Londra Nehirleri 8 kitapmış (Daha doğrusu Peter Grant kitapları diyelim) arada epeyde kısa hikaye varmış goodreads öyle diyor. Bende alacağım ama belki yeni başka kitaplar çıkar diye sepette bekletip duruyorum.
Barut Büyücüsü Üçlemesi
Seriyi aslında 3 hafta önce bitirdim fakat sınavlardan dolayı bir türlü inceleme yazısı yazacak vakit bulamadım.
Seri güzel başlıyor fakat ikinci kitapta biraz sıkılıyorsunuz ama merak etmeyin üçüncü kitap hızlı ilerliyor . Evren,sihirler pek özgün değil. Zaten özgünlükte aramıyordum o yüzden benim açımdan güzel bir evren. Sihirleri kontrol eden İmtiyazlılar, barutları kontrol edip yön verebilen Barut Büyücüleri, Maharetliler (hiç uyumama, her gördüğü, duyduğu şeyi aklında tutma gibi), pis yaratıklar olan Zebellahlar ve de Tanrılar’dan oluşan bir evren.
İlk kitap çok güzel başlamıştı ama ilk kitabın dayanağı olan konu - Kralın Devrilmesi - çok çabuk işlenmiş. Yazar biraz daha uzatsa bence daha güzel olabilirdi. Sırf bu konu yüzünden okumaya başlamıştım. Seri içerisinde en sevdiğim kitap da bu oldu. Merak etmeyin spoiler vermedim. Arka kapakta da yazıyor.
İkinci kitap beni fazlasıyla yordu. Yazar gereksiz uzatmış konuyu. Okuması 20 günümü aldı. .
Üçüncü kitap ikinciye göre daha güzeldi. Entrikalar ve savaş kısımları hoşuma gitti. Sonlara doğru merak edilen kısımlar açığa çıktıkça hızlıca bitirdim.
Baş karakterlerden Tamas biraz daha silik kalmış sanki. Daha heybetli olabilirdi. Yanındaki Olem olmasa bir hiç sanki.
Genel anlamda seri güzel bence okunabilir. Fazla isim yok, isimleri karıştırma gibi bir durum da söz konusu olmuyor. Yazar betimleme kısmında ise zayıf kalmış. Bu iki nedenden ötürü fantastik seriye yeni başlayacaklar için önerebilirim bu seriyi.
Kitabın editörlüğü güzel. Tek sıkıntısı ilk iki kitapta Zebellah olarak adlandırılan yaratıklar üçüncü kitapta bir anda Zebella oldu.
Kitap: Wardstone Günlükleri 4 - Hayaletin Savaşı
Özgün Ad: The Wardstone Chronicles 4 - The Spook’s Battle
Yazar: Joseph Delaney
Yayın: Tudem
Baskı: 2014 Kasım, 4. basım
Çeviri: Kerem Işık
Kapak Resmi: David Wyatt
Sayfa: 384
Karakterler: Hayalet John Gregory’nin çırağı, Ağustos’un üçünde on dördüne basacak olan Tom (Thomas J. Ward) • Annesi Malkin klanından, babası ise Deane klanından olan, Tom’un yaşlarındaki güzel Alice • Tom’un ustası, altmış yıldır hayaletlik yapan John Gregory • Downham’a rahiplik yapan, Hayalet’in eski çırağı ve dostu Peder Stocks • Malkin klanından katil cadı Grimalkin • Mouldheel klanının yeni önderi genç kız cadı Mab • Mab’in ikiz kız kardeşleri Jennet ile Beth • Pendle dolaylarında, Rouhlee’de yaşayan, Alice’in teyzesi Agnes Sowerbutts • Cadılar Bayramı’nda Malkin ve Deane klanlarınca yaratılmış, kâhin yaratık Tibb • Yerel yargıç Roger Nowell • Yargıç Nowell’in kibirli kâhyası Bayan Wurmalde • Tom’un abisi Jack ile karısı Ellie • Tom’un abisi demirci James • Tom’un annesinin kız kardeşleri (dolayısıyla da Tom’un teyzeleri) olan iki kanatlı lamia cadısı
