Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Karanlık Taç - Sarah J. Maas

Serinin ilk kitabı olan Cam Şato’yu okuduğumda konusuna, evrenine, karakterlerine bayılmıştım. Hepsinden çok da başkarakter Celaena Sardothien’a bayılmıştım… Bu kadar güzel bir kadın karakter görmedim ben. :star_struck: Karanlık Taç’ta kendisine hayran oldum, hem de öyle böyle değil. Zekasına, gücüne, azmine ve dayanıklılığına söyleyecek kelime bulamıyorum. Serinin ikinci kitabı olması sebebiyle spoiler olmasın diye pek bir şey yazamıyorum. Ancak son sayfalarda öğrendiğim bir olay yüzünden kitabı bitirip kapağını kapattıktan sonra bir süre şoku atlatamadım. Aslında tahmin ettiğim bir durumdu, daha doğrusu fark etmeden yediğim spoiler yüzünden meğer biliyormuşum ne olacağını. :man_facepalming:t2: Yine de son sayfaya kadar değildir, öyle bir şey olamaz diye diye okudum ve Sarah J. Maas, son sayfalarda patlattı bombayı. Heyecanlı olaylar sayesinde günde 100 sayfa okutan, bugün ise bitirebilmek için bana 150 sayfadan fazla okutup bu saate kadar uyanık bırakan bir kitaptı. Seriyi hemen bitirmek istemiyorum, keyfini çıkararak okumak istediğimden devam kitabına, birkaç başka kitap okuduktan sonra geçmeyi düşünüyorum.

10 Beğeni

0000000410534-1

Kazuo Ishiguro - Uzak Tepeler

2017 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Japon asıllı İngiliz yazar Ishiguro’nun ilk romanı. Her yerde özellikle belirtilen İngiliz yazar tanımını ben de kullandım. Bunu kasten yapıyorum çünkü Kazuo Ishiguro her ne kadar Nagazaki doğumlu olsa da bir Japon gibi yazmıyor tam olarak. Bunu satırlarında hissedebiliyorsunuz. Geleneksel Japon edebiyatından esintiler sunsa da o Avrupa’lı bir yazar. Tıpkı Haruki Murakami gibi daha alıştığımız ve sık gördüğümüz tarzda bir üslubu var. Japon edebiyatına hakim okurlar bunun ayırdına daha kolay varacaktır.

Yazar birinci şahısla ve bir kadın karakterin ağzından aktarıyor kitabını. İlk eser için oldukça cesur bir davranış. Üstelik kadın hamile. Hatta yan karakterlerin önemli olanlarının neredeyse tamamı kadın. Bence aldığı risk ilk kitap için biraz fazla olmuş. Etsuko hamile bir kadının psikolojisine de, korunma, çekinme davranışlarına da hiç uymuyor. Kadın o haliyle her yere girip çıkıyor ve bunu düşüncelerine bile dahil etmiyor. Benim çok dikkatimi çekti açıkçası.

Bunun dışında da romanda iki farklı zaman paralel olarak sunuluyor. Basit gibi görünse de katmanlı bir yapı oluşturduğu gibi final bağlantısıyla dumura uğratacak kadar başarılı iki zaman.

Konu seçimi klişe gibi görünse de gizem seviyesi başından sonuna kadar yüksek. Merak ediyorsunuz. Sonunda ise final öyle bir bağlanmış ki, hem hiçbir şey vermiyor hem de iki üç senaryo birden veriyor okura. Spoiler vermeden değinecek olursam, bence Etsuko kesinlikle güvenilir bir anlatıcı değil. Buna dikkat etmemiz yeterli olacaktır. Bir de kayın pederiyle ilgili konu bir yere bağlandıysa da ben tam anlayamadım.

Her satırında potansiyelin hissedildiği, sakin ama gizemli bir kitap Uzak Tepeler. Ishiguro tarzına alışmak ve ne kadar gelişme kaydettiğini takip edebilmek için doğru bir başlangıç kitabı olabilir.

