Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Yazarı tarafından iptal edildi. Silinmesini istemiyor, böyle kalsın. Kapladığı yer için özür diliyorum.

8 Beğeni

Sadece 4. kitabı bekle, tüm duaların kabul olacak. Umarım dayanabilirsin xd

2 Beğeni

Valla ben 5. kitabı’ da bitirdim fakat hala o beklenen noktaya gelemedi seri. 3.kitap ile beraber, serinin gücü aşağıya doğru gidiyor gibi geliyor bana. Sürekli kendini tekrar eden felsefi terimler, sürekli aynı döngü etrafında dönen olaylar falan. Bir türlü o beklenen zıplamayı yapamıyormuş hissiyatı uyardı bende. Hatta 3 kitapta seri tamamlasaymış, daha iyi olurmuş diye de düşünmeden edemiyorum. Son kitap kaldı. Son kitapta da göreceğimiz son ile beraber, ilk 3 kitapta yarattığı etkiyi yakalayamayacak diye düşünüyorum.

6 Beğeni

O kadar iyi bir kitap okudum ki utandım, sarsıldım. Uzun süre etkisinden çıkabileceğimi düşünmüyorum.

5 Beğeni

Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Diğer kitaplarda da sevecek şeyler buldum, sıkılmadan okudum ama seri aslında 3. kitapta bitiyor da geri kalanlar spin-off gibi olmuş hissi veriyor insana.

1 Beğeni

OVERLORD LIGHT NOVEL #14

Youtube’da bir videoya denk gelmemle canım yine Overlord çekti. Baktım yeni kitabı çıkmış ben de okuyayım dedim.

Bu kitapta uzun zaman önce tanıştığımız bazı karakterlerin kaderlerini gördük. Krallık hikayesini daha fazla uzatmadığı için sevindim. Tanıtılan iki üç yeni karakteri de beğendim, gelecekte rolleri ne olacak merak ediyorum. Overlord için alıştığımdan daha heyecanlı bir dövüş sahnesi vardı. Mizahi yönünden de bir şey kaybetmemiş, yine kıkırdattı.

Son 3 kitap daha merak ettiğim ülkeleri işleyeceği için onları dört gözle bekliyorum.

14 Beğeni

adsız2

ÇATIDAKİ PENCERE - JOSE SARAMAGO

Yazarın aslında ilk yazdığı eserlerinden biri ama zamanında yayınevi bu eseri kaybetmiş. Yıllar sonra yayınevi bu eseri bulup yazarı aramış ama yazar basılmasına karşı çıkmış. Kendisi öldükten sonra bu eser yayınlanabilmiş. Konusu; bir apartmanın sakinlerinin hayatlarına konuk oluyoruz. Her dairede farklı sevinçler, hüzünler, umutsuzluklar ve umutlar var. Yeri geliyor hüzünleniyorsunuz, yeri geliyor siz de mutlu oluyorsunuz, sinirleniyorsunuz. Kitap kolay okunur şekilde yazılmış. Yazım ve imla konusunda yazar kendi tarzıyla yazmamış. Çok keyif aldığım ve bitmesini istemediğim bir kitaptı. Okumanızı tavsiye ederim.

20 Beğeni

resim

1724 sayfalık Klasiğin ilk cildini bitirdim. Aslında incelemeyi iki cilt bitince yazacaktım ama duramadım ilk cilt bitmişken foruma kısaca düşüncelerimi yazayım, ikinci cilt bitince de ayrıntılı bir inceleme yazarım diye düşündüm.

Kitap oldukça iyi gidiyor ama bazen yeter artık dediğim yerler olmadı değil. Yazar, hikayeyi anlatırken pat diye hikayeyi yarıda kesip bize bilgelendirici açıklamalar yapıyor ama bunu gözardı ediyorum. Sonuçta bir klasik yapacak bir şey yok.
Bu arada eseri Türkiye İş Bankası ve Kültür Yayınları’ndan okuyorum, ama resimde gördüğünüz başka bir yayınevinin yaptığı basımda çok hoşuma gitti. Acaba çevirisi nasıl?

