Daha ve Zargana’yı okuyup çok beğenince Hakan Günday okumaya ara vermeden devam etmeliyim diye düşünmüştüm. Ta ki Piç’i okuyana kadar… Aslında okumaya çalışana kadar. Çünkü kitap, bir hafta falan elimde süründü, birçok kez devam etmek isteyip başlamamla bırakmam bir oldu. Artık bitirip başka kitaba geçmeliyim diye zorladım kendimi. Yalnızca kitabın sonunu ve kitaptaki bazı cümleleri beğendim. Onun dışında umduğumu bulamadım. Bir şekilde bana hitap etmedi ve hayal kırıklığı oldu benim için. Neyse, henüz yazarın nirvanasını okumadım.
Ben de çok sıkılmıştım okurken, ama yazarın başka bir kitapta öyküsünü okuduğumda bir şans daha vermeye karar verdim. Yorumunuzu görünce aklıma geldi, beğenilen bir kitabını alayım önümüzdeki ay, umarım Gökdelen gibi olmaz.
Umberto Eco Gülün Adı ile favori yazarlarım arasına gireli yıllar oluyor. Favori yazarlarımdan biri olmasına rağmen yazarın başka bir kitabını okuyamadım bugüne kadar. Hep bir erteleme, nasılsa okuyacağım ha bugün ha yarın ne farkeder diye diye yıllar geçmiş. Bu kitabıyla yazara tekrar dönüş yaptım. Gerçi kitap bir söyleşi kitabı ve Eco’dan çok Jean-Claude Carriére konuşuyor. Ama ne konuşma! Kitaplardan sinemaya tarihten yazarlara yok yok bu söyleşilerde. Çeviriyi de çok beğendim.
Tavsiye üzerine alıp okumaya başladığım Susan Wise Bauer’in Antik Dünya kitabı bitti.
Yorum bekleyen arkadaşlar için bir iki şey yazmak istiyorum. Kitabın benim için ilk etapta artı olarak düşündüğüm sonrada eksiye dönen özelliği konuları ülke ülke yada bölge gölge gitmesinden ziyade tarihe göre gitmesi. Mesela MÖ 2000 de 5 sayfa Mezopotamya anlatırken, “aynı anda Hindistan dolayları” diyerek konuyu bölüp Hindistan taraflarındaki medeniyetleri anlatmaya başlaması gibi. Bu bazen bir artı iken bazen eksi oluyor çünkü Mısır’ı bildiğiniz sekiz dokuz parçada okudum buda konu bütünlüğünü bozdu. Diğer medeniyetlerde de öyle bazen aynı bölüm içerisinde aynı döneme denk geldiği için 3-4 medeniyeti anlamak zorunda kaldım.(Yazar Medeniyet anlatımını iki paragraf arası boşluk bırakarak ayırmış). Diğer bir konu, kitap fena detaylı ve bu detaylar bayağı bir detay ve okuyucu olarak beni boğdu.
Diğer kitaplarını almayı düşünmüyorum, çünkü yukarıda anlattıklarıma ek olarak diğer kitaplarının bildiğim ve araştırdığım kadarı ile kitap kapağı ile içerik uyuşmuyor. Mesela yazar “Orta Çağ” kitabını 1130 da bitirmiş, “Rönesans” ı da 1453’te bitirmiş. Benim bildiğim (yanılıyorsam düzeltin lütfen) orta çağ’ın bitişi 1453 İstanbul’un Fethi, Rönesans ın Başlangıcı da 16yy. diye hatırlıyorum.
Yeni Kitap olarak iş yerin de Zaman Çarkı 4. kitabına, evde de Philippa Gregory den Kızıl Kraliçe ile devam etmeye başladım.
Malum haftada olduğumuzdan dolayı, dün gece boyu bu kitabı okudum. Öncelikle belirteyim ki korku/gerilim türünde okuduğum ilk kitaptı.
Kitabı 2020 şartlarına göre değerlendirirsem tahmin edilebilir ve klişe olan birçok bölümü olduğunu söylerdim. Ama kitabı yazıldığı zamana göre değerlendirmek gerek. Zaten okurken de kendimi o dönemde yaşıyormuş gibi hayal ettim. Yanılmıyorsam korku türünü etkileyici kılan da budur. Kitap hem kısa olmasından hem de sürükleyici olmasından dolayı tek oturuşta bitirilebiliyor. Okurken eski dilde birçok kelimeyle karşılaşsam ve bunları bilmediğim için okumam bölünse de bu benim cahilliğimdir efenim .
Okurken korkmuyorsunuz veya gerilmiyorsunuz da fakat o dönemki insanların korkularını ve çekincelerini okumak etkileyici oluyor.
Kitabı diğer korku kitaplarıyla kıyaslamayı çok isterdim ama dediğim gibi bu kitap korkuya giriş kitabı oldu benim için.
Sonuç olarak korkuya 10 kat yabancı biri olarak bu kitaptan zevk aldığımı söyleyebilirim. Korkuyla alakanız olmasa da tavsiye ederim.
İlerleyen günlerde de yine İthakinin Karanlık Kitaplık serisinden başka kitaplar okumayı düşünüyorum.
