Ben Cladius’u Dost Körpe çevirdiği için okuyasım gelmiyor. Acaba çeviriyi nasıl buldunuz?
Aslında bazı yerlerde cümle yapısı olarak, düşük yapıda olan veya “bu buraya uymamış” dediğim cümleler var ama kitap Claudius’un ağzından ve tarihçi bir anlatım karakteriyle yazıldığı için öyle yazıldığını düşündüm. ama başka herhangi bir sıkıntıya rastlamadım. okutuyor kendini.
Teşekkürler. 2. kitabın çevirmeni daha önce 1. kitabı da çevirmiş. Nedense yayınevi bu çeviriyi kullanmamış. Bu çevirinin Pdf’sini bulup biraz okudum ve çevirisini beğendim. Sanırım bu çeviriden okuyacağım kitabı. Dost Körpe çevirisini okuyup da beğeneceğimden emin olduğum bir kitaptan nefret etmek istemiyorum.
İş bankası’nın “Köpeğiyle dolaşan kadın” derlemesinde Çehov’un bir tek Bahis öyküsünü beğenmiştim. Bu kitapta en çok hangilerini beğendiysen yazabilir misin? Tekrar bir dönüp okuyabilirim.
Kitabın içindeki öyküler bunlar. Kitaptaki çoğu öyküyü mükemmel bulduğum için size belirli öykü isimleri veremem. Kitabın tamamını okumanızı tavsiye ederim.
Reis Bey’i okudum. Çocukluğumda filminin bir kısmını izlemiştim ama nedense filmin sonunu getirememiştim. Yıllar sonra kitabı görünce sonunda ne olduğunu öğrenmek için okudum.
Kitap 3 perdelik bir oyun. Oyunda, acımasız bir ağır ceza hakiminin verdiği bir yanlış karardan dolayı pişman olması sonucu karakterinde meydana gelen değişim anlatılıyor.
Karakterlerin tanıtıldığı 1. perde çok güzeldi. Bu perdede olaylar çok gerçekçi bir şekilde anlatılmış. Ama nedense 2. ve 3. perdeler ilk perdeye göre çok daha zayıf kalmış. Reis Bey’in fikirlerinin ve duygularının yavaş yavaş değişmesi gerekirken, karakterin gelişim süreci atlanarak karakter direkt nihai haline ulaştırılmış. Bu yüzden de karakterin içi boş kalmış ve samimiyetini kaybetmiş.
Joseph Campell - Kahramanın Sonsuz Yolculuğu ve Sabahattin Kudret Aksal - Gazoz Ağacı
Bu sene gittiğimiz devlet tiyatrosunda sergilenen oyunda aynı eleştiriyi bizde yapmıştık. Karakter bir anda değişiyor. Demek tiyatro ekibinin günahı yokmuş.
Ben sunay akin bir çift ayakkabı okudum
1984 okuyorum. MÜ-KEM-MEL! Müthiş bir distopya. Hayvan Çiftliğini çok beğenmiştim. Bunu da okumak istiyordum. Almıştım ama baya bekledi kitaplığımda. Dün başladım, 80 sayfa okudum. Çok akıcı, elimden bırakamadım. İnşallah böyle devam eder :))
Kargaların Ziyafeti
Serinin 4. kitabını an itibariyle bitirmiş bulunmuş bulunuyorum. Kitap hızını kesmeden devam ediyor lakin geçen kitaptan “aman aman, nerelere geldik” tarzında bitirilen kısımların üstüne onlara hiç değinmeden kral toprakları üzerinden bir kitap kendisi ve aldığım söylemlere göre çoğu kişinin bundan ötürü olsa gerek serinin en sevmediği kitabı bu imiş ama bende böyle bir düşünce olmadı gayet sevdim. Diğer kitaplara göre daha durağan olduğu aşikar lakin bu bir sorun değildi bence. Diğer kitapta ise sanırım başka şeylerin devamı olacak ve aynı durum tekrarlanacak. Bakalım bu sefer nerelere gideceğiz.
