Hikaye İsveç’in ormanlarında kamp yapmaya giden , okuldan arkadaş olan 30’lu yaşların ortalarında 4 İngilizin macera ve gerilim yüklü hikayesini anlatıyor.
Ritüel; Bir kaç yıl önce Netflix’te izlediğimden beri merak ettiğim kitaptı. Sonunda okuduktan sonra, karmaşık içimde karmaşık duygular uyandırdı:
İlk olarak, kısa bölümlere ayrılmış ve her bölüm tretmanlar gibi yazılmış. Yazılanların sürekli bölümlerle kesilmesi beni rahatsız etti.
İkinci olarak, hikaye oldukça ilginç ve yenilikçi fikirler var. Yazar İskandinav coğrafyasını ve mitleri iyice etüd etmiş. Sıkı bir Black Metal hayranı olduğu da anlaşılıyor. Kısaca kitabın arka planı dolu. Ancak yazım dili oldukça basit , bu kadar çok King ve Barker hikaye/romanı okuyunca, yazım dili biraz yüzeysel kalıyor.
Üçünü olarak, karakter gelişimlerini çok başarılı bulmadım, özellikle baş kahramanımız oldukça yüzeysel kalmış olmalı ki senaristler hikayeyi güçlendirmek adına kahramanın geçmişine yan hikaye eklemişler.
Uzun uzadıya okuyup analiz edilecek kadar başarılı bulmasam da , çok rahat okunabilen (bölümlerle parça pinçik edilmesi haricinde) ve mitlere farklı bir bakış sunan bir roman. Yazım dili ilerleyen bölümlerde gelişmeye başlıyor, tabii eğer okumaya devam etmek isterseniz…
4.kitaba herkes çok iyi diyor ilk 300 sayfa uçtu kitap sanki ancak ben ortalarında bayağı birinci vitese düştüğünü hissettim bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Ben sıkılmadan okudum. Ailleri anlattığı kısım hele dibim düştü. Bayılıyorum ben böyle detaylı anlatımlara. Herkesin zevk aldığı ve beklediği şeyler farklıdır. Mesela ben KKG serisini geçen 1 haftada okudum. İlk okuduğumdan daha çok keyif aldım. Baktığın zaman 2. kitapta insanlar hep sorun yaşıyorlar ama bende tam tersi oldu. Zaman Çarkı serisini sıkılmadan bitireceğimden eminim.
Muhteşemdi. Kısacık (96 sayfa), bir oturuşta bitirebileceğiniz özenle yazılmış, aynı zamanda da genel olarak, nasıl desem, hüznün hakim olduğu bir hikaye. Üç bölümden oluşuyor: 1984, 2007 ve 2016. İki karakter üzerinde dönüyor kitap, biri içinde bulunduğu durumu kabullenmiş diğeri ise kendine ördüğü duvarlarla kendini hapsetmiş. Yine toplum ne der, aile, örf gibi konularda kitabın içeriğine güzelce yedirilmişti. Özellikle kitabın kapağındakinin kim olduğunu metnin içinde öğrenmek garip bir duygu uyandırdı bende.
Alıp okumanızı çokça öneririm. Sanırım kitabı basan İyi Kitap kapanmış, sitelerine falan ulaşamadım yani kitabın baskısı bittikten sonra büyük ihtimalle bulunamayacak. Kitapta herkesin ismi var ama çevirmenin ismine yer vermemişler. Goodreads’te bir isim var, odur diye tahmin ediyorum ama kitapta olmaması garibime gitti.
Burası önemli: Belli bir şekilde bakıyor bana ve bakışını değiştirmeyecek. İşin aslı şu ki aşk, beni olduğum gibi değil de gelecekte olacağım şekilde gördüğü için mümkün oldu.
(Dahası, insan bir kez ısırıldı mı daha sonra yeniden başlamaya korkuyor, canı yanacağından endişeleniyor, bu yüzden de acı çekmemek için ısırılmaktan kaçınıyor; yıllarca bu ilke yolluğum olacak. Onca kaybedilen yıl.)
Az önce Erlend Loe nin Dopplerini bitirdim, Norveç Edebiyatından okuduğum ilk kitap ve bende güzel bir izlenim bıraktı. Başka kitaplarına da göz atacağım. Çok ağır olmayan, eğlenceli,erlend loe doppler sivri dilli bir şeyler okumak isteyenlere tavsiye ederim.
Başka bir kitap olduğunu biliyordum ancak aynı hikayenin devamı olduğunu bilmiyordum. Ellerimi geçirdiğim an okumaya başlayacağım, Doppler benim de ne zaman üzgün hissetsem okudum bir kitap.
Bildiğimiz Dünyanın Sonu serinin üçüncü kitabı. YKY nedendir bilinmez serinin ikinci kitabını atlayıp üçüncü kitabını bastı. İkinci kitabı bekleyenlerdenim.
Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Doppler’in akabinde okunabilir. Bu iki kitap birbirinin tamamlayıcısı, devamı. Yazar Doppler’in yan karakter olduğu ikinci kitabın ise bağımsız olarak okunabilcegini bir söyleşide ifade etmiş.
Rusya Tarihi, Başlangıçtan 1917`ye Kadar - Akdes Nimet Kurat
Rusya tarihi hakkında bilgi sahibi olmak için bir kitap fuarında Türk Tarih Kurumu satış yerinden aldığım kitabı okuyabilmek aldıktan dört sene sonra sonunda nasip oldu. Alırken farkında değildim ancak yazar Rusya tarihi üzerine çalışmalar gerçekleştirmiş, tarih camiasında oldukça tanınan bir zat imiş. Rusya’da doğmuş Türk asıllı Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Ankara Üniversitesi’nde Rus Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile ilgili çeşitli bölümlerde eğitim vermiş ve 1954-1955 yıllarında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış.
Esere gelecek olursam; Rusya tarihi hakkında bilmek istediğim her bilgiyi bana verdi. Bir tarihçi titizliğiyle, oldukça yalın bir şekilde Rus tarihi anlatılmış. Özellike merak ettiğim Rusların ne zaman devletleştiği, Rus modernleşmesinin ne zaman başladığı, Rus çarlarının tarihsel sıralamaları, Romanovların başa gelişi…vs…vs tüm konular hakkında bilgi sahibi oldum. O bakımdan oldukça faydalı bir eser. Kullanılan yalın dil kitabı akıcı bir hale getiriyor ancak belirtmeliyim ki bir akademik eser ne kadar akıcıysa o kadar akıcı.
Yazar maalesef 1971 yılında İstanbul- Ankara otobüs yolculuğu sırasında otobüsün kaza yapmasıyla hayatını kaybediyor. Cumhuriyetin yetiştirdiği bir bilim insanını daha önce bilmediğime üzülmekle, kitabıyla birlikte tanıdığıma seviniyorum. Zira verdiği eserlerin bir çoğu Türkiye’de alanında yapılmış ilk çalışmalar ;
Die türkische prosographie bei Leonikas Chalcocondilas (Hamburg, 1933)
Çaka Bey: İzmir ve Civarındaki Adaların ilk Türk Beyi (M.S. 1081 - 1096) (İstanbul, 1936, 1945, 1966)
Peçenek Tarihi (İstanbul 1937)
Kazan Hanlığını Kuran Uluğ Muhammed Hanın Yarlığı (İstanbul, 1937)
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altınordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikleri İstanbul 1940 İsveç Kralı Kari XII m Hayatı ve Faaliyeti (İstanbul, 1940)
İsveç Kral Karl XII m Türkiye’de Kalışı ve Bu Sıralarda Osmanlı İmparatorluğu (İstanbul, 1943)
Rusya Tarihi. Başlangıcından 1911’ye Kadar (Ankara, 1948, 1999)
Prut Seferi ve Barışı , I-II (Ankara, 1951, 1953)
Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610) (Ankara, 1953)
The Despatches of Sir Robert Sutton. Ambassador in Constantinople 1710-1714 (Londra, 1953)
Türk Amerikan Münasebetlerine Kısa Bir Bakış (1800-1959) (Ankara, 1959)
Başkan Lyndon B. Jonson ve Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanlığı (Ankara, 1964)
Türkiye ve İdil Boyu. 1569 Astrahan Seferi, Ten-İdil Kanalı ve XVI-XVIII. Yüzyıl Osmanlı-Rus Münasebetleri (Ankara, 1966)
Türkiye ve Rusya: XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşma Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919) (Ankara, 1970)
IV-XVII1. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri (Ankara, 1972)
Seriyi 15 kitap olarak göz önüne aldığımız zaman bu tarz şeylerin yaşanmasını normal karşılıyorum ben. Çok büyük bir evrene sahip ve bir sürü karakter var. Senin o an için okumak istediğin karakteri ya da olayları sana hemen vermiyor olabilir.
Mesela ben 5. kitabın sonlarındayım Rand’ı okumak yerine Perrin’i daha çok merak ediyorum çünkü onun yaşayacağı şeyleri ve vereceği tepkileri Randa göre daha çok merak ediyorum. Bu mesela senin için bir hız düşümü ya da vites düşürme gibi gelebilir ama bende tam tersi etki ediyor. Okurken bunalıyorsa da üstüne üstüne gitmeni önermem biraz ara ver mutlaka özleyip daha fazla zevk alarak okuyacaksındır. Yapabiliyorsan araya başka kitaplar sokabilirsin.
Ben mesela ne olursa olsun araya başka bir kitap sokamıyorum çünkü aynı anda okuduğum seriler oluyor. Okuduklarım birbirine karışmasın diye de notlar alıyorum. Yaptığım şey çok yanlış bunu da deneyerek öğrenmiş oldum. ( aslında bir nevi araya kitap sokmuş oluyorum ama orayı karıştırmayalım)
Umarım senin için kitap ilerdeki sayfalarda daha da güzelleşir ve temposu istediğin düzeyde gider.