Özet: Hayalet John Gregory, çırağı Tom ve Alice’in birlikte kaldıkları eve Pendle civarındaki Downham köyünde rahiplik yapan Peder Stocks gelir. Hayalet’in eski çırağı ve dostu olan Stocks, Pendle’daki cadı klanlarının bir şeyler karıştırdığını ve durumun kötüye gittiğini anlatır. Daha sonra Tom, annesinin kendisine bıraktığı sandıkları almak üzere Alice ile birlikte ailesinin çiftliğine doğru yola çıkar. Çiftliğe vardıklarında evlerinin harap olduğunu, abisi Jack, abisinin karısı Ellie ve küçük kızlarının ortalıkta olmadığını görürler, sandıklar da çalınmıştır. Yaptıkları araştırma sonucu eve baskın yapanların Pendle’dan geldiği sonucuna varırlar; işin ucunda Pendle cadıları vardır. Alice Pendle’a doğru yola çıkarken, Tom da Chipenden’a gidip durumu Hayalet’e anlatır. Tom ile Hayalet Pendle’ın yolunu tutarlar…
Kitapta cadıların merkezi durumuna gelmiş Pendle’da üç cadı klanının egemen olduğunu, bunların Malkin, Deane ve Mouldheel adını taşıdıklarını görüyoruz. Ayrıca bir zamanlar Pendle’da yaşamış olan Alice’in annesinin Malkin, babasının ise Deane klanından olduğunu, fakat hiçbir zaman aktif cadılık yapmadıklarını öğreniyoruz.
Kitabın sonunda “Mouldheel ve Maggot Klanları” başlıklı bir bölüm var. Bu bölümde Alice, serüven sırasında Tom’dan uzak olduğu zamanlarda başından geçen olayları anlatıyor. Yalnız “Maggot” klanını anlamadım. Bu kitapta böyle bir ad geçmemişti…
Her kitaptan bir öncekinden daha çok keyif alarak dördüncü kitabın sonuna geldim. Daha dokuz kitap var. Bakalım onlar da aynı keyfi verecek mi?
Bilimkurgu Kulübünden de tanıdığım Sinan İpek’in Beyin Kırıcı adlı eserine dün başladım ve bugün de bitirdim.
Öncelikle kapak görselinin çok güzel olduğunu ve kitabın öyküsüne tamamen sadık kalındığını belirtebilirim.
Hikayedeki olaylar üniversite öğrencisi birinin telepat olduğunu öğrenmesiyle başlar. Öğrencinin biri diyorum çünkü bu kişinin adını bilmiyoruz ve anlatıcı da adını sanını bilmediğimiz bu kahramanımız. İlk sayfalarda basit bir aşk hikayesi gibi görünen öykü uzaylıların ve onların dünyayı ele gečirme planlarının ortaya çıkmasıyla daha da derinleşiyor. Kurgu ve akıcılık okuru yormuyor. Yazarın öyküye uygun bilimsel terimlerindeki yetkinliği de artılardan birisi. Lakin benim gibi aşk temasından haz etmeyenler Beyin Kırıcı’yı okurken zaman zaman sıkılacaktır. Ama hem aşk temasını hem de bilimkurguyu seven okurlar bu kitabı sevecektir. Ben de beğendim ama tüm aksiyonun ve olayların kahraman ve Bilge arasında geçen duygusal bağın arkasında kaldığını düşünüyorum.
Robin Hood’u okudum. Küçükken çizgi filmini izlemiştim, maceralarının derlendiği bir kitap görünce dayanamayıp kitaba başladım.
Robin Hood’un maceralarının çeşitli versiyonları olduğu için bu kitapta yazar tarafından en uygun bulunan versiyonlar yer alıyor. Yazar derleme işini başarıyla uygulamış bence; çünkü maceralar arasında büyük bir tutarlılık gözlemlenebiliyor.
Kitapta üslup olarak masalsı bir anlatım uygulanmış, bu yüzden okuması hem kolay hem de keyifli bir kitaptı. Kitabı okurken çocukluğuma döndüm diyebilirim.
Kitabın çevirisi çok iyiydi ama editöryel açıdan kitap kötüydü. Karakterlerin isimleri birçok kere yanlış yazılmış.
