Yine ne zamandır okumak isteyip, bir türlü okumadığım serilerden olan Esir Şehir Üçlemesi’ne ilk kitapla başlamış bulunuyorum. Aslımda Yorgun Savaşçı ve Kurt Kanunu da dahil beşleme olarak değerlendirilebilirmiş, nitekim ben beşini de okuyacağım zamanla. Kurtuluş Savaşı dönemlerinde geçen eserlere son dönemde ilgim baya arttı. Yakın zamanda Yakup Kadri’den Yaban’ı okumuş ve o döneme Anadolu köylüsü açısından bir bakış atmıştım. Şimdi de bu kitapla sahnenin dışında kalan İstanbul tarafından bakmış oldum döneme. İki eseri biraz da kasten örnek verdim, bence tam bir bakış açısı kazanmak için beraber değerlendirilmesi gereken eserler. Hatta öncesine Abdülhamid ve istibdat dönemini anlatan, ikinci meşrutiyet - İttihat ve Terakki yönetimini ve Birinci Dünya Savaşı zamanlarını anlatan eserler de eklenerek çok daha geniş bir perspektif kazanılabilir, üzerine Nutuk da okunursa, o döneme oldukça hakim olunur diye düşünüyorum.
Kitaba gelirsek, benim gibi tarihi kurgu sevenler açısından bulunmaz bir nimet bu kitap. Kemal Tahir’in anlatımı ve dili kullanımı çok başarılı gerçekten. Karakterlerle aranızda hemen bir bağ kuruluveriyor. Karakter gelişimi roman boyunca çok iyi işlenmiş. Kitabı resmen yaşadım diyebilirim. Kurtuluş Savaşına, esir düşmüş İstanbul insanının, padişah yanlılarının ve yabancı güdümünde olanların nasıl yaklaştığını; İstanbul’daki vatan severlerin yaşadıklarını, Anadolu’ya yardım gönderebilmek için ne fedakarlıklar yaptıklarını, nasıl baskılarla karşılaştıklarını çok güzek gösteriyor kitap. Son dönemde okuduğum karakterler arasında en sevdiğim isim Kamil bey oldu. Çok iyi bir karakter yaratmış Kemal Tahir. Kitabı çok sevdim, dediğim gibi Yaban kitabıyla beraber olunması, okutulması gereken kitaplardan olarak sınıflandırıyorum. İkinci kitabına da başlamak için aslında sabırsızlanıyorum ama biraz soluklanıp öyle devam etmeye karar verdim. Herkese keyifli okumalar dilerim.
Bizimkinden fazla uzak olmayan bir zamanda, Lawrence insandan ayırt edilemeyecek bir yapay zeka yapmak ister, fakat yanlışlıkla tanrıdan ayırt edilemeyecek bir yapar zeka yapar. Üç Robot Yasası’nı harfi harfine uygulamak isteyen Asal Zeka, insanları hem ölümsüz yapar hem de her istediklerini anında gerçekleştirmeye başlar.
Caroline gibi bazı insanlar içinse, bu amaçsız hayattan zevk alabilmenin tek yolu aşırı deneyimlerin peşinde koşmaktır.
DÜŞÜNCELERİM
Kitabımız, Asimov’un Robot Yasaları’na uyan bir tanrının ne yapacağıyla ilgili bir düşünce deneyi. Aynı zamanda da tehlikenin, sonuçların ve sınırların kalktığı bir hayatın farklı insanlar tarafından nasıl karşılandığına bakıyor.
Kitabın bir yarısı alıştığınız bilim kurgu tonundayken, diğer yarısı Marquis de Sade’ın kaleminden çıkmış gibi. Bu kısımlar, her ne kadar rahatsız edici olsa da, okuyucuya artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anlatmada başarılı. Ayrıca yazar, Teknolojik Tekillik meselesine hem iyimser hem de karamsar yaklaştığı için ana karakterimizin yaptıklarını yargılamak size kalıyor.
Sözün özü, konusu ilginizi çektiyse okuyun. Yazarın kendi sitesinde ücretsiz bulabilirsiniz.
Medyayı, dini tarikatları, beğenilme arzusunu, popüler kültürü aşağılayıcı bir şekilde anlatan Chuck Palahniuk kitabı. Medya aracılığıyla insanların dini duygularının sömürülmesini yer yer klişeler olsa da güzel anlatmıştı.
Konusu
Creedish Tarikatında doğmuş olan Tender Branson’ın normal hayata atıldığında yaşadığı olayları ve peygamber olma yolunda hikayesini okuyoruz.
