Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Esir Şehir Üçlemesi 3. Kitap - Yol Ayrımı - Kemal Tahir

İlk iki kitapla arasında ani bir zaman atlamasıyla başlaması sebebiyle henüz(80 sayfada) kopukluk hissini bir türlü atamadım üzerimden. Serinin dinamiklerine az da olsa zarar vermiş bence. Çok kısa bir zaman aralığında geçen ilk iki kitaptan sonra(ki seri başladığında Mustafa Kemal Anadolu mücadelesine girişmiş bulunuyor ve ikinci kitabın sonunda ancak Kütahya Eskişehir muharebelerinin arefesine-esnasına kadar geliyoruz) üçüncü kitabın birden 1930’lar Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş dönemini işlemesi bende soru işaretleri yarattı. Kitap nereye evrilir bilemiyorum ancak kurtuluş mücadelesi döneminde geçen hikayemiz mutlaka Sakarya, Başkomutanlık muharebelerini ve cumhuriyetin kuruluşunu bize göstermeliydi.

Belki de gösteriyordur dediğim gibi, 80. sayfa itibariyle durum bu.

10 Beğeni

Kemal Tahir en sevdiğim yazarlardan biridir. Okumaktan keyif alırım. Ama yaşadığınız hayal kırıklığını bende yaşamıştım. Arada büyük bir kopukluk var hatta haddim olmayarak aceleye gelmiş olabileceğini bile düşünmüştüm. Tabii üçlemeyi bir bütün olarak kabul ettiğimi söylemeliyim. Hani bir söz vardır “Türk gibi başla Alman gibi devam ettir ve İngiliz gibi bitir” bu sözün haklı olduğuna inanmaya başladım. Bu arada benzer duyguyu Fakir Baykurt’un Onuncu Köy romanının sonlarında da hissetmiştim.

1 Beğeni

Aslında yazım zamanlarını ele alınca anlaşılıyor durum. Bu kitaba gelene kadar bir sürü daha roman yazıyor Kemal Tahir. Belki artık o dönemi değil biraz daha ilerisini işlemek istemiş olabilir bu yüzden.

Bu öykünün başları çok tuhaftı gerçekten, o kadar anlatıya gerek var mıydı diye sormadan edememiştim ama ortalardan sonra güzel toparlıyordu. Bana, izlediniz mi bilmiyorum, black mirror metalhead bölümünü hatırlatmıştı bol miktarda (en azından aksiyon sahneleri). Nadir beğenmediğim Lem işlerindendir maske öyküsü ama Korkunun Bütün Sesleri çok iyi bir kitaptı.

2 Beğeni

KAOS LORDU
images
5-6 aylık süreçten sonra sonunda Kaos Lordu’nu bitirmiş bulunuyorum. Seri bu noktaya kadar Yüzüklerin Efendisi tadında ilerliyordu. Hadi şuraya gidip şu görevi tamamlayalım, hadi buraya gidip bu görevi tamamlayalım. Kitabın son 50-60 sayfası seriye karşı ilgimi yeniden diriltti desem yeridir.

Özet

Moiraine’siz geçen bir kitap olduğu için acayip derecede sıkılarak okuyordum (umarım geri döner eğer Lanfear döner de Moiraine dönmezse kendimi pıçahlarım) Yazar bu kitapta Rand Bey’i altını doldurmadan o kadar çok şişirdi ki “seri artık okunmaz raddeye geldi” diye diye 6 ay süründürdüm kitabı. Neyse ki sonlara doğru Ses Sedai’ler beyimizin ağzına fırın küreğini oturttu da haddini bildi. Her halükarda kitabın sonunda yeniden başa sardık ama bu kez daha oturaklı oldu.

Buradan Moiraine’e sesleniyorum;

Moiraiiiiiine, seni çooook seviyom, pişmanım dön geri gell…

Yalvarıyom elin ayağını öpeyim nooolursun…

Bi kere olsun sesini duyuyim noolur (Tülay re-edit)

Dipnot : Gelmezsen yeni favori karakterim MAZRIM TAIM olacak haberin olsun.

~Seni çok seven Wax~

Serinin kırılma noktası olan kitap bu bence.

8 Beğeni

Kendime en büyük iyiliği yapıp Otostopçunun Galaksi Rehberini okudum. Şimdi de Evrenin Sonundaki Restorandayım. Eylül ayından nefret ederdim ama garip bir şekilde güzel ilerliyor. :smiley: Kahkahalarla güldüğüm çok fazla yer oldu. Favorim depresif robot Marvin.

10 Beğeni

Çok uzun zaman önce okumuştum. İnanın 150 TL ye değecek kalitede değil. Tabii bu benim görüşüm. Basımı olmadığı için bu denli pahalı.

