“Gün Geldi Devran Döndü”, “Başlama Saati” ve “Roket” hikayeleri müthişti.
Evet güzel hikayelerdi. Gün Geldi Devran Döndü ve Roket öyküleri anlatmak istedikleri bakımından güzel ve duygusaldı. Başlama Saati korkutucuydu. Başlama Saati dışında Bozkır, Kuklalar A.Ş. ve Şehir hikayeleri de ürkütücüydü ve güzeldi. Bir de Bitmeyen Yağmur.
Babamı Kim Öldürdü- Édouard Louis (Çeviri: Ayberk Erkay)
Kendi hayatını anlatma imkânından mahrum bir baba ve asla alamayacağı bir yanıtı bekleyen oğul. Bir parmak tozun kapladığı kalpten kalbe uzanan görünmez bir ip. Édouard Louis, toksik erkekliğin boz bulanık durgunluğunda yükselen bir baba-oğul ilişkisinden, ataerkin paslı çarklarında ezilmeye mahkûm hayatlara uzanan modern bir anlatı şekillendiriyor Babamı Kim Öldürdü’de. Topraktan, sudan, kemikten, kaygan zamandan ve zeminden müteşekkil bir hikâye bu. Kendi yokluğunun tarihini yazan bir oğul, ıssız bir sokak ortasında tarihten silindiğinin bilincinde sigarasının dumanı sokak ışıklarına karışan bir baba. Televizyonda opera, gizlenen gözyaşları, kırılan bardaklar, dalgaların üzerinde giden bir araba, mavi markörle üzerine “Céline” yazılmış bir CD’den yükselen müzik. Louis siyasetin erken ölüme mahkûm ettiği mikro hayatları babanın bükülmüş belinden nefes aldırıyor. Kişisel olanın her daim siyasal olduğu, ataerkin hayatlarımızın kılcallarını ve ilişki dinamiklerimizin bilinç haritalarını kurnazlıkla ve zaman tanımadan nasıl da manipüle ettiği, toplumsal cinsiyet yaratısının ve aile denilen kontrol biriminin boğazlarımıza basan "devlet baba"nın çamurlu postallarından başka bir şey olmadığını anlatıyor kişişel ama bir o kadar evrensel hayat parçacıklarında. Egemenlerin “estetik meseleleri” altında boğazlarındaki lokmaları çalınan değersiz hayatların ve toplum mühendisliğine bilinçsizce hizmet eden yoksul yaşamların kıyısında ılık bir gözyaşı damlıyor yanaklardan. Oğulun sesi yankılanıyor kulaklarda: “Ben de ağlıyorum.” Ağlıyoruz ve anlıyoruz: Bir devrim şart artık. Ulaşılması imkansız hayatlar, imkanlar ve düşlerden müteşekkil herkes için bir devrim. Utanmadan kendi olan oğullar, yapay kimliklerin cenderesini ateşe veren kızlar olarak babaların en büyüğü olarak ataerki boğacak devrim. Kendi hikâyelerimizin intikamını alacağımız günün şafağındayız şimdi.
Çoktandır gözümün önünde duran ama bir türlü gözümün yiyip de başlayamadığım Haruki Murakami 1Q84’e başladım, 200 sayfa kadar okudum. Kısmen düşük bir tempoda başlamsına rağmen kesinlikle kendini okuttuyor. Karakterler fazlasıyla ilgi çekici ve derinlemesine yazılmış. Hikaye de gittikçe ilginçleşiyor.
Steven L. Peck - Kısa Bir Cehennem Ziyareti
Oldukça kısa bir kitap kitap olduğu için konusuna değinmeyeceğim. Ne desem okuma zevkinizi bozabilir çünkü.
Deneyim ve Düşüncelerim
Yayınevinden okuduğum ilk kitaptı ve kağıt kalitesini beğenmedim açıkçası. Baskıda da hata olsa gerek çünkü bazı yerlerde sayfanın renkleri kaymıştı. Belki de bana gelen kitap defoludur bilemiyorum.
Kitabın içeriği ile ilgili konuşacak olursam; kitaba bayıldım. İsminden dolayı zaten bir din eleştirisi, hayatla ilgili bir yorum içereceğini bekliyordum. Fakat bu denli derin bir kitaba dönüşeceğini beklemiyordum. Bazı yerlerde kitabı bırakıp düşüncelere daldım, bazı yerlerde ise dehşete düştüm.
Kitap bu içeriğine rağmen oldukça kısa ve sürükleyici. Eğer sürekli işim çıkmasaydı tek oturuşta bile bitirebilirdim.
