Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Olem’in kişiliği öyle. Hatırladığım kadarıyla da ilk tanışmalarında böyle reveranslar falan yaparak konuşmayacağını söylüyordu diye hatırlıyorum.

Anladım hocam. Bu açıdan düşünmemiştim çünkü henüz bu grupların kendi içlerinde tutucu fırkalar olduğunu bilmiyordum veya kaçırmışım.

Evet, ilk tanışmalarıydı bu. Ilerleyen kısımlarda yanlarında başkaları varken daha resmi davrandığını gördüm.

Kitap istediğim kıvama geldi ama Metro serisini okuduktan sonra yavaş olduğumu düşünüyordum ki bir sayfada 39 satır olduğunu gördüm. Metro serisinde 28-30 idi bu sayı :thinking:

2 Beğeni

Hayvan Çiftliği, Orwell

Spoiler olan kısımları blurladım. Aslında kitabı okuyanlara yönelik bir yazı oldu, kitabı özetlemek gibi oldu o kısım ama olsun, yazdık bir kere.

Uzun süredir ertelediğim, okumak istemediğim, en sonunda Devlet Ana’yı okurken aradan çıksın diye paralele aldığım bir kitaptı. Akıcı, yormayan bir tarzda olduğunu düşünmekle beraber hikayenin sonunu da merak ettirmesi dışında çok da sevemediğimi söyleyebilirdim. Ta ki, kitabın son 15-20 sayfasında, kitapta bahsedilen olayların, Bertrand Russell’ın Aylaklığa Övgü adlı denemesindeki eleştiriye ne kadar da oturduğunu, dahası bu olay ve durumların günümüz dünyası için de ne kadar acınası bir benzerliğe sahip olduğunu fark etmemle birlikte kitapla olan bağım, farklı bir noktaya taşındı.

Bahsolan denemede Russell, modern dünyanın (1930’lar) trajikomik bir resmini bize sunar. O’na göre, teknolojik gelişmeler insanlığın refaha ulaşması için gereklidir. İnsanlar, o refaha ulaşmak için sıkıca çalışabilir, bu normaldir; ancak o teknolojik gelişme artık mümkün olduğunda insanlığa beklenen, amaçlanan refahı getirmez. Dahası, insanlar harıl harıl çalışmaya devam eder. İddiasına göre, insanların günde en fazla 4 saat çalışması ile yaşamlarını idame ettirebilmesi mümkündür. Ama modern dünya buna izin vermez. Çalışmak, emek, alın teri gibi kavramlar her toplumda kutsaldır, kutsallaştırılır. Teknolojik gelişmeler, amaçları doğrultusunda kullanılmaz; 2 insanın 4’er saatte bitirebileceği bir işi 1 insana 8 saatte yaptırır, diğer insanı işsiz bırakır. İnsanların “boş durması” her toplumda ahlaksızlık gibi görülür. Çalışmak, çok çalışmak, daha çok çalışmak insana çocukluktan beri aşılanır. İşte Russell’a göre bu, aptallıktır. İnsanlar 4 saat çalışsa ve geri kalan vakitlerini kendilerine ayırsa stresin, huzursuzluğun, gerginliğin ortadan kalkacağını; bunun küresel çaptaki etkisinin ise savaşların sonlanmasına bile varacağını savunur. Nitekim günümüzde insanların “eşek” gibi çalıştığını, işten arta kalan vaktinde ise hiçbir “aktif” etkinliğe mecalinin kalmadığını ve pasif etkinliklerle (sinema, televizyon, tiyatro vs.) vaktini geçirdikten sonra uyumaya gittiğini söyler.
Ayrıca dünyadaki birçok gelişmenin (sanat, edebiyat vs.) boş vakti çok olan insanlarca gerçekleştirildiğini söyler. (Tabii, bu insanların boş vakitlerini nasıl değerlendirmesi gerektiğini çok iyi bildiklerini de ekler.)

Hatırlarsanız, Hayvan çiftliğinde hayvanlar (domuzlar ve köpekler hariç) serüven boyunca çiftliklerine Yel Değirmeni yapmak için çabalar. Bu çabalama öyle boyutlara ulaşır ki, hayvanlara acırsınız. Söylenene göre Yel Değirmeninin yapılması ile ahırlara sıcak-soğuk su gelebilecek, hayvanlar haftada yalnızca 3 gün çalışacak ve daha çok yiyecek tüketebileceklerdir. Bu rüyanın peşine yıllar boyunca düşülür. Değirmen yapıldığında ise hiçbir şey değişmez. Domuzlar ve köpekler “Çiftlik Evi” nde rahat, refah içinde bir hayat sürmeye devam ederken, değirmen için uğraşan hayvanlar zamanla daha az yiyecek bulur, daha çok çalışmak zorunda kalır ve ne için çalıştığını da pek algılayamaz duruma gelir.
Slogan bellidir: “Daha çok çalışacağım” ve “Napoleon yoldaş her zaman haklıdır.”
Değirmen yalnızca Domuzların ve daha az oranda köpeklerin ekmeğine yağ sürer.

