Selamlar! Normalde instagram hesabımda paylaştığım yorumlarımı bir de Rıhtım’da paylaşmak istedim. Ursula sevenlerle de kalpten kalbe, okurdan okura yol olsun diye.
Rocannon’un Dünyası ile Hainli Döngüsü incelemelerinin ilkini sizinle paylaşmak istedim.
Gerçeği efsaneden, doğruyu doğrudan ayırt etmenin öyküsü bu. Başka türlü, daha yalnız, daha hüzünlü, daha tam bir varlığa dönüşmenin öyküsü. Sömürgeciliğin ve istilanın kara gölgelerinden damarlanıp antropolojinin ışığında ivmelenen bir kan akışı misali varolan bir öykü. Yaratılan bir mit, uzak diyarlarda bir kahramanlık öyküsü, geçmişin köklerinden geleceğin yıldızlarına uzanan bir uzay operası.
Le Guin’in bu ilk romanı aynı zamanda edebî mirasının “safir kolyesi” Hainli Döngüsü’nün de ilk halkası. Yazarın içinde çağlayan nehirlerin sonsuz okyanuslara açılmadan önceki ilk taşkını. Epik fantastik ve bilim kurgunun iç içe girişi. Bilinmez bir evrene ilk adım, mitik kökenlerden yükselen çok sayıda ırkla tanışma, rölativite/uzay-zaman ekseninde kırılma noktaları. Tüm bunların yanında Yıldızlordu Rocannon ve Fian Kyo üzerinden kolonyal ırk ve yerli halk çatışmasına dair tarihi bir altmetin. Hepsinin üzerinde arkadaşlık, güven, hırslar ve korku ile kol kola ilerleyen destansı bir yolculuk. Lunapark treni misali hızlı ve alabildiğine yoğun. Olay içre olay, hikâye içre hikâye. Okuyucuyu doğası gereği kıyısında bırakan bir anlatı.
Rocannon’un Dünyası tüm bunların ötesinde bir kişinin, o biricik tekilliğin, sonsuz evrenin dişlilerinden sadece biri olduğunu da söylüyor okuruna. Varlığı işleyişe katkıda bulunan ama yokluğu işleyişi durdurmayan tozlu bir dişli. İç burkan, yaş akıtan. Rocannon’un üstünlükle “incelemeye” geldiği dünyada sürgün kaldığı an. İşte o an. Mitlerin peydahlandığı sonsuz döngüde bir insan hayatının çaresizliği üzerine epik bir gözyaşı damlası bu. Kurumayan. Orda kalan. Sonsuzlukta parıldayan bir yıldızın çöküş anı misali görkemli bir çaresizlik bu.
BİTTİ.
Tarihe olan ilgisini okul yıllarında kaybetmiş biri olarak bugünlerde aklımdan sürekli padişahlar, yeniçeriler, dilenciler, hanlar, hamamlar geçiyorsa ve bunu dönemin şartlarına ve atmosferine uygun kurgularla düşlerime dahil edebiliyorsam, İhsan Oktay Anar’ın başarısıdır; inanılmaz bir kalem, kurgu üstadı.
Anlatımında olayları rivayetlere göre beslemesi, konuyu pekiştirdiği gibi kitabın albenisini arttıran en tatlı unsurdu bana göre, çok hoşlandım.
Kısa süreli tek sıkıntım, bilinmeyen kelimelerin çokluğu oldu. Bir çoğunu da burada paylaştım, zaman zaman.
Bilimkurgu kitaplarının hemen ardından okumak; tuhaf demeyeyim, farklı bir lezzetti. Bu beni kitapta sıkça rastladığım “yedi iklim dört bucağa” götürür.