Sandman 9 - Merhametliler’i okuyorum. Öncelikle önsözde kocaman bir spoiler var. Yani cildin sonunu söylüyor… Önsözü okurken sonunu öğrendikten sonra önsözü okumaya devam ettim. Cildin başını da söylüyordu. Bu hevesimi baltalamadı tabii ki ama bilemiyorum. Çok mutsuzum. Sebebi sonunu öğrenmiş olmak değil. Zaten Sandman olaya dayalı bir seri değil. (Ama bu cildin sonu oldukça büyük bir olay…) Her cümlesiyle sizi düşünmeye sevk ediyor. Aynı zamanda şiir gibi akıyor. Sebebini bilmiyorum. Yine de mutsuz mutsuz okuyacağım ve aşırı zevk alacağım biliyorum. (Ki yüzde 70’ini okudum.)
Bu ciltte de yine her yerden mitolojik karakter var. Burada Morpheus daha bir konuşkan ve bu cilt geçmişle daha bağlantılı. Hatta geçmişteki bir olay üstünden gidiyor. Geçmişten gelen süpriz bir karakter var benim için. Bu da bana daha zevk verdi.
Üzülmeyeyim de ne yapayım şimdi?
2 gün önce aynı şeyi yaşadım ben de. Önsözlerde kitabın sonunun, kitapta karşılaşacağımız değerli olayların yazılması çok üzücü Önsöz okumayı çok seviyorum ama bundan sonra kitapları bitirdiğim zaman okumaya karar verdim.
Jack London - Yıldız Gezgini
Jack London’dan muhteşem bir kitap daha okudum. Nedense ülkemizde pek bilinen bir kitap değil, bence London’ın mutlaka okunması gereken kitaplarından birisi.
Kitapta yazar adalet sistemini, hapishanelerde mahkumlara uygulanan işkenceleri ve idam cezasını eleştirirken; bir yandan da bizi astral seyahatle ve reankarnasyonla tanıştırarak ufkumuzu genişletiyor.
Şu ana kadar yazarın okuduğum bütün eserlerini sevdim. Yakın bir zamanda bu kitabına başlayacağım
Sevilmeyecek gibi değil. Çok iyi bir yazar.
Altın Pusula’yı okuyorum. 124. sayfadayım, kitap yeni yeni açılmaya başladı. Lyra tam klişe bir karakter olmuş; ukala, kendini beğenmiş, gösteriş meraklısı, vurdumduymaz küçük bir kız çocuğu. Cin olayı hoşuma gitti, şimdilik merak uyandıran da bir konu ekseninde ilerliyor kitap.
Sanırım İthaki kitabı gözden geçirmeden, doğrudan eski baskıyı basmış. Kitabın çeyreği bitti ama sanırım 10’a yakın harf hatası/imla hatası vardı.
Kitap baskısı nasıl oluyor bilmiyorum ama daktiloyla yazılmıyor galiba. Bilgisayarda belgelere gözden geçirme yapılabiliyor. Çeviri için değil ama harf/imla hatası düzeltmesi bir kitap için yarım saat sürmez sanmıyorum. Ancak daktiloyla yazılmışsa o konuda bir şey diyemem haklılar, hataların düzeltilmesi çok uzun sürer sonuçta.
Stevenson harika bir yazar. Anlattığı hikayelerin konuları güzel, kurguları güçlü. Bu kitapta dört öyküsü yer alıyor. Her öykü güzel olmakla birlikte ilk iki öyküye özellikle bayıldım. Öyküler fantastik-korku türünde. Çevirisi su gibi akıp giden bu kitapta tek bir yazım yanlışı bile gözüme çarpmadı.
Biraz da o hatalar toplu gözden geçir, değiştir vs. nedeniyle oluyor. Kelime işlemci programları örneğin word bu konularda konunun hakimi bir insan kadar verimli değil.
Çok sevdiğim, yaptığı işlerle övgüler almış muhteşem bir çevirmen çevirmiş Gökdeleni, nasıl beğenmezsin?
Ben Kirke; Şimdileri okuyorum. Öyle yeni geniş bir hayal gücü ürünü yenilikleri olan fantastik bir kitap değil. Ama antik Yunan mitolojisini birinci ağızdan dinlemiş oluyorsunuz. Neredeyse kitabı yarıladım beni içine çekecek bir şey veremedi. Bakalım ilerleyen bölümlerde neler olacak
Özellikle müthiş Dune ve Yüksek Şatodaki Adam çevirileriyle tanıyoruz hatta bu ismi.
Efsanevi Edgar Allen Poe çevirilerini unutmayalım
Kirke de Kızların Suskunluğu da aslonda mitleri birinci ağızdan ve özellikle bir tanrıça yani bir kadın gözünden anlatıyor. Mükemmel kitaplar değiller fakat özellikle feminizmin yükselişiyle biraz destek aldılar. Tekrar söylüyorum kesinlikle kötü değiller ama bu hypeın nedeni böyle. Mitolojik kurguların geneli böyle, hikayeleti biliyorsanız ve çok da meraklısı değilseniz kitaba bağlanmanız biraz zor.
@Akahige ve @kalsedon.okur Gormenghast, Otomatik Portakal ve Fahrenaytı da ekleyelim.
Yalnız Otomatik Portakal çevirisi beğenilmişti diye hatırlıyorum.