14 Beğeni

Hegel kantan aldıği metafizik durumunu kendince güzel bir yere taşımıştır, okuduğum tüm kitaplarında ortak nokta insan içinde yaşadığı dünyayı kendi eyleminin ürünü olarak göremedikce kendi tümelliğini tozlestirerek bağımsız bir varlık olarak tasarlayacak ve Kendi gerçek dünyasının ötesine yansıtacaktır düşüncesiydi kah Spinoza dan kah Descartesten kah Kanttan etkilenip kendine göre olan kavramları almıştır. Hegel’e göre zamanı dışlamak insanı dışlamaktir ve yine Hegelin çok hoşuma giden bir tezi başkası için var olma Kendi için var olmanın koşuludur.Tinin fenomenolojisi hegel mantigina giden zemindir. Gerçeklik nedir? Benim senin onun veya başkalarının zihinleri tekil bireylikleri ve tarih vardır doğa vardır bütün bu şeyler ve bütün bunları kozmik bir tinin görüngüleridir birbirlerini içerir. Bu gerçekliklerin dışında aşkın bir varoluş bulunmaz. Her şey bu dünyada olup biter. Ancak bilen özne ile bilinen şey -nesne ikiliği yanlış bir kurgudur. Bilinç ve dünya aynı şeydir. Bilinç ne bireyleri birbirinden ayıran bir özellik ne de içimizde bir tür benliktir. bununla birlikte biz hepimiz her şeyi kapsayan kozmik ruhun parçalarıyızdır. O tekil ve tüm olan tin’dir. Hegel dünyayı görmenin farklı yolları, birçok bilinç biçimi olduğunu öngördü. Bilinç biçimlerinin de evrimleştiğini ifade etti. Akıp ilerleyen bir tarih, bir gerçeklik vardır ve sen bir özbilinç olarak buna katılırsın, böylece tin sürekli gelişir, tin kendi bilincine daha çok varır. Hegel sonunda tarihsel sürecin diyalektik olduğunu söyler. O halde bilinçten özbilince geçmeliyiz. burada diyalektik bir yaklaşım sergileyecektir ve ünlü efendi köle hikayesine varırız. Butün o biliç hallerinde kendiliğinin farkına varan özbilinç diğer bilinçlerle karşılaşır. Bir köpeğe baktığında onu sadece iştahtan fazla bişey olmayan bilinç olarak görür. Ya diğer özbilinçler… İşte burada ölümüne bir savaş ortaya çıkar. hegel Hobbes veya Rousseau gibi düşünmez : insanların her şeyin üstünde güvenlik veya sosyal barış olduğunu düşünmez. Toplum tam da bunlarla değil karşılıklı onama sayesinde varolur. O halde kendililik sadece epistemolojik , psikolojik değil toplumsal bir yapıntıdır.

9 Beğeni

Ah Mercimeğim - Mustafa Çiftci

Bana neden öykü kitabı okumadığımı hatırlatan bir kitap oldu. O yüzden uzun uzadıya bir şeyler yazmayacağım. Öyküler kötü olduğu için değil, tam bir öyküyle bağ kurduğum anda öykünün bitmesi sebebiyle sevemiyorum öykü okumayı.

Bir de eklemek isterim ki yazarın kendine has bir kelimeyi (eccik miydi neydi, azıcık anlamındaki kelime) her öyküde kullanması bana biraz eğreti geldi.

Kitaba not vermeyeceğim. Öykü sevenler tercih edebilir, beni sarmasa da öyküler sıcaktı demek mümkün.

10 Beğeni

Eski bir dostu yeniden görmüş gibi oldum. Kendisini çok sevdim…

1 Beğeni

RESİMLİ ADAM

KONUSU

Tüm vücudu, hareket eden dövmelerle kaplı Resimli Adam bu durumundan dolayı neredeyse kırk yıldır kalıcı bir iş bulamamıştır hatta karnavallarda bile çalışamıyordur artık. Çünkü lanetli bedeninin üzerindeki dövmeler geleceği göstermektedir. Yanında belli bir süre geçiren kişinin kaderi Resimli Adam’ın bedeninde görünüverir.