Palahniuk, Creedish Tarikatını kitapta da birer kez geçen; Halkın Tapınağı, Cennetin Kapıları, Güneş Tapınağı ve Davidyan Tarikatı’ndan etkilenerek yazdığı belli oluyor.
Yazarın anlatımı çok hoşuma gitti. Kitapta karidesin nasıl pişirileceğini, mumun akmadan yanmasını, fayansları temizlemeyi, tırnak aralarındaki kanı temizlemeyi ve birçok ev ekonomisine katkıda bulunacak şeyleri kurguya harika yedirmişti. Chuck Palahniuk Dövüş Kulübü ve Gösteri Peygamberi ile favori yazarlarım arasına girdi.
Bu öykü ilk okuduğumda da çok sevdiğim insanlığımızı sorgulamamıza da sebep olacak aslında derin yerlere dokunan bir öykü.
Asıl adı We3 olan çizgi roman 3 evcil hayvanın hikayesini anlatıyor. Oldukça kısa bir öykü, bu sebeple içeriğine dair çok fazla şey yazıp da okumuş kadar olmanızı istemiyorum.
Bunların yanında çizimleri gerçekten harika. Özellikle mini detaylar ve paneller çok güzel yerleştirilmiş.
Fiyatı da gayet uygun, alışveriş yaparken sepetinize ekleyip farklı bir tat elde etmek için alabilirsiniz. Tavsiye eder miyim? Kesinlikle. Satın almasanız bile çeşitli mecralardan bile olsa okumalısınız.
Bu ay çok okudum ama metin yazıp paylaşacak çok zaman bulamıyorum. Bir gün oturup hepsini ayrı ayrı oluşturup paylaşacağım.
"Satırlar uzadı sana dokunamadığımdan…Seni kollarıma alıp uyuyabilseydim, bunca mürekkep şişesinde kalırdı. "
Kitabın kurgusundan çok bahsetmek istemiyorum ama genel olarak söyleyeceğim şey kitap burjuvadan olan bir kadınla işçi sınıfından olan bir adamın yasak aşkını konu alıyor ama bunun yanında çağının getirdiği sorunları da ele alıyor.
“Keşke onlara yaşamakla para harcamanın aynı şey olmadığını öğretebilse birileri.”
Kitap çok mu iyiydi? Hayır. Ama kötü de değildi. Çağının sorunlarını anlatış tarzı nedeniyle iyi bir kitaptı.Puan verecek olursam da 10 üzerinden 5 verirdim.
Mavi Sürgün’ü, Mehmet Atay’ın muhteşem seslendirmesiyle dinledim. Kitabın adında sürgün geçtiği için sıkıcı bir kitap olacağını zannediyordum ama çok sürükleyici ve güzel bir kitapla karşılaştım.
Kitap yazarın anılarından oluşuyor. Yazar yazdığı bir yazı dolayısıyla İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp Bodrum’a kalebentliğe (bir çeşit sürgün) mahkum ediliyor ve daha sonra burayı sevmesi sebebiyle cezası bittikten sonra ailesiyle birlikte buraya yerleşiyor. Kitabın büyük bölümü sürgün yerine ulaşmakla geçiyor, geri kalan kısımlar ise yazarın balıkçılar ve çiftçiler arasında kurduğu dostluklara ayrılmış.
Halikarnas Balıkçısı’nı ve Bodrum’u tanımak için çok güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yazarın diğer eserlerini de okumayı veya dinlemeyi planlıyorum.
“Dune Mesihi” zor da olsa bitti. Kitap ile ilgili fazlaca yorum yapılmış üzerine ekstra yorum yapmaya gerekli olduğunu düşünmüyorum. Sadece eğer serinin tüm kitaplarını almasaydım seriye devam etmeyi düşünmezdim. İlk kitap heyecanlandırmıştı, ikinci kitap seri adına “üzdü”. ilk kitabın hatırına daha sonra 3. kitap ile seriye bir şans daha vermeyi düşünüyorum.
Okumalarıma takibimde olan diğer bir serinin 6. kitabı ile devam ediyorum.
Biraz uzun sürdü ancak bitirdim sonunda. Kitap sıkıcı değil ama nedendir bilmiyorum çok seyrek okudum bölümlerini.
Cevdet Bey, Refik, Ahmet. Üç kuşağın üç bölümde anlatıldığı bir aile romanı.
Birinci bölüm, yıl 1905, Cevdet Bey’in bir günü.
İkinci Bölüm, yıl 1937-39 Refik çevresindeki Ömer, Muhittin, Refik merkezli üç yıllık bir dönem.
Üçüncü bölüm, yıl 1970, Ahmet’in bir günü.