İşkencecinin Gölgesi’ni okudum. Kitap medeniyetlerin yükseldiği ve çöktüğü, yıldızların parladığı ve söndüğü, teknolojinin geliştiği ve değiştiği çok uzak bir gelecekte geçiyor. Urth adlı dünyada işkenceciler loncasında çırak olan Severian’ın loncasına ihanet ederek sürgüne gönderilmesiyle çıktığı yolculuğu okuyoruz. İşkencenin Gölgesi, bu hiç de kolay olmayan yolculuğun başlangıç aşaması. Aslında tek kitaplık bir hikaye bu. Okudukça evrenin önümüzde açılmaya başladığı bir metin. Devam edip her şeyi keşfedebiliriz ya da bırakıp gördüklerimizin bir kısmıyla yetinebiliriz. Ben keşfetmeyi sevdiğimden, devamını heyecanla bekliyor olacağım.
Hikaye gelecekteki Severian’ın dilinden anlatılıyor. Severian her şeyi hatırlamak gibi olağanüstü bir yeteneği olduğunu iddia etse de biz okur olarak bunun doğruluğundan sürekli şüpheye düşüyoruz. Güvensiz bir anlatıcı, çoğunlukla yalan söylüyor, hatırlamıyor veya öyle hatırladığını sanıyor. Ben kitabın bu tarzını çok sevdim. Bu tarz bir anlatım hikayenin pek çok noktasına ince ipuçları ekmenin, süreğen kurgunun içinde okura arka planda neler döndüğünü merak ettirmenin etkili bir yolu. Dediğim gibi okudukça açılan bir evren ve ilerledikçe birbiriyle bağlanan çok hoş noktalar var.
Fantezi eserlerde Tolkienvari bir anlatım sevenler, yani yazarın evrenin her detayını açıklamasını isteyenler, Gene Wolfe’un bu anlatımından keyif almayabilir. Her şeyi açık eden bir anlatım yok. Çoğunlukla şehirler, hikayede geçen efsaneler hep gizemli bir havada. Ölen bir güneşten bahsediliyor, defalarca yıkılan medeniyetlerden, uzlaştırıcıdan, farklı ırklardan, ölüleri dirilten cevherlerden, mezarlara girip ölülerin kalan son canlı parçalarını çalanlardan, paralel evrenlerden ve bir anda belirip kaybolan gökyüzünde asılı binalardan… Pek çok gizem kitabın sonunda açıklanmıyor ama benim için önemli olan da bu değildi zaten. Ben Severian’la birlikte, onun kimi zaman şiirsel kimi zaman esprili dilinden evrenini keşfetmeyi sevdim.
Serinin çok sevdiğim kitapları arasında yerini aldı. Çeviri ve yazım hataları konusunda endişeniz de olmasın, tertemiz bir iş olmuş.
Mark Twain/Tom Sawyer’ın Maceraları
Mark Twain okumaya bu kitapla başladım ve geç olmadan böyle sağlam bir yazar tanıdığım için mutluyum. Dünyanın en basit olayını bile son derece ilgi çekici bir anlatımla ortaya koyabilen, çok iyi bir gözlemci ve çok başarılı bir yazar. Hatta bir adım ileri gidip “edebi bir deha” diyebilirim.
Tom Sawyer’da çocukların nasıl bir ruh hali ve kafayla davrandıklarını o kadar saf ve doğru bir şekilde okuyoruz ki yazar sanki kendisi de çocukken yazmış gibi bir his veriyor. Yaptıkları yaramazlıklara kızmak bir yana, aralarında olmak ve maceralarına katılmak istedim. Tom ve arkadaşlarının hayal gücü son derece genişti ki günümüzde çoğu çocuk (tıpkı Momo’da da anlatıldığı gibi) hayal güçlerini çalıştırmaya fırsat bulamadıkları oyunlarla, tablet ve televizyonla uyuşturulurken bu durumun önemi çok daha çarpıcı olmuş.
Mizahi dili beni kalbimden vurdu, bu bakımdan Dickens gibi büyük keyifle okuyabildiğim bir yazar keşfetmiş oldum. Bu kitapta da gördüğümüz Huckleberry Finn’in kitabını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Titus Andronicus’u okudum. Tragedyaları çok severim, oyunlarda kan ve entrika hoşuma gider ama bu oyundaki şiddet miktarı benim sınırlarımı bile aştı. Tüylerim ürperek okudum oyunu.
