Cihaz hangi model hocam sorabilir miym
YETENEKLİLER DÜNYASI - PHILIP K. DICK
İlk hikayeleri çok güzel olmasına rağmen yazarın üslubunun sürekli tekrarından mıdır yoksa konuların birbirine yakınlığından mı bilmem son öykülerde çok sıkıldığım bir kitap. Diğer Philip K. Dick öykü kitaplarında da aynısını yaşamıştım. Öykülerin arasına kitap sokuşturularak rahatça okunabilir. Sıkılmadan.
Sheridan Le Fanu - Carmilla
Düşüncelerim
Carmilla vampir edebiyatının ilk kitaplarında birisi. Dracula başta olmak üzere diğer vampir kitaplarına yol gösteren, esin kaynağı olan bir kitap. Kitapta bazı olaylardan fazla detaylı bahsedilmiyor. Hatta sonu da biraz aceleye getirilmiş gibi geldi bana. Fakat bu durumu kitap türünün ilk örneklerinden olduğu için fazla sorun etmedim.
Karamazov Qardaşları/(Karamazov Kardeşler) - Fyodor Dostoyevski
Şu anda okuduğum bir kitap ama doğrusunu söylemek gerekirse çok fazla şey anladığım söylenemez. Anlamamamın sebebini de yaşım ve kitapta çok fazla Rusca kelimelerin olmasıyla alakalandırıyorum.Ama babam filmini izlediği için bana hep anlatıyor anlamadığım yerlerini. Bu yüzden kitaba devam etmek istiyorum. Belki babamı da bu vesileyle yıllar sonra yeniden kitap okumaya ikna edebilirim.
Qara Qəhvə/(Acı Kahve)- Agatha Christie
Açıkcası çok beğendim. Kitap dedektif tarzında ve okurken insanı hiç yormuyor. Yazar öyle güzel, ayrıntıyla anlatmış ki, her şeyi okuyup bitirdikten sonra bir daha okumak duygusu yaratıyor insanda. İyi ki okumuşum dediğim kitaplardan biri oldu bu yılda.
1Q84’ün 3. kitabınıda okuyarak romanı bitiriyorum. Biraz son kitaptan birazda genel bir değerlendirme yapıp 1Q84 defterini -çok şükür- kapatıyorum.
Son kitapta diğer kitaplar gibi malum paralel temayı takip ediyor. Ek olarak hikayeye iki ana karakterin yanı sıra bir önceki kitapta tanıştığımız kısmen daha olay odaklı bir karakterin bakış açısı daha ekleniyor (İyi ki de ekleniyor yoksa cidden cinnet geçirecektim) Sonunda cevaplanmayan yerler kalmasına karşın iyi kötü bir yere bağlanıyor.
Genel duruma bakarsak ilk kitaptan bahsettiğim yazıda belirttiğim gibi oldukça ilginç karakterleri ve merak uyandırıcı unsurları ile ilginç şekilde başlayıp ağda gibi sündürülen bir hikayeyle karşılaşmak beni oldukça bunalttı. Kitabın sonlarına doğru artık “O kadar 1000 sayfayı okudum bari 250 sayfasını daha okuyayım da bitsin” diye okuyup bitirdim. Tüm bu durum odaklı karakter psikolojisi ilk 200-300 sayfa rahatsız etmese de bunun macun gibi 1250 sayfaya kadar sündürülmesi bir noktadan sonra hikayenin geri kalına olan merakınızı dahi yitirmenize neden oluyor.
Hikayede baştan sona süregiden bir “Nedir bu?, Acaba ne olacak?” durumu var ve haliyle okuyan kişi hikayenin anlamlı şekilde ilerlemesi için bu soruların bir cevap bulmasını beklerken, bahsettiğim gibi kitabın %90’ının oldukça temposuz, ağır ve ağda gibi sündürüle sündürüle ilerlemesi, okurken insanın sinirlerini oldukça geriyor.
