William Gibson - Neuromancer bitmek üzere. Biraz yazarın dili ve anlatımından, biraz tartışmalı malum çeviriden, biraz da spoiler vermeden hikayeden bahsedip gidicem
Beklediğimden daha ağır bir yazım tarzı ile karşılaştığım için umduğumdan çok daha uzun süren bir okuma oldu. Yazarın dolambaçlı anlatımı, alternatif kelime tercihleri ve üstü kapalı teknik betimlemeleri yüzünden bazı paragrafları anlamlandırabilmek için tekrar tekrar okuyarak efor sarfetmek gerekebiliyor. Yazım tarzının okuma hızını düşürmesi haricinde, yazarın çoğu olayı ve durumu okuyucuya tek tek, tane tane, oldukça açık şekilde aktarmıyor olması da olan biteni anlamlandırmayı zorlaştıran önemli sebeplerden biri. Adı geçen bazı kişileri, yerleri veya nesneleri tam bir anlam veremeden sayfalarca okuyorsunuz ve o bahsi geçen şeyin kim olduğu, nasıl bir yer olduğu veya ne işe yaradığı 3-4 bölüm sonra tam anlamıyla açıklığa kavuşuyor. Hatta yeri geliyor hiç açıklığa kavuşmuyor, yazar bazı boşlukları doldurmayı direkt olarak okuyucuya bırakıyor.
Bir de tüm bunların üstüne William Gibson’ın “Punk” kültürünün hakkını sonuna kadar verecek şekilde argo, bozuk sokak ağzı ve uyuşturucu jargonu kullanması ekleniyor. Gramer mramer zaten hak getire ama özellikle konuşmalarda geçen kelimeler İngilizce-Türkçe sözlüklerde yer almıyor. Oxford’un Cambridge’in İngilizce-İngilizce sözlüğüne yazıyorsunuz, orada da çıkmıyor Arada “Ver’ small baby, mon, no long’ you finga’ “ gibi şiveler ve lehçeler de işin içine giriyor. (“Çok küçük bir bebekti adamım, parmak kadardı.” demek istiyor ) Bilmediğim ya da bilinen sözlük anlamları cümleye uymayan kelimelerin hemen hepsinin doğru anlamlarını direkt Google’dan aratarak veya urbandictionary gibi siteleri didikleyerek buldum.
Bahsettiğim bu sebeplerden ötürü orijinal dilinde okuması problemli olduğu kadar düzgün bir çevirisinin yapılması da oldukça zor olan bir metin. En düzgün çevirisi bile kolay anlaşılabilir bir durumda olmayacaktır. Tek seferde akıp gidecek şekilde yapılan çeviri de doğru yapılmış bir çeviri değildir. Dolayısı ile çeviri işinin altına girecek çevirmen, şimdiden gömülmeye hazır olsun
Türkçe çeviri demişken internetten 6.45 basımı bir PDF bulup tamamen rasgele birkaç yeri karşılaştırdım. Baştan söylemeliyim ki çevirmenin hayatında çok değil sadece bir tane bilimkurgu kitabı dahi okumuş olduğuna kimse beni inandıramaz. Türe yatkınlık sıfırın altında. Yukarda sıkça bahsettiğim gibi orijinal metinde de anlaşılması zor olan paragraflar var. Yani hepsi doğrudan çevirmenin suçu değil fakat problem sadece kelimelerin yanlış karşılıklarının kullanılmasından ibaret değil. Belli yerlerde bariz kaba etten sallama cümlelerle karşılaştım. (Örn. The Spindle -> İşlerin döndüğü yer. (Yuh!) ) Ayrıca çevirmenin problemli kelime tercihleri yüzünden zaten yer yer anlaması güç olan metin iyice anlamsız hale gelmiş. (Örn. Synth-Voice -> Sayısallaştırılmış Ses) Ek olarak çeviriyi sanki birbirinden habersiz iki kişi yapmış gibi tutarsız olduğu yerler bile var. Yazarın tek bir özel anlam yüklediği, dolayısı ile kitabın başından sonuna kadar aynı Türkçe karşılığının kullanılması gereken kelimelerin, farklı yerlerde farklı Türkçe karşılıkları kullanılmış (Örn. Construct -> Yapı / İnşa -Daha da vahim olan kısım iki kelime seçiminin de hatalı olması- ) Bundan da kötüsü çevirmen bazı cümleleri malesef çevirmeye tenezzül etmemiş. Üstünkörü bir bakış attığımda karşılaştığım durum bu. Kim bilir tüm çeviride daha neler vardır. Son kertede oldukça kötü bir çeviri. Eserin kendisine de insanın yaptığı işe de saygısızlık.
Hikayeye dönersek, ana karekterimiz Case adında, bir konsol (Ono-Sendai Cyberspace VII) vasıtası ile -matrix benzeri- cyberspace sistemine girip büyük şirketlerin veritabanı korumasını (ICE) kırarak işverenlerine bilgi sızdıran fakat iş vereninin parasını çalmak gibi bir hata yaptığı için patronun adamları tarafından bir daha hiçbir konsola bağlanamayacak şekilde sinir sisteminin harap edilmesi üzerine bir tedavi bulabilmek için Sprawl’dan (Amerika) Night City’ye (Japonya) gelen profesyonel bir kiralık hacker, jargonu ile bir “Console Cowboy”
İlk birkaç bölümde ana karakterimize ve cyberpunk evrenine aşina oluyoruz. Sonrasında asıl hikaye, hakkında fazla bir bilgi edinemediğimiz eski bir Özel Kuvvetler mensubu olan Armitage’ın Case’i tedavi etmesinin karşılığında Sense/Net isimli konsorsiyumun güvenlik sistemini kırması için anlaşma yapması ile başlıyor ve kendimizi gizli devlet operasyonlarının, büyük konsorsiyumların ve illegal yeraltı örgütlerinin dahil olduğu hayli kompleks bir üçgenin içinde buluyoruz.
Kitap yaklaşık 40 sene önce yazılmasına rağmen 2020 yılında yazılıp yayınlanmış bir eser gibi okuyucuda güncel bir kitap okuyormuş hissiyatı bırakıyor. Aksiyon dozu oldukça yüksek, tempolu bir gidişata sahip. Hack ve aksiyon sekansları Oceans Eleven’ı aratmıyor. Mekanların çeşitliliği de çok fazla, tek bir şehirde kısılıp kalmıyoruz. Sürekli yeni ülkelere, yeni şehirlere, yeni ortamlara girip çıkıyoruz. Betimlemelerin yaratıcılığı ve tek boyutlu olmayan olay örgüsü ile edebi tarafı da tatmin ediciydi. Hugo, Nebula ve P.K.D. ödüllerini birden alıp hat-trick yapmasına hiç şaşırmadım. Ayrıca benim en sevdiğim Anime olan Ghost In The Shell’in, Neuromancer’dan fazlaca etiklenmiş olduğunu farkettim. Kitabın ve Animenin içinde yer alan teknolojiler açısından bariz ortak noktalarının olması dikkatimi çekti.
Hikaye çok çetrefilli olduğundan bu kitapta olan biteni unutmadan devam kitapları olan Count Zero ve Mona Lisa Overdrive’ı (Bu kitabın ismi çok güzel değil mi? ) da okuma niyetindeyim. Yine akıp giden bir okuma olmayacaktır ama artık jargona biraz daha alışık olduğum için okuması en azından bu kadar uzun sürmez diye düşünüyorum Yazarın ana üçlemenin haricinde Sprawl evreninde geçen öykülerini derlediği Burning Chrome isminde bir kitabı da mevcut.