Kitabın kahramanı Uzun İhsan Efendi gibi düşler aleminde, kendi kendinize bir dünya atlası çizmek isterseniz, duanız bu defa benden:
“Yolunuz hicaz olsun, el kazana siz yiyesiniz”
Hava Uyanıyor serisinin ikinci kitabını okuyorum. Birinci kitapta dünyayı ve karakterleri tanıma fırsatımız olmuştu. Karakterlerin önceki yaşamları, yetenekleri, yaptıkları işler ve aralarındaki ilişkileri hakkında bilgi edinmiştik. İkinci kitapta ise direkt olarak o dünyanın içinde uyanıyoruz. Adeta bir savaşın ortasında Vhalla ile mücadele etmek üzere onun dünyasına ışınlanmışız gibi. İlk kitabı okurken inanılmaz keyif almıştım, ikinci kitap konuya tam olarak bir dalış yapmış olmasına rağmen yine merakla ve heyecanla kendini okutturuyor. Serinin beş kitaptan oluşuyor olması, bizi daha nelerin beklediği konusunda daha çok meraklanmama sebep oluyor. Son olarak kitabın Türkçe kapağının net bir fotoğrafını bulamadığım için orijinal kapağı eklemek durumunda kaldım.
Gelecek, azalan insan nüfusunun elektronik mutluluklarla yatıştığı ümitsiz bir yer. Sanatsız, edebiyatsız, sevgisiz ve çocuksuz; bazılarının dayanmaktansa kendini yakmayı tercih ettiği bir hayat.
Öyle bir hayat ki yaratılmış en mükemmel makine Spofforth bile katlanamıyor ve ulaşamadığı tek hayalini kovalıyor: intihar etmek. Ama bir erkek ve bir kadın, gereken umudu aşklarında ve kitaplarda bulacak. Hem dünya hem de Spofforth için.
DÜŞÜNCELERİM
Büyük kötü şirketlerin veya nükleer savaşın değil de iyi niyetlerin ve ufak hataların yol açtığı bir distopyayı konu alıyor. İnsanların Mahremiyet ve İçedönüklük prensipleriyle yetiştirildiği; başka bir insanla bir haftadan fazla birlikte yaşamanın, bir yabancının yüzüne bakmanın veya ona kendine ait bir şeyi vermenin suç olduğu bir gelecekte geçiyor. İnsanlar sadece tüketiyor ve kimyasallarla kendilerini mutlu ediyor. Yazar, üniversitede dersine giren öğrencilerin ilgisinin ve okuma alışkanlığının gitgide zayıfladığını fark edince böyle bir kitap yazmaya karar vermiş.
Yüzyıllar sonra okumayı öğrenen ilk insan olan Paul Bentley’nin hikayesi içinizi kimi zaman ısıtıyor kimi zaman da karartıyor. Konusunun aksine dili basit ve bana oldukça sürükleyici geldi.
Konusundan tahmin edebileceğiniz üzere Fahrenheit 451, Cesur Yeni Dünya gibi kitapların severlerine öneririm. Alteo Yayınevi tarafından 2003’te çevrilmiş ama bulunur mu bilmiyorum.
asker kaçağı
Tıpkı korkunun bütün sesleri gibi, bir bilim kurgu öyküleri seçkisini daha bitirdim ve yine çok beğendim. Bu kitapta da oldukça kaliteli yazarlar bir arada. Konu olarak daha ciddi olmasına karşın, daha akıcı ve nispeten daha hafif hikayelerden oluşuyor. Burun farkıyla daha fazla beğendim diyebilirim bu kitabı. Kitabın içindeki öyküler şu şekilde:
PKD’nin farkını ortaya koyduğu bir öykü ile giriş yapıyoruz. Çok akıcı ve güzel bir kurgu. Gerçekten yine yüzümüzü güldürüyor PKD bu öyküsüyle. Klasik PKD tarzı olarak ne gerçek, ne değil sorgulatan, sonunda da kararı size bırakan bir hikayeydi.
Alfred BESTER okumayı özlemişim. Yine zekice kurgulanmış, zaman yolculuğuna da farklı bir bakış getirmiş bir hikayeyle karşımızda. Çok başarılı buldum hikayeyi.
William TENN daha önce okuduğum bir yazar değildi. Bu kitapta, kitaba ismini de veren, asker kaçağı öyküsüyle bizlerle. Öykü içerisine sizi alıyor. Felsefesini sevdim, farklı bir yaşam türü ve bu türün militarist yaklaşımı, bizim militarist yaklaşımımız ve arada kalanlar gibi düşünebiliriz hikayeyi çok da ipucu vermeden.