Dövmeleri üzerinden hikâyeler bir bir ortaya dökülür. Bir çocuğun hayalleri kadar naif, bir bilim insanının gerçekleri kadar kuvvetli toplam on yedi öykü Resimli Adam’ın vücudunda hayat bulur.

DÜŞÜNCELERİM

3 öykü derlemesini ve bir kitabını okuduğum Ray Bradbury’nin en sevdiğim eseri oldu. Belirli bir seviyenin üstündeki öyküler seçilmiş, vasatlar ile sayfa sayısı şişirilmemiş.

Bradbury’e başlamayı düşünenlere bu kitabı öneririm, çünkü yazarın işlediği her konu ve temadan örnekler içeriyor: Mars, çekirdek aile ilişkileri, sansür, radyo/televizyon/araba beyinleri köreltiyor mesajı vs.

Kitaptaki birkaç öyküyü önceden okumuştum, yeni okuduklarım arasında en beğendiklerim ise:

The Veldt: Çocukların teknoloji bağımlılığı ve ebeveynlik ile ilgili tüyler ürpertici bir hikaye.

Kaleidoscope: Roketleri bozulan ve ölecekleri kesinleşen bir grup astronotun son konuşmalarını anlatıyor.

The Fire Balloons: Balona benzeyen uzaylıları Hristiyan yapmaya çalışan bir grup misyoneri anlatıyor.

The Rocket: Fakir bir aile uzaya gitmek ister ama paraları sadece bir kişiyi göndermeye yetecektir.

24 Beğeni

image

Beni çok etkilemese de çok ilginç bir çalışma olduğu kesin. Çizimlere ise bayıldım.

Aslında bu kitap, tek kitap ama iki ayrı hikaye var. İlki Emre Orhun’un çizimleriyle 2016 yılında Fransa’da ‘Medley’ ismiyle basılıyor. Daha sonra bir proje olarak konuşma balonları boş şekilde Günday’a geliyor. Günday da sadece çizimlere bakarak balonları dolduruyor. Kitabın en arkasında ise orijinal metinler yer alıyor (Medley metinleri). Ancak o metinlerin çizim değil de metin olarak bırakılması pek güzel olmamış, kimsenin bir çizimlere bir de metinlere bakıp kitabı tekrar okuduğunu zannetmiyorum.
.
Dediğim gibi ilginç ama çok beğenilen bir çalışma değil.

12 Beğeni


Yazarın köşe yazılarını ve tv programlarını çok severdim. Kitapta da orda olduğu gibi akıcı ve yalın bir dille farklı bakış açısıyla insana kendisini, toplumu ve düzeni sorgulatıyor. Kitaba daha yeni başladım ama belki ilk defa bir başucu kitabı yapacağım bir kitaptır

11 Beğeni

Allahım, kafayı yiyeceğim. Videonun sonunda Ray Bradbury yazıyormuş, yeni gördüm :')

@M3rett0 Güzlemiş. :sunglasses:

1 Beğeni

Bu da kitaptaki bir öyküden esinlenme.

1 Beğeni

image

Zorba - Nikos Kazancakis

Yine harika bir Murat Eken seslendirmesi ile Storytel’de dinledim.

İsmi bilinmeyen bir yazar ile Aleksi Zorba arasındaki ilişkiyi anlatan bu eser, Kazancakis’in kendi deyimi ile aslında onun “ustalık eseri”. Kazancakis ile kitaptaki yazar karışmasın diye Kazancakis’in kitaptaki yazara taktığı ismi kullanacağım: Kağıt Faresi. :slight_smile:

Kitapta saf ve aydınlanmaya açık olan Kağıt Faresi ile Zorba’nın ilişkisini ve Zorba’nın Kağıt Faresi’nin hayatını nasıl etkilediğini, Kağıt Faresi’nin düşüncelerinin evrimini okuyoruz.

