Burada Fitzek okuyanları gördükçe çok seviniyorum. Daha çok bilinsinki daha çabuk çıksın kitapları. Yazarın Göz Koleksiyoncusu kitabını da mutlaka okuyun.
Ayrıca Andreas Gruber’ de yakın tarzda bir yazar ve 48 saat kitabını çok severek okudum. 3 kitabı var Pegasustan onu da tavsiye ederim.
Pegasus kendi sayfasında indirim oranı %50 oluyor genelde, ben pegasus’ları oradan alıyorum. Kupon falan da olursa çok daha uyguna geliyor. Eğer kargo limitine ulaşamazsam 6,90’a aynı gün kargoyu seçiyorum, en azından verdiğim parayla aynı gün teslim edilmiş oluyor.
@Erdal_01 Fitzek’i senin yorumundan sonra keşfetmiştim sanırım, harikaydı. Zaten onun bütün kitaplarını alacağım şu an 3 kitabı var. Gruber’ide takibe aldım bir tane kitap alıp denerim seversem, devam ederim. Başka varsa bu tarzda mutlaka bakın dediğin yazar, tavsiyeni alalım 
Ek: @Erdo pegasus n11 sitesinde diyecektim, n11 yazmayı unutmuşum
Şimdi aklıma gelmedi ama ben gene ara ara yazarım sana 
Ben geçen indirimde (Kitapyurdu Pegasus %50) Fitzek’in tüm kitaplarını aldım. Tabiki Ptt kargoyu bekliyoruz 15 günden öncede sanırım teslim edemeyecekler. Geldiği zaman Göz koleksiyoncusundan başlayalım.
Dizi gerçekten çok ağır ilerliyor ve böyle olması beni baya sıktı, kitapta böylesyse hiç bulaşmayayım dedim.Bir kaç ardaşta okumamı tavsiye etti lakin onlarda diziye fransızlar. Yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla kitapta biraz ağır ilerliyor( karakter bolluğundan da olabilir,tabi bunun yanında boş sahneler gereksiz detaylar vs.) ve böyle olması benim için problem dizide bile sıkılıyorsam herhalde kitabın yarısına gelmeden bırakırım gibime geliyor ama tavsiyenizi gözönünde bulundurarak ilk kitabı boş bi vaktimde tartacam sürüklersede devamı gelir zaten.
ROAD BROTHERS (BROKEN EMPIRE / PARÇALANMIŞ İMPARATORLUK)
Bilmeyenler için, kitap Dikenlikler Prensi ile başlayan serinin dünyasında geçen bir kısa öyküler derlemesi.
Öykülerin birçoğu Makin, Burlow, Kırmızı Kent, Rike, Nuban, Peder Gomst gibi yan karakterlerin Jorg’la tanışmalarını konu alıyor. İki tanesi, Jorg’un farklı Mimar teknolojileriyle karşılaştığı öyküler. Bir tanesi ise Jorg ve kardeşi William’ın çocukluklarından bir anı, ve serideki önemli bir gizeme ilginç bir açıklama getiriyor.
Bir de diğer üçlemenin ana karakteri Jalan’ı içeren fıkra tadında bir öykü var.
O özlediğim Jorg’u bana hatırlattığı için özellikle bayıldıklarım ise; haydutların lideri olmasını ve Orlanth’ı fethetmesini anlatan öykülerdi. Zaten diğerleri 10-15 sayfayken bu ikisi otuzar sayfaydı.
Özetle, seriyi sevenler okumalı.
Jose Saramago - Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş
Eğer Saramago’nun diğer öykülerini okumuş iseniz öykünün biraz daha sarmal halde aktarıldığını söyleyebilirim. Körlük’ün akıcı konu akışı ÖBVBY’da daha duraksayarak devam ediyor. 98 Nobel Edebiyat Ödüllü eseri okudukça o dönemde edebiyat dalında pek eser ortaya konulmadığını düşünüyorum.