Bunlar yetmezmiş gibi hepi topu kitapta 2 sayfa yer eden bir karakterin kıyafetinin kokusundan tutun meme ucunun sert mi yumuşak mı olduğuna kadar bunaltıcı derecede fazla detaya girmesi ve kitap boyunca çok rahat 10 defadan fazla tekrar eden kısımların çokluğu eklenince malesef Murakami’ye özel bir ilginiz yoksa okumak eziyete dönüşebiliyor.
Çok farazi bir örnek verirsem bir bölüm 20 sayfadan meydana geliyor ise bunun 16-17 sayfasında karakterin çocukluk anılarını, ilişkilerini, düşündüklerini, endişelerini, hislerini, japon toplumunun çarpıklıklarını vs. okurken kalan son 3-4 sayfada lütfedip bir yere gidip bir şeyler yapıp hikayeyi devam ettirebiliyorlar ki bazı bölümlerde bu bile olmuyor. Kendi açımdan oldukça sinir bozucu bir durum. Sanki 1000 küsür sayfa hiç bunları okumamışız gibi 1100’üncü sayfada dahi 50. defa aynı karakterin aynı çocukluk anılarına dönmek veya pencereden bakarken birşey hissetti mi hissetmedi mi? Ailesini affetti mi affetmedi mi? Karşısındakine cinsel istek duydu mu duymadı mı? muhabbetine maruz kalmak “Yeter artık yaa…” dedirtiyor. Öyle ki ana karakterin babasının kablolu tv tahsildarı olduğu, çocukken matematiğe çok yatkın olduğu, judoyu çok iyi yaptığı vs. kitap boyunda ben diyim 20 siz diyin 30 defa tekrar ediyor, 1000 küsürüncü sayfada dahi buna maruz kalmak bıkkınlık veriyor.
Kim ne düşünür bilmiyorum ama kesinlikle rafine bir iş değil. 300 taş çatlasın 400 sayfada okuyucuya rahatlıkla aktarılabilecek unsurlar don lasitği gibi 1250 sayfaya sündürülmüş. Özellikle yarısından sonra oldukça bunaltıcı bir okuma oldu.
İyi ki okumuşum dediğim bir kitap kesinlikle olmadı, okumasaymışım da kendi adıma hiç bir şey kaybetmezmişim.
Yazarı tarafından iptal edildi. Silinmesini istemiyor, böyle kalsın. Kapladığı yer için özür diliyorum.
Son günlerde okuduğum, farklı Türk yazarlardan karanlık temalı, benzer üç kitap hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.
Istrancalı Abdülharis Paşa - Mehmet Berk Yaltırık
Okuduklarım arasından beklentimin en yüksek olduğu kitaptı. Bölüm bölüm bir Osmanlı dönemini bir de 2003 senesindeki bir tarihçinin araştırma yaptığı dönemi okuyoruz. Hikayemiz Osmanlı döneminde konargöçer şekilde yaşayan bir Türkmen boyunun iskan ettirilmek istenmesiyle başlıyor. Bir yandan da bu boyu araştırma konusu edinen akademisyenimizin başından geçenleri okuyoruz. Kısaca yazarın kendi deyimiyle korku soslu tarihsel kurgu romanı.
Kitaptaki Osmanlı bölümlerinde geçen karakterleri hayli başarılı buldum. Ancak aynı şeyi akademisyenli bölümler için söyleyemeyeceğim. Vasat bir aşk hikayesi, yapmacık karakterler ve anlamsız tepkileriyle karşılaştım. Bu 2003 yılında geçen kısımlar fazla uzun geldi, kitabı çok boğmuş. Bunun yerine ya tek bir zamanda geçseydi ya da daha kısa yer verilseydi zevkle okurdum. Osmanlı dönemi olaylarıysa ortalara doğru bunaltsa da sonlara doğru toparlamayı başardı. Bazen olayların sündürüldüğünü düşünmekten kendimi alamadım. Kitabın eleştireceğim en büyük aksaklığı bana göre; başlarda korku kitabı olduğu hissiyatını vermişken sanki yazar temayı unutmuş da yazmış yazmış sonlara doğru aklına gelince korku serpiştirmiş gibi olmuş. Hani o cinler, hortlaklar, vampirler ne olduysa yüzlerce sayfa boyunca göremez olduk.
