Maymunlar gezegeni
2001 destanı
Sürgün gezegen
Dune
Baya başarılı bir solukta okuduğum bkk leri.
Çok iyiydi. Harikuladeydi. Akıcı bir dil ve düşündürücü bir hikaye. 2019’da okuduğum en iyi kitap olma olsalığı hayli yüksek.
Kitapların önsöz ve sonsözleri bana hep yük gibi gelmiştir, ne hikayeye bir türlü giriş yapabilirim ne de okumadan geçebilirim/ bitirebilirim. Daha önce okuduğum kitaplarda karışık anlatıma denk gelmemden kaynaklı sanırsam. Ancak bu kitabın önsözünü de sonsözünü de keyifle okudum. Bilgilendiriciydi.
En düşündüğüm noktalardan biri insanın güzel sanatlara, zevki uğraşlara, aykırılığa ve ‘ben zamanı’na ne kadar da ihtiyacı olduğu. John duyusal filmlerden Shakespeare’in Othello’sunun ona verdiği keyfi vermesini umutsuzca bekledi. Mustafa Mond keyif aldığı bilimden vazgeçmek zorunda kaldı. Bernard Marx gökyüzünü sessiz ve yalnız izlemeyi sevdiği için garipsendi.
Kitaptan Alıntı
“Othello güzel, o duyusal filmlerden daha güzel.”
“Elbette güzel,” dedi Denetçi. “Fakat istikrar karşılığında ödememiz gereken bedel işte bu. Mutluluk ile eskiden insanların güzel sanatlar dediği şey arasında seçim yapmak gerekiyor. Biz güzel sanatlardan fedakarlıkta bulunduk.”
John… Yazık oldu çocuğa. Annesinin ölümü, Lenina’ya olan duyguları ve geldiği yere bağlılığı bu yeni dünyada yaşamına son vermesine neden oldu.
Huxley’nin bu kitabı yazdığı döneme bakılınca böyle bir sonla bitmesi normal. Büyük ekonomik kriz, işsizlik, politik problemler negatif bir düşünce yapısına sürüklenmesine neden olmuş. Buna rağmen 1984’e kıyasla çok daha insancıl cezalara sahip bir dünya. 1984’te istenmeyen davranış sahibi insanlar korkularıyla yüzleştirilip yok edilirken burada bir adaya konmaları çok daha hafif olmuş. Huxley ve Orwell karşılaştırmalarını artık daha iyi anlıyorum. Orwell’in dünyasındaki insanlar düşüncelerinden korkup ceza çekiyorlar ancak Huxley’nin dünyasında insanların bu hakkı bile yok, çünkü doğmadan şartlandırılıyorlar bu şekilde düşünmemek için. Bireyin kendini tanıma şansı verilmeden daha embriyoyken kaderini çiziyorlar. Hiç farkında olmadan, kendini tanıyamdan, keşfedemeden sahte bir mutlulukta yaşamak mı yoksa baskıcı bir ortamda kaçak bir şekilde, korkarak kendin olmaya çalışmak mı, hangisi daha korkunç bilemedim. Tek bildiğim şey, distopya okudukça zihnim açılıyor.
Maymunlar Gezegeni’ni şiddetle tavsiye ediyorum okuması hem kolay hem de mükemmel bir kurgusu var. Bilimkurgu Klasikleri içinde en sevdiğim kitaplardan birisi.
Nihayet Ben Kirke’yi okumaya başladım. Yunan mitolojisini o kadar seviyorum ki gözlerimden kalpler çıkıyor okurken. Mesaim bitse de o ağzına kadar dolu, nefes alınamayan metrolarda, marmaraylarda kitap okumaya devam etsem…
Gözüme çarpan iki küçük imla hatası dışında, çok iyi bir çeviri/editörlük gibi duruyor.
Ben kitapta on yedi hata saydım. Benim gözüme çarpanlar ama bir şey sormak istiyorum. Çevirmen de olduğunuz için bir konuda emin olamadım. “Hoş geldiniz” kelimesi ayrı yazılır diye biliyorum fakat kitapta bitişikti. Bunun belki mitlerle alakalı bir seçim olup olmadığına emin olmadım. Yani eski bir zamanda geçiyor diye mi böyle seçildi? Bilinçli bir seçim midir yoksa değil midir? Bu konuda görüşlerinizi almak isterim.
