Sosyal medyadakiler gibi foto atayım
Kitabı okuyunca ben bunu bu kadar süre nasıl okumamışım dedirtti. Bilimkurgu nasıl olmalıdır sorusana cevap olarak verilebilecek bir kitap. Hem ilgi çekici ve akıcı hem de okuyucuyu eğitici yönü kuvvetli vir eser. Bir devlet neden yıkılır, gangi temeller üzerine inşa edilir gibi sorulara da cevap veriyor. Bu nedenle ayrıca hoşuma gitti. Asimov’ un diğer kitapları da böyleyse baya güzel. Evet diğer kitaplarını daha okumadım.
Daha ne saklı hazineleri var Asimov’un. Okumayanlar çok şanslı.
Daha tek kitabını bile okumadım. Sanki bazı kitaplarında yurtdışı (!) kaynaklı problemler vardı. Bu yüzden İthaki ne zaman serileri bitirir bilmediğimden, elim bir türlü gitmiyor.
Evet yurt dışı sorunlar kitapların çıkmasına engel oluyor. Size de hak veriyorum. Kitapların 2. elleri çok pahalı.
Lee Kelly’nin Yasak Büyü Kitabı. 1920’lerde büyünün yaygın olduğu bir paralel evrende geçen kitap şimdiye kadar merak unsuru dolayısıyla kendini okuttu.
**Hüseyin Rahmi Gürpınar - Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç **
Klasik Türk Edebiyatı eserlerine bayılıyorum. Bu seriye de başladım artık. Kendime hayırlı olsun diyorum.
Çok beğendim. Dili, günümüz türkçesine uyarlanışındaki başarı, baskısı, her şeyi harikaydı. Konu da benim beklemediğim kadar ilginçti. Ben bir yeşilçam senaryosu beklerken bambaşka bir şeyle karşılaştım ve çok hoşuma gitti.
Goodreads’te spoilersız detaylı inceledim kitabı.
. Like atmayı, kanalıma abone olmayı unutmayın, bir sonraki incelemem kitabı nasıl trolledim olacak
Moby Dick’i okudum. Çocukluğumdan beri okumak istediğim kitaplardan birisiydi ama benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.
Yazar okuyucuyu büyük bir beklenti içine sokuyor ama vaad ettiklerini okuyucuya sunmuyor. Okyanuslarda geçen bir macera romanı olması gerekirken; yazar denizcilik, balina avcılığı, zooloji vb. gibi konularda ne kadar çok bilgiye sahip olduğunu okuyucuya göstermeye çalışmış, adeta okuyucuya caka satmış.
Yazar, Romantizm akımından etkilendiği için kitabın başlarında sürekli araya girip bilgi vermesini umursamamıştım; ama ortalarından itibaren bu durumdan feci derecede rahatsız olmaya başladım. En sonunda bilgi kısımlarını göz ucuyla okuyup kitabı anca bitirebildim. Kitabı bitirdikten sonra geriye doğru bakınca, yaklaşık 650 sayfalık kitabın 500 sayfası ansiklopedik bilgi iken ancak geriye kalan 150 sayfasına romanın kendisi diyebilirim.
Bu kitabı, roman okumak için okuyacaksanız eğer kötü bir roman; ama balinalar hakkında bir şeyler öğrenmek niyetiyle okuyacaksanız iyi bir kitap.
Warcross okuması zevkli bir kitapmış. Birincil görüş açısından anlatılan kitapları seviyorum. Ayrıca okurken sanki MMORPG oynuyormuş gibi hissetmesi de çok zevkli. Marie Lu’nun anlatım tarzı da çok hoş. Yaptığı göndermeler de ayrı zevkli. Bana okumasam bile filmlerinden izlediğim kadarıyla Açlık Oyunları’nın senaryosuna benzer bir hikayeyi anımsattı.
Böyle kitapları okurken keşke VR teknolojisi gelişse de öyle okusak daha iyi olurmuş gibi hissediyorum. Fakat bu sefer de kitap kitap olmaktan çıkar da bahsettiğim “video oyunlarına” dönüşebilir. Acaba bunun hakkında bir çalışma yapılıyor mudur? Dünya Klasiklerini VR’den izlemek/okumak ne kadar zevkli olurdu.
Son zamanlarda da okuduğum her kitaptan yeni bir şey öğrenme kaygısına girip kendimi strese sokmuyorum artık ve kitaplardan daha fazla haz alabiliyorum. Bu kitapta onlardan birisi olacak büyük ihtimal.
