Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

İsminiz bir yerden tanıdık geliyor :slightly_smiling_face:

1 Beğeni

Bilgi için teşekkür ederim, araştıracağım :slight_smile:

Ekim 2020 ilk basım, Delidolu Yayından çıkmış Alışveriş Merkezinde Yaşayan Adam - Özgür Taburoğlu. Kitabın ismi konusunu açıklıyor :clown_face:

Kitapla karşılaşmadan önce merak ettiğim birşeydi alışveriş merkezinde birkaç gün geçirmek, bu yüzden heyecanla aldım kitabı. Bitirdiğimde kitapla ilgili düşüncelerimi genişçe yazarım :robot:

IMG_20201213_002305

İktidar Mahkumları

Arkadi ve Boris Strugatski kardeşleri çok sevdiğimi daha önce de söylemiştim. Ülkemizde çok tutmuyor/fazlaca eleştiriliyorlar ki eleştirilerin bir bölümüne hak veriyorum, mükemmel konular seçip, zor yoldan anlatıyorlar ya da biraz detaysız bırakıyorlar. Fakat tüm bu söylediklerim bu kitap için geçerli değil. Strugatskilerin bu kitabında detaylı, açık anlatım ve akıcılık ön planda. En başarılı bulduğum kitapları oldu.

Konu olarak biraz Tanrı Olmak Zor İş’i andırıyor. Ona göre daha anlaşılır ve daha ilgi çekici (ki ben Tanrı Olmak Zor İş kitabını çok severim). Kitabımız bağımsız keşif ünitesinden, bir gezegeni keşfetmek, incelemk amacıyla yola çıkmış Maxim isimli ana karakterimizin gezegene girmeden geçirdiği kaza ile başlıyor. Daha sonrasında gezegeni araştırmaya ve incelemeye çalışan karakterimizle beraber biz de merakla anlamaya, öğrenmeye çalışıyoruz. Başlangıçta hafif karmaşık gelebiliyor olaylar. İlginç keşiflerle başlayan hikayemiz aynı zamanda çok muzip bir dil ile aktarılmış başlarda. İlerleyen zamanda ise çok daha farklı ilerliyor hikayemiz. Çok katmanlı bir kitap diyebilirim. Yavaş yavaş katmanlar kalktıkça bir distopyada buluyoruz kendimizi. Aksiyonu fazla ama devamlı olaylar olduğu için de biraz yorucu olabilen bir akışımız var. Tabii her zamanki gibi biraz havada kalan yerler de yok değil. Bazen de ne olduğunu anlamakta zorlanıyorsunuz. Ama yine de diğer eserlerine oranla oldukça açık bir anlatımı var. Arka planda ise çok iyi siyasi ve sosyolojik mesajlar işlenmiş. Ben çok beğendim kitabı. Bazıları illa ki yine mi Strugatski diyecektir ama bu kitap oldukça iyi, o yüzden güzel bir haber vereyim, İthaki’nin yayın planlarında var, BKK içerisinde göreceğiz kitabı. :slight_smile:

Bu arada not: her zaman ki gibi bu kitapta da sunuş, giriş, önsöz gibi bölümlerden uzak duralım, çeşitli ipuçları var bu bölümlerde.

Kızıl Moskova

Bulgakov en sevdiğim yazarlar listesinde her zaman başlardadır. Sovyetler birliği, hem de Stalin döneminde muhalif kalabilmiş, o kadar baskıya karşın görüşlerini savunmuş, eleştirilerini getirmiş bir yazar. Üstelik meslektaşım (biraz bundan da torpil geçiyorum :slight_smile:). Kızıl Moskova yazarın 1920’li yıllarda yazdığı kısa hikayeleri ve köşe yazılarından oluşmakta. Hikayelerin çoğu gerçek haberlere dayanan kurgulardan oluşuyor. Kitap öyle ele alınıp bir iki günde okunmaya çalışılırsa sıkıcı olabilir. Ben bir haftada yavaş yavaş okudum. Başlarda çok ciddi başlayan kitabımız, ilerleyen dönemde çok eğlenceli anlatımla devam ediyor. Hikayeler klasik Bulgakov öyküleri; dönem Rusyasını anlatan, Bolşevik eleştirileri bolca olan, olaya beyazlar tarafından yaklaşan, kimi zaman ciddi, kimi zaman espirili, kimi zamansa fazla anlaşılmaz yaklaşımlarla yazılmışlar. Dönem Rusyası hakkında biraz bilgi sahibi olmayı gerektiriyor kitap. Ben bir Bulgakov sever olarak keyifle okudum, ancak yazarı merak edenler Genç Bir Köy Hekimi yahut Köpek Kalbi gibi eserlerle yazara giriş yapmalı, bu kitap çok zorlayıcı olabilir.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

25 Beğeni

Strugatski kardeşlerle “Uzayda Piknik” eseri ile tanışmıştım. Kitaptaki göndermeleri anlamamamın nedenini eleştirilerin bir tık yerel (örneğin Sovyet bürokrasisi eleştirilmişti o kitapta, bilmiyordum) gelmesine bağlıyorum. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Diğer kitapları öyle midir?