Kitabı her canlı varlığa öneriyorum.
Seriyi dinlemeye devam ediyorum. Şuana kadarki en sıkıcı kitap diyebilirim. Evren ve içinde yaşanılan olaylar güzelken hala HP karakterine ısınamadım bir türlü. Yine de sonuna kadar dinlemeye devam edeceğim. 6/10
Başkanlık seçimi esnasında ırkçılığın, aşırı nüfus gibi sorunların çözülmesi için paralel evreni nasıl bir propaganda aracı olarak kullanıldığını anlatan çok güzel bir kitaptı. 9/10
Okuma Etkinliği - Leibowitz İçin Bir İlahi (Spoiler İçerir) etkinliğine katılarak okudum. Philip K. Dick okuduktan sonra başlarda alışması zor bir kitaptı fakat alıştıktan sonra çok sevdiğim bir kitap oldu. Kitabın üç bölümden oluştuğunu bilmeden okuduğum için ilk bölümün sonu şaşkınlıkla bitirdim. Bu üç bölüm arasından en sevdiğim hikaye birinci hikayeydi. Din hakkında sorgulamalarla dolu sevdiğim bir kitap oldu 7/10
Bu nedir? 7’den 70’e herkese tavsiye mi ediyorsun?
70 üzerinden 7. O kadar kötü yani.
Yazarı tarafından iptal edildi. Silinmesini istemiyor, böyle kalsın. Kapladığı yer için özür diliyorum.
7/70’den Pizza veya Burger yerken okuyunuz demek istedim.
Beşinci kitaptan alıntı yapıyorum.
Hem Ron’la Hermione neyle meşguldüler bakalım? Harry’nin kendisi niçin meşgul değildi? Onlardan çok daha fazla şey halletmeyi becerdiğini kanıtlamamış mıydı?
Bu çocuğun iç sesi bazen, durmadan sümüklü böcek kusan bir Ron’u andırıyor. ://
Onlardan çok daha fazla şey halletmeyi becermedi. Onlardan daha fazla kendi başına bela açtı. Yattığında uyumuyor ki çocuk illa gece bir yere gidecek. Yakalandığı zamanda mıy mıy edip duruyor.
Blackflame (Cradle #3) - Will Wight
Cradle serisinin üçüncü kitabı olan Blackflame, ilk 3 kitap arasında en sevdiğim kitap oldu. Heyecan dozu ilk yarı biraz düşük kalsa da ikinci yarısından itibaren 5. vitese takarak ilerledi.
Bu kitapta, kendisinden çok daha güçlü biriyle dövüşmek zorunda kalan ana kahramanımızın Eithan sponsorluğunda 1 yıl süresince bu müsabakaya hazırlanmasını okuyoruz. Eithan çok ilginç bir karakter, kitap boyunca niyeti iyi mi kötü mü anlayamıyorsunuz. Bu bile karakterin ne kadar kaliteli yazıldığının başlı başına kanıtı.
Seri hakkında biraz bilgi vermek gerekirse bir Shounen manganın kitap versiyonu diyebiliriz. Naruto ile ciddi benzerlikler gözlemledim. Yazarın Naruto’dan etkilendiğini düşünüyorum, hatta büyülerin isimleri bile benziyor. Keza madra ile chakra da aynı şey. Naruto’yu bayılarak okuduğum için bu seriyi de bayılarak okuyorum. Eğer siz de Naruto seviyor ve underdog karakterler hoşunuza gidiyorsa bu seriyi de benim kadar seversiniz diye düşünüyorum.
12 kitap olarak planlanıyor sanırım, geçenlerde sekizinci kitabı çıktı. Her ay 1 kitap olarak kalan kitapları okumaya devam edeceğim. Seriyle ilgili daha fazla şey okumak isterseniz, şurada, şurada ve şurada yorumları bulabilirsiniz.
Tolstoy’un “Aile Mutluluğu” kitabını bitirdim. Diğer Tolstoy eserlerinden biraz farklı bir yapıdaydı ama bu farklılığın neyden kaynaklandığını bulamadım. Belki aşk sevgi üzerine yazmasından, belki de baş karakterimiz olan kişinin kadın olması ve Tolstoy’un kadınların aşk ve sevgi hislerini anlatması sebebiyle olabilir. Alışkın olduğum Tolstoy diline yakın ama bir o kadar da farklıydı. Bahsettiğim gibi konusu genç bir kızın, aşkı ve aşktan beklentileri üzerinden kendinden büyük ve çocukluğundan beri tanıdığı bir adama duyduğu hisler olarak anlatılabilir. Yazar genç kız ile geçkin yaşta birinin (aslında yaşlı değil erkek karakterimiz 36 yaşında fakat kızımız 17 yaşına gelmiş biri olduğu için genel olarak bir yaş farkı mevcut) arasında gerçekleşen hikayeyi anlatıyor. Genel olarak kitabı beğendim. Hemen okunabilen güzel bir hikaye. Aşk mevzuları beni pek sarmasa da hiç sıkılmadan okudum.