Kısaca beklentimin altında kalmış olsa da keyif aldığım bir okuma oldu. Keşke daha kısa, daha korku içerikli ve daha çok Osmanlı odaklı olabilseymiş.
Tılsım-ı Kudret - Göktuğ Canbaba
Bu kitap da tıpkı Istrancalı gibi iki zamanda birden geçiyor. Yine Osmanlı dönemini bu defa tılsımlar, muskalar odaklı okurken günümüzde geçen kısımları da aile geleneği olarak nadir eserleri keşfedip satan bir Fransız’ı okuyoruz. Bu kitap Osmanlı’da geçse de Istrancalı gibi tarihsel roman diyebileceğimiz bir konusu yok. Sadece padişah, şehzade gibi yüzeysel imgeler var.
Bu defa kitaptaki her iki dönemde de olaylar ilgi çekiciliği yönünden daha dengeli. Karakterler fazla yapmacık ve ketum olsa da konu merak ettirdiğinden göz ardı edebildim. Kitabın fantastik bir yönü de var ama burada sınıfta kaldığını düşünüyorum. Başlarda tatlı tatlı merak uyandıran bir yapısı varken olaya birden bir sürü absürt karakter ve mekan girip yazar da bunların altını dolduramayınca olaylar yazarın kontrolünden çıkmış ve sürükleyiciliği fazlasıyla baltalamış. Keşke baştaki o gizemli havayı hep koruyabilseymiş.
Pusova - Galip Dursun
Bu defaki korku temalı bir öykü kitabı. Öykü okumayı pek sevmediğimden beklentim olmadan başlamıştım. Kötü diyebileceğim bir kitap değildi ancak birkaç öyküsü hariç bana pek hitap etmedi. Aslında yazarı okurken çok daha iyi işler yazabileceğini okura sezdiriyor. Yakın zaman önce Thomas Ligotti’nin Hayalperest Ölünün Şarkıları adlı benzer temalı bir öykü kitabı da okumuştum. Bu iki kitabı yan yana koysam kesinlikle Pusova’yı seçerim.
Kısa ama güzel iki kitap okudum.
Halide Edip Adıvar - Çaresaz
Çaresaz, çare bulan demekmiş. Daha önce Halide Edip okumuş ve sevmiştim. Kısa bir şeyler okumak isteyince, yeniden uğradım. Çaresaz’ın ismi Mediha aslında, çok küçük yaşlarında babasına, sonraki yıllarda öğretmenlik yaparak çocuklara, oturduğu sokakta da hastalara çare bulan bir kadın. İlginç bir aşka düşüyor ve bir hukukçu ve annesinin evine taşınıyor. İmam nikahı ve resmi nikah ikilemini, modernleşmeye yeni geçen İstanbul toplumunu güzel bir şekilde yansıtan bir uzun öykü diyebiliriz.
Alessandro Baricco - Bin Dokuz Yüz
Çarpıcı bir kitap. Klostrofobisi olan bir kaptan, kör dümencisi, kekeme telgrafçısı, adını söylemesi imkansız bir doktoru, bir de muhteşem bir piyanisti olan bir gemidir Virginian. Gemiye bırakılmış sahipsiz bir çok çocuk bu piyanist. İsmi Danny Boodmann T. D. Lemon Bin Dokuz Yüz. Bin Dokuz Yüz’ün ilginç bir hayatı var. Hiç karaya inmemiş bir piyanist o. Oyunun büyük kısmını Bin Dokuz Yüz’ün canciğer arkadaşı olan Atlantik Caz Orkestrası’nın trompetçisinin ağzından dinliyoruz. Ragtimea, caza dair bir çok şey var. Bunun ötesinde muhteşem bir sonu var. Yazarı okumaya devam edeceğime eminim.