7 Beğeni


Witcher #1 - Son Dilek

Serinin kronolojik olarak ilk kitabı. Daha doğrusu öykü derlemesi. Witcher aslında üç öykü derlemesi ve buna ek olarak beş romandan oluşuyor. Bir tane de bu derlemelerde yer almayan “Dönüşü olmayan yol” isimli öykü mevcut. (Daha önce rıhtım için çevirisi yapılmıştı https://kayiprihtim.com/dosya/witcher-donusu-olmayan-yol-kisim-1/ ve https://kayiprihtim.com/dosya/witcher-donusu-olmayan-yol-kisim-2/ Türkçe’de son kitabı hariç tamamı yayınlandı, son kitabı ise en son öğrendiğimde çeviride idi.

Seriyi uzun zamandır okumayı planlıyor olsam da buna hem vakit bulamadım hem de son kitabın yayınlanmasını bekleyip tek seferde okumak istiyordum. Oyunları da oynamış biri olarak her zaman merak etmiştim ama kendimi frenlemiştim… Ancak hem pandemi sebebiyle kitabın gecikmesi hem de artık kitaplıkta sürekli olarak gözüme batması sebebiyle başlamaya karar verdim.

İlk kitap ismini kitabın içerisinde yer alan “Son Dilek” isimli öyküden alıyor. Hem Witcher evreninin temelleirni atması hem de bizi nasıl bir mitolojinin beklediğini görmek için oluşturulmuş adeta.

İlk kitaptaki öyküleri, Witcher’ın bu öykülerde durduğu yeri, yaratıkları, insanları ve diğer cinsleri tanıyoruz bu kitapla. Rivialı Geralt’ın birkaç macerasına tanık oluyor, onunla beraber yolculuklara çıkıyoruz.

Ben kitabı çok sevdim ve sanırım seriyi de bir o kadar seveceğim. Bunca zaman bekletmiş olmasaydım keşke diyorum düşününce.

Bir sonraki kitaba araya başka bir kitap daha koyarak devam edeceğim. O yüzden ikinci kitap yorumum biraz geç gelebilir.

Tavsiye eder miyim? Kesinlikle.

24 Beğeni

Celil Oker/Ateş Etme İstanbul

Celil Oker’den okuduğum ilk kitap. Kendisi dedektif Remzi Ünal romanlarıyla tanınan bir polisiye yazarı.

Öncelikle yazarın dilinden bahsedeyim. Benim Türk edebiyatının kronik hastalığı olarak gördüğüm bikaç şey var, Oker’de maalesef bunlardan iki tanesini gördüm. Birincisi, en fazla iki-üç kelimeden oluşan cümlelerin peş peşe sıralanması. Örneğin “Uyandım. Gün doğmuştu. Kalktım. Kahve koydum. Kuşlar ötüyordu.” Bu tarz bir anlatımı ilk kim kullanmış, diğer yazarlar neden benimsemiş, hiçbir zaman anlayamamışımdır. Bir yazarın telsiz konuşmasından ya da sıradan bir SMS yazışmasından farklı bir şeyler yazma amacı ve hevesinde olması gerekir. Tamam, her cümle bir betimleme şaheseri ya da okuyana bir daha okutacak kadar karmaşık olmak zorunda değil ama hepimiz günlük dilde bile bundan daha zorlu cümleler kuruyoruz. Bir kitapta böyle bir şey görmek tuhaf geliyor. Hakkını yemeyeceğim, Oker bunu bazı başka yeni yazarlar gibi o kadar sık yapmamış ama yine de beni rahatsız edecek kadar vardı.

İkincisi, pek bir anlam ifade etmeyen ve ağdalı bile diyemeyeceğim kötü betimleme ve benzetmeler. Örneğin dedektifimiz Remzi Ünal kahve ve sigara içmektedir ve şöyle der: “Kahve ve sigarayı öpüştürüp konuşmaya devam ettim.” Önce kahveden bir yudum, sonra sigaradan bir nefes almayı öpüşmeye benzetmek açıkçası kulağa hiç etkileyici bir betimleme gibi gelmiyor. Ama ülkemizin büyük edebiyat çevreleri tarafından böyle tuhaf, aşırı ağdalı benzetmeler hep iyi edebiyat alameti olarak görülegelmiştir.