1 Beğeni

Kesinlikle arka planda sistem ve siyaset eleştirisi Strugatski kardeşlerin olmazsa olmazı. Tabii bunu açık açık yapmadıkları için, bizim gibi konulara uzak okurlar anlamlandıramayabiliyor (yazması baya zor oldu :slight_smile:). Bunu gerek Kıyamete Bir Milyar Yıl kitabında gerekse Pazartesi Cumartesiden Başlar kitabında açıkça hissedebiliyoruz (özellikle Pazartesi Cumartesiden Başlar sadece sovyet eleştirisi değil rus masalları ve destanları ile de baya ilişkili, zaten Ruslar tapıyorlar bu kitaba neredeyse). Uzayda Piknik kitabında bürokrasi eleltirisi var, evet eleştiriler bazen yerel ama yerel üzerinden genele sesleniş gibi. Örneğin bu kitapta da gene yönetim eleştirisi var ama sadece Sovyetler Birliği eleştirisi değil, genel baskıcı yönetim eleştirisi diyebilirim. Tabii yazarlarımızın sevilmeme ya da anlaşılmamasının tek nedeni bunlar değil, özellikle anlatım tarzı çok hitap etmiyor okurlarımıza ama ben verilen emeğe değdiği görüşündeyim. Mesela diğer okuduğum yazar Bulgakov daha açık açık eleştirmiş ve kavga etmiştir (Zamyatin de keza açıkça eleştiride bulunmuştur), Strugatskiler ise daha kapı arkasında yöneltmiş gibi bu eleştirileri. İşte siz de bunları anladıkça yamuk bir gülümseme ile okumaya devam ediyorsunuz. Ben seviyorum Strugatski kardeşleri, tavsiye de ediyorum ama genelde beğenilmiyorlar, onu da belirteyim. :slight_smile:

3 Beğeni


Dionysios Byzantios - Boğaziçi’nde Bir Gezinti

İstanbul’daki antik yerleşim yerlerini ve kökenlerini, antik bir yazardan öğrenmek güzeldi. Kitabın başında çevirmen tarafından yazılan İstanbul’un tarihini anlatan kısım da hem kitabı anlamama yardımcı olduğu için hem de tarihi bilgimi genişlettiği için çok faydalıydı.

11 Beğeni

Alfa, Epsilon, İthaki başta olmak üzere yayınevlerine eleştirim; lütfen artık redaksiyona daha fazla önem verin. Okuduğum her kitapta yazım yanlışları ve noktalama işareti yanlışlıkları görmek istemiyorum.

Çok zor bir şey de değil, hatta forum ve sosyal medya hesaplarınız aracılığıyla liyakatı olan ve belki hediye kitap karşılığında dahi gönüllü olarak ekstra son okuma ve redaksiyon yapabilecek kişiler bulabilirsiniz. Yeterki redaksiyon problemini ciddiye alın.
:woozy_face:

14 Beğeni

Lady Chatterley’in Sevgilisi - D. H. Lawrence

Lady Chatterley’in Sevgilisi, savaşın yıktığı göklerin altında, yeniden batacak güneşlerin güven vermeyen sıcaklığında tekinsiz bir öksürük nöbetine tutulmuş Lawrence’ın son romanı. Yıkıntıların arasında, tartışmalı yaşamının son demlerinde temellerini sorgulayan bir Lawrence’i bekleyen okurları şaşırtan bir hamle: Patriyarkal bir manipülasyon. Cinsel Politika’nın yazarı feminist teorisyen Millett’in deyimiyle “cinsel politikacıların en hünerlisi” Lawrence, Lady Chatterley ile yüzyıllar sürecek bir eleştirel Ouroboros’a ölümsüzlük iksirini yudumlatmayı başarıyordu. Çünkü roman, basit bir sayıklamanın ötesinde derinlere dayanan bir “insan doğası” ve “toplumsal norm” analizini sonsuz kez doğurma potansiyeline sahip Jungçu arketipik anlatıyı temel alıyor. Lawrence, kafa karıştırıcı ya da daha doğru deyişle afallatıcı şekilde birincil karakteri kadın olarak tercih ederek anima ile animusun kaynaşmış doğasına işaret ederken, Viktorya kadınının yokoluşu ve yeni yükselen kadınlığın “nasıl boyun eğdirilmesi” gerektiğini okuruna sunabilmek için manipülasyonu tercih ediyor. Özgür ve başına buyruk olarak sunduğu “selüloid” kadınları sanayi İngiltere’si ile eşleyen Lawrence, kurtuluşu cinsel organlarını belli eden kırmızı dar pantolonlar giyen Orta Çağ fallus merkezli erkekliğinde buluyor iken yarattığı ve devrin feministlerinin ağzından konuşturduğu kadınları ancak ve ancak teatral bir tamamlanmamışlıkla taçlandırıyor. Lawrence’ın sözcüsü Mellors, kadını değiştiren erotik gücün kaynağı olarak temsil edilirken; Urgan’ın estetik, devrin eleştirmenlerinin pornografik bulduğu cinsel organları çiçeklerle süsleme sahnesinde ise artık bir Tanrı Pan seviyesine yükseliyor. Bir diğer yanda primitif bir annelik içgüdüsüne tutulan Constance, dölyolunu Tanrı Pan’a kutsatarak tamamlanmanın peşinde iken; karikatürize edilmiş “ikiyüzlü” bir feminist olan Hilda doyumdan alabildiğine uzak bir oyunbozan olarak sunuluyor. Tüm bu mizojini fırtınasını Lessing’in deyimiyle “yeterince erkek olamamış” sanayi erkekleri ile “bekçiler, çingeneler ve yerliler” gibi egzotik fallik "anıt"ları karşılaştıran “vajinal doyumu arıyan” kadınlar üzerinden yapan Lawrence, her satırı ile bugün de hala konuşulup tartışılması gereken yaşayan bir tarih yaratıyor. Lawrence, hala nefes alan sıcak bir gündemi, sanat ve sanatçı arasındaki o sıkı ipliklerin önemini işaret ediyor bize. Bir anne arketipi olan o kucaklayıcı korudan yükselen çiçek kokuları arasında şefkatle sevişerek dünyayı güzelleştiren bir penis olarak Mellors ve özgürlüğü kendini gerçekleştirmek fırsatını hiç tanıyamadığı için annelikte bulmaya çalışan Constance ile Lady Chatterley’in Sevgilisi asla eskimeyecek bir tartışmanın fitilini ateşlemeye devam ediyor, ilk gün olduğu gibi.

12 Beğeni

Frank Herbert - Dune bitti.

Yüzüklerin Efendisi dışında bu kitapla kıyaslanacak başka bir kitap yok.
[Arthur C. Clarke]

19 Beğeni

Sonlara yaklaştım. Okudukça şaşkınlık yaşıyorsunuz, şaşkınlık yaşadıkça okuyorsunuz. Güzel bir araştırma kitabı ama neler yaşandığını öğrendikçe içinizde biraz sıkılıyor tabii.

13 Beğeni

Neil Gaiman/Yokyer

yokyer

Gaiman bu kitapta mizahı ve karanlık temayı olabilecek en başarılı şekilde birleştirmiş. Biri diğerine üstün gelmiyor, ikisinin de dozu yüksek.

Karman çorman bir topluluk gibi görünen ve “Buradan nasıl iyi bir öykü çıkar ki” diyebileceğimiz temalardan; melek, sıçan, avcı, kiralık katil, keşiş ve daha pek çoğundan fazlasıyla iyi bir roman çıkarmış. Sebebi hayal gücünün yüksek, anlatıcılığının çok başarılı olması.

Hikayenin başlangıcı, gidişatı, sonu, hepsi ayrı güzeldi. Kurgunun kilit noktasını oluşturan küçük ayrıntılar kitap boyunca devam ediyor ve bu da biraz dikkatli bir okuma istiyor. Ayrıca çok karakter var ve bana kalırsa hepsi maceralarını ayrıntılarıyla okumak isteyeceğim türden güçlü karakterler.

Kitap bittikten sonra “Aşağı Ankara” nasıl bir yer olurdu, düşünmedim değil. Malum goril heykeli Yukarı’dan Aşağı’ya taşınırdı kuşkusuz. Uzun süre Eskişehir Yolu’nda bir işgal alanı oluşturan ve yıllar önce sökülen o çelik yapı da belki oraya taşınmıştır, kim bilir :woman_shrugging:

28 Beğeni

Mizancı Murad.
Turfanda mı turfa mı?

Pamuk’tan Kırmızı Saçlı Kadın’ı okuyorum. Bu akşam başladım ve yarılamışım. Yarın bitirmek üzere elimden bırakıyorum.

8 Beğeni

Anayurt Bitti. Hikayeyi tamamen unutmuşum. 7. kitaba kadar hızla gidecekmişim gibi gözüküyor :slight_smile:
Sürgün ile devam ediyoruz.