Kağıt Faresi doğru olmaya gayret eden, insanları incitmekten imtina eden ve doğru bildiklerini hayatta uygulamaya çalışan birisi. Zorba ise hayatı iliklerine kadar yaşayan, yaşadığı çoğu şeyden pişman olmayan, yaşama ve Tanrı’ya dair ilginç fikirleri olan yaşlı bir huysuz. Hayatı hep dolu dolu yaşamış, yalanı dolanı olmayan, müziğe ve kadınlara tutkulu (sanırım bu sırada) bir ruh. Ayrıca aykırı fikirleri de çoğu kişiyi rahatsız ediyor. Tanrı ile ilgili bir düşüncesini çok beğendim ve alıntı olarak da paylaştım. Okuması birkaç saniye sürecek bu fikrin üzerinde belki günlerce tartışılabilir. Bu da sanırım Zorba’yı için kullanılabilecek en iyi tanımlardan birisi olur.

Kitaba notum 8/10. Bazı yerlerde temponun çok düşmesi, bazı fikirlerin (kadınlar ve dullar - bu arada kitapta ‘dul’ kelimesi en çok geçen kelime olabilir) tekrarlaması sebebiyle 2 puan kırdım.

13 Beğeni

image
Mehmet Özdoğan - 50 Soruda Arkeoloji

50 Soruda Arkeoloji’yi sesli kitap olarak bitirdim. Antik Çağ’a çok meraklı birisi olduğum için dolayısıyla arkeolojiye de çok meraklıyım. Bu alandaki bilgi eksikliğimi gidermek için bu kitabı dinledim. Bu alanla ilgili daha önce bir şeyler okumadığım için kitaptan çok fazla şey öğrendim. Yazar soruları çok güzel açıklamış, halk seviyesine inmeyi kolaylıkla başarmış. Kitap bittikten sonra arkeolojiyle ilgili merak ettiğim, hatta etmediğim şeyleri bile öğrendim.

Kitabı genel olarak beğenmeme rağmen beğenmediğim bazı kısımlar da vardı. Bazı soruların sıralamada yanlış yere yerleştirildiğini düşünüyorum. Bir de birkaç sorunun bu seviyedeki bir kitap için aşırı bilgi içerdiğini düşünüyorum, herhalde 50 soru hedefine ulaşmak için eklenmişler.

Arkeoloji okumak isteyenlere veya bu alanla ilgili bilgi sahibi olmak isteyenlere bu kitabı tavsiye ederim.

11 Beğeni


Ong’u ders sebebiyle okumaya başladım ama hiç beklemediğim şekilde beni tamamen içine çekti. Kitapları sadece zaman geçirmek için okumayan her okuyucunun sözlü kültürden yazılı kültüre geçişi, bunun bilinç üzerindeki etkisini okuması gerektiğini düşünüyorum. Kitabı okumadan önce Homeros, yunan tragedyaları, dilin oluşumu (Chomsky’nin kuramı) hakkında bilgi sahibi olmak bazı noktaların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Bazılarından dolaylı olarak bazılarından da doğrudan bahsetmiş yazar. Onun dışında söyleyebileceğim şey ele alınıp keyifli şekilde okunabilecek bir kitap değil, yer yer notlar tutmak gerekiyor. Dilinin ağır olmadığını ve fazla alana has terimler kullanılmadığını söyleyebilirim. İçindekiler kısmını da hemen buraya iliştiriyorum.

