Çeviri olayından çok anlamadığım için ondan dolayı mı oldu anlamadım Başka bir kitabını deneyeceğim, çevirisini kankanın yapmadığı
Yok onu da karşılaştırdım ben. Aynı şeyler var.
@Ufuk Güneşin İmparatorluğunu tavsiye ederim. Çevirisini bilmiyorum ama kitap fena değildi. Kendi çocukken ikinci dünya savaşında yaşadıklarını anlatıyor.
Okuduğun bir cümleyi tekrar tekrar okuyup anlamlandıramıyorsan ve çeviri bem sevgili dostumunsa çeviridendir.
Karanlık Kitaplık serisindeki 2. durağım Dr Jekyll ile Bay Hyde oldu.
Kitap her ne kadar korku/gerilim türü içerisinde yer alsa da çok rahatlıkta felsefe,psikoloji hatta bilimkurgu olarak nitelendirilebilir bence.
Kitabı “korku” kitabı olarak düşünmeyin. Korku/gerilim ögesi yok denecek kadar az. Hangi türü severseniz sevin alıp okunulması gereken bir eser.
Kitap tek seferde okunabiliyor. Hem dili sade hem de oldukça sürükleyici bir hikayesi var.
Her ne kadar okuyucu olarak neyin ne olduğunu bilmemize rağmen, kitaptaki karakterlerin bir şeylere mantıklı açıklamalar getirmeye çalışmasını, bir şeylere inanmamalarını okumak hoştu.
Şimdi gelelim kitabın can alıcı noktasına. Kitap boyunca bir benlik çatışmasına şahit oluyorsunuz. Ki bence kitabı güzel kılan da bu kısımları idi. İyiyle kötünün savaşı mı dersiniz yoksa id ve süperego kıyaslaması mı dersiniz orası size kalmış. Kitaptaki toplumsal eleştriler ve mesajlar da gayet yerindeydi. “Toplum bizden ne bekliyor/biz aslında neyiz” altmetni veriliyor. Daha fazla açıklarsam spoiler olur diye düşünüyorum ama zaten kitabın kapağı bile spoiler niteliği taşıyor.
Bu arada belirteyim Karanlık Kitaplık serisinden okuduğum bir önceki kitap olan Yürek Burgusu kitabından daha çok beğendim bu kitabı.
Ballard’ı diğer tüm BK yazarlarından ayıran temel fark şu. Ballard "BK uzayda değil, insanın kendi içindedir, gelecekte değil bugünde aranmalıdır " der.
Belki de hangi zaman da okursak okuyalım bugünler tam da Ballard’ın yazdığı dünyaları yaşıyoruz. diyeceğiz.
Örneğin Gökdelen kitabı tam da günümüz dünyası parodisidir. Şahane kitaptır, Kafka anlatıları gibidir. Tüketici toplum, buna şartlanmışlık, aşırı doymazlık, uç haz(Örneğin Çarpışma) vs. Ayrıca kitaplarında karakterleri ruhsal problemleri olan bireylerdir. Çoğu kitabında bilinç ve psikanaliz üzerine çok ciddi göndermeleri vardır. Ballard kitapları daha çok teknoloji, modern tüketici toplum vs bireyde, çevrede yol açtığı sorunları anlatır. Okuması zordur ama bir o kadar da farkındalık yaratır.
BÜYÜK ATATÜRK’TEN KÜÇÜK ÖYKÜLER
Bugün bu kitabı bitirdim. Tam da 29 Ekim’e denk geldi çok güzel oldu Kitapta Atatürk ile ilgili pek çok kısa hikaye var. Akıcı bir kitap. Okurken hiç sıkmıyor. Güzel bir derleme olmuş.
Son zamanlarda çıkan bence en iyi distopya kitabı.
Kitabın konusunun kısa ve öz açıklaması: Toplum belirli renk gruplarına ayrılmış, sınıflandırılmış. Bu sınıflandırmayı ayrıntılı olarak söylemeyeceğim bu herhalde ikinci kitapta açıklanıyor. Genel itibariyle bu kitapta bizi ilgilendiren iki renk var. Biri kızıl diğeri de altın. Kızıl kandırılmış, beyinleri yıkanmış Toplumun en alt tabakasında yer alan vasıfsız işçiler. Altınlarsa Tüm güneş sistemini yöneten, tüm toplumu yöneten üstün insanlar.