Bunların dışında gözüme rahatsız edici gelen birkaç şey daha var. Yazar herkesi adı ve soyadıyla anıyor, bunun tek bir istisnasını görmedim. Firdevs adında biri konuşurken “Firdevs Işın şöyle dedi.” diyor. Yaklaşık on kişilik bir toplantı sırasında herkesi adı ve soyadıyla konuşturunca artık bu isim karmaşası yorucu olmaya başlıyor.

Bir de ısrarla tekrarladığı şeyler var. Bir taksiciyi ilkokul öğretmenine benzetiyor ve 400 küsür sayfalık kitapta bu taksici hep “İlkokul öğretmeni kılıklı taksici” olarak anılıyor, adamın adını öğrenmiş olsak bile. Kaldığı otel hakkında da “adını vermeye utandığım otel” diyor, yine belki on beş kez. Yani asla “otele döndüm” demiyor, “adını vermeye utandığım otele döndüm” diyor. Bu tür tekrarlı şeyler birkaç sefer sonrasında anlamsız bir laf kalabalığına dönüşüyor.

Gelelim kurguya ve Remzi Ünal’ın bizzat kendisine. Öncelikle Oker akıcı ve en baştan merak uyandırıcı bir kurguyla yazmış kitabı. Twistler de oldukça başarılıydı. Ama konuda ilerledikçe kurgu biraz entrikalı bir hale büründü. Özellikle sonlara doğru, yine önemli bir ters köşe olduğu halde gidişatı beğendiğimi söyleyemem.

Remzi Ünal da işini para karşılığı ve kendi menfaatine yapan birinden çok bela seven, başına bir şeyler geleceğini bile bile tehlikeye dalan biri gibi geldi bana. Mesela bir yerde mafyadan dayak yiyeceği o kadar belli olduğu halde bile bile o dayağı yedi. Hayatını bu şekilde riske atması, serbest çalışan bir dedektif için mantıklı değildi. Bu kadar “hard-boiled” bir dedektif ancak herhalde bizim topraklarımızdan çıkardı.

Son olarak yine hem edebiyat hem sinema-televizyon kültürümüzde hiç sevmediğim bir şey burada da var: Bu şehri bir türlü ayrılınamayan
ve vazgeçilemeyen bir sevgili gibi gösteren arabesk-romantik İstanbul güzellemeleri. Kitabın konusuyla doğrudan hiçbir bağı olmadığı halde verilen isimden de bunu görebilirsiniz.

Çok ağır eleştiriler gibi oldu, ama Türkiye’nin en iyi polisiye yazarlarından biri diye biliyordum ve haliyle beklentim yüksekti. Yine de günümüzdeki çoğu çağdaş yazara göre iyi olduğunu söyleyebilirim. Okunmayacak bir kitap değildi, sadece benim güç-beğenir yoğun eleştirel gözlerime takılan çok fazla şey oldu. Amacımın Türk edebiyatını yermek olmadığını da ekleyeyim, zira kendim de bunun bir parçası olmaya çalışıyorum. Ama standartları yüksek tutmadan sırf destek olmak için bir yazarın kötü taraflarına değinmezsek edebiyatımız, özellikle polisiye edebiyatımız fazla uzağa gidemez.

19 Beğeni

Bu konu herhalde bu forumun en sevdiğim konusu. Arada bu konuya girer rastgele birkaç mesajı açar kitaplar hakkında yorumları okurum. Böylece hem kafamda kitaplar hakkında bir fikir oluşuyor hem de okuma listeme güzel kitaplar giriyor.

9 Beğeni

Dune serisinin ikinci kitabı. İlk kitap gibi akıcı ve heyecanlı. Okuma etkinliği olduğu için yorum yapmayacağım. Fantastik/ bilim kurgu seven ve okumak isteyenlere güzel bir kitap önerisi olacaktır diye düşünüyorum.

13 Beğeni

Hilmi Yavuz’ un Okuma Biçimleri bitti.

