Çeviri gayet iyi. Herhangi bir sıkıntı gözüme çarpmadı.
Rus edebiyatına ben de alışamadım. Aslında olay ve zaman tamam da mekan ve kişi isimleri çok yoruyor okurken.
Ancak buna da bir çözüm buldum, aslında çoğu okuyucu yapıyordu ama ben klasik okumadığım için pek de önemsemiyordum. Klâsik okurken not alarak okuyorum ve verilmek isteneni daha iyi alıyorum.
Örneğin; elimde şu an okuduğum kitap Monte Cristo Kontu. İlk ciltini okurken hiç not almadım ve o kadar çok yabancı geldi ki en baştan not alarak okumaya başladım. Kişi isimlerini ve kilit rollerini kısaca not aldım ve olaylar ile de harmanladım. 2. cildine daha hazır başladım ve not almaya devam ettim. 2 günde cildin yarısına geldim, konuya ve kişilere oldukça hakimim.
Size de bu şekilde not alarak okumanızı tavsiye ederim. Okuma süreciniz biraz uzayacak ama yarışta değiliz ki
TİTAN’IN SİRENLERİ
KONUSU
“Kesinkes bildiğim ilk şey şu: Eğer sorular mantıksızsa, cevaplar da mantıksız olacaktır.”
Milyoner kâşif Winston Niles Rumfoord uzaygemisiyle bir krono-sinklastik infundibulumun ortasına dalarak saf enerjiye dönüşür. Yalnız elli dokuz günde bir maddeleşebilir ve bir saatliğine dünyadaki evine dönebilir. Tek tesellisi, artık geçmişi ve geleceği tamamen görebilmesidir: Karısının, dünyanın en zengin ve en ahlaksız adamı Malaki Constant’la birlikte uzay yolcusu olacağını da bilmektedir. Malaki’nin bu beklenmedik destansı yolculuğu onu tanıdık ve tanımadık pek çok gezegene, dünyamızın işgaline, Titan’da yüz binlerce yıldır bekleyen bir uzaylı turiste götürecektir. Acaba bu parçaları bir araya getirebilecek başka biri var mıdır?
DÜŞÜNCELERİM
Kurt Vonnegut zaten tuhaf kitaplar yazıyor ama Titan’ın Sirenleri bambaşka bir seviyede. Olayların nereye gideceğini tahmin edemeyeceğiniz bu kitap, çoğunlukla din ve özgür irade üzerine. O açıdan Kedi Beşiği’ne çok benziyor ama bu daha önce yazılmış.
Önceden Vonnegut okuduysanız zaten ne bekleyeceğinizi biliyorsunuz. Okumadıysanız ve bilim kurguya çok sıcak bakmıyorsanız yazarın diğer kitaplarından başlamanızı öneririm.
Şu ana kadar okuduklarımı sıralarsam: Mezbaha 5 > Titanın Sirenleri > Kedi Beşiği.
BİTTİ.

Biyolog Daniel Chamovitz’in bilimsel derleme tarzındaki kitabı Darwin ve dönemin bilim insanları dahil olmak üzere günümüze değin uzanan bir dizi araştırma-inceleme yazı dizisi niteliğinde.
Bitki fizyolojisini popüler bilimin esaretinden çıkarıp evrimsel süreçte geliştirdiği mekanizmaları deneysel çalışmalarla netliğe kavuşturuyor; bu açıdan çok kıymetli.
Bitkilerin görme, hissetme, duyma, koklama, bulundukları konuma dair bildikleri ve tüm bu öğeleri belleklerinde depolamaları, kitapta insan anatomisi ve fizyolojisi ile yer yer karşılaştırılmalı anlatılarak okurun ilgisini katlamış, son derece güzel işlenmiş buldum.
Kitaptaki her altı bölüm için kullanılan alıntılar ve resimler bilimsel tabanlı bir kitabın olmazsa olmazı olarak algılamamı sağladı. Daha önce okuduğum bilim içerikli kitaplarla karşılaştırınca kavradım.

Biyolojiye ilgisi olan olmayan herkesin okuyabileceğine inandığım “Bitkilerin Bildikleri” şu alıntıyı sonuna kadar hak ediyor:
“Taşların hareket ettiği ve ağaçların konuştuğu vakidir.”
-Shakespeare, Macbeth
Dune ilk kitap. Muad’Dib kısmına girmeden önce de güzeldi ama bu kısımda daha çok çekti beni. Çok güzel ilerliyor.
