Evet, kitaplarda olan bazı hadiseler filmlerde yoktu.
Filmleri çocukken izlemiştim ama kesinlikle hepsini izlediğimi sanmıyorum, o zamanlar öyle sırasıyla izleme-okuma gibi bir alışkanlığım olmadığı için öyle izleyip geçmişim sanırım
Filmlerin hepsini izlemediğiniz daha iyi olmuş. Kitap sizi esir alacak ve elinizden bırakamayacağınıza hemen hemen eminim (1-2-3. kitap biraz çocukça gelebilir ama 4.kitaptan itibaren ayrı bir atmosferi var.)
Cevabı biraz geç yazabildim. Kusura bakmayın
harry potter kitaplarini okudugunuzda filmleri yarım bırakırsiniz.Ben bir okur olarak çok kızmıştım kitaplarin bu şekilde harcanmasına yazarı bu filmlere nasıl onay vermiş hayret etmiştim. Hatta 4. kitap mıydı tam hatırlamiyorum sanki film kitabı baştan yazmışti
Şubattan beri kitap okumuyorum. Lütfen beni linç edin.
Hemen şimdi ayağa kalkın ve bir kitaba başlayın. En merak ettiğiniz kitap olabilir ya da rastgele gözünüzü kapatarak seçin
Temmuz ayının başlangıcıyla kitap okumalarıma hız kazandırmak istedim. Malum geçen ay çok fazla okuyamamıştım. Açılışı Dünya’ya Düşen Adam ile yaptıktan sonra ilk defa bir karar alarak çoklu okuma planına geçtim. Böylelikle şu anda okuduğum kitapları bitirmeden yorumlamak isterim.
Hediye olarak gelen Kent kitabını hiç bekletmeden okumaya başladım. Hemen okumamdaki en büyük neden kitabın kısa kısa hikayelerden oluşmasıydı. Yeni bir yazar ve kısa öyküler daima beni sabırsızlandırır açıkçası.
Öncelikle yazarın dili çok akıcı ve sade. Kitabın beşinci öyküsündeyim ve okuduğum her öyküyü beğendim. İkinci öykü favorimdir şimdilik. Yazarın günümüz teknolojisi hakkındaki öngörülerinin çoğu isabetli olmuş. Ayrıca bazı yerlerdeki yıl tahminleri de beni etkilemedi değil. Farklı tarzlar ve değişik bir bilimkurgu havası isteyenler için önerilecek kitaplardan birisi olan Kent’i tüm bk hayranlarına öneriyorum.
Valis serisi hız kesmeden basılırken ben de ikinci kitabına başladım hemen. İlk kitaptaki olaylardan 100 yıl sonrasını anlatan roman ilkine göre daha anlaşılır ilerliyor. Yine PKD’nin klasik temalarını içeren Kutsal İstila’dan beklentim ilk kitaptaki gibi sonlarına doğru beni etkilemesi.
Son olarak Bilimkurgu’nun dışına çıkarak @isos81’in önerisiyle Belgariad serisine Kehanetin Oyuncağı ile başladım. Masalsı anlatımı ile çok çabuk ilerlediğimi düşündüğüm bir kitap. Yazarın anlatımını sevdim. Okuru çok yormuyor ama hikayenin içindeki çeşitlilik benim gibi seriye yeni başlayanları zorlayacak cinsten. Bunu da okuyarak aşacağımı düşünüyorum. Kitabın 3’te1’i bitti ve olaylar da yavaştan alevlenmeye başladı. Beğeneceğim bir seriye benziyor umarım yanılmam.
Soğuk Deri’yi okudum. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ıssız ve soğuk bir adaya meteoroloji uzmanı olarak atanan kahramanımızın bu adaya ayak basmasıyla başlıyor hikaye. Daha sonra adanın hiç de ıssız olmadığını fark ediyor ve kabusa dönen gecelerinde hayatta kalma savaşı veriyor. Esasında insanın ötekiyle olan meselesini anlatmak istemiş yazar. İnsanın insan olmayana karşı duyduğu korku, öfke, empati… Dönemin sömürgeci zihniyetinin bir yansıması da görülüyor hikaye boyunca. Atmosfer kurulumu başarılı, ötekilerin ortaya çıkışıyla yazarın vermek istediği korku ve gerilim okura geçiyor.