Russell’a göre modern dünyada büyük çoğunluk, küçük azınlığın refahını arttırmaktadır. Böylesi bir çalışma gereksizdir. Kitapta olanlar da tamı tamına bu durumla örtüşür. Çiftliğin yönetimini ele geçiren Napoleon adlı domuz, öyle sinsi tasarılarla toplumunu uyutur ki, hayran kalırsınız. Hayvanlara çok çalışmaları için bir ideal verir, onları bu idealle uyutur; yönetime geçişinde konulan 7 Emir’i adım adım kendi işine yarayacak biçimde tahrif eder. Namuslu, onurlu olan “yoldaşlar”, bir günde vatan haini olur. Napoleon’un medya organı olan Squealer adlı domuz, dur durak demeden 7/24 propaganda işlevini görür.
Bir gün önce olmuş olanın, aslında olmadığını, hayvanların yanlış hatırladığını söyler veyahut aslında bir gün önce söylenen şeyin başka bir amacı taşıdığını, Napoleon hazretlerinin dahice bir politikası olduğunu bir güzel yutturur, her seferinde.

Hayvanlar zamanla daha az yemektedir, daha çok çalışmaktadır. Ancak Squealer’in verdiği istatistik verilerine göre çiftlikte her şey, Ayaklanma öncesi duruma göre çok daha iyidir. Hayvanlar, serzenişte bulunacak gibi olur ancak her seferinde, Napoleon’un şakşakçıları olan koyunlar devreye girip “Dört ayak iyi, iki ayak kötü” derler.
(Tanıdık gelecektir.)

Hayvanlara içki içmek, Ayaklanmanın ilk gününden beri yasaktır. Tesadüfen bulunan viskinin (siz buna ejder meyveli smoothie de diyebilirsiniz) tadını çok beğenen domuzlar zamanla bu kuralı da bir gecede değiştirir. Artık yalnızca domuzlar içki içebilecektir. Diğerleri avuçlarını yalayacaktır.

Size yine tanıdık gelecek bir durumdan daha bahsedeyim:
Sert geçen kışın sonunda yiyecek sıkıntısı başgösterir. Domuzların ve köpeklerin yiyecekleri tastamam verilmesine rağmen diğer hayvanların yiyecekleri tayınlarda “yeniden düzenleme” yapılır. “Kısıntı yapmak” kelimesi kullanılmaz. Ama Squealer’in verilerine göre Ayaklanma öncesine göre daha fazla yiyecekleri vardır, durumları yine de iyidir.

7 Emir’de bir kural da şudur: İki ayak üstünde yürüyen herkesi dost bileceksin. Bu kural da bir gecede tahrif edilir. Domuzlar Çiftlik Evlerinden (siz buna saray da diyebilirsiniz) sırayla iki ayak üstünde çıkar. En son Napoleon Önderimiz insan kıyafetleriyle boy gösterir. Hayvanlar tepki gösterecek gibi olur, koyunlar araya girer ve “Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi” der, yoğun tezahüratlardan dolayı kimse itiraz edemez.

7 Emirdeki son madde şudur: Bütün hayvanlar eşittir.
Artık zorbalığının, hükümranlığının zirvesini yaşayan Napoleon Önder bir gecede yeni kanunu ilan eder ve unutulmaz bir cümle çıkar ortaya : Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.
Domuzlar ve onların muhafızları köpekler, kaymak tabakadır, diğer hayvanlar ise köledir. Zannediyorum bugün bize yutturulan hikaye de budur. Köle olan çoğunluk herkesin eşit olduğu yolundaki sarsılmaz inançla yaşar, çabalar, çırpınır ama verilen emekler kaymak tabakaya bal ikramından başka bir şey değildir.

Her şey bir yana, kitapta asıl eleştirilen şeyin doyumsuzluk ve bencillik olduğunu düşünüyorum. Kapitalist sistemi alt edip komünizmi getiren devrimci hayvanların artık daha kötü durumda olması ve buradaki yöneticilerin (İnsan ve domuz) birinin zorba, diğerinin zorba ve doyumsuz olması sistem eleştirisinin geri planda olduğunu düşündürdü bana.

12 Beğeni

Biraz açsanız okuması rahat mı Roman mı yoksa biyografi mi? Biyografi okumayı seven biri olarak soruyorum.