12 Beğeni

İnsan denilen varlık için salt ve mutlak olarak yanlızca iki şey vardır. İki deger iki parametre iki adına ne denirse işte. Bunlardan biri sen diğeri ise sen olmayan her şey. Sen kendini sen olmayandan korumak zorundasın. Bu doğanın yasası. Ama gel görki sen kendini anlamak için sen olmayandan da beslenmek zorundasın. Çünkü sen olmayanlardan üreterek yasayabilirsin. Sen olmayanlar ile deneyerek tümleşerek ve seyrelerek kendine ulaşabilirsin. Bu bir zaruret ve bu bir ihtiyaç bu bur sistem. Bu sistemi kullandıkca kendine ulaşırsın. Kendine ulaştıkca sen olmayanlara muhtaçlığın azalır. Ta ki bu tekamül bir tezahüre varana dek. Bu tüm insanlarda böyledir. İnsan bunu bilirse iyi insan dır. Bilmeyen ise bir asalaktır. Çünkü o kendine ermek için değil sadece beslenmek için vardır. Maddi ve manevi bir beslenme. Bu beslenmeden tad alır ama yaramaz kendisine zira onda adına ben denilen bir parazit vardır. Kendisi için bir başkasını sever. Kendisini beslemek için iyi olmayı ister. İstediğine ermek için yalanlar söyler. En büyük yalanı da kendine söyler hayır kendim için deil ben iyi biriyim der. Okadar çok şey söyler söyle söyler ki sözlerinin hiç biri kendine ait bile değildir. Aşikarca kendi buhranını söndürmek için birer yöntemdir. Zira sen ile sen olmayanlar arasındaki bu zaruri ilişki senide sarsar sallar zorlar. Çünkü tekamülün tezahüre ermesinin tek yolu budur. Önce inancını yitirirsin buhrana düşersin soyutlanırsın. Sonra basa dönersin inanmak istersin. İnanmasanda orda kalmak istersin bu istek bitene kadar bu tekerrür eder eder eder. Taki ya direnip öğrenesin yada teslim olup birilerini beslemeye razı gelesin. İşte bu yüzden birşeyler yalanla olur. Yalanla olan bozulur. Bozuluş yalanı unutturur yeni bir oluş doğurur. Bu oluşta yine bir yalanı doğurur. Daha iyi olacak inancını. Ve hersey özüne döner. Öz zaten ben e yenikti. özüne dönen yine ben demeye devam eder. İşte o ben var ya insanın inanca zaafını iyi bilir ve inandırma üzerine kurar herseyi. İnandırma ile aldatır. İnandırma ile beslenir
İnandırma ile yaşatır. İnandıracagım inanırsa kazanacagım diye diretir. İŞTE SANA İNSAN İŞTE SANA OLUŞ İŞTE SANA BOZULUŞ. İŞTE SANA NEDEN DÖNÜP DÖNÜP BAŞA DÜŞTÜĞÜN. çünkü insan takamülün acısı yerine inanmanın sarhoşluğunu seçiyor.Ha keza çıkış yolu ögrendikce küsmek depersonile olmakta değil kendini korumakta. Geist dünyana rasyonunla hüküm vurmakta. Beslenme için isteyen geist yanınla ile değil tezahür için isteyen rasyonel yanınla yasamakta. Geist tarafına yani duygularına başı boş olmamayı ögretmekte. Dinlerde buna işte nefis diyor. Gel görki İnsan nefisin ne oldugunu bile anlayamıyor.İnsan aldatır,yalan söyler,vicdana oynar, vefayla kamufle olur, duygulara saldırır, aklı kandırmaya calışır. İnsan yalancıdır. Kendi için yapar sen için yaptım der. Bu hep böyle idi hepde böyle olucak. İnsan inanır, kanar, unutur, kör bakar, insan da iz kaldıysa döner döner başa sarar, duygu bir parazit gibi illede istediği olsun ister. Bu yüzden canını yakar, yüregi daglar, aklı karıştırır, kaçsanda yolunu hep ona cıkartır. Çünkü insan inanmıştır. İnanç yıkılınca duygu bu defa yoksunluk ile zorlar. Daha neler neler yapar.Vel hasılı insan yalan dır. Bu yüzden ya yalana alışmalısın yada insana inanıp kendinden soyutlanmalısın. Şunu bilirim ki yürek yara almaya görsün tedavi bile istemez. Kör bakar laf dinlemez. Kendini acıtır kanatır annesinden şeker isteyen bir cocuk gibi mecbur etmek ister. Öz cümle ya direneceksin keseceksin yada acıya yenileceksin. Yada bir yalan yaratıp ona sarılacaksın. Bu yalan ya seni kör edecek inanca razı getirecek yada esir olmuş yüregini ikame edecek daha az hissettirecek. Umut etmeyi kesmedikce acıda kesilmez. Temas kesilmedikce yaralar iyileşmeş. İlk zamanları cok cok zordur zira. Sonra ise iyileşmeye görsün bağışıksın artık. İşte dedik ya. İşte tüm bunlar insanın özü ve insanın doğasındaki tekerrürün akışı ve bu tekerrür kaderinin çıkış yolu bu anlatılanlar. Tüm bunları bilirse ögrenirse insanı çözerse insan ancak o vakit insanla yasayabilir ancak. Yoksa ya besler yada beslenir.Bu yüzden insan yalancıdır. Bu yüzden insan sahte ve bencildir. Bu yüzden insan istemeye köledir. Bu yüzden insan hep inandırmayı secer.(burcu)