Yanlış hatırlamıyorsam 2002 yılında okudum ben bu seriyi. Antik Mısır ve tarihi kurgu sevenlerin bu seriyi de seveceğini düşünüyorum. Bence de 150 TL etmez ama daha uyguna nadirkitap’ta var.

KADİM KANUNLAR 1. KİTAP: BIÇAĞIN KENDİSİ - JOE ABERCROMBIE
Özgün Adı: The Blade Itself
Çeviren: Barbaros Bostan

Bu kitaba forumda okuduğum yorumlar sayesinde öğrenip başladım. Grimdark, Dark Fantasy türüne pek ısınamayan bir insandım fakat bu kitap beni aldı götürdü. Çok beğendim.

Hikayesinden ziyade karakterlere daha çok önem verilmiş gibi geldi bana çok akılda kalıcı oldular. Her yerden bir karakter fışkırıyor zaten ve sürekli karakterlerin gözünden hikayemiz ilerliyor. Tasvirler çok detaylı. Özellikle çoğu yerde tekrarlanan bir dişeti yalama sahnesi var ki unutması zor.

Yazar birbirinden sinir bozucu, gerçek hayatta işinizin düşmesini istemeyeceğiniz belalı ve ilginç karakterleri bir şekilde okutup sevdirmeyi başarmış. Logen Dokuzparmak, Engizitör Glokta, Mecusların İlki Bayaz ve çırağı Malacus Quai, Yüzbaşı Jezal Luthar, Binbaşı West ve kızkardeşi Ardee, Ferro Maljinn ve Yulwei. Köpekadam, Tul Duru, Kara Dow, Üçağaç, Forley, Asıksurat = Şöhretli Adamlar. Seyrüseferci Kardeş Uzunayak… Her biri merak uyandırıcı karakterler. Sand dan Glokta’nın bir diyaloğa başlamadan evvel ilk önce iç sesini sonra konuşma sesini okumamız ise güzel bir detay bana göre. Karakterler arasından şimdiye kadar favorim Bayaz oldu; Logen’in ise dövüş esnasında değişen durumu sürpriz oldu.

Bunların dışında kitabın genelinde yanlış yerde virgül kullanımı, kelimelerde yanlış harf, fazla harf, eksik harf ve eklere rastladım. Okuyup geçenler için çok önemi olmayabilir fakat benim gözüme takıldı sürekli.

20 Beğeni

ÇOCUKLUĞUN SONU (ARTHUR C. CLARKE)

KONUSU

Bilinmeyenin korkusu, geçmişten değil de gelecekten kalma bir hatıra olabilir mi?

1953’te yayımlanan Çocukluğun Sonu, Arthur C. Clarke’ın bir bilimkurgu yazarı olarak tanınmasını sağlayan, yirminci yüzyıla damga vuran önemli romanlardan biri. 2015’te televizyona uyarlanarak dizi haline getirilen ve bilimkurgu takipçileri için yeniden gündeme gelen bu eserin gücü, insanlığın geleceğine dair en özgün ve düşündürücü yorumlardan birini sergilemesinde gizli.

Dünya üzerindeki uygarlığımızın kaderini, insan neslinin akıbetini irdeleyen Çocukluğun Sonu, ters köşeye yatıran bir “öteki” anlatısı, farklı bir uzaylı istilası öyküsü, ütopya ve distopya arasındaki ince çizgiye dair, kalın harflerle tarihe geçen bir bilimkurgu klasiği…

DÜŞÜNCELERİM

Okuduğum ikinci Clarke kitabı oldu. Rama’yı ne kadar vasat bulduysam, bunu da o kadar başarılı buldum. Başlangıcı merak uyandırıyor, ortaları sendeliyor ama ilginç bir sonla bitiyor. Dönemin bilim kurgu anlayışının birçok örneğini bünyesinde barındırıyor: nükleer felaket endişesi, uzayın akıl almaz genişliği karşısında insanın kendini güçsüz bulması, bilimin yeni yol gösterici olarak dini arka plana atması…

Sürprizini bozmadan hikayesini tartışmak pek mümkün değil. Sadece, kitabın başında tüm dinleri geçersiz kılarken kitabın sonunu böyle yazmasını ironik bulduğumu söyleyeyim.

25 Beğeni


Çok sevdiğim H. G. WELLS’in kitabını güzel bir akşam geçirmek umuduyla okumaya başladım ancak felaket bir çeviriyle karşılaştım. Kitabın 50. sayfasinda pes etmek üzereyim. Murat Karlıdağ maalesef kitabı rezil etmiş.

