Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Fahrenheit 451 - Ray Bradbury

“Bir metaforu kanıt, bir laf kalabalığı selini temel gerçekler pınarı, kendimizi de kâhin sanma aptallığına düşmek doğamızda vardır.”*

Kendi öfkesine sadık olmak isteyen bir yazarın, fikirlerin soykırımına duyduğu acıya dair yaktığı bir ağıt Fahrenheit 451. İskenderiye Kütüphanesi’nin alevlere teslim olmasını çok sevdiği kütüphanesindeki titrek ayaklı masada öğrenen genç Bradbury’nin Nazi kitap yıkımına ve Stalin’in Büyük Temizlik’ine dönem şahitliği ederek demlediği öfkesini taşmaktan korkmadan bardağına doldurması. Şiirsel, sansürsüz, akışkan ve delişmen. Kelimelerle oynarken onları sivrilten, McCarthycilik çağında doğup Hakikât Sonrası çağında sonsuzluğa yol alan bir bilinç boşalması. Nefes nefese, kana kana, bağıra bağıra yazıldığı her satırından dolup taşan bu hikâye Gaiman’ın da dediği gibi "doğru şeyleri bize anlatıp duran bir yalan"dan ibaret. Bir şeyleri umursayan o insanların hikâyesi bu. Kökleri “bir tuhaf tutuklanma vakasına” dayanan “Yaya” öyküsünde doğan Clarisse McClellan’ın esrik dokunuşu ile akmaya başlayan bir ortak kültür şarabı Fahrenheit 451. 20. yüzyılın çamurlu kaplanmış lenslerinden bakıldığında hataları da var elbette. Çoklukla elitist, derinlerinde bir yerlerde ırkçı dokunuşlar, okurken bacağınıza bir ısırgan gibi sürtünse de; sular durulduğunda Bradbury’nin inatçılıkla siyasî fikir veya fikirlerin kölesi olamayacak bir yazar olduğunu düşünüp bu sallantılı anların sebebinin Dünya kültürünün temelinde yatan beyaz ayrıcalıklara dayandığını anlamak güç değil. Son tahlilde hepimiz hatalarımızla birer Montag’ız. Bilgiye ve zamana muhtaç, ıssız hayat yolunda koşup evrenin anlamına bir nebze vakıf olabilmek ve çılgın kalabalıktan uzaklaşmak için atlayacak kara bir nehir arayan. Yanmamak için. Yakılmamak için.

*Paul Valéry

(Görsel: Andrei Sokolov)

14 Beğeni

Benim favorim Simyacının Kapısı ve Tacir. Beni ilk cümlesiyle bile dumur etmişti.Evrenin Göbek Deliği de güzeldir. Beğenmene sevindim. Ben nefesi de beğendim valla. 1,5 yıl bekleyince :smiley:

Pişman olmadığına eminim, başladığına da aldığına da. Bizden boş öneri çıkmaz :smiley:

3 Beğeni

İlk öykü sanırım Simyacının Kapısı ve Tacir. O da çok iyiydi. Sanki islami bir öykü okuyormuş gibiydim. :smiley: Ya yazar bunu bilerek yaptı ya da kahramanların islami bir çevrede oluşu bana o hissi verdi.

2 Beğeni

images

Dune’a başladım. İlk bilim kurgu romanım. İnşallah güzeldir.

11 Beğeni

Ben de sizin yazdıklarınızı demek istiyordum işte. Kişisel gelişim kitapları her insan için okunabilecek kitaplar olmalı. Sonuçta akıl akıl üstündür herkesten bir şeyler öğrenebiliriz. Benim için de: her (tür) okuduğum kitap zaten bir kişisel gelişimdir.

1 Beğeni

Başlamak için çok kötü bir seçim bana göre. :joy: Aşırı derecede beğenebilir ya da içinde boğulabilirsiniz. Her iki anlamda da bozguna uğrama şansınız yüksek. Seri bir kitap. Daha tamamlanmadı İthaki tarafından. :smiley:

1 Beğeni

Sağlam spoiler var. İlk öyküyü ve nefes öyküsünü okumadıysanız açmayın dedeler.