Video oyunları, hacking ve teknoloji severlerin bu kitabı seveceğini düşünüyorum ayrıca.
Ejderhaların Dansı
Sonunda son kitabı okumuş ve şimdilik ateş ve kan dışında seriden kurtulmuş bulunuyorum. Zira seri çok fazla zamanımı alıp ders açısından biraz engel oldu bana ve bu son kitapta özellikle; artık bitirme derdinden yarım yamalak anlayarak okumuş bulundum. Keşke yazın okusaydım diyorum yani. Büyük ihtimalle tekrar okurum zaten bu yaz ya da diğer yaz.
Yazara ise kınama göndermek istiyorum. Ben seriyi yeni bitirdiğim için minicik bir miktar daha az sorun ediyorum ama böyle bir şekilde-şekillerde bitirilip on sene yazmamak ne demek? İnsanda biraz vicdan merhamet olur. Yani seriyi güncel takip etsem kafayı yerdim öyle bir yerden sonra 10 sene beklesem. Yazıktır günahtır.
Kitap hakkında malaalesef pek yorum yapamayacağım bu sefer. Her kitapta olduğu gibi yine olaylar olaylar olarak özetlemek istiyorum. Hem kaçırdığım noktalardan ötürü, hem artık bitsin diye son 250 sayfayı zorlayarak okuduğumdan ötürü hem de tüm seriyi arka arkaya okuyunca artık neyin hangi kitapta olduğunu ayırt edememekten ötürü daha detaylı şeyleri düşünemiyorum.
10/10 tekrardan tabii ki.
Kitap hakkında kaç tane yorum okuduysam herkes aynı şeyi söylüyor. Benim de okuyasım vardı ama vazgeçmiştim bir teyit daha almış oldum. Olur da okursam ilk defa isteyerek kısaltılmış metin okuyacağım sanırım.
Ya kısaltılmış metin okuyun ya da filmini izleyin. Tam metin okunmamasını ilk defa bir kitap için tavsiye ediyorum.
@Alladierre @Tobizume Ben Moby Dick’in Ayrıntı’dan çıkan çizgi romanını okumuştum. Çizimler siyah beyaz ve eski bir Amerikan filmini izler gibi. Onu tavsiye ederim. Kitabı baya merak ediyordum ama şu an kararsız kaldım.
Rüya Sanatçısı’nı dün bitirdim. Öncelikle kitabın konusunu bir iki cümleyle özetlemek istiyorum. Yazar çok güzel bir gelecek hayali kurmuş. Teknoloji öyle bir gelişmiş ki artık insanlar rüyalarını diğer insanlara izletebiliyor. Bu gelişmenin sonucunda ise yeni bir meslek ortaya çıkıyor. O da Rüya Sanatçılığı. Rüya Sanatçılığının en üst noktasına ulaşan Selim Özben ortadan kaybolduğunda tüm oklar bu olayın gizemine çevrilir. Bu olayı çözmek ise Ruhi ve Peri ikilisine düşer.
Yazarın diğer kitaplarından biri olan Schrödinger’in Papağanı ile kıyasladığımda beklediğimi bulamadım bu kitapta. Fikir olarak çok ilgi çekici ama Murat K. Beşiroğlu ana fikri pek yansıtamamış romanına. Asıl olaydan çok yan karakterlerin sohbetlerine ve baş karakterin annesiyle yaptığı hayat ile ilgili çıkarımlarına tanık oluyoruz. Diğer yandan Ruhi’nin Peri ile olan ilişkisi de birçok şeyi gölgeliyor. Kadın karşıtı olmadığımı her zaman belirtirim ama romanda olsun filmde olsun aşk teması hissettirecek şekilde öne sürülen kadın karakterleri beni bunaltıyor. Hele hele kitabın türü bilimkurguysa beni daha da bunaltıyor.
Romanda, cep bilgisayarlar, kuadkopterler, androidler ve kendi içinde hareket eden odaların olduğu evler gibi bilimkurgusal ögelerin varlığı sevindirici olsa da karakterlerin yeteri kadar iyi işlenmediğini düşünüyorum.
Seray Şahiner - Antabus
Kahretsin ya…
Çok etkileyici, moral bozucu bir kitap. İnsan utanıyor okurken. Ne hayatlar var… Tam bir “breaking bad” durumu var aslında.