% 90’ ı şiirle ilgili bazı konular hakkında yazılmış denemelerden oluşan bir kitap. Son bölümler ise sinema, heykel ve müzik hakkında. Şiire/edebiyata ilginiz varsa okunabilecek bir kitap.
Hilmi Yavuz kitapta kendi okumalarına başlamadan önce temel bazı konuları tartıştıktan sonra şiire geçiyor. Şiir Hangi Sözcüklerle Yazılmalı? , Şiir ve Felsefe, Şiir ve Psikanaliz gibi ilgi çekebilecek pek çok konu var. Başlık içerikleri çok uzun değil, en fazla üç dört sayfa ve dolayısıyla çok sıkmıyor. Öte yandan bazı konuları anlamlandırabilmek için okumuş olmak gereken kaynaklar var. Benim pek çok konuda okumam olmadığı için sıkıldığım başlıklar oldu. Yine de çok sıkılmadan okuyup bitirdim. Yeri gelmişken bundan önce okuduğum diğer Hilmi Yavuz kitabı olan Budalalığın Keşfi’ ni de önerebilirim. Peki bu okunmalı mı? Şiire ilginiz varsa illaki. :slight_smile:

11 Beğeni

Ben de sizin gibi düşünmüştüm ve bir parça “Acaba benim mi kaçırdığım bir yer var?” diye suçlu hissetmiştim. Şahsen başlangıç ve konusu itibariyle derinleşmesini beklediğim hikaye git gide yüzeysel bir hâl aldı ve finali dahi “Ne yani, bitti mi şimdi?” diye düşündürttü bana da.

1 Beğeni

Arka arkaya 2 Gaston Leroux kitabı okudum:

Sarı Odanın Esrarı
Konusu itibariyle işlenmesi imkansız görünen bir cinayetin araştırıldığı bir polisiye, cinayet romanı. Türünün ilk örneklerindenmiş, Agatha Christie’ye de ilham olduğu belirtiliyor.

Cinayetin işlendiği oda yani Sarı Oda, tam bir kapalı kutu. Birinin bu odadan cinayet işleyip de kaçma imkanı yok. O halde katil odadan nasıl çıktı? Bu, okurken cevabını öğrenmek için çıldırdığım sorulardan yalnızca bir tanesiydi.

Yazarın iki kitabını da okuyarak farkettim ki kullanmakta usta olduğu bir okuyucuda merak uyandırma tekniği var. O gizem perdesi aralandıkça kitabı elimden bırakmak istemedim.

Kitabı çok başarılı buldum. Sonu da gayet tatmin edici. Zaten bu kitabı okuduktan sonra diğer kitabı da ilgimi çekti.

operadaki-hayaletf2440c78271d572e5ad279feeef51dd7
Operadaki Hayalet
Öncelikle ne yalan söyleyeyim, bu kitaptan hiç beklentim yoktu. Zaten her iki kitabı da zamanında Kidega’nın Enpara kampanyasından bedava kitaplar arasından üstünkörü seçmiştim.

Kitabın ilk sayfaları berbat çevirinin de etkisiyle beni biraz sıktı. Olayların içine giremedim. Derken hikaye ilerlemeye, o ‘gizem’ unsuru kafamı kemirmeye başladı.

Fransa’da bir opera binasında dolaşan hayalet söylentileriyle başlıyor roman. Hayaletimiz opera yönetimine zor anlar yaşatmakla kalmıyor, tabiri caizse haraç bile kesiyor. Derken operanın güzel yıldızı Christine ile kendimizi bir aşk serüveninin içinde buluyoruz. Hem aşk hem gizem biraz da polisiye. Kitap sonlara yaklaştıkça farkettim ki ara verdiğim zamanlarda da kitabı düşünür olmuşum, ben de bir çırpıda bitirdim. Sonu yine üstteki kitaptaki gibi tatmin ediciydi.

Her iki kitabı da tavsiye ederim. Gerçekten bayıldım. Özellikle Operadaki Hayaleti okuduktan sonra bir kısacık Phantom Of The Opera müzikali dinleyince mest oldum.