Tabi ki her kitabı kendi içinde ve seri içerisinde değerlendirmek lazım, ben biraz Rand’den biraz da Aes Sedai hanım kızlarımızın bir yere varmayan yolculuğundan sıkıldım. Ama haklısın Perrin daha merak uyandırıcı bir karakter şu noktada. Hikayelerinin kesiştiği noktalarda Rand bana şeyi hatırlatıyor hani Mario oynarken aralarda hikaye anlattığı bölümler olurdu ya da sen kendi karakterini hareket ettirebilirsin ama arkada diğer karakterler senden bağımsız hareket eder ekranda sağa sola koşar falan, birazda komik oluyor ama toparlar umarım.
Araya kitap sokma konusu ayrı bir tez hocam, ben artık başa çıkamadığım için Goodreads uygulamasını kullanıyorum. Misal şu an 13 açık kitabım var, hedef bunları 2020 içinde bitirmek.
Ünlü İrlanda’lı yazarın otobiyografik romanı. Sanatını konuşturduğu bir kitap olmasına rağmen diğer başyapıtlarına göre dili, anlatımı son derece basit diyebilirim. (Basit olanı buysa dediğinizi duyar gibiyim ) Anlayabileceğiniz, Joyce’a başlamak için de uygun bir kitap.
Her şeyden önce, James Joyce hakkında bir ön okuma yaptığınızı düşünebilirsiniz. Peki bu kitap bir ön-okuma, ön bilgi istiyor mu? Dostlarım maalesef cevabım yine evet. Fuat Sevimay’ın eşsiz dipnot katkılarına rağmen iki üç yüzyıllık bir İrlanda Tarihi bilmek ( en azından genel hatlarıyla) gerekiyor. Çünkü çok fazla siyasi gönderme ve analiz var. Bunun dışında Katolik, Ortodoks, Protestan mezheplerinin İrlanda toplumundaki yeri hakkında da fikir sahibi olmalısınız. Değilseniz bu kitapta fikriniz olur ama yeter mi anlamaya bilemem. Şöyle de düşünülebilir; “bana ne kardeşim İrlanda tarihinden, ben okuduğuma bakarım.” Bu da bir metot. Açıkçası ben de bu düşünceye yakınım. Her kitabı derin okuma yapmak zorunda değiliz sonuçta fakat Joyce’ tan alınan lezzetin artması için bu da şart gibi duruyor. Size kalmış. O göndermeleri dipnotlardan yakaladığınız kadar alıp, gerisini boş vermek okumayı da baya rahatlatıyor. Akademik bir okuma yapmıyorsanız bu gayet tercih edilebilir bir metot.
Kitabın üçüncü bölümünde Katolik inancına göre ölüm ve yargılama safhaları anlatılıyor. Sonrasında da cehennem. Cennete pek değinilmiyor. Zaten Joyce’ un “yoldan çıkma” serüveninde bu korkutma metodu çok etkili oluyor gibi sanki. Bu kısımlarda Kitab-ı Mukaddesten yapılmış alıntılar ve İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’ de bize haber verilen pek çok noktanın birebir aynı olması, her ne kadar konu hakkında bilgim olsa da beni çok etkiledi. İşte yazarlık, anlattığını okuyucuya geçirebilme ve değinmezsem olmaz çevirmenlik bu bölümde sahneye çıkıyor. Düşünsenize öyle bir metin ki, okuyanın dininden bile bağımsız. Evrensel dil böyle bir şey işte. Müthiş bir bölümdü. Hangi dine inanıyorsak inanalım, öleceğiz. Öldükten sonra ise elimizde unvanlarımız, paramız, yanımızda tanıdıklarımız olmayacak. İşte o gün, insanlığımız ve Rabbimizle karşı karşıya olacağız. İnananlar için bu ölüm ve yargı gerçeği, hayatı şekillendiren, şekillendirmesi gereken yegâne gerçek aslında.
Tabi nihayetinde James Joyce okuyoruz. Ne kadar nispeten hafif de olsa bu da halen bir Joyce kitabı. Dördüncü bölüme gelince kitap yeniden akış olarak frenliyor ve bilinç akışı tekniğiyle bizi Stephen’ın iç hesaplaşmalarına götürüyor. Okuması zor bir bölüm. Beşinci ve son bölüm de öyle. Bu bölümde ise Stephen’ın felsefi, dini, toplumsal birçok aforizması ve düşüncesi arkadaşlarıyla diyaloglar halinde verilmiş. Bir sanatçının dininden(dinlerden) uzaklaşırken, toplumdan da, hatta ailesinden de uzaklaştığına şahit oluyoruz.
İyi bir kitaptı. Başyapıt diyemem ama usta işi olduğu gerçek.