Harika bir anlatım. Kitabın içine düştüm resmen. Kesinlikle tavsiye ederim.
Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine’yi okudum. Bu kitap okuduğum ikinci Cicero kitabı oldu. Daha önce Yasalar Üzerine kitabını okumuştum ama yazar kitabı “diyalog yöntemi” ile yazmasına rağmen kitabı yeterince anlaşılır bulamamıştım. Bu kitapta da diyalog yöntemi yer alsada, diyaloglar fazla yer tutmadığı için bu kitabı daha başarılı ve anlaşılır buldum.
Cicero okumaya başlamak isteyenler varsa bu kitapla başlamalarını tavsiye ederim.
Tebabithia Köprüsü
Allahım çok kötü oldum. 5. sınıfta filan filmini izleyip göz yaşlarımı şelale etmişti kendisi ve kitabı ile de beni ağlatan ilk kitap olma ödülüne layık oldu.
Filminden bir kaç ufak şey dışında farkı yoktu ve okurken tek tek sahneler gözümün önüne geldi. O ufak tefek farklılıklar ve ilerleyişten ötürü de acaba malum olay yaşanmaz mi diye boş bir umut da beslemedim içimde desem yalan olur. Belki ondan böyle vurdu bana bilemiyorum. Filmini bile 7-8 kere izlememe rağmen o malum olay belki olmaz diye izliyordum her seferinde yani. Bende böyle bir şeyim.
Malum olaydan sonra ise -artık spolu yazayım izlemeyen yoktur ama- filmde Jess’in sadece duruşunu ve tepkilerini görebiliyorduk ama arkadaşının ölümünü cenazesini görene kadar idrak edememesi, idrak etmek istememesi ve kendi içinde yaşadığı olayların anlatımı çok fena yansıtılmıştı. Film ile aynı yerde ağladım yani öyle diyeyim. Ekstra spoilerli replik x2 Krepleri yedikten sonra “hangi küçük kız” demesi…
Bence kesinlikle izleyin ve okuyun. Bir çok duyguyu mükemmel anlatıyor ve hem okurken hem izlerken sizi dostluk bağının içine çekiyor. Bugün yarın tekrar izlerim filmi eminim.
Yevgeni Onegin’i yarım bıraktım.
Bir podcast programında Sabri Gürses, Rus Edebiyatı’nın temel taşlarından birisi olarak Yevgeni Onegin kitabını gördüğünü ve bu kitabın mutlaka okunması gerektiğini söylemişti. Bende kütüphaneye gidince kitabın YKY baskısını aldım ve okumaya başladım, ama kitap bir türlü ilerlemiyordu. Kitap şiir-roman olduğu için Türkçeye doğru aktarılamadığını düşünürken birden diğer çevirilerine bakmak aklıma geldi ve Sabri Gürses’in çevirisinin ön okumasına denk gelip, onu okdum.
Sabri Gürses’in çevirisini okuduktan sonra sorunun kitapta değil çeviride olduğunu anladım. Sabri Gürses’in çevirisi yağ gibi akarken ve şiirsel yapısını korurken; Azer Yaran çevirisinde şiirsel yapıyı koruyacağım derken anlaşılmaz bir dil kullanılmış, kitap o kadar anlaşılmaz ki kitabı duvara fırlatasım geldi.
Sabri Gürses çevirisini temin ettikten sonra kitabı yeniden okuyacağım.
EJDERHA’NIN YUMURTASI (CHEELA #1)
KONUSU
Fedakarlık ve zafer dolu bir hikayede, bilim insanları Ejderha’nın Yumurtası isimli nötron yıldızında yaşayan akıllı yaşam formları Cheelalarla iletişim kurmaya çalışıyor. Fakat insanların bir dakikası Cheelaların iki yılına eşit. İnsanlar bu engeli aşıp Cheela medeniyetinin öğretmeni olabilecekler mi?
DÜŞÜNCELERİM
Kitabın ilk bölümünde Ejderha’nın Yumurtası’nın ve üzerindeki hayatın nasıl var olduğunu görüyoruz. Silahı keşfetmeleri, tarıma geçişleri, matematiği öğrenmeleri, dinin ve astrolojinin doğuşu derken sırayla medeniyet basamaklarını tırmanıyorlar. Bu bölümler, acaba biz de mi böyle yaptık diye düşündürüyor.