Bu kitap, anasız babasız kalan bir çocuğun öyküsünü anlatıyor.
Bu çocuğun anasız babasız kaldıktan sonra, bir Kaymakam tarafından evlat edinilmesi sonucu zengin çocuklar gibi gelecek kaygısı duymayan, ekmek elden su gölden yaşayan bir bir delikanlıya dönüşüyor yani hayat onun için toz pembe üvey babası ölene dek. Ölmeden önce de kendi öz kızıyla evlendiği için kızım ve üvey oğlum veya damadım aç kalmasın diye Kaymaklıkta ona torpil yapıp bir güzel yanına sokuyor. Toprağa karışınca da, yeni gelen Kaymakam hemen onu sepetliyor. Aslında yazar şu zamanlarda yaşanan torpil olaylarını o zamanda ne güzel yazmış değil mi? Aradan bir sürü zaman geçmiş, zengin aileye mensup çocuklar ne gelecek kaygısı duyuyor ne bir sürü eğitim imkanı varken doğru düzgün dersleriyle ilgileniyor. İyi bir üniversiteyi kazanamasa bile özele gidiyor mezun oluyor. Mezun olduktan sonrada iş bulamayınca torpille yerleşip nihayet bir baltaya sap olabiliyor.
Babacığı öldükten sonra bizim kara gözlü kara saçlı Yusufumuz daha önceden dediğim gibi memurluk işinden sepetleniyor ve taşımacılık mı ne yapıyor atıyla tam bilmiyorum mesleğini.
Tabii yaptığı meslek dolayısıyla iki hafta filan evden ayrılıyor sürekli , ekmek parası getiriyor.
Evde yaşayan karısı aynı zamanda üvey kardeşi ve kaynanası aynı zamanda üvey annesi bu durumdan sıkılarak önceden sorunlu oldukları Aileye yemeğe filan gidiyorlar. Orada bir güzel rakı içip sarhoş oluyor Yusuf’un karısı. Sonrasını anlatmak istemiyorum zaten anlaşılmıştır.
Üstte kitabın özetini yaptım denebilir. Yani kısaca bu kitapta anlatılmak istenen bence şu: Bir baltaya sap olamazsanız sizi ezerler, kaynanan bile, hatta karın bile. Size karşı yaptıkları iğrençlikler karşısında eliniz kolunuz bağlı olur ve bundan dolayı görmezlikten gelirsiniz bu da toplum karşısında alay konusu olur.
Rüyanın Öte Yakası
Ursula Le Guin okumayalı biraz zaman geçmiş, özlemişim. Gerçekten hayal gücüyle, felsefesiyle apayrı bir yazar. Bazen yavaş okunsa dahi, kitapları bir şekilde sizi içine almayı başarıyor.
Kitabımız bir fantastik/bilim kurgu karışımı. Başlarda fantastik dozu daha yüksekken gittikçe bilim kurgusal öğeler ön plana çıkıyor. Yine Ursula bizi pek çok sorgulamayla baş başa bırakıyor tabii. Amaçlar ve araçlar arasında hangisi iyi diye sorarken buluyorsunuz kendinizi. Yani belki bu sorgulamalardan kaynaklı biraz yorucu olabilir kitap ama kesinlikle akıcı ve merak uyandırıcı olduğunu söylemem lazım.