Kitabın ana karakteri de kızıllardan. Sonrasında bir şekilde Altınlara sızıyor ve olaylar gelişiyor.
Kitabın yazım şekli çok akıcıydı, çok keyif aldım. Kitapta hiç bir zaman aksiyon eksilmiyor. Kitabı çok beğendim.
Bu seriyi hep erteleyip durdum ve pişman oldum keşke daha erken okusaymışım.
Birde renk gruplarına göre herhalde fiziksel özelliklerde değişiyor göz rengi, saç rengi filan.
Burayada kızıl darrow ile altın darrow karşılaştırma fotoğrafanı bırakıyorum.
Teşekkür ederim
O gözle bakarak okumuştum fakat çok fazla insan ilişkileri, kültürel çözümlemeler, insanlık sorunları gibi ders verme üzerine yazılmış kitaplar beni boğuyor. Çok sık duyuyorum, evet gene duyuyorum moduna giriyorum. Yeni bir şey öğrenmediğimi düşünüyorum, belki böyle değildir ama böyle hissedince okumak zorluyor ve sıkıyor. Okuma tarzı, ilgi alanıyla alakalı sorun sanırım.
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, genellikle iki kitabı aynı anda okumayı seven biri değilimdir. Bir kitaba yoğunlaşmayı çok severim ama şimdi şartlarım biraz daha farklı ve uzun zaman boyunca kitap okumaya ara verince heyecanlandım ve böyle bir şey oldu sanırım
Genellikle yatmadan birkaç saat önce bir öykü okuyorum. Her gün bir öykü şeklinde ilerlemeyi düşünüyorum. Şuan sadece 2 öykü okudum ve “muhteşemdi” diyebileceğim öyküler olmasa da şuanlık iyi gidiyor, farklı bir tarzı var. Daha fazla okudukça anlamayı umuyorum.
Bu kitap ise bambaşka. Geç kalınmış bir eser, daha erken okuyabilirdim ama şuan okuyor olmama da ayrı seviniyorum. Yazarın dili harika ve anlatım şekli çok sevdiğim bir tarz. Herkes bir arada oturuyordur ve konuşuyordur. Anlatıcı da o kişilerin arasındadır fakat hikayenin ana kahramanı anlatıcı değildir. Şuan kitabın ortalarındayım zaten çok kısa bir kitap ama Wells’in düşünüş şeklini oldukça sevdim. Wells ile geç tanışmam gerçekten üzücü oldu ama önümüze bakalım
Son olarak da bu kitaptan bahsetmek istiyorum. Bu kitap aslında Adalet Psikolojisi dersimizin kaynağı olarak aldığımız bir kitap, yani zamana yayarak okuyorum bunu da aynı Poe gibi. Yine de bu kaynak ders kitabından çok fazlası ve size “Gerçekten de adalet nedir?” diye sordurtacak bir kitap olmasından kaynaklı ilgisi olan kişilerin de görmesi için buraya bırakmak istedim.
Gertrude Barrows Bennett - Üç Başlı Kerberos
Bu kitap Kara Çınar serisinden okuduğum 5. kitap oldu. Serideki en beğendiğim kitap olmasa da bu kitabı da genel olarak beğendim.
Yazarın yarattığı distopik dünya ve kitaptaki karakterleri çok başarılı buldum. Olay örgüsü de kısmen tahmin edebilsem de yine de sürprizlerle doluydu. Kitaptaki sevmediğim şeyler, karakterlerin distopik dünyaya ulaşma yolu ve her ne kadar bilim kurgu olarak geçse de kitabın fantastik bir yanının bulunması oldu.
Kitaptaki olay örgüsü, distopik dünyanın içindeki kişiler tarafından gerçekleştirilseymiş çok daha iyi oluırmuş. Mesela Numara 53 üzerinden gitseydi kitap, 10 numara bir distopya olurdu.