PARÇALANMIŞ İMPARATORLUK
3 kitaptan oluşan Parçalanmış İmparatorluk serisi güzel bir çeviri ve editörlük çalışması eşliğinde Pegasus yayınlarından yayımlanıp güzelce kutulanmış. Genel bir giriş olarak seriye değinmek gerekirse, ana kahramanımız Jorg’un gelişimi ve hayat hikayesine konuk oluyoruz. Yaş olarak ilk kitapla beraber çocukluğuna giriş yapmış bulunuyoruz. Bazıları çocuk karakter okumayı sevmez lakin işleniş açısından olması gerek bu ve mükemmel işlenmiş diyebilirim.
Kitap yorumları okurken ‘ya ana karakter bu kadar adam mı öldürür?’ , ‘Ne tecavüz mü ediyor, aynı zamanda ukala bir hırsız ve 11 yaşında mı?’ tarzı yorumlar sebebiyle seriye başta ön yargılı yaklaştığımı kabul ediyorum. Lakin serüvene başlayınca cidden her şey olması gerektiği gibi olmuş diyebilirim. Bu tarz yorumlara takılan arkadaşlar varsa takılmasınlar.
Serinin evrenini çok beğendim. Nükleer kıyamet sonrası dünyamızda geçen bir fantastik seri. Özgün bir evren, kuralları hakkında kafamda bazı soru işaretleri olsa da her şey tamam bana göre. Modern insanlardan Mimarlar olarak bahsediliyor. Teknoloji, günümüzde ki ülkeler vs. seriye çok güzel bağlanmış.
Jorg bana GRRM evreninde imparator olma yolunda yürüyen Kvothe’u anımsattı. Karakteri çok sevdim, gelişime şahit olmak verdiği kararlara sebep olan etkileri anlamak çok hoşuma gitti. Özellikle yazarın yaptığı son seçimi çok başarılıydı. Zaten kitabın sonunda ek kısım olarak kendisi de belirtiyor. İsteseydim 5-6 kitap yazardım ama en doğrusu bu gibi geldi. Saygı duyuyorum ve iyi ki böyle bitmiş diyorum. Türe ilgi duyan arkadaşlar düşünmeden okusun bu seri bende çok yukarılar da bir yer edindi. Yeni Mark Lawrence kitaplarını da heyecanla bekliyorum. Yakın zamanda Pegasus’dan görebiliriz.
10/10
Yorumunuzla seriyi alıp almama yönündeki kararsızlığımı büyük oranda bertaraf ettiniz. Alacağım büyük ihtimalle. En büyük endişem, takıntım birinci tekil şahıs ağzından anlatılan bir fantastik seri okumak. Kitapta ilerledikce buna da alışırım sanırım.
Düşünmeden alın, şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
İyi jauntlamalar efendim 
“Gözlerimle ve pençelerimle hükmetmeliyim daha aşağı kuşların arasındaki bir şahin gibi.”
Atreides Savı ( Ref: B.G. Arşivleri
Herbert West isimli hikaye gerçekten rahatsız ediciydi. Bu yüzden sevdim. Ama onun dışındaki hikayeler sanki başka kitapların tam böyle ortasından çekilip alınmış gibi önü sonu belirsiz gibi geldi onları pek sevemedim. Kısa bir kitap olmasına karşın birkaç gündür elime alıp alıp bıraktım bu yüzden de.
Unutulmuş klasikler çıktığı andan itibaren radarıma girmişti zaten. Kapaklar, iç tasarımlar hoşuma gitti. Burda da öyle aman aman bir hikaye yok. Ama dili anlaşılır, okuması rahat. Bir oturuşta rahatlıkla bitirilebilir bir kitap.
Ömer Hayyam’ın Rubailer’ini okudum. Hayyam’ın şiirlerinin iyi olduğunu biliyordum ama bu kadar iyi olmasını beklemiyordum. Neredeyse beğenmediğim rubai yoktu. 30-40 tanesini ezberleyesim geldi.
Kitabı bitirdikten sonra çevirmenin yazdığı önsözleri okuyunca tüm rubaileri Hayyam’ın yazmadığı görüşünün hakim olduğunu öğrendim. Hangi rubaileri Hayyam yazmış bunu belirlemek zor, ama kesin olan bir şey var ki Hayyam’ın belirgin bir tarzı var ve bu tarz çok güzel.