Bilerek yaptığına eminim ama kanıtlayamam. Öykü boyunca ne görürse görsün, ne duyarsa duysun inancından vazgeçmedi farkettiysen. Zaman yolculuğundan ziyade inancın da ne kadar güçlü olduğunu, neyle karşılaşırsa karşılaşsın güçlü bir inancın devam edebileceğini gösterdi. Nefes öyküsünde ise başta normal insanlarmış gibi başladı, oysa hikaye ilerledikçe aslında durumun ne kadar da tuhaflaşabileceğini gösterdi. Bilincin ne olduğunu, hala anlayamadığımız olguları sorgulattı.

Bu arada kitabın son kısmında öykülerle ilgili notlar var. Arada gözün diğer öykülere kaçmayacaksa oradan notlara bakabilirsin. Ben olsam sona bırakırdım ama ben tek seferde okudum bu kitabı. :smiley: Ted Chiang sevgimizin sınırı yok.

3 Beğeni

Bilmem. Kral Katili Güncesi ile Dune arasında kalmıştım. Bunu aldım.

1 Beğeni

Küçük Paşa

Salih isimli yavrucağın hayat hikayesini anlatsa da arkaplanda Anadolu’yu ve köylerini bize anlatan çok güzel bir roman. Kitabı okuduğunuz zaman göreceksiniz ki Anadolu aslında hiç değişmemiş hala aynı cahillik ve pisliğiyle yoluna devam ediyor. Aslında köylerin ve köylülerin durumu ile ilgili birkaç cümle yazacaktım fakat yazacağım her şey sürprizbozan olacağı için yazmaktan vazgeçtim.
Kitap güzel bir anlatıma sahip bu yüzden de tüm okurların okumasını tavsiye ederim.
Ebubekir Hazım Tepeyran’a hayran olmama sebep olan paragrafı aşağıya bırakıyorum:

16 Beğeni

Stephen King - Dreamcatcher

Amazondan kampanya ile 30 lira civarına aldığım Stephen King - Dreamcatcher kitabını bitirmiş bulunmaktayım. Öncelikle kitap biraz elimde süründü, okuması 2 haftadan fazla sürdü. Ancak buna rağmen kitabı elimden geldiğince kırıştırmadan okumaya özen gösterdim. Yine de çok kötü bir hale geldi malesef. Ki belirtmek isterim; ben burada basımı suçluyorum. Oldukça kalitesiz buldum ve sadece bir kaç gün içinde kenarları soyulmaya başladı.

Bunun dışında kısa kısa öykü kitaplarını ve yıllar önce okumaya çalıştığım ama -ağır dili ve o zamanlar ingilizcemin o kadar gelişmiş olmaması yüzünden- hiçbir şey anlamadığım Lord Of The Rings’in ilk kitabını saymazsak bu benim ingilizce olarak okuduğum ilk kitap diyebilirim. Arada bilmediğim kelimeler yüzünden kaçırdığım ufak ufak cümleler olsa da bir paragrafın tamamını kaçırdığım hiç olmadı. Genel anlamda hakimdim kitaba. Stephen King’in yalın bir dili ve sağlam kurguları var. İngilizce okuyacak bir şey arıyor ama nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız kesinlikle King kitaplarını öneririm.

