Fantastiği de sevdiğinizi biliyordum ama aklımda ikisini de eşit derecede çok sevdiğiniz kalmış.
Olsun, yine de seveceğinize eminim, zaten fantastik bir kitap okuyormuşsunuz gibi hissettiğiniz de oluyor bazı yerlerde. 
Olmadı bunu da beraber okuruz.
Diskdünya sonrası, Vakıf öncesi bir yerlerde olabilir mesela. Zaten bilim kurgu fantastik karışık gibiymiş biraz, ara geçiş formu olabilir. 
Tamam anlaştık, süper olur. Zaten böyle bir kulüp olmasa erteleye erteleye 2030’da anca okurum ben 
Yıllar önce okuduğumu hatırlıyorum. Zorlanmıştım. Bu yazıdan sonra ilk fırsatta bir kere daha okuyacağım. İyi bir yazı olmuş, teşekkürler

2 gün önce başladığım Solaris’i nihayet bitirdim. İnce bir kitap olmasına rağmen okumakta zorlandığım ve sıkıldığım bir kitap oldu açıkçası. İlk başlarda bir gizem mevcuttu ve kendini çok akıcı bir şekilde okutuyordu kitap. Fakat ortaya bir karakter çıktı ki geri kalan tüm kısmı sıkıla sıkıla ve sanki birisi bana işkence ediyormuşçasına okudum.
Fazla uzatmayayım. Gizemi ve felsefesi tatmin edici bir düzeyde olan Solaris’i yazarın diğer kitabı olan Yenilmez’in ikiz kardeşi gibi görüyorum. Yenilmezi daha çok sevmiştim ama. Yenilmezi beğenmediyseniz ve çok sıkıcı bulduysanız Solaris’i denememenizde fayda var. Yoksa kendinize eziyet edersiniz.
Haklısınız, zor bir kitap gerçekten. İkinci okumada daha iyi anlarsınız, eminim. 
Ben 1984 ile ilgili yorumunu merak ediyordum ama gelmedi. Pek sevmedin sanıyorum 
Onun yarısındayım şu an. Ütopya ile beraber okuyacağım devamını. Sanırım biraz sevmemiş olabilirim. Çok durağan ilerliyor. Ama öngörü olarak harika bir eser.
Anubis Kapıları’nı yarıladım. Bundan yıllar yıllar önce .pdf’den sadece ilk bölümü okumuş ve tamamını okumak için kitabın basılmasını beklemeye karar vermişitim. Kitap ilk yarısında, zamanında giriş bölümünü okuyup edindiğim izlenimlere uygun olarak umduğum şekilde ilerlemedi. Güzel bir kitap ama beklediğimden çok daha farklı bir hikaye ile karşılaştım. Bakalım ikinci yarıda ne olacak 
Mrs. Dalloway - Virginia Woolf
Batmakta olan gemiye zincirlenmiş lanetli bir ırkın sefil tanrılara karşı açtığı bir savaş bu. Zihinlerdeki zindanları çiçeklerle ve yastıklarla donatmakla kazanılan zaferlerin hikâyesi. Hayatın yarısını uyduran insanın boşlukta yankılanan cıvıltısı.
Mrs. Dalloway bir nehir, dibi çakıllı, dönemeçli. Dönemeçlerde tepecikler ve tepeciklerde seksek oynayan Woolf. Baş döndürücü bir yolculuk bu. Zihinden zihine, yürekten yüreğe. Anlatıcılar arası bir restleşme. Aynalar arası bir yansıma. Çiçekleri kendin al ya da alma. Önemli olan boğulmayı göze alman.