Bu oyun aynı zamanda Shakespeare’in en kanlı oyunu olması lazım. Shakespeare zamanında çok sevilen bu oyun daha sonra sahnelenme zorluğundan dolayı popülaritesini kaybetmiş. Oyun bire bir sahneye taşınmak istense izleyicilerin midesi kaldırmaz ama sansüre uğratılırsa da oyunun etkileyiciliği ortadan kalkacaktır, oyun böyle bir paradoksa girdiği için çok az sahnelenmiş.
Kitap çeviri ve editörlük açısından da muhteşemdi. Shakespeare kitaplarında çevirmen olarak Özdemir Nutku adını görünce, çeviri açısından hiçbir endişem olmuyor.
Okuduğum birkaç kitap var, bazılarını bitirmedim henüz. Yine de genel olarak bahsetmek istiyorum. Önce bitirdiklerimden başlayayım.
- Dersaadet’te Dans (Engin Geçtan)
İnsan olmak, geçen sene okuduğum en önemli, en değerli kitaptı. Daha sonra yazarın Hayat adlı kitabını okudum. Bunlar kurgu dışı kitaplardı. Bu sene de kurgu kitabını okumak istedim ama keşke kurgu dışından devam etseymişim.
Karakterlerin hiçbir derinliği yok, en göze batan tarafı bu, kitabın. Ayrıca yazar edebi bir dil kullanma kaygısı gütmemiş. Bazı cümleler düşük şekilde bitiyor. Bazıları tamamlanmadan bitiyor, yüklem yerine sık sık zarf ile bitiyor cümleler. Tamam, kendisi aslen romancı olmayabilir ama sonuçta kurgu okuyorsam ona göre bir beklentim olur, değil mi?
Üslup sınıfta kalmış, karakterler yüzeysel işlenmiş. Öyle ki, bütün karakterler, yaşamları boyunca kendilerini kandırdıklarının farkında olmamış ama ne hikmekse anlık ilhamlarla (karakterlerin içine Engin geçtan kaçıyor bu kısımlarda) birdenbire ne kadar da yanlış yaşadıklarının farkına varıyorlar. Bu o kadar yapay duruyor ki… Her karakter ansızın felsefe yapmaya başlayabiliyor. Yazar burada okura ders vermeye kalkışıyor bile diyebilirim. Hoş, ders verilmesine veya metnin içine derslerin gizlenmesine karşı değilim ama bunu yazarın gözüme sokmasına katlanamam. O dersi ben çıkarmalıyım, başkası başka bir ders çıkarmalı. Metin çok katmanlı olmalı. Bu kitapta böyle şeyler söz konusu değil. Yazar belli fikirlerini belli karakterler üzerinden aktarma işine girişmiş. Bu fikirler dikkate değer fikirler ama kurguya yedirilmemiş; keşke bir deneme yazsaymışsın sevgili hocam.
Yine de hikayesinin sonunu merak ettiğim için ve yazara saygımdan dolayı kitabı bitirdim. Sonunun da pek tatmin ettiğini söyleyemem. Yazara bu kitap ile başlanmasını, hatta bu kitabın okunmasını tavsiye etmem. İnsan olmak adlı kitabı tekrar tekrar okurum, ama bu kitabı keşke okumasaydım.
- Sahip olmak ya da Olmak ( Erich Fromm)
Tıpkı Engin Geçtan gibi bilge bir insan Erich Fromm. İlk olarak Sevme Sanatı adlı kitabını okudum. Okuduğum ikinci kitabını da en az diğeri kadar (kendi adıma) devrimsel buldum. Kitap, adından da anlaşıldığı üzere iki kavramı açıklamak üzere yazılmış.