Kitaba gelecek olursak konusu yıllar önce bir olaya karışmış ve belki de bu olay sayesinde hala arkadaş kalabilmiş bir grubun her sene düzenledikleri avlanma buluşmasında bu sefer işlerin sarpa sarmasını anlatıyor. Kitabın arka kapağında da geçen yıllar önce olan olayı daha sonra kitapta öğreneceğiz tabi. Olaylar İt kitabındaki gibi Derry kasabasında geçiyor ve It kitabına da bir yerde çok hoş bir gönderme yapılmış. İlk yarıda olaylar önce durağan ama sonrasında da bir o kadar hızlı ilerledi benim için. İlk yarıyı 2 haftada geri kalanını ise 2 günde bitirdiğimi söyleyebilirim. Kitap ile ilgili spoiler vermemek için daha fazla bir şey söylemiyorum. Bu benim okuduğum 3. Stephen King kitabıydı. It kadar beğenmesem bile Medyum’dan daha çok begendim kesinlikle. Eğer korku/gerilim seviyorsanız öneririm. Puan verecek olursam 10 üzerinden 7 derdim. (Ya da belki 6.5)

Dip not: Kitap malesef çok kötü bir hale geldiği için yapmaktan hiç hoşlanmasam bile kenarlarını kesmek zorunda kaldım.

15 Beğeni

Kitabı geçtiğimiz aylarda okumuştum. 3-4 aydır yoğun olduğum için genelde incelemeyi kendim için not alarak okuyordum. Bu kitap beni çok etkiledi. Özellikle Salih’in hayatı duygulandırdı beni. Ayrıca dediğiniz gibi Anadolu insanının yüzyıllardır değişmeyen yaşantısı vardı ama bu durum beni pek şaşırtmadı. Çünkü Hüseyin Rahmi’nin eserlerindeki din ile kandırılan insanları görünce toplumun yüzyıllar boyu değişmeyen fikirleri olduğu görünüyor. Küçük Paşa kitabında sadece Osmanlı yönetiminin Anadolu’ya uyguladığı ağır vergiler ve köylü insanını adamdan saymayan halleri üzdü beni. Fakir fukarayı alıp savaşta öne sürüyordu kitapta.

Yazarın pek fazla eseri yok. Bu kitapla birlikte Eski Şeyler isimli bir hikaye kitabı ve bir de anı kitabı bulunmakta. Anı kitabı için yorumda bulunmayacağım fakat kısa sürede hikaye kitabını da görürüz umarım.

6 Beğeni

İmzamı atarım. Bugün her şey hâlâ aynı. Şehit evlerine baktığımızda görüyoruz bunu. Vergi konusunda da halk yine ezilmekte. 100 yılda tekrar aynı noktaya gelmiş olmamız üzücü.

Hüseyin Rahmi’nin diğer kitaplarını bekletiyordum, okuma listemde öne çekerim artık.

4 Beğeni

image

Will Wight’ın Cradle isimli serisinin ilk kitabı olan Unsouled’u, zevklerimizin benzeştiği bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okumaya başladım. Çin fantastik türlerinden biri olan Xianxia türünde yazılmış bu seri şu anda 7 kitaptan oluşuyor ve devamı da geliyor. Tavsiye eden arkadaşım 1 haftada 7 kitabı da okuduğunu söylemişti. Forumdan @M3rett0 da 2 haftada tüm seriyi okuduğunu yazmıştı. Ben onlar kadar hızlı değilim maalesef, 1 haftayı geçti ilk kitabı bitirmem :slight_smile:

Kitabın konusu şöyle özetlenmiş:

Sacred artists follow a thousand Paths to power, using their souls to control the forces of the natural world.

Lindon is Unsouled, forbidden to learn the sacred arts of his clan.

When faced with a looming fate he cannot ignore, he must rise beyond anything he’s ever known…and forge his own Path.

Kitap Sacred Valley isimli bir köyde başlıyor. Burada yaşayan herkesin hayalı Sacred Artist olmak, yani 4 farklı türden hangisine yatkın ise bunu belirlemek ve bu türde kademeleri aşmak. Bu türler Enforcer, Striker , Forger, Ruler olarak sıralanıyor. Başlangıçta herkes Foundation level, sonra Copper, sonra Iron, sonra da Jade geliyor. Efsane Gold’a ulaşmak ise imkansıza yakın ve yok denecek kadar az.