Kitabın inceleme ve yorumlarında genellikle konusu hakkında ufak spoilerlar verilmiş, bence bunları çok da okumayın. Kitap rüyalar, gerçeklikler, akıl hastalığı gibi çeşitli konu temellerinde ilerliyor, türü de fantastik ve bilim kurgu. Bence konusu hakkında bu kadar bilgi yeterli, gerisi zaten çok iyi bir kurgu ve hayal gücü. Ursula’nın en iyi kitabı diyemem ama baya iyilerden olduğunu söyleyebilirim. Bu arada kitabın kapağını hiç beğenmedim (Stalker filminden bir sahneden esinlenilmiş gibi sanki). Başka tercihler olabilirmiş. Bir de iki adet uyarlama filmi var, hafif göz attım, baya başarısızlar gibi duruyor.
Genel olarak çok fazla hata görmesem de arada birkaç harf ve kelime hatası gördüm. Yine de Türkçeleştirmesi bence güzel ve akıcıydı (gerçi kitabın akıcılığından da kaynaklı olabilir). Benzer tat olarak Sonsuzluğun Sonu ve Karanlık Madde tatları aldım, tabii konu olarak çok hafif benzer noktalar olsa da bambaşka kitaplar, yani Sonsuzluğun Sonu okuyacağım diye düşünmeyin. Bilim kurgu sevenlere ve Ursula sevenlere tavsiye ederim. Ancak herkesin okuyup seveceği tarz bir kitap olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
An itibariyle İthaki bilimkurgu klasikleri içindeki Zaman Makinesi kitabını okuyorum.
Kitabın yarısına geldim. Gayet güzel ilerliyoruz.
Bu kitabın bence en tatsız yanı yarım kalmış olması. Kitabın sonu havada bitiyor. Sizin baktığınız açıdan bakmamıştım açıkçası okurken. Ama haklısınız Yusuf fazla yabani birisi ve ailesini kaybetmesi bile sonunda eşkiya olacakmış gibi geliyor bana kaynanası evet kötü birisi ama Yusuf da çok akıllı bir insan değil.
Şevket Süreyya Aydemir’in Enver Paşa kitabı bitti.
Kitap “adından da anlaşılır” gibi değil. Enver Paşa anlatma niyetiyle dönemi anlatıyor. Buram buram bir Enver Paşa biyografisi değil ilk cilt itibari ile. Dönemi başka yazarlardan okuduğum için biraz tekrara düştüm. Biyografi beklerken dönem anlatımı ile karşılaşınca da biraz modum düştü açıkçası kitaba karşı. 600 sayfalık kitapta Enver Paşa belki 100 sayfa filandır. Ancak yazarın detaylı anlatımı bir hayli ilgimi çekti.Verdiği bilgiler gayet detaylı ancak kaynağını bazen konu içerisinde açıklamış, kitabın arkasında belirli bir kaynakça bulunmuyor (yazar o yıllarda yaşadığı için olabilir). Olumsuz yönlerinden bir tanesi de yazarın üslubu. Çok sert. Hakaret boyutuna kadar varmış yer yer.
Enver Paşa kitabı(3 Cilt) 10 kitaplık bir serinin ilk kitabı. Enver Paşa dan sonra sırasıyla Tek Adam(3 Cilt), İkinci Adam(3 Cilt) ve Adnan Menderes Kitapları ile devam edip tarihi 1960 ta bitiriyor.
Yazara İlber Ortaylı tavsiyesiyle “Suyu Arayan Adam” ile başlamıştım ama en çok “Tek Adam” kitabını merak ediyordum. O yüzden 2. ve 3. cildi atlayıp “Tek Adam” kitabını sıradaki kitap olarak belirleyip Enver Paşa ya sonra dönüş yapmak istedim.
Şevket Süreyya bir “kadrocu.” Kadro Haraketi Kemalizmi sistemli hale getirme çalışmalarının ilkiydi. Galiba bir diğeri için de Mahmut Esat diyebilirim. Şevket Süreyya’nın Enver Paşa’ya yönelik bakışı Atatürk’ten farklı değil.
Mustafa Kemal İTC ve özellikle İTC’nin 3’lü saç ayağına en başından teee 31 Mart öncesinden itibaren hep ihtiyatla baktı.