Sahip olmak deyince aklınıza sadece mala mülke sahip olmak gelmesin. Fromm, Sahip olmak’ın bir hayata bakış felsefesi olduğunu ve günümüz insanlarının çoğunlukla bu felsefede olduğunu söylüyor. Sahip olmak; bilgiye, güvene, insanlara, sevgiye, eşyaya, ilişkilere sahip olmak. Bu bakış açısının tüm sistemi kuran bakış açısı olduğunu ve bugün yaşadığımız birçok ekonomik, toplumsal, bireysel sorunların da bu bakış açısından kaynaklandığını iddia ediyor. Sahip olmak eğiliminde olan bir insanın tek başına varolmak becerisine sahip olamayacağını, benliğini sahip olduğu ilişkiler, eşyalar, insanlar üzerinden tanımlayacağını ve kendini ancak böyle ‘‘1’’ hissedebileceğini söylüyor.
Olması gereken bakış açısının ise ‘‘Olmak’’ olduğunu iddia ediyor. Olmak, sözgelimi bir insana veya ilişkiye sahip olmaya çabalamak yerine o ilişkinin bir süreç olduğunu kavrayabilmek; zamana sahip olmaya çabalamak yerine akışı hissetmek gibi. (Bunlar benim çıkarımlarım tabii, kavranması zor bir konu olduğu için tam açıklayamadım. Belki siz başka çıkarımlarda bulunursunuz.)
Fazla uzatmayayım, Geçtan’ın İnsan olmak’ı ve Fromm’un Sevme Sanatı ve Sahip olmak ya da olmak’ı, farklı bir yaşam tarzı arayışında olanlar veya acaba bir yerlerde yanlış mı yapıyorum diyenler için mutlaka okunması gereken kitaplardan birkaçı.
- Dost, Yaşamasız (Vüs’at Bener)
Hayran kaldığım öykü kitabı. Henüz bitiremediğim ama bitmesini de istemediğim bir kitap. Öyküler 5-10 sayfadan oluşuyor. Genellikle sıradan yaşamların sıradan olayları konu ediniliyor. Sözgelimi bir işçiye kömürlükteki kömürleri taşıtmak, bir dostla oturup sohbet etmek ve ıstakoz yemek, akıl hastası bir kız kardeşin hastalanması ve ölmesi… Tüm bunlar üç-beş sayfada anlatılıyor. Peki neden okumalısınız? Yazarın üslubu sıradışı, benzersiz, muhteşem de ondan. Basit ve yoğun. Tek kelimelik cümlelerle sık sık karşılaşacaksınız. Bazen bazı öyküler o kadar zorladı ki daha sonra tekrar okuyayım diye işaretledim. Bazı öykülerde hangi cümleyi hangi karakter söylüyor, anlayamadım ama bu zorluk insanı sinir etmek yerine hayran bırakıyor.
Farklılık arıyorsanız ve hafif metinler okuyorken şöyle 3-5 sayfa saf edebiyat okuyayım diyorsanız mutlaka okuyunuz.
- Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (Ziya Osman Saba)
Vüs’at O. Bener’in yeri gelir acımasız ve gaddar, yeri gelir sevimsiz karakterlerinin aksine bu öykülerde romantizm ve hüzün ağır basıyor. Öykülerin ana karakteri Ziya, yani yazarımız. Öykülerin temeli olaydan ziyade anlatım-aktarıma dayanıyor. Öykülerin sonuna doğru birkaç şey oluyor bazen. Genellikle sohbet tarzı kullanılıyor. Üslup ilk birkaç öyküde hoşuma gitti ancak kitabın yarısına doğru sıkılmaya başladım. Sevgili Ziya Bey, anlatacaklarınızı tek bir cümleye sıkıştırmak zorunda değilsiniz ki. Vüs’at bey gibi basit cümlelerle de vurucu olabilirsiniz. Cümleler uzadıkça metniniz daha edebi olmuyor bence. Yine de hoş metinler çıkmış ortaya, ama biraz sabır istiyor o sonu gelmez cümleleri okumak.
- Kuyu ve Sarkaç (E.A. Poe)
Yine kitabın yarısındayım. Daha önce yazarın tüm öykülerini okumaya başlamış ve 150 sayfa ancak okuyabilmiştim. Öykülerin birbirine benzerliğini sevmemiştim. Aradan birkaç yıl geçince bir şans daha vereyim dedim. Şunu söyleyebilirim ki yazarın anlatımı çok güzel; sürükleyici. Sizi hikayenin içine alıyor bir daha bırakmamacasına. Onun dışında üslup açısından baktığımda pek tatmin etmedi ama sürükleyicilik karşısında aranan bir özellik olmuyor bu.