Kitap kral toprakları ve karakterleri ağırlıklı geçse bile sıkıcı değildi dediğim gibi lakin; ortak konuya bağlanana kadar demir adam bölümleri sıkıyor idi açıkçası ve o bölümler gelince kitabı bırakmıyordum desem yalan olur. Aslında sıkıcı da değildi ama topluluk olarak ilgimi çeken veya sevdiğim tarzda değiller. Böyle yağmacı ve barbar tipleri sevmiyorum.
Diğer kitaplardan eksik kalmayan yanı ise kesinlikle gram beklemediğim şeylerin birbirine bağlanmasının verdiği şaşkınlık oldu. Yani bir şeyler oluyor ve siz o bir şeylerin fena şeyler çıkacağını biliyorsunuz ama ne olacağını kestiremiyorsunuz. Az çok tahmin etseniz bile verdiği etki azalmıyor ki o zaten apayrı bir şey. Yani öyle şeyler oluyor ki bu herif nasıl toparlayıp bitirecek seriyi anlayamıyorum. -Ki son iki kitabı gördüğümüz üzere toparlayamıyor zaten.-
Bazı olayların minicik şeyler yüzünden meydana gelmesi ve her karakterin kendi bildiğini okuması ise biraz değişik ve bazı noktalarda can sıkıcı oluyor. Yani düşünsenize koca savaşlar küçük ufak tefek hatalardan oluyor. O şey öyle olmasa hiç biri olmayacak belki. Herkesin bir şekilde en hayret verici şekillerde bu olaylara dahil olması zaten dediğim gibi mükemmel oluyor. O ufak tefek şeylerin çıkardığı şeyler ise çoğu zaman beklemediğiniz şeyler doğuruyor ve bu da kitabın sürpriz dolu olmasını sağlıyor. Biliyorum saçma sapan cümleler kuruyorum ama o kadar çok olay oluyor ki direkt olayı anlatmadan açıklayabilme çabalarımdan bu kadar çıkıyor. Spoilerli birazcık ufak tefek şeylere örnek vermek istiyorum.
Herkes kendi doğrularına inanıyor ve doğru olan şeyleri o kadar net bir şekilde red ediyor ki, beklemediğiniz sonuçlar ortaya çıkıyor, sürekli ve sürekli olan bu yanlış anlama ve yargılama durumu can sıkıcı olabiliyor. Bu kitap için en basit örneği Jaime. Diğer kitaplar için ise Tyrion’dur. Tam olarak adım cıkmış dokuza inmez sekize durumu. Adam iyi niyetle ne yaparsa yapsın insanlar inanmiyor, red ediyor, kendi bildiğini okuyor yani arkadaş -Jaime için-. Jaime konusunda da bir örnek vermek gerekirse Brienne üzerinden ilerlerim. Açıkçası Cat ile karşılaşınca kavuşma sahnesi tarzında şeyler olur diye beklemiştim. Brienne’ye inanır, hala sadık kaldığı için teşekkür eder filan. Ama yok; illa tanıdığı, kişiliğini bildiği kızı ihanetle suçlayacak, Jaime’yi öldür inanayım diyecek kızı asacak filan. Ulan kız sana Jaime sözüne sadık kaldi diyor inanın artık bir şeye. -Aslında bu inanmama ve soğukluk Robb ve birazda ölümden dönmesi ile alakalı diye düşünüyorum ama olsun.- Ki Jaime’nin kitap boyu içinden söylediği ve Brienne’nin o sahnede içinden söylediği “Şöyle böyle desem bile ne fark eder? Bana inanmayacak-inanmayacaklar” düşüncesi kadar sinir bozan şey yok. Ya desene işte “Tywin Lannister’in buzu eritip yaptırdığı bu kılıcı bana verip; babasının kılıcı ile kızını savun” dedi desene, DESENE! Biraz boş sitem etmiş olabilirim, yazar daha iyi bilir sonuçta ama desin işte.
Yazacak on bin şey çıkıyor her kitapta ama yazamıyorum maalesef.