Kahramanımız Lindon hangi türe yatkın olduğunu öğrenmek için bir teste tabi tutuluyor. Bu test de Harry Potter’daki seçmen şapka gibi çalışıyor. Ancak, Lindon’ın maalesef hiçbir türe yatkınlığı çıkmıyor ve Unsouled (Ruhsuz) olarak etiketleniyor. Unsouled’lara Sacred Arts teknikleri öğretilmiyor ve hor görülüyorlar. Bundan sonrası ise Lindon’ın önüne gelen engelleri aşmaya çalışması şeklinde ilerliyor.

Kitabın ilk yüzde 30-40’lık kısmını okurken “harika, süper” diyordum sürekli. Hatta şuna benziyordum biraz da.

Ama sonradan benim zevkime göre biraz düşüşe geçti. @M3rett0 ise ikinci kısmı daha çok sevdiğini söylemişti. Kişisel zevklere göre değişiyor sanırım. Sonunu ise sevdim, o yüzden mutlaka devam ederim seriye.

Edit: Detay meran eden varsa şurada çok güzel bir inceleme buldum.

12 Beğeni

image
Bu ayın ilk kitabını bitirdim. Bu ay Azerbaycan edebiyatını okumak istedim. Kitap iki türk ülkesi Akkoyunlular ve Safevîler bahsediyor. Yazar tarihimizi, özellikle savaş sahnelerini çok iyi anlatıyor. Kitabı çok beğendim. 10/10
Ben tarihi çok seviyorum ve Azerbaycan tarihinde en sevdiyim ülke Safevîler . :blush: :+1:
Ama bu kitap Türkçe yok. Ama kitap bir gün Türkçeye çevrilirse, benim fikrimce okuyun. :slightly_smiling_face:
Herkese keyifli okumalar dilerim. :slightly_smiling_face:

19 Beğeni

Ben aslında lisedeyken başlamıştım okumaya ama o ara üniversite sınavına hazırlandığımdandır belki de yarım kalmıştı. Kütüphaneye geri vermiştim. Yazılış şekli beni yoracak diye düşünüyordum diğer okuduğum bilimkurgu klasiklerini düşünerek ve bayağıdır (dört yıl kadardır) erteliyordum. Ama yanılmışım su gibi akıp gidiyor. Yeni basladığım halde evreni beni direkt içine çekti. Merak ede ede okuyorum.
Gideyim de az daha okuyayım :running_woman:t2:

19 Beğeni

Suikast Bürosu’nu okuyorum. Metroda başladım, yattığım yerde bitireceğim muhtemelen. Kurgu gerçekten beni içine çekmeyi başardı. Baş karakterimiz çok ilginç bir şahıs (London’dan da bunu beklerdim, Martin Eden için kendimi iyice beklentiye sokuyorum böylece, :smiling_imp:). Ana çatışma okuduğum yere kadar “Sistem yaratıcısını elimine edebilir mi?” sorusu üzerine gelişti. Bitirince de duygularımı buraya eklerim artık.

12 Beğeni


Bayıldım bu kitaba. Zor konuları o denli anlaşılır yazıyorki. Tane tane anlatıyor sıkılmadan. Teknik bilgiler vermesine rağmen okuyucuyu boğmuyor.
TANRI YANILGISI adlı kitabını da çok beğenmiştim.

13 Beğeni

Ben de aynı kitabı okuyorum.