13 Beğeni

Adsız

CHARLES DEXTER VAKASI

Bugün bu romanı bitirdim ama pek beğenmedim. Okurken sıkılmadım fakat hiç gerilme, ürperme ya da heyecan hissetmedim. Konu olarak kısaca bahsetmem gerekirse; Charles Dexter adında bir genç geçmişe ve tarihi olaylara çok meraklı ve bunları araştırırken geçmiş atasıyla ilgili bazı bilgi kırıntılarına rastlıyor ve ilk etapta bunu hobi olarak araştırırken bu gizemli atası ile ilgili daha başka bilgilere ulaşmaya başladıkça artık iş hobi olmaktan çıkıyor, takıntılı bir hal almaya başlıyor ve geçmişten şeytani ruhlar ortaya çıkıyor.

10 Beğeni

Daha önce yazarın İthaki Bilimkurgu Klasiklerinde çıkan Bir Mars Destanı adlı öykü kitabını okuduğumda Weinbaum’un hayalgücüne hayran kalmıştım ve yazarın diğer öykülerini okumak için heyecanlanmıştım. Nitekim Laputa da yazara ait kısa öykülerin tamamını olmasa da gezegenlerle ilgili öykülerini Gezegen Serisi adı altında toplamış oldu. İlk kitabı okumadan ikinci kitabı da okudum nihayet.

Gezegen Serisi 2 Kuşku Gezegeni’ni Bir Mars Destanı ile kıyasladığımda bu kitabın daha bilimsel ve yer yer romantizm içeren bir öykü kitabı olduğunu söyleyebilirim. Öykülerin hepsi farklı gezegenlerdeki maceraları konu ediniyor. Ama Bir Mars Destanı ile tekrar karşılaştırdığımda bu öykülerin ortalamanın üstünde olmadığını gördüm. Ne çok kötüydü ne de çok iyiydi. Puanım 10 üzerinden 6.

23 Beğeni


Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ı okudum.

Jules Verne’in en merak ettiğim kitaplarından birisiydi, sonunda okuyabildim. Bu aralar bulunduğu m ortam çok gürültülü olduğu için bir haftada anca bitirebildim, normalde iki günde rahatlıkla bitirebileceğim bir kitaptı.

Kitaptaki olay örgüsü değil de karakterler bakımından Herman Melville’nin Moby Dick adlı eseriyle birtakım benzerlikler mevcuttu. Moby Dick’in Kaptan Ahab’ı ile Kaptan Nemo kişilik olarak birbirlerine çok benziyorlar. İkisi de intikam uğruna hiçbir şeyden sakınmıyorlar ve bu amaç için her şeyi göze alıyorlar. Kaptan Ahab’ın motivasyonu başından beri belli olduğu için acaba ne olacak beklentisiyle Moby Dick’i okumuştum ama Kaptan Nemo’nun tasarıları ve motivasyonu kitap boyunca büyük bir sırdı. Kitap boyunca Kaptan Nemo’nun gizem perdesi çok az aralandığı ve tüm sırları meydana çıkmadığı için Kaptan Nemo benim için hala büyük bir gizem. Jules Verne bu sırların cevaplarını diğer kitaplarına serpiştirdi mi yoksa tamamen okurun hayal gücü ne mi bıraktı merak ediyorum.

İki kitabı karşılaştırarak olursam Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Moby Dick’ten roman tekniği ve edebi bakımdan çok daha üstün. Yine de Kaptan Ahab’ı barındırması nedeniyle Moby Dick de yabana atılmaması gereken bir kitaptır.

Denizaltılar ve elektriğin geleceği hakkındaki öngürüleriyle Jules Verne bir kez daha kendisine hayran bırakmayı başardı.

Not: Bu kitabı ya resimli bir baskısından okuyun ya da internet tarayıcınız açık olsun. Çok fazla balık türü var resimlerini görmeden kafada canlandırması ve okuması zor oluyor.

19 Beğeni

Aylar sonra (önceki kitabımın üzerinden bir sene geçti) kitap okuma serüvenime kurgu dışı bir kitapla devam ediyorum. Şu an okuma aşamasındayım, tek oturuşta yüze yakın sayfa bitirdim.

İlber Ortaylı ile çeşitli röportajları bulunan Yenal Bilgici’nin kitabıymış, kendisini tanımam etmem :sweat_smile:. İlber Hoca ile olan bir sohbetin kitaplaştırılmış hali. Röportaj mı, bilemem. Öyleyse eğer yanlış bilgilendirdiğim için özür dilerim :sweat_smile:.