Cevdet Bey tüccar. Tırnaklarıyla kazıyarak geliyor bir yerlere. Nişantaşı’nda bir müstakil ev alıyor ve aile burada yaşamaya, dallanıp budaklanmaya başlıyor. Cevdet, Refik, Ahmet, Ömer, Muhittin. Hepsinin kendine has bir yalnızlığı, bir arayışı var. Kimi zengin kimi yoksul ama içlerindeki boşluk çok benzer.
Kitap bilinç akışı tekniğini o kadar sık kullanıyor ki, neredeyse iç monologlardan kurulu diyebilirim tüm üsluba. Güzeldi bence.
Toplumda bu yetmiş yıllık değişimi takip etmek de çok güzeldi. İkinci meşrutiyetin beklendiği Abdülhamit zamanlarından, muhtıra dönemine hem siyasi hem kültürel bir yolculuk oldu.
Orhan Pamuk bu eseri 22-26 yaşları arasında yazmış. Olacak iş değil. Yazım dilindeki olgunluk parıl parıl parlıyor adeta. Yazara başlamak için de doğru tercih. Okuyun, okutturun.
Anne Julia Stephen hasta odalarından notlar isimli el kitabı benzeri çalışmasında döneminin hastabakıcıları için çok güzel bir kaynak oluşturmuş. Hem anlatım dili hem de verdiği tüyolar eminim bundan yüz otuz yıl önce çok iş görmüştür. Bugüne bile ışık tutan bazı tavsiyeleri var. Özellikle hasta psikolojisinde değişen fazla birşey olmadığından, bu açıdan halen geçerliliğini koruyan kısımları var.
Virginia Woolf ise benim bir türlü ısınamadığım bir yazar. Hasta olmaya dair ismiyle kısa bir deneme yazmış. Hasta olmaktan başlıyor, bambaşka konulara geçiyor. Bir oradan bir buradan darmadağın bir anlatımı var. Aslında onun tarzı bu fakat bazı cümleleri ve tespitleri muhteşem olsa da bütünlük açısından on sayfalık bir denemede bile beni yakalayamadı. Olsun, canı sağ olsun
Bir saatlik bir okumayla rahatlıkla okunan kısacık bir kurgu dışı eser. Bu yüzden herkese tavsiye ediyorum.
Kitabı henüz okumadım fakat Pamuk’un kendisi bu romanını fazla sevmediğini söylemişti. Thomas Mann’ın Buddenbrooklar eserinden çok fazla iz taşıyormuş. İki roman yakın tarihlerde okunursa keyifli olabilir.
Evet bu doğru fakat ben Buddenbrooklar’ı çocukken ve muhtemelen kısa bir metinden okumuştum. Şimdi sipariş ettim yeniden okuyacağım fakat örneğin yine benzetildiği Anna Karenina’yla hiçbir alakası yok bana göre.
Tüm bunların dışında, Orhan Pamuk bir post-modernist yazar. Yani metinler arasılık kavramını es geçiyoruz bu değerlendirmede. Buddenbrooklar’ı hatırlamayan(okumamış diyelim) bir okur olarak ben bu kitapta herhangi bir mantık hatası, havada kalan kısım bulamadım. Okuduktan sonra intihal seviyesinde bir sıkıntı var mı daha net konuşabilirim elbette.
İkisini de okumuş dostlarımız daha sağlıklı bilgi verebilir bizlere.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Kitabı beğendim, başından memnun kalktım. Kitaba başlarken tam olarak ne beklediğimi bilmiyordum. Bildiğim tek şey klasik bir fantastik eser okumayacağımdı. Nitekim öyle de oldu. İlk 100 sayfanın biraz zor ilerlediğini inkar edemem. Hatta bir ara kitap açılmayacak mı diye de düşündüm. Neyseki 130’lu sayfalardan sonra kitap kıvamını buldu ve o kıvamdan daha da yükseğe sıçrayamadan ama yer yer aksiyonu artırarak sona erdi. Yazarın dili güzel, çeviri @YaprakOnur Hanım’ın zaten, o ayrı güzel. Lakin kitapta İthaki’nin 3 büyük isminin adı geçmesine rağmen ne editörlük görmüş ne de son okuma yapılmış. 200 tane yazım yanlışı vardır. Öyle ki bazı cümleleri anlamadım. Ayrıca okuduğum kitabın 2. baskısıydı. Editörlük ve son okuma görmüş bir kitapta 200’e yakın yanlış varsa ya o editör, son okumacı işini hiç bilmiyor ya da bize yalan söyleniyor. Madem son okumasını yapmadınız isminizi niye yazıyorsunuz son okuma başlığının altına? Fiyat konusuna girmeyeceğim ama şunu tekrar etmemde fayda var. Bu kitap en az 2 kez zam gördü. Evet ekonomi vs. E peki kusurlu ürünü iki kez ekonomik sebeplerle zamlandırıyorsunuz da kusurunu neden gidermiyorsunuz? İthaki spekülatif kurgu için ülkemizde bulunmaz nimet. Ama bu hataları da her seferde herkes dile getirmeli ki daha iyi kitaplar okuyalım. Daha temiz kitaplar. Umarım serinin kalan kitapları böyle hatalarla dolu değildir.