1 Beğeni

Mitlerin Kısa Tarihi
Mit tarihine bir giriş niteliğinde. Aslında sanırım Mircae Eliade Mitlerin Özellikleri kitabını düşünüyordum ama bu kitapla giriş yapayım dedim, doğru karar vermişim. Öncelikle mit’in tanımını yapıyor yazar ve ardından paleontolojik çağdan günümüze genel hatlarıyla mitlerden bahsediyor. Çoğu zaman mitos ve logos karşılaştırmalarıyla sürüyor kitap. Günümüze geldikçe logos’un mitos karşısındaki üstünlüğünün, istenilen altın cennet yerine daha da kötü bir ortama neden olduğu fikrine doğru sürüklüyor okurunu (dünya savaşları, atom bombaları, kapitalizm…). Çok detaylı değil ama mitler yolculuğu yapmak keyifliydi. Yazar sade bir anlatımla, adeta tarihi bir serüvene çıkartıyor sizi. Kötü yanı fazla yüzeyden almasıydı ama zaten “kısa tarihi” olarak belirtilmiş, yani limon yeyip ama bu ekşi demeye gerek yok. Böyle akademik olarak bakan değil de, bu konularla ilgilenen sıradan okurlara tavsiye ederim.

Beş Sevim Apartmanı
İlk defa Mine Söğüt okudum. Genel olarak dilini ve anlatımını beğendim ama bir yandan da (akıcı olmasına rağmen) yordu beni. Büyülü gerçeklik mi demeli yoksa mecazi anlatım mı, yoksa masal mı bilemedim. Aslında cin peri masalları gibi ama arka planları olan ve psikiyatrik hastaları içeren, satır aralarında rüya tabirleri sunan (tabii kendince) bir metin. Hem eğlenceli hem karanlık hem de çok üzücü bir kitap. Yazarın belki bir kitabına daha şans veririm ama her eserini okumam. Yine de yerli edebiyatta ayrı bir yeri olduğunu söylemem lazım. Cin vs gibi konularda hassas olanlar bu kitaba çok da yaklaşmasın, bazen ürkütücü olabilir onlar için.

Herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

16 Beğeni

Yıldızın Saati - Clarice Lispector

Bu hikâye kendi evhamı içinde mutlu bir partiden ibaret. Tek davetlinin kendin olduğu bir parti. Bu hikâye, yaratıcısının müzmin bir kudretsiz, daimi bir kararsız olduğu bir içe yolculuk.

Hüznün bir lüks olduğu, iskambil kağıtlarından müteşekkil, yıldızlardan alabildiğine uzak bir hayatı ya da hayatları anlatıyor bize Lispector. Çelişkilerden köklenen yaratıcı anlatıcısı Rodrigo S.M.'le kendi benliği arasında varoluşsal bir bağlantı yaratan Lispector, parıltısını kaybetmiş ve yalnızca sosisli sandviçlerle soğuk kahve ile beslenen “sıradan” bir kızın, Macabéa’nın öyküsünü anlatıyor okuruna. İnsanlar diyarına çeki düzen vermekten vazgeçmiş, eğitimsizliğinin ağırlığı altında ezilirken toplumun onu toza toprağa bulamasına ses edemeyen bir kızın sonsuzluğa doğru atamadığı, içinde kalıp kaya gibi sertleşmiş bir çığlığın hikâyesi. Kendiliğinden gelişen, kararsız bir anlatı; Guava reçeli kadar güzel, Caruso’nun sesiyle doğan Una Furtiva Lagrima aryası kadar acı. Her şeyi anlatmaya çalışırken vazgeçen çünkü her şeyin “sığ bir hiçbir şey” olduğunun farkında bir anlatıcının monologu.

Lispector bize olmayan, olamayan hayatları anlatıyor Yıldızın Saati’nde. Parıltısızlığı içinde yükselen ve çöken bir kıvrımı usta bir bıçak darbesiyle hayat denen anlamsız çay saatinden kesip ayırıyor ve zaman denen acımasız üç başlı cehennem köpeğinin önüne atıyor. Dili önemsemezken önemsiyor, düşüncelerinde kekelerken bile okurunu kemiklerine kadar tanıdığı büyülü bir bağa, tarifi kendinde saklı kör düğümünü atıyor. Boğazımızda bir düğüm, zihnimizde bir teselli ile yarı yolda bırakıyor bizi: Neyse ki çilek mevsimindeyiz.

https://www.instagram.com/p/CEhOiz8pI2s/?igshid=d63z890yz1i

10 Beğeni