Enver paşa ile aralarında olan çekişme İTC’lilerce özellikel Enver Paşa tarafından sanki kariyerist bir çekişme gibi yansıltılsa da iki liderin dünya görüşleri, devlet, askere bakış açıları, aradıkları ve yaptıkları kurtuluş çareleri çok farklıydı. Enver paşa Kemal paşaya hep kariyerist olduğu suçlamalarını yapmış. Hatta generalliğini geciktirince, Limon Paşa dahi olaya müdahil olmuş, siz “Kemal’i tanımıyorsunuz, yarın başkumandanlık sonra padişahlık ister” demiş. Gerçi tarih gösterdi ki Atatürk’ün hiç padişahlık hayali olmadı. Kemal paşa ise Enver paşanın hayalci, meydan savaşından, cephe savaşından bihaber, bulunduğu yeri hak etmeyen birisi olduğunu düşünmüş.
Özellikle milli mücadele döneminde İTC ile kemalistler arasında olan çatışma çoğu zaman gizli bazen de örneğin Yahya Kaptan olayında olduğu gibi açık olmuştur. Kemal Paşa İTC’ye güvenmezdi karakol cemiyetinin hem Yahya Kaptan’ın katledilmesinde parmağı olması hem de eski İTC liderleri ile olan irtibatı nedeniyle karakol grubuna karşı aynı işi yapacak MİM-MİM cemiyetini kurdurmuştu, Aynı şekilde Enver paşa’nın ruslar ile olan ittifak arayışı ve yurt içinde İTC’lilerin Enver büyük bir ordu ile dönecek propaganları nedeniyle de deyim yerindeyse biraz istim üzerindeydi. Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele sırasında ve sonrasında yanında bulundurduğu iki eski İTC’li (Kılıç Ali ve Celal Bayar) dışında İTC’ye ve liderlerine karşı derin güvensizliğini her zaman korudu.
İTC ve liderlerine karşı benim sempatim var, Sadece 3’lü saç ayağına değil İTC fedasi Yakup Cemil’den İaşe Nazırı Küçük Efendiye kadar. Neyse bir şey yazacaktım çok uzattım çeşitli nedenlerle tavrım, yerim Kemal Atatürk’ün olduğu taraf bu nedenle benim için Şevket Süreyya’nın sert üslubu anlaşılır ve kabul edilebilir.
Benim için sadece tarih kitabını bir “his ve/veya dışa vurum” kitabı haline getirmese iyiydi. Bildiğiniz adam tarihteki bazı karakterlerden hıncını alıyormuş hissi bıraktı bende Mesela Abdülhamid’i sevmeyebilirsin ama “tarih” kitabı yazıyorsan kendi hislerini evde bırakacaksın diye düşünüyorum.
Enver Paşa ile ilgili ilk cilt itibari ile “hürriyet kahramanı” dışında bir yargısı yok henüz yazarın. Ben inkilap tarihini birçok yerden okuduğum için bazı konulara vakıfım ancak birde Şevket Süreyya dan biyografi tarzında okumak istemiştim (pek olmadı ilk cilt itibari ile). Sadece daha önce Yılmaz Öztuna 'dan “2.Abdülhamit” ve “93 Harbi ve Balkan Savaşı” kitaplarını okumuştum. O kitaplarda Midhat Paşa ile ilgili olumlu şeylerin yanında olumsuz da birçok bilgi aktarmıştı Öztuna. Yanlış hatırlamıyorsam bazı konulardaki ısrarı ve politikaları balkan savaşlarına ve 93 harbine sebep olması, Abdülaziz’in darbesine ön ayak olması vs gibi. Ancak Şevket Süreyya için Midhat Paşa bir ilah gibi tanıtılmış. Hatta Abdülaziz “cinayet” mi yoksa intihar mı? söylemlerini komik bulup intihar ettiğinden başka bir düşünceyi kabul etmemekte. Şimdilik bu ayrımları garipsedim. Dönemi bir başka yazardan daha okumayı düşünüyorum tekrar.