Tahmin edemeyeceğiniz pek bir şey yok kitapta. Bazı önerileri de ortalama bir Türk gencinin uygulaması imkansız (Bu kısım daha çok “Avrupa gençliğine tavsiyeler” niteliğinde olmuş hissiyatını taşıyor) Sonuçta burası halkının neredeyse yüzde yetmişinin asgari ücretle yaşadığı bir ülke. Dünyayı gezmek, yurtdışında okumak, birkaç dil bilmek, müzikle uğraşmak vesaire. Önerilerin hedefi herkes değil. Tabii bu benim şahsi düşüncem, kötü yorum anlamında söylemiyorum. Bu kısım, öneride bulunan kişinin hayat tecrübeleriyle bağlantılı. İlber Hoca bu konuda “şanslı” (ki kendinden şanslı olarak bahsetmeyi sevmediğinden bahsediyor kitapta, “Kimse sizi yetiştirmeye uğraşmayacak, siz uğraşacaksınız” lafına getiriyor işi) bir kişi, hem insan olarak hem de akademik alanda.

İlber Hoca’nın anlatılarını ve üslubunu beğendiğimden ötürü aldım, diyebilirim. Geriye söylenecek söz kalmıyor. Yine de değerli tavsiyelerde bulunduğu gerçeği, bana göre, açıkça ortada.

15 Beğeni

Tatar Çölü’nü az önce bitirdim ve bu kitabı eğer 6 ay önce okusaydım şu an hayatımda çok daha farklı bir yol seçeceğimi hissediyorum. Daha çok zamanım var diyerek karar vermekten kaçındığım bir dönemin sonunda bu kitapla karşılaştım. Keşke daha önce Giovanni Drogo’yla tanışsaydım ve bana yol göstermesini sağlayabilseydim.

Eğer doğru zamanda okumuş olsaydım benim hayatıma olabilecek etkisinin dışında bu kitap tam olarak “yol ayrımı” kavramını anlatıyor bana göre. Kitabı sürekli “hadi şimdi, hadi şimdi…” diyerek okudum. Her zaman farklı bir olasılık imkanı beni hem heyecanlandırdı hem de o olasıkların asla gerçekleşmeme ihtimali çok rahatsız etti. Erteleme hissi beni boğdu, kapalı bir alanda sıkışmış gibi hissettim. Genç olmanın her şeye yetmediğini insanın aklına kazıyan, çok duru bir anlatımla çok şey anlatan bir kitaptı. Zaman gelip geçiyor ve nasıl bir hayat yaşadığımızı verdiğimiz kararlar belirliyor.

Son olarak @Okuryorum size bu kitabı okumama vesile olduğunuz için teşekkür etmek isterim. Okuduğumda yorumumu yazacağımı söylemiştim, bu vesileyle forumdaki ilk kitap yorumumu da yapmış oldum. :slight_smile:

23 Beğeni

Rica ederim. Çok güzel bir yorum olmuş, elinize sağlık. :slight_smile: Tatar Çölü benim kendimle çok bağdaştırdığım bir eser, şöyle ki; küçük bir ilçede görev yapıyorum ve burada beş yılım geçti neredeyse hiçbir şey yapmadan. Ha gideceğim ha gittim derken ne ara geçti bilmiyorum, bir de baktım ki ömür bitiyor gerçekten. Ben de tıpkı Drogo gibi hemen giderim diyordum buradan, sonra “sonra giderim” demeye başladım. Ardından bir gün bu kitabı okudum ve ciddi bir soğuk duş etkisi yaşadım. Gerçekten hayatın rutininde hepimiz bazen Giovanni Drogo oluveriyoruz da farkına varmıyoruz. Zaman geçiyor ve bir gün bir kitap yüzümüze haykırıyor gerçeği. Çok değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum Tatar Çölü’nün. Okumamış olan herkesi, Giovanni Drogo ile Bastiani kalesinde çölü gözlemeye davet ediyorum.

5 Beğeni

Umarım siz de atmak istediğiniz o küçük adımı her şey için çok geç olmadan atarsınız. Biliyorsunuz ki hayat “aman sonra yaparım” demek için çok kısa.

1 Beğeni

Ben 10 gün önce başladım. 100 sayfa okuyabildim. Normalde akıp giden H.G Wells’i kötü çeviriden dolayı okuyasım gelmiyor. Hatta burada paylaşmayı düşünürken mesajınızı gördüm. İthaki, tüm prestijini kendi eliyle yok ediyor.

Berbat bir çeviri. Sinir oldum. O kadar merak ettiğim bir konuydu ki. Sırf Wells sevgimden dolayı ite kaka bitirmeye çalışıyorum. Hiç mi kontrolden geçmez bir çeviri. Yazık. 80 sayfa kaldı bitmesine ama ellerim titriyor sinirden.