Bunların yanında, yazarın şiddete ve erkeğin egemenliğine vurgu yapma tarzını sevmedim. Bunları anlatamaz ya da anlatmamalı demiyorum fakat ötekileştirmeyi ve doğadaki üstünlüğü anlatacağım diye hemen bunlara sarılması bana biraz kolaya kaçmış hissi verdi. İnsanların şiddete ve zevklerine olan düşkünlüğünü çok daha incelikli bir şekilde anlatabilirdi. Elimde bir adet aptal ve savunmasız bir dişi bir de akıllı bir erkek var. Bu durumda bu erkeğin bu dişiyi kendine köle yapmasından başka bir seçeneği yok, kim olsa bunu yapar çünkü erkeğin hisleri, ihtiyaçları vs. Bu düşünce eserin anlatmak istediği şeyleri çok yüzeysel vurguluyor. Ben de böyle bir kolaya kaçma karşısında okur olarak aldatılmış hissedip, çok da anlamlı bir okuma yapmak istemiyorum.
İyi fikirleri olan fakat bunları okura aktarım aşamasında kolay yolu seçen bir roman olarak aklımda kalacak bu kitap. Özgün ya da etkileyici olduğunu söylemem zor. Yazıldığı dönemi göz önünde bulundurabiliriz belki ama bu da yine bahanelere sığınmak olur gibi geliyor.
Resmli Adam
Ray Bradbury’nin hikaye tarzını seviyorum, genel olarak anlatımını da seviyorum. Tabi ki Asimov, Clarke, Lem gibi daha ayakları yere sağlam basan bilim kurgu yazarlarının yanında, oldukça nahif kalıyor Bradbury’nin tarzı. Ama yine de başarılı buluyorum. Kitap 18 öyküden oluşuyor. Öyküler genel olarak benzer konularda. Bazı öyküleri gayet başarılı buldum ama bazıları ‘sıradan’ kaldılar. En sevdiğim hikaye Roket oldu. Bozkır, Gün geldi devran döndü, Bitmeyen yağmur, Tilki ve orman ve Şehir ise diğer beğendiğim hikayeler oldu. Bilim kurgu severlere ve yeni yeni başlamak isteyenlere tavsiye ederim. Bu arada güneşin altın elmaları bence daha başarılı hikayelerden oluşuyor. Umarım ithaki yakında o kitabı tekrar basar. (birkaç tane ortak hikaye de var iki kitap arasında. Benim Resimli Adam’da beğendiklerim genelde Güneşin Altın Elmaları kitabında da olanlar.)
Kumadam
E. T. A. Hoffmann iyi bir hikayecidir. Küçük Zaches namı diğer Zinnober kitabını çok sevmiştim ama bu kitap için aynı duygularda mıyım, emin değilim. Bu kitap iki hikayeden oluşuyor; kumadam ve ıssız ev. İkisi de birbirine benzer tarzdalar. Kısa, hızlıca okunan bir kitap ama çok mu ilgi çekici, bilemedim. Çok sevdim diyemeyeceğim ama ben zaten bu karanlık kitaplığı sevemedim. Demek ki bana çok da hitap etmiyor Serinin severleri daha iyi yorumlayabilirler kumadam kitabını.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
Merhaba, okuduğunuz kitap konu olarak ilgimi çekti.Düşünceleriniz dolayısıyla biraz çekimser kaldım okuyup okumama konusunda.Tavsiye eder misiniz?
Tavsiye ederim, okurken rahatsız olmama rağmen hızlı okuduğum ve atmosferine kapılabildiğim bir kitaptı. Hem yazarla çekişmek bazen keyif bile veriyor diyebilirim. Sadece, okuma listenizde öne çekmeye gerek yok. Okuyacak başka kitaplarınız varsa onlara öncelik verin derim.
Anladım.Çok teşekkür ederim.Ileriki zamanlarda bir şans vereceğim.
Blake Crouch - Sahte Bellek’i bitirmek üzereyim. Kitabın kapağına Gerilim-Macera yazılmış fakat Bilimkurgu-Dram yazılsaymış kitabın türünü çok daha iyi özetleyebilirmiş. Sahte Bellek için nöroloji ve fizik bilminin kurgusu diyebiliriz. İlk olarak belirtmek isterim ki, kitabı okumayı düşünüyorsanız arka kapağı yada kitap sitelerindeki tanıtım yazısını okumanızı önermem. Kitabın 150 sayfalık bölümü (yani yarısı) malesef arka kapakta bikaç paragraf ile özetlenmiş. Size sadece detayları okumak kalmış.