Yazarın daha önce hiçbir eserini okumayanlara tavsiye edebilirim.
- Hikayeler, Tanpınar
İçindeki sadece 1 öyküyü okudum. Abdullah Efendinin Rüyaları. Tek bir öykü için kitap alınır mı derlerse, alınır derim. Tanpınar bu öyküde gerilim-korku türünde de ustalıkla yazabileceğini göstermiş. Daha önce Poe ve Lovecraft’ın birkaç öyküsünü okumuştum, ama Tanpınar bu türün üzerine düşseymiş onlardan çok daha iyi işler çıkarabilirmiş ortaya. (Yazarın üslubundan bahsetmeme gerek yok sanırım.)
- İki dirhem bir çekirdek (İskender Pala)
Deyimler ve onların nereden geldiğini anlatan, kolay okunabilir bir kitap. Her bir deyim-öyküsü 1-2 sayfadan oluşuyor. Sıkılmadan okuyabileceğiniz, bir oturuşta bitirebileceğiniz hafiflikte bir kitap. Ben bitirmedim, arada açıp okuyorum 3-5 deyim öyküsü.
7)Gözyüzümüzdü Okyanus (Patrick Ness)
Moby Dick’e yazılan bir güzelleme öyküsü denebilir. Balinaların bakış açısıyla yazılan moby dick (Toby Wick) öyküsü denebilir. Yazarın dili hafif, ilk başta biraz hayal etme sorunu yaşasam da akıcı bir anlatımı var. Kitabın içindeki çizimler güzel. Hikayesi güzel denebilir. Bir oturuşta bitirilebilecek güzel bir öykü.
Locke Lamora’nın ilk 50 sayfasında kahkayı bastım. İyi bir kitap olacağa benziyor :d
Garip bir şekilde kitap yarısından sonra güzelleşti.
Okuduğuma mutlu oldum diyebilirim. Okumasam da olurdu belki ama daha önce hiç Danimarka, İsveç yani kısacası İskandinav ülkelerinin tarihi hakkında bir eser okumamıştım. Zaten tarihleri hakkında internette doğru düzgün bir bilgi sayfası da bulamadım. Hele ki kitapta dönemi anlatılan 2.Christian ile ilgili sadece vikipedi sayfasını buldum.
Ana karakterimiz Mikkel olsa da kitabın odak noktası sadece o değil. Başka karakterler de var. İlk başlarda basit bir intikam kitabı gibi geliyor. Sonradan o durumun üzerinden zaman geçiyor falan. Yani öyle konudan konuya atlıyor ki yazar okuyucu sıkılıyor. Bir de ben yer isimleri özürlüsü olduğumdan ve kitapta çok fazla lokasyon olduğundan kafam iyice karıştı. En azından yarısından sonra olaya kaptırabildim kendimi. Kitapta gerçekten güzel bölümler vardı ama genel olarak ortalamaydı benim için.
Red Sister (Book of the Ancestor serisi 1.kitap) Mark Lawrence 8/10
9 yaşındaki Nona Grey isimli ana karakterin, Sweet Mercy isimli bir manastıra getirilmesi ve Red Sister (silahlı ve silahsız mücadelede ustalaşmış) olması için eğitimini anlatıyor. Kitabın çoğunluğu manastırda yani okulda geçiyor. Karakter merkezli, coming of age ( yetişkinliğe geçiş?) hikayeleri sevme nedenlerim ve sevmeme nedenlerim vardır normalde. Bir karakter merkezde olduğu zaman, yan karakterlerle bağ kurmanın zor olması, sevmeme nedenlerimden biridir. Ama Mark Lawrence çok güzel iş çıkartmış. Genelde Nona Grey bakış açısından okuyoruz kitabı, ama yan karakterlere tamamen uzak hissetmedim.
En sevdiğim yanlarından biri ise, neredeyse tüm karakterlerin kadın olması. Kadın-erkek dengesinin olduğu bir sürü fantastik seri var, ama neredeyse tamamı kadınlardan oluşan bir kitap benim için en azından bir ilkti.