Yaşlı Adamın Savaşı - John Scalzi
Okuma etkinliği kapsamında Yaşlı Adamın Savaşı’na başlamamla kitabı bitirmem bir oldu dersem abartmış olmam sanırım. Hem teknik, hem eğlenceli, hem sarkastik hem de askeri (savaş) seviyesi yüksek bir kitap olarak beklentilerimi fazlasıyla karşıladı.
Kitabın giriş cümlesini Vurucu Giriş Cümleleri başlığına yazmıştım, buraya da yazmak uygun olur sanırım:
Yetmiş beşinci doğum günümde iki şey yaptım. Önce, karımın mezarını ziyaret ettim. Sonra da askere yazıldım.
Kitabın bittiği nokta itibariyle standalone gibi değerlendirilebieceğini düşünüyorum, yani bu kitap kendi içerisinde sonlanıyor. O yüzden kitabı sevmezseniz seriye devam edip etmeme konusunda rahatlıkla karar verebilirsiniz.
Kitapta yeni olmayan ama ilginç bazı bilimsel fikir vardı. Yazarlar bu bilgileri dibine kadar anlatmaya çalıştığı zaman okuyucular kitaptan kopabiliyor, mesela Üç Cisim Problemi’nde bu problem mevcuttu (benim için sorun olmadı ama ara ara Google’e bakmak gerekti). Bu kitapta ise bu fikirlerin altı boş bırakılmıyor ama doktora dersi gibi de anlatılmıyor, gayet kararında olmuş demek mümkün. O yüzden Scalzi’yi tebrik etmek gerek.
Kitapta Star Wars gibi farklı türlerle karşılaşmak güzeldi, dünya dışı varlık deyince tek tür yerine bir ton farklı tür olması gayet akla yatkın. Hele ki uzak mesafelere kısa sürede erişme teknolojisi varken. Bu türlerden Consu’lar çok ilginç bir türdü, keşke medeniyetlerine ve diğer türlere bakış açılarına dair daha çok şey okuyabilseydik, belki diğer kitaplarda yine karşılaşırız.
Kitapta insanın kendisini sorgulaması da sıkça yer alıyor. Özellikle bilişsel insan psikoloji konusunda güzel diyaloglar vardı. Birkaç inceleme okuduktan sonra bunların farkına daha rahat varabildim.
Kitaba notum 9.5/10. Bilim kurgu türüne yeni girecek kişiler olmasa bile orta seviyede birisi için bence çok uygun bir kitap. Türe alışırken böyle hem güldüren hem üzen hem de düşündüren kitaplar çok faydalı olur kanısındayım.
Benim de çok sevdiğim bir seri, ülkemizde bu serinin ve Scalzi’nin BK okurlarına göre az satıyor olması benim için şaşırtıcı, zorlayıcı bir seri değil. Hem kolay anlaşılır bir dili var hem de aksiyonu bol seri.
Scalzi devam kitapları ve Enginlik serisi en çok yolunu beklediğim BK kitapları.
Tamamen katılıyorum. Satışları nasıldır bilmiyorum ama normalde ilk 10’da rahat olması gereken bir kitap bence. Komik, bol aksiyonlu, orta seviye teknik içeren ve felsefi yönü de olan, çeviri ve edit konusunda sıkıntısı olmayan on numara bir kitap.
Ileride birisi benden bilim kurgu tavsiyesi isterse aklıma gelecek ilk birkaç kitaptan birisi olacağı kesin.
Seri tamamen çeviri olarak mevcut mu bizde? Merak ettim ben de almayı düşünebilirim tamamlanmışsa.
6 kitap var ama 4’ü çevrilmiş. Yine de ilk kitap dediğim gibi çok güzel bitiyor. O yüzden tamamlanmasını beklemeye gerek yok.