Diğer okuduğum kitap ise “Wolverine’nin Ölümü” adlı one-shot hikayesi. Öncesinde ya da sonrasında okunması gereken bir hikaye var mı yok mu bilmeden girdim kitaba. X-Men hikayelerini çok severim bu da onlardan biriydi ama dediğim gibi hikaye çok havada kalmış gibi geldi bana ve belki de sonrasında bir hikaye vardır ve onu okuyunca bu hikayede bana daha anlamlı gelecektir. Bilemiyorum. Bir bilgisi olan varsa ulaşsın lütfen bana Bu haliyle de yine de sevdiğim bir çizgi roman oldu.
Sonuncu kitap ise Osmanlı dönemi yazarlarından olan Ahmed Nebil, Baha Tevfik ve Memduh Süleyman’ın ortaklaşa çıkardığı ve dönemi için bence çok önemli bir eser olan “Osmanlı Felsefecilerinin Gözünden Nietzsche’nin Hayatı, Eserleri ve Felsefesi” adlı kitap oldu. Hem tezimle alakalı olacağını düşündüğümden hem Nietzscheyi sevdiğimden hem de sıkı bir Baha Tevfik fanı olduğumdan okumak istedim bu kitabı. Hayatını ve eserleri hakkında yazılan bu kitap gerçekten hem eski dönemler için hem de günümüz için önemli bir kaynak olabilir. Ancak kitabın farklı basımını bulamadığımdan Dorlion çevirisini okudum ve neden bu yayın evinden uzak durmam gerektiğini anladım. Kitap yazım hatalarıyla dolu ama yine de kızamıyorum çünkü böyle bir kaynağı alıp basmış olmaları ve bize kazandırmış olmaları iyi bir olay. Fakat sinirlendiğim en önemli konu profilimde resmini taşıdığım güzelim Schopenhauer’in adını yanlış yazmış olmaları. Bir iki kere yapılmış bir şey değil. Kitap boyunca yanlış yazılmış. Bi ona sinirlendim diyebilirim.
Oregairu.
Animeye 3. sezon uyarlanırken stüdyonun sadık kalmamasının ardından noveli için reread yapma gereği duydum. Japonya’da novelden animeye uyarlanan seriler arasında monogatari serisiyle birlikte Oregairu bence en başarılı ikilidir. Genel olarak Japon manga yazarlarını (mangaka) beğenmiyorum; mangalara her zaman kavga gürültü iliştirme gereği duyuyorlar, en chill seriye bile bazen olur olmadık atraksiyon sıkıştırmaya çalışıyorlar, yani illa okuyucuyu heyecanlandıralım derdine giriyorlar ve sonra karakterler çok tutarsız gelişiyor, hikaye çok tutarsızlaşıyor ortaya karman çorman 3. sınıf seriler çıkıyor. Konu anlatmayı sevmiyorlar, ortaya bir düşman çıkarıp üç sayfa size sığ şekilde ana karakterle düşman oluş sebeplerini gösterip arc bitene kadar dövüştürüyorlar. Bilmiyorum, sebebi belki okuyucusunu kendisine bağlama hissiyatından veya çizgi romanlardaki benzer kültürden kaynaklanıyor olabilir. Ama Japonların novel yazarlarını gerçekten takdir ediyorum. Monogatari serisi (bence yazarı zehir gibi kafaya sahip) kavganın, gürültünün, patırtının eksik olmayacağı bir konuya sahipken oldukça farklı işlenen ve orijinal karakterlere sahip bir yapım. Oregairu ise okul-romantizm konusunu gayet temiz ele almış. Havalı karakter göreyim meraklısı çoluk çocuğu çekmek için yazılmış bir novel değil, Hikigaya’nın sorunları ve bakış açısı sahiden size geçiyor. Yazarın derdini anlatış tarzı Patrick Rothfuss misali, kelimelerin ve diyalogların içinde saklı. Hikayesine ortak olmamızı, bizim de bir şeyler keşfetmemizi istiyor. Alegorik anlatım da bolca yer alıyor. Bu seriyi aslında birçok sitede o kadar fazla değerlendirdim ki süslü kelimeler aramaktan yoruldum. Yeni bir yorum katmaya çalışmaktan yoruldum. Eğer anime izlemem diyorsanız ve Oregairu serisine bir nebze olsun ilginizi arttırdıysam (bence anime izliyorsanız bile) öncelik olarak novelini okumanızı isterim.