Kitabın girişini çok beğendim. Aksiyonlu ve dramatik bir girişti. İlk cümlesi “bir rahibeyi öldürürken, yeterli büyüklükte bir ordu getirmek önemlidir” olan bir girişten bahsediyorum. Aksiyon sahnelerini güzel yazmış yazar.
Kitapta eksik gördüğüm yer orta bölümdü. Sıkıcı diyemem ama kitabın geneline göre yavaş tempodaydı.
2019 yılı içinde merakla beklediğim kitaplardan biri olan Zima Mavisi’ni okudum.
Yazarın, Netflix dizisinde yayınlanan Zima Mavisi ve Aquila Yarığı’nın Ötesi adlı öykülerinin çok iyi olmasıyla kitaptan beklentim üst seviyelerdeydi. Beklentimi karşılayıp karşılamadığı konusunda kararsızım. Çünkü bazı öyküler anlaşılması güç ve çok karmaşıktı. Bazı öyküler ise akıcı ve anlaşılır derecede olağanüstüydü. Bu nedenle bazı öyküleri daha sonra tekrar ve tekrar okumayı düşünüyorum. Bu kararımın en büyük nedeni ise Reynolds’un çok yeni ve özgün fikirleri olması. Öyküleri ve hangilerinin karmaşık hangilerinin okuması kolay olduğunu yazımın sonunda belirteceğim. Belki bu listeye göre bir okuma sırası yapabilirsiniz. Ama buna ek her öykünün sonunda yer alan yazara ait öykülerine dair fikirlerini belirtmesi öyküleri anlamanızda biraz fayfalı oluyor.
Kitabın çevirisi hakkında pek bir bilgim yok. Sanki bazı yerler tuhaf geldi gibi. Yanlış çeviri mi yoksa yayınevinin bir hatası mı bilemiyorum. Diğer yandan editöryal kısımda İndie’nin çok dikkatsiz davrandığını ve kitabı gelişi güzel bastığını düşünüyorum. Bolca harf ve kelime hatası mevcut. Bu konuda 6:45’in eline su dökemez ama yine de idare eder diyebilirim.
Öyküler;
-
Kül Melekleri; Din ve Teknoloji’nin harmanlandığı bir öykü sanırım. Çok karmaşık bir öykü idi.
-
Sprey ve Kraliçe; Yayınevinin göz göre göre yaptığı bir hata öykünün başlığı ve başlıkta yer alan Sprey’in içerikte sürekli Spirey olarak yazılması. Her neyse, karışık diyebileceğim diğer bir öykü olan Sprey ve Kraliçe hakkında diyebilecek bir şeyim yok. Pek bir şey anladım çünkü.
-
Uzay ve Zamanı Anlamak; Öyküler arasında en sevdiğim ikinci öykü. Dünya’dan ayrılarak Mars’a yerleşen bir ekibi ve onların sonunu ve daha çok tüm insanlığın sonunu anlatan harika bir öykü. Kısa özetime bakmayın biraz yavan oldu ama mükemmel bir öyküdür.
-
Dijitalden Analoga; Anlaması zor diğer bir öykü. Müzik, telefon konuşmaları vs kısacası tüm seslerin içerisinde bulunan virüslerin uzaylılar olduğunu varsayan bir öykü diyebilirim. Umarım yanlış değildir.
-
Ebedi; Paralel Evrenleri ve Ölümsüzlüğü konu alan müthiş bir öykü. Artık favorilemden birisi.
-
Zima Mavisi; Söylenecek pek bir şey yok. Kitaptaki favori öyküm. Dizide çok sevmiştim. Öyküsü de müthiş.
-
Enola; Bu öyküyü açıklamakta zorluk çekiyorum açıkçası. Ama dilim döndükçe yazacağım.
İnsanların yarattığı teknoloji uzaylılarla distopik bir savaşa girerken insanlar yeryüzünden çekilir. Yıllar sonra savaşın sona ermesiyle insanlar yeryüzüne çıkınca ataların yaptıklarını unuturlar ve robotları da başka bir uygarlık olarak anmaya başlarlar.
- Gerçek Hikâye; Kitapta en çok sıkıldığim öykü. Biran önce bitsin diye yalvaracaktım az kalsın. Ama öykünün sonu tatmin etti diyebilirim.