Antik Mısır - Frank Brooksbanks
Maya Kitap mitolojik hikayeler isimli bir seri yayınlamaya başlamıştı. Seride beş kitap mevcuttu ve daha önce Dokuz Diyarı okumuştum.
Öncelikle kitap yüzyıl önce yayınlanmış bir kitap. Bu sebeple son yüzyılda olan gelişmeler ve yeni hiyeroglif çevirilerini hesaba katmayan bir kitap. Yani güncel diyemeyiz. (Ah siz yayınevleri ve telifsiz kitap dertleriniz…) Ama mitolojik öyküler zaten çok değişken şeyler değil. Bu konuda çevirmenin aralıklarla bu eksikleri kapatan dipnotları kitabın bu eksikliğini kapatıyor. Çevirisi de fena değildi zaten. Mitolojiye aşina biri olarak öykülerin farklı versiyonlarını nerede görsem okurum, her ne kadar yeni bir şeyler katmasa da farklı dillerden farklı yorumlar okumak size katacağını fark etmediğiniz şeyler katabiliyor.
Kitaba dönecek olursak; Kurgudan ziyade öykülerin anlatılarının birleştirildiği bu kitabı
mısır mitolojisi ve mısır mitlerindeki firavun öykülerinin ufak bir derlemesi olarak düşünebilirsiniz. Bu mitolojiye giriş seviyesinde oldukça işinizi görür ve Tanrı/Tanrıçaları tanımış ve birbirleriyle bağlantılarını görmüş olursunuz.
Hem kitabın fiyatı çok uygun hem de diğer mitolojik hikâyeleri de seri içinde barındırmasıyla bence kitaplığınızda bulundurmalı ve kafanıza göre aralıklarla her mitolojiden öyküler okuyabilirsiniz.
Amber’de Dokuz Prens’i okuyorum. Bu kitaba girilen bir yorum sayesinde bu güzel platformu keşfettiğimi de söylemeden geçemeyeceğim.
Ekim ayının son kitabı Dr. Kan Bedeli’ni okudum.
Üçüncü Dünya Savaşı sonrasında hayatta kalmış bir avuç insanlığın hayatlarına nasıl devam ettiğini anlatan güzel bir kitaptı. Karakterlerin çokluğu biraz korkutucu olsa da ekstra bir dikkat ile bunun da üstesinden gelebilirsiniz.
Kitabın sonunda PKD yaptığı öngürülerde ne kadar başarısız olduğunu söylese de ele aldığı konuyu başarılı bir şekilde işlemiş. Savaş sonrası insanların neler yapabileceğini ve ne durumda olabileceğini bir ümitle kaleme almış. Zaten PKD’nin savaşa olan nefreti de insanların hayata tutunma başarısıyla romanda kendini açıkça belli ediyor.
Evet bu kitap bir savaş sonrasını anlatıyor. Çoğu teknoloji kayboluyor. Nüfus azalıyor. İlişkiler zarar görüyor. Fakat kalem PKD’in elindeyse bilimkurgu adına ne arıyorsanız bu karanlık atmosferde onu bulacaksınız.
F. Scott Fitzgerald - Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
Fitzgerald’dan ilk defa bir kitap okudum. Yazarın anlatım tarzını çok akıcı ve başarılı buldum. Hikâye okuyucuyu sıkmayacak ve hatta eğlendirebilecek şekilde anlatılmış. Kitabı genel olarak beğendim ama keşke biraz daha uzun olsaydı da olaylar hızlıca geçiştirilmeseydi.
Floransa Büyücüsü
Büyülü gerçeklik anlatımı çok sevdiğim bir anlatım türü. Bir de buna, yanına en çok yakışan, tarihi kurgu eklenince ortya muazzam bir potansiyel çıkıyor. Saramago, Marquez, İhsan Oktay Anar, İsabel Allende bu potansiyeli başarılı bir kinetiğe çevirebilen, ilk etapta akla gelen yazarlar; tıpkı Rushdie gibi. Salman Rushdie diğerlerinden farklı olarak, daha masalsı bir anlatıma sahip. Bir de Rushdie büyü olarak görünen örtüyü kaldırıp, aslında büyünün kafamızda olduğunu göstermeyi daha fazla seviyor. (yani diğer yazarlar birisinin uçup gitmesi son derece sıradanmış gibi anlatırlarken, Rushdie birkaç bölüm sonra aslında onun uçmadığını, bunun yanlış anlaşılmaların bir neticesi olduğunu açıklamayı seven bir yazar.)