Kemal Tahir - Körduman okuyorum. Yarıladım gibi…
Yazarın ilk okuduğum kitabı(ve ilk kitabı) Sağırdere’nin devamı olan Körduman’da Kulaksız’ın Mustafa sıla hasretine dayanamayıp köyüne geri dönüyor.
Yine o köy kokan üslup, yine masalsı bir anlatım.
“Okumuş kesim” in temsilcisi Kemal Tahir bu kitaplarında “köylü kısmı” na eğilmiş ve aslında kendini pek ait hissetmediği bu sınıfı ahlaki açıdan biraz yere çalmış diyebilirim. Bu kadar aklı uçkurunda tasvir etmeseydi iyiydi ama yine de köylülere kurdurduğu cümleler olsun, Dünya’da ve ülkelerinde, teknolojide vs. yaşanan gelişmelere insanların verdiği tepkiler olsun insanı alıp götürüyor bu kitap.
- Yüzyıl ortalarında ülkemiz kırsalının durumuna da ışık tutuyor.
Yaşar Kemal’i başka bir yere koyacak olursak, Kemal Tahir ondan sonra gelen en iyilerden biri diyebilirim.
Ben daha başlardayım, daha nelerle karşılaşırım bilmiyorum; 4. baskı benimkisi, arada bir şeyleri düzeltmişler midir acaba?
“Hoş geldiniz” bence de ayrı yazılıyor, ama bu tercihin mitlerle alakalı olduğunu sanmıyorum. Yayınevi tercihi olabilir. Mesela normalde “sıra dışı” da ayrı yazılıyor ama bazı yayınevleri “olağanüstü” bitişik olduğu için bunu da öyle yazmayı tercih ediyor. Temel bazı kurallar dışında yayınevinin tercihi olabilir, tabii gözden kaçmış bir hata da olabilir.
Birkaç yerde kullanıldığı için gözüme çok çarpmıştı. Kirke çok hızlı baskı yaptı. Bu yüzden düzeltilmiş midir emin değilim. Birkaç sözcük yanlış yazılmış yani harf hatası var. Birkaç yerde de tırnağı kapatmayı unutmuşlar. Devam ediyor sanıyorsunuz ama etmiyormuş aslında.
Yayınevlerinin yazım kurallarını değiştirme gibi bir hakları ve/veya ayrıcalıkları var mıdır? Yoksa hataları düzeltmek zor geldiği için hakları ve/veya ayrıcalıkları varmış gibi mi davranıyorlar?
@abkaen, @noronikkirbac
tamamdır çok teşekkürler, önümüzdeki ayın sipariş listesine ekliyorum hemen.
Ülkemizde yazım kuralları konusunda bir uzlaşma yok aslında. TDK, Ömer Asım Aksoy’un Ana Yazım Kılavuzu, Necmiye Alpay’ın Türkçe Sorunları Kılavuzu gibi temel kaynaklar yer yer birbiriyle çelişebiliyor. Mesela ben Ana Yazım Kılavuzu’nu esas alıyorum. Ama kafam karışırsa Necmiye Alpay’a sarılıyorum. Bu konuda nihai karar yayınevinin. Bazı yayınevlerinin kendi kural listesi bile olabiliyor. Yani evet, isterlerse -tutarlı olmak kaydıyla- kendi kurallarını uygulayabilirler.
Hoş geldiniz ayrı yazılır. Yayınevi bitişik yazmışsa bu bir yazım yanlışıdır.
Demek ki yetkili olmayan kuruluşlar kendi kendilerine yetki vermiş oluyorlar. Sonuçta yayınevi bir ticarethanedir ve bu konuda karar verme hakkı olmamalı, bilgi ve yetkisi olan ana kurumu izlemelidir.
Hani “En kötü kanun bile kanunsuzluktan iyidir.” denir ya, sanırım o noktaya geldik…
Katılıyorum. Nihai karar yayınevinin olamaz. Yayınevi kafasına göre yazım ve imla kuralları belirleyemez.
kendi içinde bile çelişiyorsa, bu dediğiniz olamaz. Her yayınevi ticarethane değil, ayrıca ben de her yayınevinin iç işleyişini bilmiyorum, bu yüzden uzatmayacağım.