Yazardan ilk kitabım olarak, İhsan Oktay Anar - Efrasiyab’ın hikayeleri okuyorum. Henüz başlardayım, şuan için ilgi çekici ilerliyor ve gelecek vadediyor =)
İNSAN - HAYVAN - BEYLİK ÇİFTLİĞİ
Komünizm, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm ve en nihayetinde diktatöryaya ulaşan dönüşüm süreci bundan daha iyi anlatılamazdı herhalde. Düzene boyun eğen, özgürlüğünü savunamayan, değişime ayak uyduramayan ya da “her dönemin insanı” olmayı başaran tüm yönetilen bireylerin son derece gerçek betimlemeleri ve durumsallıklarının aktarımı önünde sadece eğilerek saygı gösterilebilir. Dönem (2.Dünya Savaşı) etkilerini 1984’e göre daha az hissettirse de eserin muazzam bir başyapıt olma özelliğini yadsımak doğru olmaz. Taşlamalarla okuma keyfini hat safhaya çıkaran her satırının altı çizilesi, sınıf ayrımı ve yozlaşma konulu mükemmel finali ile son bitirişte akıllarda şahane bir tat bırakıyor. Kimi solun fazla sağ, kimi sağın da fazla sol bulduğu eser, bu manada da tarafsızlığını ilan ediyor. Okuyun, okutturun…
Unutulmuş Diyarlar 8.Kitap Yıldızsız Gece bitti.
İkinci üçlemeden sonra 7.kitapla tekrar “Drizzt Efsanesi” ni yakalayan yazar, 8.Kitapla sanki zorlama bir hava vermeye başladı. Hatta 7. kitabın sonunda öldüğünü düşündürttüğü Artemis Entreri tekrar geri geldi. Yazarın Entreri konusunu fazla uzattığı görüşündeyim. Genel olarak hikaye çok mantıksız geldi bana. Şimdiye kadar anlatılan o yüce Menzoborenzan ve Örümcek Kraliçe’nin kutsanmış Rahibeleri bir Drizzt kadar edemediler ve Drizzt’in ufak bir ziyareti ile yerle bir oldular. Drizzt, Wulfgar’ın ölümü sonrası sabah birden kalktı ve “ben en iyisi memlekete bir döneyim de orayı bir toparlıyayım bunlar benim dostlarıma musallat olmasınlar” dedi ve o yukarıda da belirttiğim yüce Menzo’yu dağıttı geldi. Hemde 2 kişiyle. Tamam Drizzt, drow cemaatinin gelmiş geçmiş en iyi dövüşçüsü de, e yani artık…
Dediğim gibi çok zorlama ve hayal kırıklığı ile bitirdim kitabı.
Seriye biraz ara verme kararı aldım. Sıradaki Kitabım “Dune Mesihi”
Hocam geçen bir yorum okudum reddit’te: “6. kitapla Drizzt’e veda et, devamını okuma”.
Buna ben de katılıyorum, 6dan sonra tepetaklak gidiyor maalesef.
7.Kitap iyiydi ama ben bayağı beğenmiştim kitabı. Sanırım 9.Kitap bu yorumu değerlendirmem için iyi olacak.
Aslında belki tepetaklak doğru yorum olmayabilir. İlk 6’daki tat bir daha karşıma çıkmamıştı, hep bir düşüş olarak devam etmişti seri. Tekrarlar, tekrarlar ve tekrarlar… Drizzt hatırına ben 20 küsür kitap okudum ama bir zamandan sonra fark ettim ki kitaplar iyi olduğu için değil sırf Drizzt sevgimden okuyorum.
Margaret Atwood - Damızlık Kızın Öyküsü
Damızlık Kızın Öyküsü’nü sesli kitap olarak bitirdim. Dizisinin ilk sezonunu izlediğim için konuya ve karakterlere aşinaydım, bu yüzden dinlemesi kolay oldu.
Kitabı bitirdikten sonra anladım ki dizisi gerçekten çok başarılı bir uyarlama olmuş, kitapta kahramanımızın kendi kendi kendine konuştuğu kısımlar diziye de bire bir aktarılmıştı. Dizinin kitaptan farkı, ileriki sezonlara malzeme çıksın diye eklenmiş ek sahne ve olay örgülerinden ibaretmiş.
Kitabı genel olarak sevdim, ama dizisini izlediğimden dolayı kitabı hiç dinlemeseymişim de bir şey kaybetmezmişim. Tavsiyem ya diziyi izleyin ya da kitabını okuyun. İkisini de yapmanıza gerek yok.
Uzun bir süredir Otomatik Portakal’ ı okuyorum. Başlarken saçma bulsamda sonraları çok iyi bir kitap olduğuna karar verdim.
Mehmet Eroğlu - Meraklı Adamın On Günü
Mehmet Eroğlu’nun ‘İyi Adamın On Günü’ ve ‘Kötü Adamın On Günü’ polisiyelerinin yeni macerası ‘Meraklı Adamın On Günü” ile devam ediyor. Eski Avukat Sadık Demir veya Sadık Adil Öcal’ın hikayesi içinde yaşadığımız salgın günlerinde (2020) Nisan ayının ilk on gününde geçiyor.