Son olarak ilk kitapta baskısını öve öve bitiremedigim epsilion her kitapta hataları bi’ tık arttırırken, bu kitabı küfür edercesine basmışlar. Daha doğrusu bu baskıyı diyeyim, kâğıt ve cilt yine kaliteliydi. Özellikle kısım 1 olmak üzere kitapta çok fazla neredeyse tamamı silik, mürekkep lekeli, yanlış yazılmış-harfleri karışmış yer vardi ve silik kısımlar 4-5 satır boyunca belli bir genişlikte vardı. Umarım diğer baskılarda bu sorun yoktur. Varsa gerçekten üzücü.
Puanım 10/10 yine, buraya kadar okuyabilmiş olan varsa teşekkürker.
Kitap: Anadolu Korku Öyküleri 1
Yayın: Bilgi Yayınevi
Baskı: 2014 Ocak, 1. basım
Kapak Resmi: Engin Deniz Erbaş
Sayfa: 200
Öyküler:
Karatepe | Koray Günyaşar
Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir | Ayşegül Nergis
Kuyu | Demokan Atasoy
Gelin Otu | Işın Beril Tetik
Cevizin Gölgesi Hain Olur | Kayra Küpçü
Güzay’ın Bin Dilek Ağacı | Galip Dursun
“Kırsal Alan Dehşetleri” başlıklı önsözünü üstat Giovanni Scognamillo’nun yazdığı kitapta altı öykü yer alıyor. Adından da anlaşılacağı üzere bunlar korku, gerilim öyküleri. Öykülerde Türkler’in eski öz inançlarının, şamanik unsurların Orta Doğu inançları ile harmanlanmış olduğunu ama şamanik inanç unsurlarının belirgin biçimde baskın olduğunu görüyorsunuz. Zaten günümüzde de Türkler eski inançlarını bir islam kılıfı altında yaşamaktalar. Ki bu bütün uluslarda görülür. Hiçbir ulus yeni bir inanca geçince eski inançlarını, eski kültürünü terk etmez, onları yeni inancın içine yedirerek yaşatır.
Kitaptaki öykülerden özellikle “Gelin Otu” adlı olanında bunu açık olarak görüyoruz. Bu öyküde yalnızca Türk halklarında görülen ayırt edici bir mitolojik/kültürel motif olan Albastı (öteki adları Alkarısı, Albız, Abası, Almış, Alpas, Albaslı Kadın) işlenmiş. En beğendiğim öykü de bu oldu. Yazar Işın Beril Tetik konuyu çok güzel -ve tabi ki kendi yorumuyla- işlemiş…
Biraz da öykülerin içeriğinden kısaca söz edeyim:
- Karatepe: Üniversiteyi bitirip köyüne dönen Osman kimseyi tanıyamaz. Ailesi olduklarını söyleyenleri bile…
- Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir: Doğuda altı yıl görev yaptıktan sonra memleketine yakın bir yere ataması çıkan doktor, iş yerine yakın bir köydeki amcasından kalma eve yerleşir. Köylüler hayvanlara insan adları takmışlardır; imam bile…
- Kuyu: Zeynep, askere gitmesine kısa bir süre kalan Osman’la evlenir ama Osman ona elini sürmez. Zeynep çare bulmak için köyün güzel büyücüsü Anşa’ya gider ve dileğine ulaşır. Bir süre sonra Anşa su çekmek için gittiği kara kuyuya düşer. Orada olmalarına karşın köyün kadınları yardım etmezler ve Anşa ölür…
- Gelin Otu: Kocasının ataması nedeniyle Karadeniz’in bir köyüne yerleşen ve yeni doğmuş bir bebeği olan genç kadın Deniz, geceleri garip sesler duymakta, tuhaf görüntüler görmektedir. Bir gece kocası mesaideyken köyün imamına giderek durumu anlatır. İmamın karısı ona ne yapması gerektiğini anlatır…
- Cevizin Gölgesi Hain Olur: Çocukluk aşkı Leyla birkaç gün önce garip bir biçimde ölen Kadir, köyün çobanıdır. Koyunları otlatmaya götürdüğü bir gün bir ceviz ağacının gölgesinde kaval çalarken Leyla gelir. Kadir bir süre sonra uyanır. Ama gördüğü düş değildir, Leyla gerçekten gelmiştir…
- Güzay’ın Bin Dilek Ağacı: Aslı, sevdiğine kavuşmak için tekinsiz Çakıl Sokak’tan geçer, yol boyu birtakım ritüeller uygulayarak Dilek Ağacı’na varır ve çaputunu bağlar…
Ben de okurken öyle hissetmiştim. İdam sahnesinin anlatılışı mükemmelken, Reis Bey’in değişiminden sonrası eksik gibi gelmişti.