Hasan Ali Toptaş- Gölgesizler
Hasan Ali Toptaş’tan okuduğum 4. kitap oldu. Daha önce Yalnızlıklar şiir kitabını okumuştum, sonra ben bir gürgen dalıyım’ı okumuş ve baya beğenmiştim. Aradan zaman geçti ve kuşlar yasına gider kitabını okumuş ve açıkçası biraz sıkılmıştım. Anlatım güzel, dili kullanım güzel ama hikaye fazla durağan gelmişti. O yüzden gölgesizler’i bayadır erteliyordum. Nihayet okudum. Kitaba gelirsek, büyülü gerçeklik sınırlarında gezen, gizemin ve sırların azalmadığı harika bir eser yazmış Hasan Ali Toptaş. Dili kullanmasına ve kelimeleri seçişine, anlatımına zaten laf edemem. Kitap çok etkileyici ve her sayfasında merak dozu korunuyor. Filmini de izledim hemen. Filmi de oldukça başarılı, zaten kadrosunda Selçuk Yöntem, Altan Erkekli, Ertan Saban, Ahmet Mümtaz Taylan falan var. Atmosferi güzel yansıtmış. Ama tabiki kitabı çok daha başarılı. Sadece sonu acaba başka olabilir miydi dedim ve biraz da soeu işaretleri kaldı aklımda. Kısaca yerli edebiyatta, bence, oldukça iyi bir eser olarak yer alıyor. Hasan Ali Toptaş okumak isteyenlere en başta önereceğim kitabı bu olur. Herkese keyifli okumalar dilerim.

9 Beğeni

Merhaba. Nereye yazmam gerektiğini bilemedim belki buradan birisi görür diye düşündüm. Rüzgar Gibi Geçti kitabından referanslar vererek Amerikan İç Savaşı’nın nedenleri hakkında bir ödev hazırlamam gerekiyor. Ödevimi İngilizce olarak hazırlayacağım. Kitabı okumadım. Bana kitabı okuyup da şu kısımlar işine yarar diyebilecek birileri var mı? Varsa çok güzel olur :sweat_smile: .

1 Beğeni

@Mazotci’nin yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Geçenlerde bana önermişti bu kitabı :slight_smile:

Bu arada Oblomov’u okuyorum şu sıralar. Okumaya çalışıyorum daha doğrusu. İş, makale vs sebebiyle hiç vakit bulamadım neredeyse. 113. Sayfadayım ve oldukça akıcı gidiyor. İş Bankası HAY Klasiklerinden bendeki baskı. Almayı ya da okumayı düşünen varsa kesinlikle tavsiye ediyorum. Kalınlığına rağmen çok akıcı giden bir kitap.

3 Beğeni

Hatırladığım kadarıyla yardımcı olurum.Güney ve kuzeyin savaştığı zamanları anlatıyor.Burada spoiler vermek istemem kitabı okumayanlara ama ödev için güzel kitap seçmiş bence,savaş hakkında birçok detay var kitapta.

1 Beğeni

Galaksi çöküyor ( vakıf’ın sınırı)

Vakıf serisinin ilk üç kitabını yakın zamanda okudum. Devam kitaplarının baskısının olmaması, ne zaman basılacağının belli olmaması herhalde hayatımın en önemli problemi oldu. Çocuk gibi hüzünlendim, duygulandım bu duruma zaman zaman, aklıma geldikçe.

Bir miktar yüksek fiyatlara kitapların Altın Yayınları baskısına ulaşmak mümkün tabi, gerek fiyatlarının yüksek olması gerekse baskılara yönelik eleştiriler de almamı engelledi ama en son dayanamadım ve telefonla epub okuyanlar arasına katıldım. Dün gece, gerekli programı ( lithium) indirdim ve okumaya başladım. Kitabı da neredeyse yarıladım.

Düşündüğümden çok daha rahat okunuyor. Bu kısa deneyim bir e-kitap okuyucu almakla sonuçlanabilirdi fakat çok pahalılar :slight_smile:

Elimde sadece vakıf kurulurken kitabı mevcur. Arada eksik kalan diğer kitapları ve ek olarak robot serisini de telefonumla okumayı ciddi biçimde düşünüyorum artık.

9 Beğeni

Bilimkurgu türünde özellikle Asimov’suz kalıyoruz şu günlerde. Baskısı olmayan birçok kitabı mevcut. Fiyatlar da ha bire yükseliyor. Epub olarak okumanız da iyi bir seçim bence. Böyle giderse kitaplar hiç basılmayacak gibi duruyor.

4 Beğeni

Ortada çok güzel bir üretim var, bundan mahrum kalmış durumdayız. Düzgün çevirilerle, güzel bir baskı ile okunmayı kesinlikle hak eden, hatta fazlasıyla hak eden kitaplar ama el mahkum, böyle okuyoruz. Yine de önemli olan okumak herhalde, diğer dilekler ikinci planda kalıyor.