Kurgunun arka planı sıcak ve güncel olaylardan besleniyor. Salgın kaynaklı karaborsacılık, maske sıkıntıları, PTT önlerinde yardım parası için bekleyen yoksullar, market ve eczane yağmaları gibi hepimizin geçen yıl tanık olduğumuz olaylar var. Ayrıca ülkemizin çeşitli illerinde sık sık haberlerden okuduğumuz, izlediğimiz yeni yapılaşma izni verilmeyen semtlerde yakılan eski evler, siyaset, bürokrasi ve inşaat firmaları arasında dönen rüşvetler, tiktok, sosyal medya ajansları gibi konularda var.
Sadık’ın 3. Kitapla birlikte iyice gelişen edebiyat merakı neticesinde artık öyküler yazmaya başlamış ve her ne kadar hepsinden ret cevabı alsa da öykülerinin basılması için yayınevlerine de göndermekte. Kahramanımız Sadık? Adil? Öcal?’a bu yayınevlerinden birisinin editörlerinden öyküleri için gelen ret cevabı ile hikayenin bundan sonrasında ara ara öykü yazmaya ilişkin değerlendirmelerde okuyoruz.
Mehmet Eroğlu’nun (hala bu dersleri veriyor mu bilmiyorum) ama UMAG’da (Uğur Mumcu Gazetecilik Araştırma Vakfı) yaratıcı yazarlık dersleri verdiğini bildiğimiz için kurgunun içerisinde yazmaya ilişkin anlattıkları derslerinde anlattıkları olabilir.
Sadık Adil Öcal’ın bu 10 günlük hikayesinde Sadık’ın tanımlaması ile üç ayrı muammanın peşine düşüyoruz. Bu muammalardan birincisi Sadık’ın merakı ile başlayan bir gizem oluyor, diğer iki muamma ise aldığı “işler” oluyor.
İkinci kitap da tanıştığımız Pınar ve sosyal kelimesine Sosyalist kelimesini çağrıştırdığı için pek sıcak bakmayan Hüso ve Zeynel’in ekibe katılmasıyla muammaları çözme, gizemleri aydınlatma yolculuğumuz da başlıyor.
Peki bu kural Dragonlance serisi için de geçerli mı?
O seriyi hiç hatırlamıyorum. Ama zaten okurken de öyle çok sevmemiştim ben.
Benim çok beğendiğim bir seridir. Şuana kadar Unutulmuş Diyarlardan iyi diyebilirim kendimce.
Daniel Keyes - Billy Milligan’ın Zihinleri
Yine Daniel Keyes’in kaleme aldığı Algernon’a Çiçekler kitabını birkaç yıl önce okuyup çok sevmiştim. Normalde en sevdiğim kitap şudur diyemeyecek kadar kararsız biri olsam da Algernon’a Çiçekler kesinlikle ilk beşte. Bu sebeple Billy Milligan’ın Zihinleri’ni okumayı çok istiyordum.
Henüz kitabın başlarındayım; yaklaşık 100 sayfa okuyabildim. Kitap arkasını okumayı sevmediğim için bu eseri de kurgu sanarak başlamıştım. Meğer gerçek bir insanı anlatıyormuş. Aslında kitabın kapağında bile yazıyormuş ama bazen insan dikkat etmiyor böyle yazılara Tabii bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum çünkü “True Crime” olarak tanımlanan, gerçek suç hikayeleri gibi konuları anlatan kitapları çok severim. Bu kitap da epey güzel başladı. Okudukça, bunların gerçekten yaşanmış şeyler olduğunu bilmeme rağmen her sayfada şaşırmadan edemiyorum. Kitabı bitirdiğimde gerçek Billy Milligan’ı oturup araştıracağım ama şimdi kitabın büyüsünü çok da bozmak istemiyorum.
Bakalım olaylar nasıl gelişecek, devamından oldukça umutluyum
Ray Bradbury’ nin Resimli Adam ı bitti.
Vücudunda hareket eden resimler olan bir adam var ve biz de bu resimlerin barındırdığı on sekiz bilim kurgu öyküsünü okuyoruz kitapta. Fakat tüm bu öyküler insanın ruhsal durumları merkezinden anlatılıyor. Öyküler uzayda, başka gezegenlerde, gelecekte vb. geçiyor ve anlatılanlar hep insanın o durumlardaki ruhsal, duygusal durumları.
Öykülerin büyük çoğunluğunu beğendim. Kimileri alacakaranlık kuşağından fırlamışlar gibi tedirgin edici. Hemen her öykü - ve tabii yazarın üslubu - size o duygu durumlarını hissettiriyor(bir iki tanesi hariç). Bazen kendinizi yağmurun altında çaresizce başınızı yukarı kaldırmış bazen de uzay boşluğunda saatte binlerce km hızla sürüklenirken hayal ediyorsunuz.