Önemli Not: Her iki kitabın kapak resmini konuya eklerken özellikle okuduğum yayınevinden olanları ekledim. Sebebi bu kitapları bu yayınevlerinden almamanız için uyarmaktı. Kısaca anlatayım;

  1. Sarı Odanın Esrarı - Güneykitap: Kitabın tüm esrar perdesini aralayan bölümü, 27. bölüm kitapta yok. Kitabı okuyup bitirdiğimde farketmemiştim ve her şey havada kalmıştı. Daha sonra internetten PDF şeklinde indirip 27. bölümü okudum. Yayınevine İnstagram’dan ulaştım ve yeni baskıda bunu düzelttiklerini söylediler. (2020 Ocak baskısından uzak durun.)

  2. Operadaki Hayalet - Ren Kitap: Çeviri gerçekten kötüydü. Her sayfada devrik baştan savma cümle bulunur. Translate vari bir çeviriydi. Uzak durun bu esere yazık etmeyin başka yayınevinden alın.

20 Beğeni

BARUT BÜYÜCÜSÜ ÜÇLEMESİ

BOL BOL SPOILER İÇERİR

Güz Cumhuriyeti’ni taze bitirdim. Kızıl Sefer’den sonra bir hışımla başlayıp çok nüfuz edemediğimi hissettiğim bir kitap oldu. Çok parça pinçik okuduğum için kendimde de hata var. Ama sonlara doğru tempoyu yakaladım ve önceki kitaplarında aldığım hazzı aldım. Forumda çok kez belirtmişimdir ki; insan suretinde tanrılar olgusu pek mantığıma yatmaz, bu nedenle bir eksi olarak kalmıştır bu konsept bende. Yine de çok güzel bir şekilde bittiğini söyleyebilirim kitabın. Özellikle kitabın sonunda Vlora’nın eve dönüşü ve anıların canlanması nedenle boğazımın az biraz düğümlenmesine neden oldu. Çok da güzel bir şekilde tatlıya bağlandı. Tamas’ın ölümü, bu serinin sıradan veya çöp bir seri olmadığını düşünmemi güçlendirdi.

Şimdi gelelim serinin incelemesine. Kitabın genel olarak reklam edilişi; Monarşinin hakim olduğu topraklarda bir subayın Cumhuriyet gibi oldukça ütopik bir arayış içinde olması. Ancak ilerledikçe asıl olayın bu olmadığını kanısına kapılıyoruz. Çünkü çok öne çıkarılan bir söylem yok. Hatta asıl olay diye bir şey olmadığını düşünmeye başlamıştım. “Adamlar belini bi’ doğrultamadı ki kardeşim!” diyebilirsiniz belki, bir ihtimal mantıklı geliyor bana da. Tamas, Cumhuriyet ve demokrasi getirmek için saltanata darbe yapıp yok ediyor ve ardından (aynı Napoleon döneminde olduğu gibi) komşu monarşiler bu "Cumhuriyet"e hücuma geçiyor. Üstüne bir de tanrılar çağrılıyor bu cumhuriyete karşı. Adrolular yine yılmıyor, her cephede savunuyor, içindeki ihanetten çok kayıp veriyor, orduları parçalanıyor, az daha "false flag"a maruz kalıp bir ülke daha savaş açması engelleniyor, bütün ordu cephedeyken ticaret şirketi başkenti ele geçiriyor. E haliyle Tamas ve saz arkadaşları bir türlü belini doğrultamadığından demokrasiymiş, cumhuriyetmiş ilgilenemiyorlar. Evet, şimdi mantıklı geldi.