PKD bir hikayeyle daha karşımızda. Konusu hakkında bir şey söylemek istemiyorum, okuyup görmeniz lazım. Çok beğendim ama sadece, PKD için genel eleştirim, tarih konusunda seçimleri çok iyi değil. Keşke biraz daha ileri yıllar olarak yazsaymış PKD (aslında tarih takıntım yok, yani “1977 geçti, böyle bir şey yok” falan demem, olaya bakarım ama takıntısı olanlar için daha iyi olurdu)
Katherine Maclean ve Tom Condit de daha önce duyduğum yazarlar değillerdi. Hikaye bu kitapta en beğendiklerim arasında, sanırım ikinci sırada. Ayrıca çok hoş bir süpriz de var kitapta, spoiler değil ama okumak istemeyenler için blurlayayım; hikayedeki geminin ismi Kemal ATATÜRK, çevirmen değil doğrudan yazar tercihiyle.
Stanislaw Lem’in efsane Siberya ülkesinden bir kısa hikaye kitapta kendisine yer bulmuş. Masalsı, esprili, hoş bir hikaye gerçekten. Korkunun bütün sesleri’ndeki hikayesini beğenmemiştim çok, ama bu hikaye Stanislaw Lem’in yazım türüne gayet uygun (espirili olana).
Eric Frank Russell yine okumadığım bir yazardı ve çok beğendim. Tarzı biraz Lem, biraz Bradbury. En sevdiğim hikaye Son Baskı oldu. Aynı zamanda en uzun hikaye de bu hikaye. Çok çok beğendim.
Müfit Özdeş enteresan bir hikayeyle kitapta yer almış. Bizden bir hikaye olması hoştu. Tabi ki kusurları var ama yerli olarak farklı olması ve bu kitaba eklenmesi hoş olmuş. Hayal gücünün ülkesi yok gerçekten.
Genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Korkunun bütün sesleri ile beraber oldukça fazla bilim kurgu hikayesi sunmuş oldular. İki kitapta da daha önce okumadığım isimler çok dikkatimi çekti. Bu kitap daha rahat okunan öykülerden oluşuyor. Savaş karşıtı olmalarıyla da bir adım öne çıkıyor. Yine bilim kurgu sevenlere, türe yeni başlayacaklara ya da yazarlara giriş yapmak isteyenlere öneririm. Herkese keyifli okumalar dilerim.
Ben yolculuktan önce kitapçıdan almıştım. Ama amazonda var, 1 adet kalmış görünüyor stokta, bence kaçırmayın. Hatta yanına mutlaka korkunun bütün sesleri’ni de ekleyip alın, pişman olmayacaksınız diye tahmin/umut ediyorum. @Blackheart o zaman kesinlikle asker kaçağı’nı da beğeneceksiniz
George Orwell yine hiç sıkmadan gayet akıcı bir şekilde anlatmış ve bence çok iyi bir gözlemci. Kitabı çok beğendim. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Yazarın en sevdiğiniz ilk 3 kitabını söyleyin deseler; Hayvan Çiftliği, 1984, Paris Ve Londra’da Beş Parasız derdim. Kitabın konusuna kısaca değinmem gerekirse; Paris’de parasız kaldıktan sonra otelde az bir paraya hemen hemen her işi yapıyor. Bulaşıkçılık, garsonlara yardım etmek, yerleri temizlemek…gibi. Daha sonra oradan ayrılıp pek iyi olmayan bir restoranda çok az bir paraya günde 17 saat çalışmaya başlıyor. Londra’da bir arkadaşına bana iş bulur musun diyerek mektup yolluyor ve arkadaşı kendisine Londra’ya gelmesini iş bulduğunu söylüyor. Bunun üzerine Londra’ya gidiyor ama iş olmuyor. Arkadaşından borç alarak ve berduşluk yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor. Berduşken kimi zaman çok kötü pansiyonlarda, kimi zaman sokaklarda, kimi zaman fıçı denilen devletin barınma yerlerinde kalıyorlar. Yaptığı işleri, kaldığı yerleri, oraların koşullarını çok güzel anlatıyor.