Woolf, I. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’sini kendi oyun alanına çeviriyor Mrs. Dalloway’de. Big Ben’in çanları çalıyor durmadan. Zaman da akıyor. Bu hikâyede her şey nehir. Bazen şefkatle akan, bazen öfkeyle. Woolf’un mürekkebi de akıyor: Zihnin karanlık kusurlarından intiharın sivri köşelerine, bir “ikram” olarak yaşamak veya yaşatmak üzerine düşüncelerle varoluşa, çırılçıplak koşarak Mrs. Dalloway’ın dudağına titreten bir öpücük konduran Sally Seton ve Evans’a kenetli kalbi sayısız kez yeniden parçalanan Septimus ile Queer temalara, evlilik ve birey olmak üzerine sorgulamalarla elbette ki feminizme. Woolf’un mürekkebi habire renk değiştiriyor. Ucuz bir yeşilden gökyüzü mavisine, utancın pembesinden çığlığın kırmızısına. Ve en çok da siyaha, çarenin ve çaresizliğin, umudun ve umutsuzluğun arasında dengeyi kaybetmenin rengine. Ve mora. Her şeye rağmen varolmanın o çığırtkan tonunda. Mrs. Dalloway bir renk cümbüşü, kuş cıvıltıları arasından peydahlanan bir senfoni orkestrası, ruhun ve kalbin kavgasından titreşerek yükselen bir melodi bulutu. Tek oturuşta okunup yutulacak dev bir lokma bu kitap. Önce boğazda takılan, sonra kana karışıp kalbi sarhoş eden bir akıntı. Woolf bir büyücü, kazanı da nehir yatağı. Sürüklenme zamanı, şimdi. Boğulmaktan korkma. Oku.
https://www.instagram.com/p/CEzzeP4pQ6M/?igshid=9bc5lc6vfqut
EJDERHA MIZRAĞI DESTANI 1. KİTAP: GÜZ ALACAKARANLIĞI EJDERHALARI - MARGARET WEIS, TRACY HICKMAN
Özgün Adı: Dragons of Autumn Twilight
Çeviren: Çiğdem Erkal İpek
Bu kitabı daha önceleri okumuştum fakat unutmuş olduğum için tekrar okumayı tercih ettim.
Yarımelf Tanis, Cüce Flint, Kenderli Tasslehoff, Büyücü Raistlin ve kardeşi Caramon ve Şövalye Sturm’ün yıllar önce birbirlerine verdikleri söz gereği bir araya gelip, Nehiryeli ve Altınay ile tanışmaları vesilesiyle hep birlikte bir macerada buluyorlar kendilerini.
Karakterlerin hiç birini bir türlü bağrıma basamadım çünkü detay yok; arkaplan yok. Raistlin, Altınay ve Fizban hariç karakterlerin hiç birinin hikayesini merak etmedim. Macera kısmıysa sanki her şey bir anda olup bitiveriyor. Belki ileride fikrim değişir fakat bu kitap sanki fantastik okumaya yeni başlayacaklar için daha uygun gibi. Ayrıntı yok, detay yok, derinlik yok. Belki serinin ilk kitabı olduğu için böyledir ama genel olarak hafif geldi benim için. Fantastik serileri hatim etmiş kişiler bu kitaba başlarsa umduklarını bulamayabilirler. Umarım devam kitapları daha doyurucudur…
Yaşlı Rind’in Ölümü-
Hiç bitmesini istemedim,o bilinen sonun gelmesini hiç istemedim.Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı,içime işledi.Mehmed Uzun otantik,güçlü bir dil ve kültür aktarımı yapmış.Yaşlı Rind,Melaye Ciziri,Ehmede Xani ve iyi insanlara bir tür acıklı güzellemeydi.Kitabı okuduktan sonra şöyle bir arkaya yaslanıp düşünmek istiyorsunuz.Şiddetle tavsiye ederim.
Seni meşgul eden durum ortadan kalkınca kitap da okunmuş. 
O kadar kitabı bekledin, ben de sen sorarken, takip ederken çok merak ettim. Umarım ikinci yarısı daha güzeldir ben de okumak istiyorum.
Yaşam Suyu - Clarice Lispector
“Gerçeği kim biliyorsa bir adım öne çıksın ve konuşsun. Pişmanlıkla dinleyeceğiz.”
Okumak için değil, varolmak için yazılmış bir kitap bu. Okunacaksa da hızla, bakar gibi okunmalı. Okuma eyleminin sonluluğuna teğet geçen bir sonsuzluk bu. Gözler kapansa bile karanlığa çakılıp kalmış neon yeşili harfler gibi: Água viva. Yaşam Suyu.