Bu kitap hakkında karmaşık duygulara sahibim. Çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ama değişik bir tadı vardı. Epey hüzün, melankoli, kayıp duygusu ile dolu bir kitap. Kitap yer yer hafif gerse de korku türünde değil kesinlikle. Dram ağırlıklı bir kitap. Yazarın bilinçli tercihi sebebiyle birçok konu açıklanmıyor. Okuduğuma pişman değilim ama kimseye de öneremem. Çevirisi gayet güzeldi bu arada. Yazım yanlışı da bir iki tane saydım. İthaki’yi yukarıda haklı olarak gömdüm, burada da haklı olarak övüyorum.
Kitabı bitirdim. Bilindik Saramago üslubu var kitapta. Yazarın diğer okuduğum kitaplarına göre bu kitap bana biraz daha ağır başladı gibi geldi ama sonradan güzelleşti. Konusu; orta yaşlarında H adında bir ressamın kendini ve hayatı sorgulamasını anlatıyor. Yine Salazar Dönemine de değiniyor. Ayrıca Faşist rejimin olduğu bir dönemde İtalya’da kısa ama güzel bir sanat turuna çıkartıyor yazar. Okumanızı tavsiye ederim.
Doris Lessing’in kitaplarına bir süredir rastlıyordum ama okumak bir türlü nasip olmamıştı. Aslında yazarın 5 kitaplık Argos’taki Kanopus Arşivleri serisini okumayı düşünüyordum ama kitaplar kalın olduğu için seriye başlamadan önce yazarın tarzını öğrenmek için Beşinci Çocuk adlı kitabını okudum. Kitabın konusu ilgimi pek çekmemişti ama kısa diye bu kitabı seçtim.
Yazarın güzel bir tarzı var, bir de yanına Niran Elçi çevirisi eklenince kitap su gibi aktı. Başlarken ilgimi çekmeyen kitabı bir yandan merakla bir yandan da tedirgin olarak okudum. Kitabın sonu beklediğim gibi gitmese de kitabı genel olarak beğendim. Yazara başlamak için güzel bir kitap oldu benim için. Fırsat bulunca diğer kitaplarını da okumaya çalışacağım.
Siz kendi Kötü’ nüzü öldürdünüz sayın Raskolnikov ve fakat buralarda hala kötülüklerin kol gezdiğini ve hiçbir şeyin değişmediğini üzülerek söylememe lütfen izin verin.
Aynı kitaptaki katiller gibi ben de Başkomser Nevzat’a iyice alıştım sanırım. Bu sefer haç şeklinde bir bıçak ile öldürülen ve İncil’den bazı ayetlerin altının ölen kişinin kanıyla çizildiği bir cinayeti çözmeye çalışıyor Başkomser. Tabii ki Komser Yrd. Ali ve Lab Uzmanı Zeynep ile birlikte.
Hristiyanlık, Süryanilik ve derin devleti içeren bir kitap Kavim. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi kadar sıcak değildi, onu bir tık daha çok sevdim. Bunda en büyük etken sanırım bu kitabın çok daha fazla bilgi içermesi idi. Kitabı dinlerken aklım on farklı yere gittiği için 10 dakikalık bölümü 10 kere dinlemek zorunda kaldım. Bir de kronolojik olarak o kitap daha sonra olduğu için bu kitaptaki bir iki olayın nereye varacağını tahmin etmek güç olmadı. Yine de bu seferki cinayet bir tık daha karmaşık idi diğerine göre, o konuda artı puanı hak ediyor.
Kitaba notum 8/10. Başkomser ile devam edeceğim. Polisiye bir kitapta heyacandan ziyade arka plandaki insanların hayatlarını ve ilginç tarihi olayları merak edenlere tavsiye ederim. Kızıl Nehirler gibi “delil topla, cinayeti çöz” ekseninde olan kitaplara ilgin duyanları pek cezbetmeyebilir (onlar da mesela bana çekici gelmiyor).