Phlebas’ı Hatırla; okuyan var mı? Ben pek beğenemedim evren çok detaylı ama bilgi konusunda kısıtlı bir uzay macerasıyla giriş yapıyoruz. Uzun zamandır bitirmekte en zorlandığım kitap olabilir. Bu ay içinde okudum çok yorum göremeyince okuyan arkadaşlar varsa fikirlerini merak ediyorum.
Büyücü Loncasını okuyan var mı? Almayı düşünüyorum, almalı mıyım?
Kitap bir çok açıdan beklemediğim şeyler içerdi açıkcası. İsmi çok ilgimi çekmişti o yüzden almıştım ama beklediğim şey ile alakasi yoktu. Aksine ilk “bu muydu yani?” dedirtti ama sonradan birazcık daha yenebilir oldu bu durum. Çok tahmin edilebilir şey vardı ve basitti ve bu tahmin edilebilirlik “biliyodum beee” tarzı iyi hissettirecek bir tahmin değil, resmen neyin ne olacağını bilmekti. Sonrası hakkında ise olumlu mu düşünsem olumsuz mu bilemedim gerçekten.
Şöyle diyeyim; bu tahmin edilebilirlikten ötürü kitabın sonunu tahmin ettim gibi oldu ama etmemişim. - Son on sayfaya kadar bundan emindim yani. - Ama tahmin edememe sebebim kitabın beklediğimin aksine tek kitap değil devamı çıkacak şekilde bitmesi oldu. Bunun hakkında ise ne düşünsem bilemedim. Arka yazısına ve ismine kanıp aldım ve kitap boyunca nerdeyse arka yazısı ile alakası yoktu. Bu yüzden “şu şekilde bitecek ve arka kapak ile alakası olmayan saçma bir şey okumuş olacağım” dedim. Ama devamı çıkacağı için artık ilk kitabın sakız gibi uzatılmış olaylar bütünü olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitap boyunca aynı şeyle ilgili bir şeyler oldu yani. - Spoiler vermeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum gerçekten - Ve bu sakız gibi uzayan şey ise bazı noktalarda biraz ilgi çekici olsa bile tahmin edilebilirlik ve klişe şeyler rezil etti sayılır bu durumu. İkinci kitapta birinci kitabın sözde arka yazısı iyi bir şekilde işlenir ise alırım diye düşünüyorum. Yazarında öyküleri dışında ilk kitabı olduğu için güzel ve ılgi çekici bir çalışma olmuş diyelim. Tamamen negatif yaklaşmamalıyız bence o yüzden. Kanımca ikinci kitapta ya iyiye bir gidiş olacak ya da popüler kültüre kapılıp ilk kitaptan daha zayıf iş olacak. Ben pozitif düşünüp daha iyiye olacağına ınanıyorum, umarım öyle de olur.
-> 4/10
Bir de sorum olacak. Pangea kitaplığından aldigim ilk kitapti ve iyi olduğunu dusunmüştüm. Kalan kitaplar da bu şekilde mi yoksa sağlam eserler var mı acaba?
Ben Çiğdem Erkalın “Uçan Mabet” kitabını okumak istiyorum bu seride. Yüzüklerin Efendisi ve Yerdeniz’in çevirmeni sıfatıyla değilde yazar olarak ne yaptığını çok merak ediyorum
Şu sıralar Alfa’dan Dirk Gently’nin Holistik Dedektiflik Bürosunu okuyorum… Çevirisinden memnun değilim ama tek tek bildirerek okuyorum… (Bir yerde cep telefonu bile geçiyor türkçe kitapta, telephone-answering machine’in çevirisi olarak)
Yazarın anlatımı (ve tabi ki çeviri) konusunda mı sıkıntılı buldunuz kitabı yoksa kurgu mu içine çekmedi? Ben de alacağım da çevirisi nasıldır biraz düşündürüyor
Çeviriden yana çok bir sıkıntı görmedim genel olarak yazarın ilk kitap hakkında ki tercihleri hoşuma gitmedi. Şöyle diyim, her şey o kadar havada kaldı ki kitaptaki hikaye bittikten sonra Kültür neydi İdir neydi, neden savaşıyorlar gibi başlıklar altında anlatılmış. (600 sayfa okuyup evren hakkında detay öğrenemediğin için.)
Ölü Zaman Gezginleri’ni okudum. İlk defa Hasan Ali Toptaş eseri okuduğum için yazara hangi kitapla başlamak konusunda kararsız kalmıştım. Bu yüzden yanlış bir başlangıçla yazardan soğumamak adına birini beğenmezsem öbürünü beğenirim diyerek bir öykü kitabı olan Ölü Zaman Gezginleri ile yazara başlamaya karar verdim.
Kitap iki tane öykü kitabının birleşmesinden oluşmuş. İlk kısım yine kitabın adıyla aynı olan Ölü Zaman Gezginleri iken ikinci kısmın adı ise Yoklar Fısıltısı’ydı. Ben yoklar Fısıltısı’ndaki öykülerin neredeyse tamamını beğenmeme rağmen Ölü Zaman Gezginleri kısmındaki öykülerin anca yarısını beğenmişimdir. Bunda Yoklar Fısıltısı kısmının daha önce yazılması nedeniyle yazarın dili daha bir sade ve öykülerinin daha anlaşılır olmasının sebebi büyüktü.
Ölü Zaman Gezginleri kısmındaki öyküleri, yazarın bu öyküleri daha sanatsal anlatmak istemesi nedeniyle ve anlaşılabilirliklerinin çok düşük olması nedeniyle fazla beğenmedim. Normalde bu tarz karmaşık metinleri severim ama peş peşe öykülerin hepsinde aynı anlatımla karşılaşınca ister istemez insanın canı sıkılıyor ve öyküden kopuyor.
