız başına geçirmiş, büyükleri tarafından insanlara yaklaşmaması tembihlenmiş.
Tabi bir de cinsiyet yönünden aralarındaki farkı göstererek dönemin tutumculuğuna değinmiş. Erkek cin geceleri uyumuyor, erkek olduğu için New York sokaklarını istediği gibi geziyor kimse de bir şey demiyor. Kadın golem de geceleri uyumuyor ama tek başına bir kadının o saatte dışarı çıkması uygun olmadığı için en son çare nakış öğrenip tüm gecesini giysi tamir ederek geçiriyor.
Kitap sadece bu iki ana karaktere odaklı değil. Golemin yaratıcısı Jehuda Schaalman ve lanetlendiğine inanan eski doktor-yeni dondurmacı Mahmood Saleh başta olmak üzere birçok ilgi çekici karakterle tanışıyoruz. Çoğu karakterin orta doğu kaynaklı olması sayesinde ut, künefe, nargile, arak(rakı) vb. bir çok tanıdık kelimeyi de görüyoruz.
Okumak isteyenler için Doğan Kitap tarafından Golem ve Cin başlığıyla birkaç yıl önce çevirisi yapılmış.
Sonuç olarak, (finali hariç) aksiyon beklentiniz yoksa, Orta Doğu mitleri ve 20. yy başı Amerika’sı ilginizi çekiyorsa okuyabilirsiniz. Kitap bir aşk romanı DEĞİL, konu iki aşığın nasıl birbirini bulduğu DEĞİL ama tabi ki romantizm de içeriyor.
Spoiler verecekseniz en başından belirtin lütfen. Bu başlık genel olarak kitaplar hakkında okumamış olanların bilgi alabileceği bir başlık. Zaten okumuş olanlar eserin, yazarın ya da serinin başlığında konuşabiliyor. Burada spoiler kısmını belirtmek gerek
@JrThoth bu kitabı okumam için en sona bırakmamı söylemişti ama ben bir farklılık yaparak direkt okumaya başladım. Lütfen yanlış anlamayın. Sadece acaba ne kadar hatalı bir eser ile karşılaşabilirim diye önerinizi dikkate almamaya çalıştım.
Kısa bir kitap olmasına rağmen dün başlayıp ufak aralarla okuduğum kitabı bugün bitirdim. Eser ilk çıktığından beri kapağıyla beni cezbediyordu. Öncelikle @JrThoth arkadaşımızın çokça hata var demesinin nedenini; yazarın cümleleri olması gerekenden fazla uzun tutmasıyla alakalı olmasına bağlıyorum. Öyle ki bazı kısımlarda ne okuyorum acaba diyebilirsiniz. Bunun yanında bazı yerlerde paragraflar çok uzundu. Belki bu kitabın basıldığı punto ile alakalı bir durum da olabilir. Nedense birkaç hata dışında okumamda bir soruna yol açmadı tüm bunlar. Diğer yandan kitaba ismini veren öykünün dizi ve filmlerine göre çok durağan olduğunu söylemem gerekiyor. Irving her öykünün başında okuru öyküye hazırlayan detayları anlatmaktan da çekinmemiş. Fakat bu bazı okurları sıkabilir diye düşünüyorum.
Masalsı anlatımı ve gizem dolu olayları ile Uykulu Kuytu Söylencesi’ni çok sevdim ben. Rip Van Winkle, Şeytan ile Tom Walker ve Hortlak Damat en sevdiğim öykülerdi.