10 Beğeni

Franz Kafka’nin Aforizmalar kitabini okudum. Oncelikle bu kitabi degerlendirmek ne kadar dogru olur bilmiyorum ama elestirilerimin hedefinin yazarin kendisi olmadigindan eminim. Zira tamamen kisisel olan bu notlar, ‘aforizmalar’ adi altinda ticari bir acgozluluk ile okuyucuyla paylasilmis. Etik olmayan bu tutum karsisinda elestirilerin muhatabi ancak ve ancak yayincilar olabilir.

Oncelikle sunu soyleyeyim. 100’den biraz fazla madde var ve bunlardan ancak %5’lik kisim gercekten ‘aforizma’ olarak kabul edilebilir. Geri kalanlar sadece yazarin anlayabilecegi karmasik fikirler ve hicbir anlami olmayan siradan cumlelerden olusuyor.

Bu kitabi okuyup da begenenlerin de samimi olduguna inanmiyorum acikcasi, insanlarin mahalle baskisi yuzunden kotu diyemedigi kitaplardan birisi bence. Ve hayir, yazara dair de hicbir sey ogrenmiyorsunuz. Kitabin tek iyi yani yarim saatte bitmesi.

Aforizmalardan(!) ikisini paylasayim ki ne demek istedigim anlasilsin:

‘Tiksinti ve nefret dolu bir basi onune egmek.’

‘Bu dunya icin kendini paralaman gulunc.’

8 Beğeni

Bugün Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı efsanesi ni bitirdim. Çok hoştu o kültüre o doğaya o döneme ışınlandım. Yaşar Kemal’in okuduğum ilk kitabı ama bende gayet iyi bir izlenim uyandırdı. Allah nasip ederse yarında hayvan çiftliğini okurum.

4 Beğeni

BAŞKAN BABAMIZIN SONBAHARI - GABRIEL GARCÍA MÁRQUEZ

Yazarın okuduğum ilk kitabıydı. Okurken biraz zorlandım. Nedeni ise; bir olayı anlatırken bir anda hop başka bir olaya geçmesi ve diyaloglar arasında şu an kim konuşuyor anlayamamak beni biraz yordu. Jose Saramago’da diyaloglar arasında diğer kişiye geçince virgülden sonra büyük harf var ama bu yazarda öyle bir şey yok. O yüzden zorlandım ama kitap konu bakımından gayet güzeldi. Konusu; bir diktatörün ülkeyi kendi keyfine göre yönetmesini çok güzel şekilde anlatmış. Dediğim sebeplerden okurken zorlanmama rağmen bir yandan da oldukça keyif aldım. Okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.

15 Beğeni

Bilim kurgu serilerinden epik fantastiğe geçiş yaptığımda en çok da bu kitabı re-read etmeyi özleyeceğimi biliyordum. Dayanamadım. Hiciv yeteneği bu denli üst seviye pek fazla yazar yok.

Dönüp dolaşan alaylı cümlenin aniden çelik bir kılıç gibi eleştirdiği şeye acımasızca saplanması o kadar etkileyici ki, yazara saygı duymamak elde değil. İnanılmaz yaratıcı, inanılmaz eğlenceli ve fazlasıyla sürükleyici. Tüm bu saydıklarıma rağmen garip bir şekilde herkese hitap etmeyen bir yapısı var.