Ömer Hayyam’ı lise 2 de edebiyat öğretmenim okutmuştu. Bitirince her şeyi sorgulamaya başladım. Hayyam kendisi bir felsefedir.
Bazı rubailer onun değil tabi ama ne anlatmak istediğini anladıysan gerisi mühim değil.
AMBER’DE DOKUZ PRENS (AMBER YILLIKLARI / CHRONICLES OF AMBER #1)
KONUSU
Sadece bir tek gerçek Dünya var. Diğerleri -yaşadığımız Dünya da dahil- gölgelerden ibaret…
Gözlerini bir hastane odasında açan ve vücudunun sargılar içinde olduğunu gören Carl Corey, geçmişine dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. İnsanüstü kuvveti ve siyah-gri kıyafetlere düşkünlüğü dışında, elinde geçmişine ait pek az ipucu vardır.
Arayışı, onu hiç ummadığı gerçeklerle yüzleştirir: Yaşadığımız dünya, ölümsüz şehir Amber’in sayısız gölgelerinden yalnızca biri; kendisi de iradesiyle gerçekliğe yön verebilen Amber Prensi Corwin’dir. Hafızasını yitirmiş bir şekilde asırlar boyunca dünyamızda dolanmış olan Corwin, geçmişini araştırdıkça, iktidar uğruna hiçbir entrikadan, savaştan ve cinayetten sakınmayan ölümsüz kardeşlerinin, sayısız dünyayı, sihri, teknolojiyi ve yaratığı içine sürükleyen mücadelesinin tam ortasında bulur kendisini.
DÜŞÜNCELERİM
Konusunda okuduğunuz üzere kitap bir Portal Fantasy. Ortaçağ’da geçmeyen bir şey okuyalı uzun zaman olmuştu ve belki de bunun da katkısıyla evreni beni büyüledi. Özellikle de dünyamızdan Amber’e seyahatleri sırasında sayısız çoklu evrenden geçtikleri bölümleri okuması çok zevkliydi.
Karakterlere gelirsek, hikayeyi ana karakterimiz Prens Corwin’in gözünden görüyoruz. Güçlü asiller hep sevdiğim bir temadır ve Corwin’in karakteri de bunu yansıtır cinste. Çoğunluğu kardeşleri olan yan karakterler, 1-2 sıfatla tanıtılabilecek derinlikte olsa da diğer kitaplarla bunun değişeceğini tahmin ediyorum.
Heyecanla Corwin’in yapacaklarını görmeyi ve diğer prenslerle tanışmayı bekliyorum. Derhal ikinci kitaba başlıyorum.
Kitabın başında aynı zamanda kitabın çevirmeni de olan Cengiz hocanın yazdığı bir önsöz yer alıyor. Bu önsözde Luther’in ve Reform Hareketi’nin geçmişi kısaca özetlenmiş, buradaki bilgiler bu konular hakkında hiçbir şey bilmeyen birisinin bile kitabı rahatça okuyup anlayabilmesi için hazırlandığından oldukça doyurucuydu.
Tezleri okuduktan sonra bu tezlerin halk tarafından okunması amacıyla kilise kapısına çivilendiği anlatısının ne kadar gerçekten uzak olduğu anlaşılıyor; çünkü tezler akademik bir dille ve Latince olarak yazılmış. Eğer Luther halkın okumasını isteseydi hem Almanca olarak kaleme alırdı hem de halkın anlayabileceği bir seviyede yazardı tezlerini. Buradan Luther’in ilk etapta bir devrim gibi bir şey yapmaya çalışmadığını ve kilisedeki sorunların kilise içinde çözülmesine inandığı sonucunu çıkarabiliriz.
Tezlerin halk tarafından anlaşılamayacağından bahsettim; ama bu kitapta anlaşılması güç kısımlar sonnotta açıklandığı için bizlerin tezleri anlamamak gibi bir sıkıntımız söz konusu değil.
Kitabın çevirisinde ve editörlüğünde herhangi bir sıkıntı yoktu. Ayrıca kitapta orjinal metne de yer verilmesi çok güzel olmuş.
Bradbury okumayı özledim. Okuyacağım bir sonraki kitap Sonbahar Ülkesi olabilir.