Amazon üzerinden iki kitabı sipariş verdim. Paylaşım için teşekkürler. Özellikle gece uyumadan önce birer öykü okumak bu aralar favorim. Bunları da beğeneceğimi düşünüyorum.
Rica ederim, keyif alacağınıza eminim. Uyumadan önce okuyunca bol bol bilim kurgu rüyaları görme gibi bir etkisi de var . @Blackheart, @ozgurs59 almış amazonda son kalanı, ama idefix ve kidega’da da varmış şimdi kontrol ettim
Keşke bu seriye dair tüm hafızam, anılarım silinse de aynı şekilde okuyabilsem. Sıkılarak okusam bile olur. Sizin de kitap ilerledikçe seveceğinize eminim. Sen Legolası görmeden o seni görebilir ama dikkatli ol
Orman’a girdikleri anda üstüme bir ağırlık çöktü resmen.Üç günde 50 sayfa falan okuyabildim.Ağaç olayı hele çok sıktı beni. Doğa betimlemeleri de çok sevmem ben.
Klasik Bilimkurgu Öyküleri bitti.Gerçekten arada öykü seçkileri okumak güzel oluyor.Bu kitabı da çok beğendim.Özellikle beğendiğim Abraham Merritt’ten Çukur Halkı oldu.Yazarın Lovecraft’ı nasıl etkilediği açıkça görülüyor.Wells’ten Yeni Hızlandırıcı ve Edward Bellamy’den Hikayem Size öykülerini de çok beğendim.Diğerleri içinde çok güzel diyemesemde iyiydiler.Okuduğum için mutluyum.
Temmuz ayının sonuna doğru geldiğimizde uzun bir süreye yaydığım Kutsal İstila’yı bugün bitirmiş oldum.
İlk kitaptan daha anlaşılır bir kurgusu vardı kitabın. İlkinden yüzlerce yıl sonrasını anlatan Kutsal İstila, Herb Asher ve onun Tanrı ile olan yolculuğunu anlatıyor. PKD’in üçlemede bahsettiği Valis bu kez karşımıza bir çocuk olarak çıkıyor ve bazı karanlık güçler de Valis’in doğuşunu engellemeye çalışıyordur. Çünkü Tanrı bir bebek olarak kaçınılmaz olan savaşın olacağı dünyaya kaçak olarak girmeye çalışmaktadır.
Romanda PKD’nin klasik gerçeklik sorunlarına ve Tanrılar arasındaki çekişmeleri bolca görüyoruz. Olaylar kimi yerlerde arap saçına dönse de finalde her şey bir bir çözülüyor. Kısacası sancılı başlayan ama sonuna doğru bir sürat teknesine binmişsiniz hissi veren bir kitaptı Kutsal İstila.
Monte Cristo kontu cilt 1’i bitirdim. @Okuryorum
Çok güzeldii. Ama olaylar yeni başlamış gibi hissediyorum O yüzden ikinci kitabın daha ilginç ve heyecanlı olacağını düşünüyorum. Ona rağmen birçok ilginç olay da olmadı değil. Yan karakterler daha baskındı en azından yarısından sonra. Ki bu da ana karakteri daha gizemli yaptı. 760 sayfa olmasına rağmen kendime göre kısa bir zamanda okudum. Gerçekten çok akıcı ve karakterlerin kendine has özellikleriyle bağlayıcı bir kitap. Yine de hemen ikinci kitaba geçmeyeceğim. Bu ay için son kitap olacak Dune Tanrı imparatoruna başladım.
Bekletiyordum bu kitabı belki ithaki 5 ve 6yı basar da öyle okurum diye. Ama bk klasiklerine elim gidince dayanamadım bunu listeme aldım. HARİKA başladı. Çok özlemişim Arrakis’i. Her ne kadar her şey çok fazla değişmiş olsa da… 3.kitaptan sonra 3500 yıl geçmiş. Ve II. Leto bıraktığımdan daha korkutucu bir halde. Yeni karakterlere de direkt ısındım. Hikayeye katkılarını merak ediyorum. Heyecanla devam edeceğim. Ama bu evren beni çok geriyor gerçekten. Frank Herbert sen nasıl bir insansın…