Öyküde Zima Mavisi’nde de olan gazeteci Carrie Clay var. Zima Mavisindeki gibi bu öyküde de olaylar baş kahramanımız tarafından anlatılıyor.
Çoklu kişilik bozukluğu hastalığını bilimkurguyla harmanlayan yazar iyi bir iş başarmış.
Sonuç olarak; Birinci, ikinci ve dördünce öyküleri sona bırakabilirsiniz. Diğer öyküler kitabı bitirebilmeniz için sizi ikna edecektir.
Kitabın çevirmenin atmış olduğu tweet dizisini okumanızı öneririm.
Kitabın yarısına geldim. Charlie’nin duygu ve düşünceleri çok iyi yansıtılmış. Saf ve temiz duygular yerini dünyevi duygulara terk ediyor.
Dili akıcı. Charlie gelişirken okumak çok zevkli.
Kesinlikle okuyun.
Evet bu twitleri okudum. Olayın iç yüzü nedir ne değildir bilmediğimden her iki tarafı da zan altında bırakmak istemedim.
@Dvne Ama şahsi fikrim editörün rezil ettiği bir kitap olmuş.
Elizabeth Kostova - Tarihçi’yi bitirdim.
“Fantastik Tarihi Kurgu” olan türü ve III. Vlad Tepeş’in (Nam-ı Diğer Drakula’nın) vampir olarak hala yaşıyor oluşunu temel alan konusu, üniveristeden kaybolan profesörler, kütüphanelerdeki şifreli el yazmaları, ortaçağ manastırları, gizemli kutsal emanetlerin peşindeki keşişler, osmanlı fetihleri vs, ile dolu olan olay örgüsü çok ilgimi çekmişti lakin cidden çok uzun zamandır okuduğum en kötü kitaptı diyebilirim. Neresinden tutsanız elinizde kaldığı, saçma, sıkıcı, gereksiz derecede sündürülmüş bir çakma Dan Brown romanı çıktı.
Yarım bırakıp bırakmama konusunda çok gittim geldim. 550. sayfada artık beynime giden oksijeni tıkadığı için bayılmadan bir tarafa atacaktım kitabı ama son 100 sayfasınıda okuyup bitireyim dedim.
Burdan Elizabeth bacıma sesleniyorum.
Bizımle Deyılsın…
Hikaye sizi içine almamış olabilir, şahsen ben çok beğenerek okumuştum. Kitap içinde bolca dönem bilgisi barındırıyor. Soğuk savaş zamanı SSCB destekli Avrupa bloğu tasvirleri muazzamdı, fatih zamanından kalan tarihte cabası. Biraz dolu bir kitap, asla çakma Dan Brown değil.
Hocam yapmayın bu mu dolu kitap Genelde tarihi kurgu okumama rağmen okuduğum en boş tarihi kurgulardan biri. 650 sayfalık kitaptaki tarihi bilgileri düzyazı şeklinde yazsanız en fazla 2 sayfa tutar.
Benim şahsi tavsiyemdir, Drakula hakkında en iyi gerilim kitabını okumak isteyen direkt Bram Stoker’ın Drakula’sını okusun. Ortaçağda manastır atmosferi, gizemli el yazması kitaplar ve ortaçağ inanç felsefesi hakkında kitap okumak isteyen Umberto Eco - Gülün Adı’nı okusun. Bir gizemin peşinde ülke ülke gezip ipucu toplayan kahramanların olduğu romanları okumak isteyen Dan Brown okusun. Soğuk Savaş döneminde Demir Perde ülkeri hakkında kitap okumak isteyen Gabriel Garcia Marquez - Doğu Avrupaya Yolculuk’u okusun. Soğuk savaş sonrasını okumak isteyen Svetlana Aleksiyeviç - İkinci El Zaman’ı okusun ama hepsini bir yerde toplayayayım diyip batıran Tarihçiyi okuyup zaman kaybetmesinler
Bunların hepsini tek bir kitapta görmek isteyenlerde Tarihçi’yi okuyabilir.
Herkesin düşüncesi farklı olabilir hocam saygı duyuyorum. Sonuçta kitap Bestseller bir kitap ve öyle her kitabın arkadasında yazan bestsellerdan da değil. Yani sözüm ona okumak isteyen arkadaşlar peşin hükümlü olmasın.