Kitap 3 kulvarda ilerliyor. Feldmareşal Tamas; darbeyi planlayan ve uygulayan adam. Başroldekiler başrolü benim için. Oğlu Çift Atar Taniel; babasının izinden ilerleyen barut büyücümüz. Ve Müfettiş Adamat; eski polis şefimiz. Ben en çok Adamat’ın olduğu kısımları beğenerek ve haz alarak okudum. Çünkü gizemli ve asıl olayların döndüğü yer burasıydı benim için. Taniel ve Tamas’ın kısımları daha çok aksiyon ve cephede, orada, burada çatışma şeklinde geçiyordu. Aksine böyle kısımları daha çok severim ama yazarın yazış tarzı nedeniyle beğenmedim. Yazar bir şeyleri saklayıp birden ortaya çıkararak okuru dumura uğratmak yerine sürekli sakince bize ne olduğunu gösterip diğer karakter öğrendiğinde şaşırmamızı bekliyor(?) Malesef kitaplarda okuru şoke edecek çok malzeme olmasına rağmen %95’ini kullanmamış sayın McClellan bey. Üstüne askeri diyaloglar çok zayıf, hiç gerçekçi değil. Tamas’ı bazen savaş oyununda mikrofondan çıkan 12 yaşındaki çocuk gibi hissediyordum. Adamat’ın kısımları gerçekten harikaydı. Yani, eğer bir Adamat olsaydım aynı bu kitaptaki Adamat gibi tepki verirdim bütün olaylara.

Kitabın girişini çok beğenmiştim. Adamat evinden saraya çağrılıyor. Çok gergin bir giriş. Saraya çıkan yolda ışıklar söndürülmüş ve her yer karanlık. Sarayın da ışıkları kapalı. Saray kapısında olmaması gerektiği şekilde Adro piyadeleri var. Adamat saraya alınıyor. Tamas’ın yanına gidiyor ve görüyor ki darbe olmuş. Tamas en yakın dostu Sabon’un öldüğünü söylüyor. Çok sayıda barut büyücüsü zayiat vermiş. Üstüne bir de İmtiyazlı kaçmayı başarmış. Bu atmosfer çok başarılıydı. Hikayenin şehirde ve şehirlerde, karanlık atmosferde geçmesini daha çok beklerdim. Gizem dolu olaylar beklerdim. Ama şehirdeki isyan dalgası bile çok kısa bir şekilde bastırılıp üstünden geçiliyor. 3 kitap boyunca da karakterlerimiz cepheden cepheye koşuyor. Bu biraz hayal kırıklığı oldu bende.

Yan karakterlerimize gelelim. Vlora karakteri çok özümsenip suyu çıkarılmamış, tadında bırakılmış bir karakter. İlerledikçe daha iyi anlıyorsunuz ve yazara teşekkür ediyorsunuz bu konuda. Taniel ile ilişkisi iyi ve sade bir şekilde ele alınmış. Ka-Poel de ilk kitapta Taniel ile çok çocuksu iken ikinci ve üçüncü kitaplarda daha ciddi ve olgun görüyoruz. Ve iddia ediyorum, her şeye rağmen Ka-Poel’in dilsiz olması çok özgün olmuş. Kendine has bir sempatikliğe kavuşturmuş karakteri. Mimiklerini ve hareketlerini çok başarılı buldum. Dizisinde de en çok merak edeceğim karakterlerin başında geliyor. Olem’e gelirsek Tamas ile diyalogların beni baydı. Bunun haricinde iyi adamdır kendisi, zorbalık görmedim, beyefendi kıvamında bir delikanlı. Leydi Winceslaw da dizide kimin oynayacğaını çok merak ettiğim bir karakter. Bana oldukça zarif birisi olarak göründü. Dishonored’daki Lady Boyle’a benzettim hep.

Ya da buna

Darbeden sonraki Adro yönetim konseyi var (adını tam hatırlayamadım). Bu gruptakilerin karakterlerini başarılı buldum. Biraz kalabalık olmaları nedeniyle çok zaman unuttuğum ve karıştırdıklarım oldu. Bazılarının kirli işlerle bağlantılı olması ve hatta çift kişiliklere sahip olmaları çok güzel düşünülmüş. Adom’un Kanatlarındaki hainin bulunması gibi olaylar da yan görev misali orta şekerli olaylar olmuş.

Serinin sonuna geliyorum tekrar. Bence başladığı tonda bitti. Adamat’ın saraya çıkışıyla Vlora’nın anılarının canlandırdığı sahneler birbirine çok benzeyen bir tona sahip. Tamas’ın ölümü, ulus ve hatta Dokuz çapında dikkate değer bir olay olarak görülmeli. Tamas büyük bir lider olarak anılacak bir kişi oldu. Taniel’in kaybolmasını ve sebebini çok mantıklı buldum, çok beğendim.

