Clive Barker’ ın Cehennemlik Yürek kitabı bitti. Bende çok muhteşem duygular uyandıran bir kitap olmadı ama konunun günümüze daha yakın bir korku deneyimi sunduğu hemen anlaşılıyordu benim için onca Lovecraft okuduktan sonra.
Beni çok etkileyen bir anlatımı olduğunu söyleyemem ama kötü de değildi. Hikaye de kısa olunca hemen okunup tüketildi. Ve olaylar, gerilimler zirveye çıktığında beynimin arka fonunda bir metal müzik grubunun elektro gitarının seslerini duymuş olabilirim.
Şöyle ki kitap uzun süre böyle devam edecek. Ve hiçbir zaman çok çok heyecanlı şeyler olmayacak. Ama bir yerden sonra asıl olaylar başlıyor ve benim çok hoşuma giden sahneleri var. Aslında yazar alt metinde Fransa’nın o dönemlerini çok güzel anlatıyor. Ama kitap genel olarak ‘sıkıcı’ ilerliyor. Yine de ben karakterleri çok sevdiğimden kitabı bitirdiğimde iyi ki okumuşum demiştim.
Aslında Dumas’nın yazılarındaki tarihi yönü seviyorum ama bu kitapta onu da çok çarpıttığı söyleniyor. Hatta “Tarihe tecavüz ettiğimi söylüyorlar ama çok güzel çocuklar oldu” tarzında bir cümlesi var sanırım. O yüzden o konuda da emin olamamıştım. Galiba biraz daha şans verip duruma göre karar vereceğim.
Bu aralar Peter Aughton’ın Dünyanın Çehresini Değiştiren Seyahatler kitabını okuyorum. Eski tarihlerden beri yapılmış önemli coğrafi keşiflerin hikayeleri, her biri birkaç sayfalık kısa bölümler halinde anlatılıyor. Yazar aslında bilgisayar mühendisiymiş ama bu kitap gibi birkaç tane daha seyahat kitabı yazmış. Kitapta keşifleri gerçekleştiren kişiler ve yaşadıklarına ilişkin basit bir dille bilgiler verilirken, aslında bu keşifler yapılırken ne kadar zorluklarla ve kayıplarla karşılaşıldığından da bahsediliyor. Benim gibi bu tür kurgu dışı kitapları seven kişiler okurken keyif alacaktır.
Bayağı bayağı kitabı özetlemek için kullanılabilir bu cümle koskoca Kardinal Mazarin’i ne hale getirmiş Dumas sinirlenmemek elde değil (aslında dönem için iyi kötü bir bakış açısı kazandırıyor) ama hoş, basit bazı kısımlarda aşk üçgenleri, saçmalıklarından gına getiren Romantizm akımının tipik örneği olan bir roman. Çok büyük beklentilere girilmeden okunabilir.
İthaki Unutulmuş Fantastik Klasikler serisinin 2. kitabı olan Dünyanın Ötesindeki Orman kitabını okudum.
Bu seriden okuduğum ilk kitabı çok beğendim. Tolkien’in başlattığı fantastik dünyaya gelesiye bu türün nasıl şekillendiğini anlatan bu seri bence çok kıymetli olacak. Ben de seriyi alıp okumaya devam edeceğim. Kitap aslında çok fazla bir olay örgüsü içermiyor ama yine de soluksuz okuyacaksınız. Bu kitabın kapağı ayrıca hoşuma gitti. Kitaptaki genç kız karakterini çok güzel resmetmişler.
Kitabın konusuna kısaca gelecek olursam; evliliği kötü giden Goldon Walter karakterinin babasına ait olan bir gemi ile yolculuğa çıkması ile başlıyor. Yolculuğu onu Dünyanın Ötesindeki Orman’a getiriyor. Buranın Leydi’si, Leydi’nin tutsağı olan genç kız ve cüceler ile bir sürü macera yaşıyor. Zaten kısa bir kitap olduğu için fazla detay vermeyeyim.
Kitap aslında 8.5 puanı hakediyor olay örgüsü ile ama fantastik türün başladığı bu serideki kitaplara düşük puan vermek istemiyorum. Türe aşina olanların kısa sürede okuyacağı bir kitap.