Sonra, bilim insanları nötron yıldızını incelemek için yaklaşıyorlar ve insanların farkında olmadan yaptığı şeyler, Cheela medeniyetinde köklü değişimler doğuruyor. Örneğin; Cheela’nın biri, uzay gemisinin başlattığı yüzey taramasındaki lazer ışığını, tanrının bir işareti zannediyor. Lazer üzerinden geçince sıcaklığı yüzünden büyük bir zevk hissediyor ama gözü hassas olduğu için lazeri sadece o görebiliyor. Lazerin izlediği yolu takip edip, diğer Cheelaları “Bakın şimdi size tanrının kutsamasını getireceğim.” diye kandırıyor. Hatta kendisini peygamber ilan edip, tüm kabilelere dinini yayıyor. Fakat tarama bitip lazer söndüğünde “Tanrıyı kızdırdın, seni şarlatan!” diye müridleri tarafından katlediliyor.
İnsanların ve Cheelaların birbirlerini keşfetme ve birbirlerine mesaj gönderme uğraşları, iki aşığın kavuşma çabaları gibi heyecan vericiydi. İletişim kurmayı başardıklarında kitabın final bölümüne giriyoruz. Bu bölüm, geri kalanına göre biraz hızlı ilerlese de tatmin edici bir sonla bitiyor.
Kitap Hard Science Fiction türünde olduğu için dili ağır. Özellikle başları, fizik ders kitabı gibi detaylı açıklamalarla dolu. Yazar, insan karakterleri yazarken fazla çaba göstermemiş ama zaten çoğunlukla Cheelalara odaklanıyoruz. Yarım santimetre çapında birer amip olmalarına rağmen Pembe-Gözler, Hızlı-Öldüren ve Yamaç-İzleyen’in maceraları beni etkilemeyi başardı.
Sonuç olarak, ilk temas ve farklı zaman algısı gibi konular ilginizi çekiyorsa ve bilimselliğe önem veren bir kitap arıyorsanız okumalısınız. Türkçesi maalesef yok, Clarke, Asimov ve Herbert gibi ustalardan övgü alması yeterli olmamış.
Sevgili Arsız Ölüm’ü okudum. Latife Tekin’in kitaplarının şanını bir süredir duyuyordum ama sürekli es geçiyordum, ama yazarın tarzının Marquez’e çok benzediğini bir yerde okuduktan sonra yazarın en çok övülen kitabını okumaya karar verdim.
Kitabı tek bir kelimeyle tanımlayacak olursam bu kelime kesinlikle “hızlı” kelimesi olacaktır. Birisi bana, bir kitap okuyacaksın ve başın dönüyormuş gibi hissedeceksin deseydi ona kesinlikle inanmazdım, ama kitap kesinlikle baş döndürücü bir hızla akıp gitti. Bazı yerlerde takip etmekte zorlanıp, geri dönüp tekrar okuduğum yerler oldu. Kitapta hızın biraz fazla kaçtığı yerler dışında bir kusur göremedim.
Hareketli olay örgüsü üstüne yazarın muhteşem üslubu da eklenince ortaya benzersiz bir kitap çıkmış. Yazarın diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitabın okumadan önce “büyülü gerçeklik” türünün ne olduğunu araştırmanız kitabı anlamanızı kolaylaştıracaktır.
Barış Müstecaplıoğlu’ nun Osmanlı Cadısı bitti.
Osmanlı zamanıyla gelecek arasında gidip gelen bir bilimkurgu. Kapağında ‘‘Bir İstanbul Bilimkurgusu’’ yazsa da bende daha çok bir İstanbul distopyası duygusu uyandırdı. Konusu ve kurgusu itibariyle bence ortalamanın üzerinde. Konunun işlenişi güzel. Anlatımda pek bir aksaklık görmedim. Akıcı diyebileceğim bir anlatımı var ve bu sayede beni pek sıkmadı. Ancak romanla ilgili en bariz aksaklık karşılıklı konuşmalarla ilgili. Karşılıklı konuşmaları okurken ‘‘tamam gelecekte geçiyor ama bizimkiler böyle konuşmaz ki’’ diyorsunuz. ‘‘Kahrolası fedareller’’ tadında bir alt yazı Türkçesi okuyormuşum hissi uyandırdı.
Özetle genel anlamda güzel bir yerli bilimkurgu/distopya okudum ama yine genel anlamda bir yerlerde bir şeyler eksik, olmamış, yapay gibi duruyordu. Sonuçta dört doğru bir yanlışı götürür ve okunur.