Scott Lynch - Locke Lamora’nın Yalanları’nı bitirmek üzereyim. Forumda bu kitabı okumamı öneren arkadaşlara tekrar teşekkür ederim. Bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biriydi kesinlikle. Spoiler vermeden şöyle bir bahsedicem.
Hikaye, yetim çocukları hırsızlık yapmaları için yetiştiren bir Hırsızbaşı’nın, tam bir başbelası olan Locke Lamora isimli hırsız çocuğu başından def etmek için şehirin tapınak rahibine satması ile başlıyor. Locke Lamora’nın da içinde bulunduğu Centilmen Piçler adını taşıyan hırsız loncasının, farklı stillerde icra ettiği soygunları ve lonca üyelerinin başlarına gelen olayları konu alıyor. Yazar Locke Lamora’nın çocukluk ve yetişkinlik hikayelerini zaman sırasına göre vermeyerek anlatımı tekdüzelikten kurtarıp ilgi çekici bir hale getirmiş.
Lamora’nın çocukluğunda geçen erken dönem hikayeleri okuğumuz bu kısımlar, karekterlerin arka planlarını içerip karekter gelişimini ve kişilik özelliklerinin temelini pekiştirirken, hikayeye yerli yerinde yedirildikleri için hikayeden kopmanıza neden olacak basit flashbackler yapılıyormuş etkisini kesinlikle yaratmıyor ki zaten flashback de değiller. Öte yandan hikayenin Locke Lamora’nın yetişkinliğinde geçen kısımları da A noktasından B noktasına direkt olarak gitmeyebiliyor. Yetişkinlik kısımının da kendi içinde farklı zaman dilimlerine atlayan bir kurgusu olabiliyor. Kısacası hikaye rayda giden tren gibi önceden belirlenen yolda dümdüz gitmemesine rağmen “Ne oldu? Şimdi bunlar hangi yılda? Bu olaylar ne zaman oluyor?” sorularla okuyucunun kafasını bulandırmıyor, herşey oldukça anlaşılabilir durumda. Ayrıca karekterler bana oldukça doğal ve samimi geldi. Olaylar karşısında beklenmedik eğrelti ergen tavırlar sergileyip beni kendilerinden soğutmadılar fakat birkaç yerde verilen tepkilerin eksikliği ve duygunun yeterince yoğun olmaması dikkatimi çekti.
Hikayenin geçtiği ortam için, “Pirate Town” denilen, eski oyuncuların Monkey Island’dan da aşina olacağı bir korsan kasabasının fantastik dokunuşlar ile süslenmiş ve 18.yy İtalyasının Neoklasik mimari üslubuna benzer yapılar ile genişletilmiş hali olan hayli orijinal bir coğrafya diyebiliriz. Olayların gerçekleştiği Camorr şehri, birbirine köprü ve geçitlerle bağlı ortalama bir semt boyutundaki birçok farklı adadan meydana geliyor. Haliyle kuzey köprüsünden geçip bir ada-semtin güneyine, oranın batı geçidinden geçip diğer ada-semtin doğusuna çıkıyorsunuz. Bundan dolayı adaların konumlarını kafanızda canlandırmak zor olabiliyor ve kitabın içeriğine bir harita eklenmemiş olmasının eksikliği hissediliyor.
Yılların, günün saatlerinin, rüzgar yönlerinin vs. kendi özel isimlerinin olması, kendine özgü inançların, dini önderlerin ve ritüellerin bulunması, hikayenin geçtiği tarihten önce o coğrafyada yaşamış olan kadim uygarlıklara yapılan göndermeler, büyüler, fantastik canlılar ve simya ile ilgili öğeler ile işin “fantastik evren” kısmı da gayet iyi kotarılmış. Bu kitapta evrenin geneline ve arka planına dair fazla açıklayıcı bilgiler yok, daha olay odaklı bir ilk kitap. Zaten olay akışı hiç durmuyor, sürekli bir aksiyon ile süregidiyor. Belki serinin devam kitaplarında evrenin arka planı daha fazla detaylandırılıp açıklanıyordur, bilemiyorum henüz 2. ve 3. kitabı okumadım…
Yazarın dilinin yetişkinlere göre olduğunu belirtmekte de fayda var. Hertürlü küfür, argo ve bel altı espiriler kitabın başından sonuna kadar bol bol mevcut, ki böyle olması da lazım… Yazarın sözde toplumun en alt sınıfında bulunan, en kötü şartlarda, en pis işleri yaparak yaşayan karekterlere, “Kitabı her yaştan insan alıp okusun” diye tamamen duygusal kaygılar ile tek bir argo kelime dahi kullandırmadığı zaman, seri ne kadar “epik” olursa olsun karekterler ilkokul seviyesindeki yapmacık 23 Nisan piyesi karekterlerinden bir adım öteye gidemiyor malesef.
Eğer bilindik kralların, şövalyelerin, şatolardaki prenseslerin cirit attığı epik fantastik kitapların haricinde farklı bir fantastik hikaye okumak istiyorsanız bu kitabı çok ertelememenizi tavsiye ederim.