Uzun zamandır şiir okumuyordum. Bu yüzden hayranı olduğum ve kitaplığımda uzun zamandır okunmayı bekleyen Ömer Hayyam’ın “Dörtlükler” kitabıyla bu arayı kapatayım dedim. Bir şair çağlar öncesinden günümüze sesleniyor. Aşk, sevgili, şarap ve diğer dünyevi şeylerle ilgili harika dörtlükler yazıyor. Ömer Hayyam’ın dünya görüşüne, hayatı yaşama isteğine, dönemin dini tutumuna başkaldırışına, hem bu dünyanın hem de öteki alemin kaygılanılmayacak kadar önemsiz önemsiz görülebileceği anlar olacağını bizlere müthiş üslubuyla sunuyor. Zevkle ve bir çoğunu döne döne okudum.
“Kardeşimin Hikayesi” Zülfü Livaneli’nin okuduğum ilk kitabı oldu. Okuması kolay, anlaşılır bir dille kaleme alınmış bu eser, bir çok arkadaşımın tavsiyesi ve “mutlaka okumalısın”, “nasıl okumadın bu güne kadar okumadın” demelerinin ardından okuduğum bir kitap oldu. Öncelikle kitabı çok beğendiğimi ve Zülfü Livaneli’nin diğer kitaplarını da okuyacağımı söylemeliyim. Hem okuması kolay ve zevkli hem de kitabın hikayesi çok ilginçti. Fakat bir noktasını eleştirmek istiyorum. Kitaptaki karakterler bana bazen çok üstünkörü yazılmış ya da içi dolu olmayan, boş tepkiler veriyorlar gibi geldi. Özellikle kitaptaki kadın karakter bir kadından çok bir erkek tarafından yazıldığı belli olan biri gibi geldi bana. Ama yine de beğendiğim bir kitap oldu.
Lokantacı Kadın’ı okudum. Daha önce yazarın İki Efendi’nin Uşağı adlı oyununu sahnede izlemiştim ama hiçbir kitabını okumamıştım. Yazara bu kitabıyla başlamak nasip oldu.
Kitaba şöyle bir göz gezdireyim deyip başladım ama bir de baktım ki kitap bitmiş, çok iyiydi kitap. Kitabın sonunda beklediğim son olmayınca çok şaşırdım ama yazarın yazdığı sondan daha çok memnun oldum. Yazarın diğer eserlerini de kısa zaman içinde okumayı düşünüyorum.
Yüzüncü sayfaya geldim. Kurgusu bana biraz basit geldi. (tabii sonradan açılırmı bilemem) Ejderha ve kulesinde geçen sığ bir konu. Betimlemeleri basit, sanki Bestseller roman okur gibiyim. Birde şunun farkına vardım ki, gotik tarz bir havası var inceden. Hani 19. Yüzyıl ilk fantastik romanlar gibi. Ama bir şeyler eksik işte. Beni kurguya çekemedi. Zorlama gidiyorum acaba açılımı diye.
Merak da uyandırmıyor. Gizem de yok. Dümdüz bir roman. Gizem yok, duygu eksik, karakter betimlemesi eksik(okurken aklınızda karakteri canlandırmakta zorluk çekiyorum.) Bazı yerlerde de saçmalıklar var.
Evet Canterbury Hikayelerinden beş hikaye okuyup hiç bir sekilde tat almadıktan sonra bu kitabı da yarım bıraktım veeee nihayet Ben, Kirke’ye başladım şimdilik isimlerle baş etmeye çalışıyorum bakalım okuyunca sevecek miyim?
Okuduğum baskı sadeleştirilmemiş metin olduğu için çokça bilmediğim kelimeler vardı. Kelimelerin açıklamaları sayfanın altında yazmak yerine bu açıklamaları kitabın sonuna koymuşlar. Sürekli kitabın arkasına git gel zor olduğu için bir yerden sonra çok merak etmediğim sürece kelimelerin anlamlarına bakmadan cümlenin gidişatına göre çıkarımlarda bulundum. Çıkarımlarımın hepsi doğru olmasa da yazarın ne anlattığını genel olarak anladım.
Bu arada kitap iki kısımdan oluşuyor “Bize Göre” kısmında yazarın denemeleri yer alıyorken diğer kısım olan "Bir Seyahatin Notları"nda ise adından da anlaşılabileceği gibi yazarın bir seyahatte başından geçenler anlatılıyor. Bize Göre’deki tüm denemelere iyi diyemesem de bana deneme türünü sevdirecek kadar iyilerdi. Bir Seyahatin Notları ise hem bu kısım daha duru bir Türkçeyle yazıldığı için hem de anlatılanlar bana daha ilginç geldiği için bu kısmı daha çok sevdim.
Haşim’i orjinalinden okuyunca anlatım tarzının ne kadar güzel olduğunu fark ettim. Bu zamana kadar bu yazarı okumamak büyük bir hataymış.