Kitabımız 15. 16. Yüzyıllarda geçiyor. Zamana bakınca bile ne kadar renkli olabileceği zihnimizde canlanıyor; İstanbul fethedilmiş, Orta Çağ bitmiş, İtalya’da Rönesans’ın etkisi iyiden iyiye hissedilir olmuş ama bir yandan da din kavgaları devam etmekte, hala engizisyon mahkemeleri çok aktif, Amerika’nın keşfi; öte yanda Osmanlı görkemi, Babür İmparatorluğunun altın çağları, İran tarafında Şah İsmail ve Safevi Devleti… İşte kitabımız da tam bunlar arasında geçiyor ve masalsı bir yolculuk sunuyor bize. Bu yolculuğumuz sırasında kimlerle karşılaşmıyoruz ki? Kazıklı Voyvoda’dan tutun da Andrea Doria’ya, Yavuz Sultan Selim’den Şah İsmail’e, Ekber Şah’tan Medici’lere, Birbal’den Niccolo Machiavelli’ye kadar bir çok tarihi figürle bir araya geliyoruz. Özellikle Ekber Şah ve Birbal’in diyalogları küçük bir yer kaplamasına karşın, çok sevilesiydi. Kitaba adını veren Floransa Büyücüsü uzunca bir süre gizemini koruyor. Hikaye bambaşka yerlere gidiyor ve daha sonraları ona bağlanıyor, sonuna kadar da ilgi çekici şekilde sürüyor ve sonu da bence başarılı neticeleniyor.
Kitap yoğun anlatımlı ve çok katmanlı olduğu için, öyle hemen okunup bitirilebilecek bir kitap değil, ama fazla ara da vermemek lazım, yoksa yazarın labirentlerinde kaybolabilirsiniz. Ben çapraz okuma seven birisiyim, yine de ikinci bir kitap koyamadın yanına. Kitabın büyüsü buna engel oluyor ve merak ederken buluyorsunuz kendinizi. Akıcı ama yoğun ve katmanlı demiştik, katmanlar açıldıkça hikaye ortaya çıkıyor ve sonunda büyülü bir yolculuk ve güzel bir tat kalıyor.
Tarihi konular, olabildiğince iyi araştırılmış ve yansız şekilde sunulmuş. Tabii ki tarihi tutarsızlıklar ve hatalar var, zaten tarih kitabı değil, tarihi ‘kurgu’ kitabımız. Ama yine de yazar çok iyi bir araştırma sürecini geride bırakarak yazmış (kendisi de bunu ifade ediyor zaten). Kitabın dili çok temiz ve akıcıydı (kolay okunduğunu iddia etmiyorum ama o dilden kaynaklı değil, kitabın yoğunluğundan kaynaklı bir durum). Bazı yerlerde İhsan Oktay kitabı okuyor gibi hissettim. Çok keyifli bir yolculuk oldu. Bu türü sevenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
Jared Diamond-Çöküş
Tüfek, Mikrop ve Çelik’ten sonra yazarın Çöküş kitabını da okudum. Kitap çöküş yaşamış olan toplumları ve çöküşlerinin sebebini, genelde çevresel faktörler odaklı olarak anlatıyor. Jared Diamond kitabı yazarken yararlandığı kaynakları da içeren okuma önerilerine kitabın sonunda yer vermiş ve sadece bu kısım bile 37 sayfadan oluşuyor. Bu da kitabın tek başına ne kadar detaylı bir araştırma ile yazıldığını göstermeye yeterli, ama yazar bununla da kalmıyor. Kitapta anlattığı toplumların yaşadığı yerlerin büyük kısmında şahsen de bulunmuş ve kendi tecrübeleri ve gördüklerini de kitaba eklemiş. Dünyanın dört bir yanından, küçük-büyük, eski-yeni birçok toplum hakkında bilgi veriliyor. Jared Diamond’ın kitaplarında önceden bilmediğim çok şey öğreniyorum.