Bu seri benim bitirdiğim ilk fantastik seri oldu diyebilirim. Ona göre önerimi dikkate alabilirsiniz. Ben seriyi tavsiye ediyorum. Okurken beğenmediğim ve sıkıldığım çok zaman oldu ama sonu da çok tatmin edici bir şekilde bitti.

19 Beğeni

14-49-12-images Yılın başlarında aldığım “her ay bir mümkünse 2-3 Stephen King kitabı okuma maratonu” etkinliği dolayısıyla okuduğum Göz kitabı. Yanlış değilsem yazarın ilk yazdığı kitaplardan bir tanesi. Daha önce pek çok kez incelemesini gördüğünüzü düşündüğüm için pek uzatmadan kitap hakkında kısaca bir yorum yapmak istiyorum. Kitap, telekinezi gücü olan Carrie isimli bir kızın gördüğü akran ve aile baskısını anlatıyor. Bu arada kitabın orijinal ismi Carrie ama türkçede “Göz” olarak basılmış. King’in ilk kitaplarından olmasına rağmen çok beğendim. Kitabı soluksuz ve gerilerek okudum. Herkese tavsiye ederim.


Bu ay King’den okuduğum ikinci kitap. Nedenini pek bilemiyorum ama diğer kitaplarına nazaran çok arkada kalmış bir kitap olarak görüyorum. Yani demek istediğim bu kitabı önerilerde pek göremiyorum. İşlediği vampir teması yüzünden olabilir. Kitabı çok beğendiğimi söylemeliyim. Bana kalırsa Göz kitabından daha iyi. Kitap, küçükken kasabada travmatik sayılabilecek bir olay yaşamış yazarın bu travmatik olaydan yola çıkarak bir kitap yazmak için kasabaya geri dönmesini ve kasabada kendisini garip olayların içerisinde bulmasını anlatıyor.
14-47-53-images
Ve son olarak 1,5 gün gibi kısa bir sürede okuduğum Narnia Günlükleri serisinin 3. veya 4. kitabı olan Prens Casbian kitabından bahsedeyim. Spoiler olabileceğini düşündüğüm için içerik hakkında pek bir şey demek istemiyorum. Çok çok önceden her filmini 2-3 kez seyrettiğim için sürekli ertelediğim bir seriye bu kitap ile geri dönmüş oldum. Yine pişman olmadığım ve okurken zevkten dört köşe olduğum bir kitap. Bu tadı yeni serilerden alamıyorum. Ben Yerdeniz-Lotr- Narnia serilerini kardeş seriler olarak görüyorum. Hiç benzerlikleri olmasada bu serileri okurken aldığım zevk hemen hemen aynı oluyor. Neyse son zamanlarda bu kitapları okudum ve bir kaç cümle ile sizinle paylaşmak istedim. Sağlıcakla kalın.

27 Beğeni

Yazarı tarafından iptal edildi. Silinmesini istemiyor, böyle kalsın. Kapladığı yer için özür diliyorum.

18 Beğeni

image
Kitap deniz gezisine çıkan bir çocuk ve 3 yetişkinden bahsediyor. Bu, çocuğun denize ilk yolculuğudur.
Kitabın bazı bölümleri benim için sıkıcıydı. Ama kitabı beğendim.
9/10
Herkese keyifli okumalar dilerim. :slightly_smiling_face:

14 Beğeni

Sokaktan çevireceğiniz her hangi birine Türk sinemasından üç isim söyleyebilir misiniz diye soracak olduğunuzda alacağınız cevaplarda illaki Türkan Şoray adını duyarsınız. Kendisi hakikatten Türk Sinemasının Sultanıdır. İşe bu ara Türkan Şoray’ın kitabını okuyorum. Sinemam Ve ben. Eğer Türk sineması hakkında birinci ağızdan bilgi sahibi olmak isterseniz rahatlıkla okuyacağınız bir kitap Sinemam Ve Ben. Temiz bir baskı bol dönem fotoğrafıyla sizi sıkmayacağına emin olabilirsiniz. Tavsiye ediyorum.

12 Beğeni