Yazarın kelime seçimlerini ve kurduğu cümleleri beğendim ama gerek yazarı ilk defa okumamdan dolayı ve gerek de öykülerin fazla karmaşık olmasından dolayı kitabı beğenmedim ama buna rağmen yazarın yakında başka bir kitabını daha okumayı planlıyorum.
Kuşlar Yasına Gider’i okumanı tavsiye ederim başlangıç olarak.
Aynen bende öyle yaptım da bu sıralar bir romanına başlamak istiyorum.Fakat hangisi ile devam etsem karasızım.
Bu kitabı not aldım. Kütüphaneden, Gölgesizler kitabını da ödünç almıştım acaba bu kitap ağır kaçar mı?
@abkaen Yazarın dili güzel ama hikayelerinin içine girmek kolay değil. Romanları umarım daha iyidir.
Kuşlar Yaşına Gider güzel bir kitap ama Toptaş’ın iki tane vurucu özelliğinden biri olan dil kullanımı en güzel Heba’da görülür. İkinci vurucu özelliği söylersem tadkaçıran olur.
HAT’ın en çok üzerinde durduğu tür romandır. Memurluk işinden emekli olduktan sonra,
“Ömrümün geri kalanını roman sanatına vakfetmek istiyorum.” demişti.
Uykuların Doğusu hariç tüm romanlarını okudum ve yeni başlayacaklar için öneri listem şöyle olur:
Roman
1-Heba
2-Gölgesizler
3-Kayıp Hayaller Kitabı
Öykü
1-Yoklar Fısıltısı
2-Gecenin Gecesi
3-Ölü Zaman Gezginleri(Balkon öyküsü beş kere okunabilecek kadar güzel.)
Çevirmen Nil Alt mı?
Teşekkürler. (20 karakter)
Çok sağol not ettim.Kütüphaneye ilk uğradığım zaman alacağım.
Çevirmen İrem Kutluk, Editör Ebru Koç…
İki bilim kurgu arası ya bir klasik veyahut Hece Öykü’nün yeni sayılarını okumayı adet edindim, üç-dört senedir. Gerçek dünyadan ayrılmadan sağ salim süregelen okur durumumu stabil kılmayı amaçlıyorum bu girişimimle, aksi takdirde uçarı hayal dünyamı dizginleme noktasında yetersiz kalacağımı düşünüyorum.
Bu kez; Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘‘Hep O Şarkı’’ kitabını bitirdim.
Bitirmekle kalmayıp son zamanlarda kullanımına sık sık rastladığım; ‘’ âdeta’’ kelimesinin menşeini de bulmuş olabilirim.
Bu günlerde neden her elime aldığım kitap, bin sekiz yüzlü yılları konu ediniyor bilemem ama; esas kızımız Münire, tıpkı Mücella [Nazan Bekiroğlu’nun Mücella’sı] kadar hayatımda yer tutacak gibi görünüyor. Yaşadığı aşk, dönemine meydan okuyamamış, baba sözünün her şeyin ötesinde olduğunun kabulünü dikte etmiş, kendine münhasır anlatımı ile sohbet havasında ilerleyen, arayıp bulamayacağız güzellikte, tahlili dilinden güçlü bir kitap…
Nazan Bekiroğlu’nun yine okuduğum kitaplarından Kelime Defteri’nde; Hep O Şarkı tavsiye ediliyordu, evet, fakat yine de ben, Hep O Şarkı’ nın s.43’ünde ‘’…cümle kapısının iki kanadı ardına kadar açılır.’’ ifadesini okurken; ‘‘N. Bekiroğlu’nun Cümle Kapısı adlı kitabının beni zamanında vuran bu ismi, şu cümleden feyz alınarak mı konulmuştu?’’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Pek tabii mümkündü.
Kitapta yinelenen, satır başlarında oldukça sık karşılaştığım; ‘‘itiraf ederim ki’’, ‘‘Öyle ki’’, ‘‘Bu sesledir ki’’, ‘‘Ama şu var ki’’ vb. gibi varlığını severek okuduğum; ilgi, sıfat, bağlaç olarak kullanılan '‘ki’'yi bambaşka bir tutarlılıkla sevdim. Yazar, usul usul kanıma işlerken kendi tabiriyle de ‘acayip’ keyif aldım.
Kendini bildi bileli Cemil Bey’e olan aşkını okurken, Münire’nin, kendi ağzından anlattığı hadiselere zaman zaman gülümseyeceğinizi tahmin ediyorum. Sakın hi hi hili gülüp ona muhterem Molla Bey’i hatırlatmayın. ÇoK şık durmayacaktır, uyarıyorum.
Kitabı okurken, sürekli şu hissiyatta gidip geldim: Bir yağ kandilinin ışığı ve kırmızı bir ihram lazım şimdi bana. Belki bir kürek bir de kayık.
Not: Şimdi yazdıklarımı okurken anladım ki; kitabın dili tüm hücrelerime sirayet etmiş. Gerçi, itiraf ederim ki, kitabın benimle muamelesinde aksi düşünülemezdi. Bir kaç güne kadar kendimi toparlamış olurum, merak buyurmayınız. Saygılarımla.
Bu ara nedense George Ritzer’e sardım. Bulamadığım ve okuyamadığım kitabını yurt dışından getirtme derecesinde. Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek adlı Ayrıntı Yayınları’nın çevirdiği ve çevirisini gerçekten beğendim kitabını okuyorum. Baudrillard’ın simülasyon teorisi ile kendi Mcdonaldlaşmasını birleştirip, onların füzyonundan çıkan “şey” ile çağımız postmodern tüketim toplumunu çok güzel incelemiş. Özellikle siyaset bilimine ilgi duyanlara öneririm.