Douglas Adams’ın, çekirdeği felsefe olan yapının üzerini mizah kabuğuyla sarmalamış olması çok hoşuma giden bir durum. O yüzden okurken bazı cümlelerin güldürmekten ziyade, aynı zamanda düşündürmek de olduğunu fark edebiliyorsunuz.

Serinin her bir sonraki kitabında temposunun düştüğünü kabul ediyorum; sebebi hicvin yanına açık açık derin düşüncelerin de eklenmesiydi. Özellikle son iki kitabı okumanızı tavsiye etmiyorum. Seri kendi içerisinde 3. kitapta bitiyor. Son iki kitabı editörünün ve hayranlarının baskısıyla yazmıştı diye hatırlıyorum. Fena değiller ama üçlemeye yakışmayan kitaplar.

Seriyi okumuş birçok insan için ilk kitap en iyisidir, ama nedense her zaman ikinci kitap favorim olmuştur. İşin ilginç yanı 3. kitabı da ilkinden daha çok severim. Bunun nedenini kalın kitaplar okumama bağlıyorum. Kalın kitaplar da karakterlerimizle daha çok vakit geçirdiğimiz için onları daha çok benimseyebiliyoruz. (Veya uyduruyor olabilirim.)

Seriyi okumuş kime sorsanız illa ana karakterimizden daha fazla sevdiği bir karakter çıkıyor. Aralarındaki en normali zavallı Arthur Dent olduğu için, Ford Prefect ile Zaphod seriyi eğlence anlamında sırtlayan iki karakterdir.

Bir de işin inanılmaz derecede garip bir şekilde kötü yanı var; diyalogların sürükleyiciliği yüzünden kitabın tasvir kısımlarında sıkılabiliyorsunuz. Hayatımda ilk defa kitap okurken böyle bir durumla karşı karşıya kalmıştım.

Panik yapmayın ve havlunuzu almayı unutmayın.

20 Beğeni

0000000064101-1

Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabını bitirdim. Marquez sevdiğim bir yazar olmasının yanında Yüzyıllık Yalnızlık ve Kırmızı Pazartesi kitapları herkesçe bilindiği için popüler kültürün abartması olduğunu düşünüyordum fakat böyle düşünerek ne kadar yanıldığımı bana gösterdi Marquez üstat. Kitap daha ilk cümlesiyle sonunda ne olacağını söylüyor ama yine de sona giden yolda karşılaştıklarınızı sorgular halde buluyorsunuz kendinizi. Çoğu zaman kitabın başında söylenen "son"un değişmesini umarak okudum kitabı. Kitap üzerine birçok çalışma, birçok çıkarım ya da açıklamalarıyla sayısız metafordan bahsedilmiş. Ben bunların üstünde durmak, tekrar aynı şeylerden bahsetmek (Namus cinayeti, herkesin bahsedilen cinayeti bilmesine rağmen sessiz kalması, isa veya hristiyanlık ile ilgili göndermeler gibi) istemediğimden geçiyorum. Yine beni etkileyebilen sayılı kitaplar arasına girdiğini belirtmek isterim. Kırmızı Pazartesi’ni okurken aslında insanların nasıl bazen çevresindeki olaylar karşısında umursamaz bazen de umursanmayacak şeyleri dert edip kendini toplum baskısı ile birlikte yaşadığını göreceksiniz. Mutlaka okunması gereken bir eser.

16 Beğeni

Metis’in tek cilt baskısı için birkaç şey söylemek istiyorum. Yazı puntosu çok ufaktı. İlk kitabı okurken gözlerim ağrıdı, başım çatladı. Kalan kitapları PDF olarak tamamladım. İlk kitabı okurken çok dikkatli bir şekilde elimde tuttum, incitmemeye çalıştım ama resimde gördüğünüz hale geldi. Tamamını okumaya kalksam paramparça olurdu. Kütüphanede duruşu güzel bu basımın ancak okumak işkence ve kalitesiz bir cilde sahip. Kitapları tek tek almanızı tavsiye ederim.

17 Beğeni