Kitapta tuhaf bulduğum bir bölümü de belirtmek istiyorum. Bunun gibi kurgu dışı kitapların içeriğinden bahsetmenin “spoiler” olacağını düşünmüyorum aslında ama yine de bu konuda hassasiyeti olabilecek kişiler için spoiler kodu ile anlatacağım.
Kitabın sonlarına doğru petrol, madencilik, kerestecilik ve balıkçılık gibi çevreye olumsuz etkileri olabilecek sektörlerde, çevreye etkiyi azaltmak için yapılabileceklerin anlatıldığı bir bölüm var. İçerik itibariyle kitabın geri kalan bölümlerinden farklı bir bölüm, pek bağlantılı durmuyor. Asıl tuhaf bulduğum kısım ise Chevron isimli petrol firmasının yaptıklarının övüldüğü kısımlar. 10 sayfa civarında sürüyor, özellikle Papua Yeni Gine’deki petrol çıkarma sahaları övülüyor ve reklama dönecek kadar detaya girilmiş, firma CEO’sunun çalışanlara her sene attığı çevreyi korumanın önemini belirten e-postadan bile bahsediliyor. Bölümde iyi örnek olarak verilen başka firmalar da var ama onlara 1-2 cümle değinilmiş. İnternette bu konuyu biraz arattım, Chevron’un başka yerlerde çevreye zararlı uygulamalarını anlatan ve Jared Diamond’ı eleştiren yazılar gördüm. Bu sebeplerle, kitabın bahsettiğim bölümüne biraz kuşkuyla yaklaşıyorum.
Kitap oldukça detaylı olsa da kolay okunuyor, çevirisi başarılı. Editörlüğü de başarılı buldum, yazım hatası kalın bir kitaba göre yok denecek kadar az.
Karanlık Kitaplık serisinden okuduğum 3. Kitap olan Carmilla ile karşınızdayım.
Okuduğum ilk vampir öyküsüydü ve gayet beğendiğimi söyleyebilirim. Diğer korku öyküleri gibi bu da tek oturuşta bitirilebiliyor. Uyku tutmadığı bir gece elinize alıp uyumadan önceki 1-2 saatinizde bile bitirebilirsiniz. Kitap oldukça tahmin edilebilir olmasına rağmen yine de oldukça zevkliydi. Bir türün ilklerinden biri ne de olsa eser. Korku türüne veya vampirizme ilginiz varsa şiddetle tavsiye ederim. İlgisi olanı tatmin eden bir kitap. Onun haricinde kesinlikle okunması gereken bir eser diyemem heralde.
Kitap vampirizmle ilgili bir çok şey öğretse de toplumsal bir mesaj veya insanın ufkunu açan bir etki bırakmıyor. Zaten bırakmasına da gerek yok, bir korku eseri ve kendi türü içerisinde gayet etkileyici.
Marcilla ve Millarca isimlerini gördüğümde sırıtmadan edemedim
Wells için ikinci durağınız Doktor Moreu’nun Adası olsun. Körler Ülkesi de hakeza müthiş bir uzun öykü.
Karanlığa Yolculuk, gerçek suç öykülerini, suçların aydınlatılması, gerçeklerin ortaya çıkarılması, masumlar ile suçluların ayırt edilmesinde kullanılan baş döndürücü tekniklerin ve zeka oyunlarını, polisiye öykü, hatta film tadında anlatan yeni bir Sevil Atasoy kitabı.
Atasoy, yakından izlediği, birbirinden sıradışı, yaşanmış olayları mercek altına alıyor. Hikayelerini bir dedektif tecrübesi ve soğukkanlılığının yanı sıra bir bilim insanı titizliğiyle okurlarıyla paylaşıyor.
Teşekkür ederim öneriler için. İkisini de ekliyorum