Can Kozanoğlu - Yalan Yıllar
Mirgün Cabas ile yaptığı podcastlerden tanıdığım Can Kozanoğlu’nun bu kitabını sesli kitap formatında bitirdim. Kitapta Kozanoğlu’nun gazeteciliğe nasıl başladığı, bu süreçte başından neler geçtiği anlatılıyor. Kimi zaman güldüren kimi zaman da hüzünlendiren bu kitabı dinlerken, Türkiye’de basın-yayın hayatının ve siyasal ortamın nasıl değiştiğine tanıklık ediyoruz.
Kitabın kimi yerlerinde yazarın roman taslakları da yer alıyor. Bu sayede kendisinin yazarlık serüvenini de öğrenmiş oluyoruz.
Yazar kitapta kendisinin de söylediği gibi çok kopuk kopuk olarak anlatıyor başından geçenleri, ama bu durum kitabın güzelleşmesini sağlıyor. Kendisini çok samimi ve alçakgönüllü buldum, hatta kendisini çok fazla gömmüş kitap boyunca. Podcastlerdeki konuşmalarından hareketle kendisine yönelttiği eleştirilerin çoğunun yersiz olduğunu düşünüyorum.
Yazarın bu kitaptan önce yazdığı ve çocukluğunu anlattığı Acemi Eğitimi adlı bir kitabı varmış, kitaba sürekli atıf yapılıyordu Yalan Yıllar’da. Kitabı satın almak için araştırdım, ama kitabın baskısı yok. Google Play’de e-kitabını buldum, olmadı oradan alıp okurum.
YABAN ARISI (WASP)
KONUSU
Savaş neredeyse bir yıldır devam ediyor. Dünya, Sirian İmparatorluğu’nun personel ve ekipman üstünlüğünü alt etmek istiyorsa yeni bir silah kullanmalı. O silah da James Mowry. Sıkı bir eğitimden ve görünüşünü değiştiren bir ameliyattan sonra İmparatorluğun gezegenine sızacak. Görevi: demoralize etmek, panik yaratmak, kaynakları tüketmek, 80 milyonluk bir gezegene karşı tek başına savaşmak. Kısacası, seyahat eden bir arabadaki yaban arısı olacak ve belki de sürücüye kaza yaptıracak.
DÜŞÜNCELERİM
Nereden buldun bunu diye sorarsanız, 200 sayfa altı bir kitap ararken karşıma çıktı. Terry Pratchett’ın övgüsünü de görünce okumaya karar verdim.
Kitap uzaylı bir gezegene sızıp, tek başına koca bir terör örgütü olmaya çalışan James Mowry’i anlatıyor. Mowry, bir baş belası olmak için her türlü yönteme başvuruyor. Afiş asmaktan suikaste, söylenti çıkarmaktan bombalamaya… Tabi ki en büyük velinimeti yerel hükümetin baskıcı ve orantısız tepki vermeye yatkın olması. Bu açıdan yazar otoriter rejim eleştirisi yapıyor.
Yazıldığı zamanda(1957) henüz modern terör faaliyetlerinin gerçekleşmediğini düşünürsek kitap çok etkileyici. Sadece terör eyleminin değil, terörün tehdidinin bile tüm hayatı ne derece aksatacağını çok iyi ön görmüş.
Bir casus filmi tadında olduğu için kitap su gibi akıp gitti. Heyecanlı bir hikaye arayanlara öneririm.
Soğuk bir cumartesi günü kafa dağıtmak için Modern İskandinav Edebiyatı tercih ettim. Otorite ile sorunu olan bir aile babasının bir anda evi terk etmesi sonucu meydana gelen olaylar anlatılıyor. Tavsiye ederim. Buz gibiydi soğuktu İsviçre.
Harry Potter serisinin sonuncu kitabını bitirdim. Serinin diğer kitabları gibi çok güzeldi. Kitabı geç bitirmek istiyordum. Ama olmadı.
10/10
Kitabı okurken düşünüyordum. Aslında Snape Draco Malfoyun hayatını kurtarmış. Voldemort Yüce Asa için Snape öldürüyor. Yüce Asanın asıl sahibinin kim olduğunu bilmiyor.
Kitapta en sevdiğim sahne Hogwarts savaş sahnesiydi. Gelecek ay Fantastik Canavarları okuyacağım.
Herkese keyifli okumalar dilerim.