Fakir BAYKURT - Eşekli Kütüphaneci
Köy romanlarını çok sevdiğim halde bu zamana kadar Fakir Baykurt okumadığım için utanıyorum.
Dracula’yı okumam lazım. Ama bana bir şey oldu okuyamıyorum bu ara. Takıldım.
Victor Hugo’ nun ülkemizde en az bilinen eseri olduğundan okumaya başlarken acaba neden diye merak ediyordum. Okuyunca tabi ki herşey belli oldu. Kısaca anlatmak gerekirse kitap bir olay anlatmak yerine okuyucu bolca gereksiz betimlemeye boğuyor. Bir eserde karakter veya mekan tanıtmak için başlangıçta bılca tasvire yer verilebilir ancak 450 sayfalık bir kitapta bir olay olması için 200 sayfa okumak gerekmemeli. Sadece bir kayalığın tasviri bile 40 sayfadan fazla sürüyor. Bu durum da okuyucuyu kitaptan soğutuyor. Bir de kitabın sonu var tabi. İçerikten bahsetmeden sadece şunu diyeyim. Neden?
Victor Hugo’ nun son ve ustalık eseri olması gerekirken betimlemelerin güzelliği haricinde başka iyi yönü olmamasından dolayı kanımca en kötü eseri.
İlber Ortaylı’dan Türklerin Tarihi ilk kitabı okuyorum. Bitince araya birşeyler soktuktan sonra ikinciye geçeceğim.
Kitap soru cevap şeklinde ilerliyor ve kendini okutuyor. Okurken sanki İlber hocanın sesinden dinliyormuşsunuz gibi geliyor…
Ayışığında Şamata ile Haldun Taner külliyatına giriş yaptım. Haldun Taner’in bu oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon sahneleniyor. Ben de bu oyuna bilet aldım ama biletim 10 gün sonraya. Kitapçıda bu oyunu basılı halde görünce dayanamayıp aldım ve ilk fırsatta okudum.
Keşke okumasaymışım da ilk önce sahnede izleseymişim bu oyunu. Oyunda yazar güzel bir sürpriz yapmış, bu sürpriz okurken de keyif versede sahnede izlemek daha güzel olurmuş. Neyse olan oldu artık.
Yazarın üslubunu sevdim. Oyununda daha önce karşılaşmadığım yenilikler yer alıyordu. Boşuna en iyi Türk oyun yazarlarından birisi olarak görülmüyormuş.
O sürpriz oyunun tam olarak neresinde, ona göre birazını okuyup kalanını tiyatroya bırakacağım.
Bernard Cornwell - Kış Kralı (Bir Kral Arthur Romanı 1
Nihayet yıllarca sonra okuyabildim. Yıllardır baskısı olmadığı için okuyamamıştım. En son umudumu kesip PDF olarak okudum.
Yazarın çevrilmiş diğer 4 kitabını okumuştum. Açıkçası yine hayal kırıklığına uğramadım.
Serinin ilk kitabı Britanya’da Romalıların çekilmesinden sonra oluşan hem dini hem siyasal karmaşaya bir de Saksonların saldırısı ve Britanyalıların kendi içindeki savaşlar eklenince oluşan kaosda Arthur’un yükselişini çok güzel hikayeleştirmiş yazar. Arthur olunca tabi Kelt mitolojisine göndermeler ve Merlin de ekleniyor ve dadından yenmiyor.
Araya bir kaç kitap koyup seriye devam edicem. Neyse ki serinin 2. ve 3. kitapları kanlı canlı olarak elimde olduğu için daha da bir hevesle okurum diye düşünüyorum. 8/10