Muhtemelen o kitaptaki “hoş geldin” bir yazım hatası. Ama tercih de olabilirdi. Söyleyeceklerim bu kadar.
TDK’nin gerçekten bazı sorunları var. Bizler direkt oraya başvursak bile yayınevlerinin farklı sözlükleri baz aldığını biliyorum. Geçen senelerde Türkçe konusunda oldukça yetkin bir hocayla bu konuyu tartışmıştım.
@Faust Konuya çok katı girmişsiniz ama OSYM bile çoğu noktada TDK’yi gözardı ediyor. Yani o kadar katı yaklaşmamak lazım aslında. TDK bile kendi içinde yanlış dediği şeyi başka bir sayfada doğruluyor. Bunun örnekleri vardı siteyi güncellemeden önce. Şimdi güncellemeye başlamışlar ama yine de değişen bir şey olacağını sanmıyorum.
Ben mitlerle alakalı eski şeylere dayandığı için acaba o şekilde gözümden kaçan bilinçli bir tercih olabilir mi diye merak ettim sadece.
Agape, benim takıldığım nokta, yayınevlerinin kendilerini konunun hakimi yerine koymaları. Yoksa Türk dili de mi ülkemizde bir süreden beri çılgınca hükmünü icra eden "özelleştirme"den nasibini aldı? Bilemiyorum yani…?
Belli başlı yetkin insanlar ve bunların yazdığı sözlükler var. Onları baz alıyorlar diye biliyorum. Kimse kafasına göre öyle karar vermiyor bence. Sadece hangi yayınevinin hangi sözlüğü baz aldığı değişmekte. Ben öyle biliyorum en azından.
Şinasi noktalama harflerini kullanana kadar dilimizde noktalama harfleri de yoktu. Bazı yenilikler gerekli bana kalırsa. Dil canlı bir şeydir. Tabi değişecek ve gelişecek. Mesela bundan yıllar önce konuşmalar tire ile ayrılıyordu. Şimdi metin içerisinde tırnak işaretiyle ayrılıyor. İlk başlarda ithaki ve Doğan’ın tırnak işareti içerisindeki cümleyi virgülle bitirmesine hiç anlam veremiyordum, ancak hepsi sebepliymiş. Arkadaşım Dawkins’in Tübitaktan çıkmış kitabında aynı şeyi gösterdiğinde, yayınevlerinin de referans olarak aldıkları dil bilgisi kuralları kaynakları olduğunu öğrenmiştim.
Hatta çevirmen bir arkadaşım bunu kullanmadan göndermiş kitabı değiştirmesini istemişlerdi. Ben anlamı bozmadığı, anlamayı zorlaştırmadığı sürece çevirilere bile laf etmemeye karar verdim bu sebeple.
Yoksa yıl olmuş 2019 hala aşağıdan yukarı kitap sırtı yazısı ile kitap basan yayınevleri var.
Michael Ende/Momo
Okuma konusunda en çok sevdiğim şey iyi bir kitap okuyacağımı bilirken kitabın sandığımdan daha iyi çıkmasıdır. Momo’yu bitirince tam da böyle hissettim.
Hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap ederek yazmak bence zor bir iş ve Ende bunu çok başarılı bir biçimde yapmış. Dili, bölümlerin kısalığı ve çizimleriyle çok rahat okunuyor ama alt metinde insanı çok etkileyen mesajlar var. Özellikle Çöpçü Beppo’nun söylediği bazı şeyleri defalarca okudum.
Şahsen öğüt veren kitapları sevmem, mesela Simyacı bana öyle gelmişti ve fazla etkilenmemiştim. Fakat Momo’daki durum çok başka. Size öğüt değil, doğrudan ders veriyor ve bunu kişisel gelişim tadında değil, kendinizi sorgulatarak yapıyor. Bence Momo’yu okuyup kendinden bir şey bulmayan, kendine pay çıkarmayan biri hayattaki pek çok sorunu aşmış, kendini yetiştirmiş (hatta belki de Nirvana’ya ulaşmış ) biridir.
İlk kez bir kitabı birkaç yıl sonra tekrar okumak üzere hafızama not ettim. O zamana dek olabildiğince çok insana bu kitabı önereceğim.