Lispector yaşıyor ya da yazıyor. Her ikisi ya da hiçbiri. Bir ressamın renklerle sözcükleri değiştirmesi ile yaratılan doğaçlama bir caz parçası bu. Ahenksizliğin ahengine yazılmış bir aşk şarkısı. Melodiden ve nakaratlardan haz etmeyen bir ressamın yazarlığa kalkışması. Ya da yaşamaya. Sınırları belirsiz bir mücadele bu. Tanrı hakkında, aşk hakkında, sen hakkında, o hakkında.
Yaşam Suyu, bir özgürlük. Yaşam Suyu, bir tutsaklık. “Şüphesiz dünyayla neden ilgilendiğimi soracaksın.” diye “ona” seslenen bir vaiz. (Ya da “sana” mı demeliydim?) Nesneden bağımsız bir cevap takip eder soruyu: “Çünkü bu işle görevlendirilmiş olarak doğdum.” Yaşam Suyu bir Kandinsky tablosu. Havada kesişen ve uyumsuzluk yaratan çizgilerden müteşekkil bir kaos. (Ya da kozmos mu demeliydim?) Sembollerle uğraşan semboller hakkında bir kitap bu. Her şey gerçeğe bir referansken aksini kim iddia edebilir? Yaşam Suyu kendini doğururken anlatan bir hikâye. Plasentasını yiyen bir ressamın itirafı bu: “Sana şimdi bir hikâye anlatmayacağım, çünkü bu fahişelik olur. Bense seni memnun etmek için yazmıyorum. Sadece kendimi.”
Tuhaf bir anlatı bu. Ve her şeyin cevabı da burada gizli. Çünkü bir resim onun tuhaf olduğunu düşündüğümüzde resim oluyor, bir sözcük onun tuhaf olduğunu düşünürken anlam kazanıyor. Hayatın tuhaf olduğunu düşündüğümüz an, işte o an. Hayat başlıyor. Bir hikâyeyi yaşıyoruz. Ve yazıyoruz. Her şey bir yana, okuyoruz. Ama bakar gibi. Teğet geçer gibi. Yıldızlar titrerken içinde yılanların dolaştığı hayata yakışan bir hikâye. Yaşam Suyu. Bulanık ve akışkan.
https://www.instagram.com/p/CE198d8p2tM/?igshid=16qcdxm6fncn8
Andreas Gruber/48 Saat
Küçük birtakım klişeler olsa da ve bazı diyaloglarda hafif bir yapaylık hissetsem de kitabın geneli oldukça iyi. Tamamen kurgu odaklı ve okuru olaylardan hiç koparmıyor, merakı hep canlı tutuyor.
Psikoterapi bölümleri gerçekten çok başarılıydı. Çoğu polisiye yazara göre Gruber’in anlatımı hem iyi, hem de olayların inandırıcılığını ve etkileyiciliğini arttırmak için tıp ve psikoloji alanında ciddi bir araştırma yapmış. Bütün bunlar onu bu alanda benim için bir adım öne çıkarmış durumda.
Simon Beckett’tan sonra uzun süredir ilk kez bir polisiye yazarın başka bir kitabını okumak istiyorum. Gruber benim için çok iyi bir keşif oldu.
Centilmen Piç Serisi 2.Kitabı da bitirdim. Kitabın ortalarındayken sorsanız “ilk kitaptaki tadını alamadım ama bakalım hayırlısı” derdim. Ancak son düzlükte hakikaten çok iyiydi,çok beğendim. Bence bu serinin filmi gelmeli. Üçüncü kitabı okumaya çekiniyorum çünkü 4.kitabı biraz araştırdım yazar P. Rothfuss ve G.R.R. Martin gibi çıktı, 8 sene sonra 2021 ekim ayında çıkacağı belirtilmiş goodreads’te. Bu gerçekten hayal kırıklığı oldu benim için.
Sıradaki kitabım çok merak ettiğim ;

Büyünün Rengi’ni okurken kitap kulübündeki konulara yorum yazmayı unutmayın ![]()
Lynch, Rothfuss veya Martin gibi değil. Twitter’da en son şöyle yazmıştı:
Yes, I have completed a draft of THORN which will now go to my editors for consideration and planning. This is not a formal announcement of a release date. There will not be such an announcement for a while yet. Please stay tuned!
Yine de 3. kitap serinin en zayıf kitabı bana göre. 4’ü merakla bekliyorum.