11 Beğeni


Kurt Vonnegut - Otomatik Piyano kitabını okudum.
Kitabımız distopya türünde. 3. Dünya savaşından sonra, bizim bugünlerde endüstri 4.0 diye tabir ettiğimize benzer bir dünyayı kurguluyor. Savaş esnasında ülkedeki eksik insangücünün yerini doldurmak için üretilen makineler zamanla sadece insanın yerini almıyor, onlarla rekabet ediyor hatta üstünlük sağlıyor. “İlerleme her zaman iyi yönde mi olur?” sorusunu soruyor kitap büyük oranda.

Kitaptaki dünyayı anlatamdan önce şunu söylemem gerek, kitabın ilk 100 sayfası size bilmediğiniz, düşünemeyeceğiniz bir şey anlatmıyor. Özellikle okuduğum bölüm gereği neredeyse her gün düşündüğüm, tartıştığım konuları okudum. Hatta bir ara sanki işletme yönetimi profesörümün dersine girmiş gibi hissettim :smiley: . Fakat ilerleyen bölümlerde kitap öyle bir açılıyor, öyle güzel noktalara değiniyor ki eleştirdiğinize pişman oluyorsunuz. Çok uzatmadan biraz kitabın dünyasına değineyim;

Kitapta toplum kast sistemine benzer bir yapıya bürünmüş. IQ’su 140’ın altında olanlar işe yaramaz, yazarın tabiriyle “Haşat ve Iskarta” oluveriyor ve “Yuva” ismi verilen bir yerde yaşıyorlar. IQ’su 140’ın üstündekiler (mühendisler, müdürler, bilimadamları) ise ülkenin en üst mevkilerine gelmiş. Hayat tamamiyle otomatikleşmiş, ülkedeki en önemli işler bile makineler sayesinde kolaylıkla yapılabilir olmuş. Sıradan insan için bile durum aynı. Artık geçimini sağlamak için zor işlerde uzun çalışma saatleri harcamasına gerek yok, her şey elinin altında oluvermiş. Fakat tam da burda aslında insanın toplumdaki yerini, amacını yitirdiğini farkediyoruz. Bu özellikle Yuvadakiler içinde hissedilse de başkahramanımız olan İlium Fabrikasının Müdürü Paul Proteus de bu insanlardan biri. Kulağa sıradan bir “sistemin içindeki insan sistemi sorgulamaya başlıyor” romanı gibi gelebilir, fakat bu noktada benzerlerinden( Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit451) daha fazla beğendiğimi söylemeliyim.

Kitapta sadece Paul’un hikayesini değil bu dünyadaki bir sürü başka kişinin hikayesini de öğreniyoruz. Eşini aldatan bir koca, trafik kontrol makinesine zarar veren bir adam, kendi yaptığı makineden dolayı kendi işinden olan biri, basit bir berberin dünya hakkındaki görüşleri vs. vs. Bunlara ek olarak bir de Amerikaya ilk defa gelen ve sistemi anlamaya çalışan Brathpur Şahı var ki hikayedeki en güzel şeylerden biri olabilir. Yazar bu karakter üzerinden hem kurguladığı dünyayı anlatıyor hem de mizahi bir anlatımla iğneleme yapıyor topluma.

Sonuç olarak distopya seven, bilimkurgu seven, veya “insanın toplumdaki yeri” ve “insanın hayattaki amacı” gibi konulara meraklı olan herkese tavsiye ederim kitabı.

“Deli herif makineyle konuşuyor” :smiley:

20 Beğeni

Terry Pratchett’in acemi zamanlardaki hikayelerini kapsayan bir hikaye derlemesi. Bunu kendisi de önsözde dile getiriyor. Kitap hakkında genel bir fikir olsun diye şu alıntılamayı da yapayım.
Ve alıntıyı @Agape’ye yani öhöm, cadı hazretlerine armağan ediyorum. :buyucu:

“Bir eşek için çok şey biliyorsun,” dedi Edwo hayranlıkla.
“Şey, evet, bir cadı beni eşeğe çevirmişti.”
“Ondan önce neydin?”
“Aslında su kurbağasıydım,” diye itiraf etti Ciyak.
Ondan önce kara kurbağası, ondan önce ağaç, ondan önce yakışıklı bir prenstim. Devamlı cadıları kızdırıyormuşum gibi görünüyor.

20 Beğeni

:buyucu: Tam da bizim yapacağımız türden bir şey. :joy:

3 Beğeni

Aaa dedim bir bakayım, sevgili denetmenlerimiz kitaplarda da karşıma çıktı. Daha bir şey demiyorum. Şimdiden kendime “kurbağa gibi hissetme,” diye fısıldıyorum. :buyucu:

2 Beğeni

  1. kitap şimdiye kadar okuduğum en iyisiydi diyebilirim. Göğün Ateşleri ise 4. kitabın 1 tık ama ufak bir tık altı diyebilirim. Neredeyse bitirdim kitabı şahane ilerliyor. Kitabı bitirince belki de Gölge Yükseliyor’un önüne koyarım kim bilir.
13 Beğeni