Spoiler vermemeye dikkat ediyorum. Kitap hakkında belirtmediğim eksik gedik var ise bu yüzdendir
Kitap konu itibarı ile hafıza, gerçeklik, zaman ve zamanı algılama temalarını kullanıyor. Hikaye, hayatını Alzheimer olan annesi için insanların hafızalarını elektronik ortama aktarmaya yarayan bir makine icat etmeye adamış bir bilim insanı olan Helena ve küçük yaştaki kızını bir kaza sonucu kaybetmiş olan Barry adında bir NYPD dedektifi üzerinden bölüm bölüm dönüşümlü olarak aktarılıyor. Olaylar, insanların kendine ait olmayan anıların aniden belleklerinde belirmesi sonucunda, kendi deneyimlediği gerçekler ile kendine ait olmayan anılar arasındaki ayrımı yapamamaları ve gerçekliği anlamlandırmakta çaresiz kalmaları durumu ile başlıyor. Bu şekilde hafıza ve gerçeği anlamdırma arasındaki ilişki temeli kitap boyunca işleniyor. Anlaşılacağı gibi içinde bol bol dram öğeleri de var.
Malum tema nöroloji, zamanı algılama, kuantum fiziği falan olunca konunun dağılıp gitmesi, okuyucunun kaybolması çok olası. Bu kitapta şahsen böyle bir durumla karşılaşmadım. Kaybolacak gibi olduğunuzda bölüm sonlarına doğru yada diğer bölümün başlarında bir şekilde konuyu topluyor ve işlenen tema anlamlandırılıyor. Ben, şahsen, bizzat, kendim okumasını hiç zor bulmadım.
Üşendiğimden orijinal metin ile çeviri karşılaştırması yapmadım.
Kitap kapağından “Steampunk” evreninde geçiyor gibi görünüyorda, evren olarak günümüzde ve günümüz şartlarında mı geçiyor?
Evet saçma bir kapak görseli tercihi yüzünden öyle gözüküyor ama günümüzde geçiyor.
İnceleme için teşekkürler. Çıktığından beri hemen alıp okusam mı diye gidip gidip geliyordum. Listemde öne çekeceğim.
Kapağın albenisi olduğu kesin fakat kitapla alakasız bir kapak. Neyse kapağa çok önem vermiyorum konusu benimde ilgimi çekti. Bende listemde öne çektim teşekkürler inceleme için
Kitabın konusu benim de ilgimi çekti. Sepete ekledim bile.
George Orwell, toplumda gördüğü anlamsızlıkları, sınıfsal çatışmaları, konumunu beğenmeyip yapabileceklerine bakmadan sınıf atlamaya çalışanları ve bunu başaramayanları kara mizah haline getirip harika bir şekilde işliyor. Herkesin 1984 ve Hayvan Çiftiliği ile tanıdığı Orwell’in “Boğulmamak İçin” ve “Aspidistra” kitapları da bir o kadar güzel ve anlamlı.
Biraz evvel Aspidistra’yı bitirdim. Kitap kısaca şunu anlatıyor; Kendince kapitalizme savaş açmış, elindeki pek çok “iyi” fırsatı kendi ilkeleri için elinin tersiyle iterken çevresi ve sevdiği kadın için bir problem haline gelen, sistemi, tüm orta sınıf ailelerin evinde ilahi bir kural gibi bulundurduğu “aspidistra çiçeği” ile sembolize eden, nihayetinde tıpkı 1984’teki Winston Smith gibi sistemi kabullenen Gordon’ın yaşadıklarına kimi zaman hak vererek kimi zaman da kızarak tanık oluyorsunuz.
Kitabın başındaki oldukça iddialı şu alıntı gidişat hakkında ipucu veriyordu:
Çevresinde gördüğü tipler, özellikle de kendisinden yaşlılar, ona müthiş bir çaresizlik duygusu veriyordu. Para tanrısına tapmak buydu işte! Ruhunu bir villayla bir aspidistra karşılığında satmak uğruna hayatını kur, işinde başarılı ol! 6.15’te bir tabak yemek ve armut kompostosundan oluşan akşam yemeği yiyip yarım saat BBC Senfoni Konseri’ni izleyen, sonra da karısı “havasındaysa” yasal bir cinsel ilişkide bulunan melon şapkalı tipik bir "küçük adam"a dönmek! Kadere bak! Hayır, yaşamak istiyorsan bu böyle olmaz. Bundan, para batağından kurtulmak zorundasın. Kafasında hep bu vardı Gordon’ın. Sanki paraya karşı savaşa adamıştı.