3 Beğeni

Merhaba. Şu anda, Mark Lawrence’ın düzenlediği SPFBO yarışmasında 2. olan ve M. L. Wang tarafından yazılan Sword of Kaigen’i okuyorum

6 Beğeni

Merhaba. Bu kitabı okumayı bitirdiniz mi? Diğer kitapları okudunuz mu? Yorumlarınızı öğrenebilir miyim?

Kusura bakmayın, 5000 küsür mesaj olunca içinde arayamadım o yüzden en iyisi doğrudan sormak dedim :innocent:

2 Beğeni

Merhaba , evet okumayı bitirdim.Serinin ilk iki kitabını okudum , kısaca izlenimlerim şunlardı;
-Eser bahsedildiği kadar karmaşık ve özgün yapıda.
-Okuduğum diğer fantastik eserler arasında belirgin farklar var.
-Yazarın dilinin farklı olduğu kolayca anlaşılıyor.
-Yazarın oluşturduğu evren, diğer fantastik evrenlerle benzerlik göstermiyor (ki bu oldukça olumlu)
-Kitabı sakin kafa ile okumak lazım , gerçekten :upside_down_face:
-Genellikle eş zamanlı üç kitabı okurken , bu eser karşısında eş zamanlı kitap okuyamadım.Betimlemeler zorladığı için değil de konu arapsaçı gibi :sweat:

3 Beğeni

Teşekkürler :slight_smile: İlk izlenimleriniz iki kitap sonrasında değişmemiş :slight_smile: Ben belki değişmiştir diye düşünmüştüm.

Devam etmeyi düşünüyor musunuz? Ben tüm seriyi okudum ama Türkiye’de pek fazla okuyan yok. İngilizcesi de çok ağır aslına bakarsanız. Aslında kendi ana konusuna izlenimlerimi yazdım, size de buradan söylemek isterim. Tor sitesinin çok güzel bir re-read’i var. Okurken aynı zamanda ordan takip ederseniz süper oluyor, her şey yerli yerine oturuyor. Bölüm bölüm ilerliyorlar ve spoiler da içermiyor. Gönül rahatlığıyla takip edebilirsiniz :slight_smile:

1 Beğeni

Rica ederim :slightly_smiling_face: İthaki seriyi basacağı için şu sıralar maalesef devam etmeyi düşünmüyorum , seriye ciddi anlamda emek vererek sindire sindire okumak lazım dediğiniz gibi dili ağır.Tavsiyeniz için yinede teşekkür ederim :slightly_smiling_face:

2 Beğeni

Kitabı yeni okudum sanırım bu gazla bir Karayip Korsanları fimni iyi gider. Veya öneriniz varsa açığım. Bu seride fantastik ögeler az bulunmasına rağmen favorilerim arasına girdi. Konu hakkında diyebileceğim tek şey bol bol deniz ve korsan var, daha fazlası ilk kitabı okumayanlar için spoiler olabilir. Neyse ortaçağvari bir dünya, hırsızlık çetesi, zeki başkarekter ve fantastik şeyleri seviyorsanız kitap tam size göre. Tavsiye ederim. Bu arada teşekkür kısmında (yazarın teşekkür ettiği kişi listesi) Joe Abercrombie ismi dikkatimi çekti bir süredir radarımda olan bir yazar tarzları benziyor mu bilmiyorum ama sanırım en yakın fırsatta Kadim kanunlar serisini ve Çolak kral kitabını alıp okuyacağım. Herkese iyi günler.

15 Beğeni

Bu serinin 3. kitabı da var (Hırsızlar Cumhuriyeti), çevirisi de var. Hazır başlamışken devam edin derim ancak ilk iki kitabın bir tık altında kalıyor.

Bunun haricinde Joe Abercrombie grim-dark türünün en iyilerinden kabul ediliyor. Antihero tarzı kitaplar severseniz (mesela Mark Lawrence’ın Broken Empire serisi gibi), onu da tavsiye ederim, çok güzel bir seridir :slight_smile:

1 Beğeni

Broken Empire okudum müthişti. Sanırım grimdark türü çok hoşuma gidiyor. Hırsızlar Cumhuriyetini de okuyacağım ama araya bir iki kitap alıp öyle devam etmeyi düşünüyorum. Öneriniz için teşekkürler.

1 Beğeni

İlk kitabı yarıda bıraktım, hiç beğenemedim. Yazarın anlatımını hiç beğenmedim. Konu desen çok ucuzdu. Herkesin beğendiğini görünce diyorum içimden; “ulan bende mi bir sıkıntı var?” :smiley: