Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Jo Nesbo/Kardan Adam

Nesbo ile Harry Hole serisinin ilk kitabı olan Yarasa ile tanışmış ama açıkçası fazla beğenmemiştim -yanılmıyorsam bu başlıkta kitap hakkında bir yorumum da mevcut-. Ama yazarın dili kötü olmadığı için bir şans daha vermek istedim ve en beğenilen kitaplarından biri olan Kardan Adam’ı seçtim.

İki kitap arasında -benim bakış açımdan- kurgu, dil ve karakter gelişimi alanlarında muazzam bir fark var. Nesbo 1. ve 7. kitapları arasında kendini her bakımdan fazlasıyla geliştirmiş. Yarasa’da gördüğümüz, karakterin özel hayatıyla cinayet arasındaki kopukluk bu kitapta yok; Hole’un kendi meseleleri bu sefer vakayla o kadar güzel birleştirilmiş ki bir sayfada dahi sıkılmadım. Çok sürükleyici bir konusu ve tekrar tekrar okuduğum betimlemeleri olan epey başarılı bir dili var. Adli tıp ve adli psikiyatri alanlarındaki bilgiler bu konulara ilgisi olan şahsımı fazlasıyla tatmin etti. Ters köşeleri de çok beğendim: Kurgunun akışı kolay kolay tahmin edilemiyor. Kısacası her konuda çok beğendiğim ve keyifle okuduğum bir kitap oldu.

İlk kitapta burun kıvırdığım Jo Nesbo’yla barıştım ve Harry Hole serisine ikinci kitapla devam edeceğim. Umarım Yarasa’dan çok Kardan Adam’a benziyordur.

10 Beğeni

Zevkler ve renkler. :slight_smile: Hayatımda okuduğum en kötü kitap olabilir. :slight_smile:

Buradan sonrası sürpriz bozan içerir.

Kitap benim için işkenceye dönüştü. Çünkü anlatılan karakterlerin hepsi çok önemliymiş gibi anlatıyor da anlatıyor ama ana finale gelince bu karakterleri neden o kadar çok anlattı acaba diye kendi kendime sordum. Mesela Hınzır Yedi. Sayfalarca anlatıyor ama ana hikayede yeri yok denecek kadar az. Birde kurgusu çok bozuk geldi bana. Bunu da bir örnekle açıklayayım. Ana karakterin babası bir hayal aleminde yaşıyor. Oğluna bıraktığı yazının son kısmında aslında sende yoksun benim hayalimi yaşıyorsun diyor. Yok bir tane para var bu paranın ne işe yaradığını da anlamadım. Hikaye o kadar çok birbirine girdi ki. Birisi ölümsüzlüğü bulmaya çalışır elindeki iki tane deney tüpüyle. Son olarak şunu da söylemezsen rahat edemem. Sayfa sayfa isyan eden çocukları okudum. Sonra bunlar pek de önemli değilmiş aslında. Bana ne diye okuttun o zaman onca sayfayı? Kurgusu bence çok zorlatma olmuş.

Aklıma şöyle geldi kitabı okurken. İhsan Oktay Anar oturmuş demiş ki: “Ben bir kitap yazayım. Fantastik ögeler içersin. Malzemeler; tılsımlı bir alet (Yüzüklerin Efendisi), var olmayan bir dünya ama varmış gibi (Matrix), biraz ışık olsun şimşek vb. (Harry Potter) ama bizden de birşeyler olsun okuyucuyu yakalayayım. Tamam buldum olayı Osmanlı İstanbul’un da geçirirsem bizden olur. Oldu bu iş.”

Yeterince gömdüm galiba. Ohh rahatladım. Ne kadar çok şey birikmiş kitapla alakalı içimde. :slight_smile: Ben sevmedim hatta nefret ettim ama seven muhakkak olacaktır.

6 Beğeni

Ben de aynı şeyleri düşünmüştüm Yarasa’yı okurken. Madem beğendiniz, ben de devam edeceğim (ama önce siz ikinci kitabı okuyurn). :slight_smile:

1 Beğeni

Puslu Kıtalar Atlası Hakkında

Postmodern bir eserde diğer eserlerden alınma şeyleri pek irdelemeye gerek yok bence. Kitap yedi novelladan oluşan bir kitap gibi ama üç eksende toplanabilir. Hınzıryedi, ilk hikayedeki ölümden kurtaran o kitap gibi hepsi kesin çizgilerle kesinleştirilmiş hikayeler gibi geldi bana. Sadece ufak tefek eklemeler yapıyor.

Jo Nesbo’nun bir kitap hariç tüm serisi var bende. Sizin gibi Yarasa’yı okumuş ve beğenmemiştim. Devam kitaplarını rahatlıkla okuyabilirim o halde. Böylece @isos81 ile beraber üç kişi olduk :slight_smile:

2 Beğeni

Demek istediğim yanlış anlaşılmış. :slight_smile: Diğer eserlerden alıntı gibi demek istemedim. Orada söylemeye çalıştığım şeyi başka şekilde anlatmaya çalışayım. Beğenmediğim şey bir çok fantastik ögenin bir arada kullanılmaya çalışılması. Verdiğim örneklerden yola çıkarak detaylandırmak gerekirse; Harry Potter geneli büyücülük üzerine kurulu, Matrix olmayan bir dünya düzeni üzerine vb. Ama bu kitap da yazar onu da vereyim onu da vereyim derken fantastik eserlerde görmeye alıştığımız tüm argümanları küçük bir kitaba sığdırmaya çalışmış gibi geldi bana. Yine aynı örnekler üzerinden gidersek Harry Potter evreni kaç kitaptan oluşuyor. Özetle ejderha dışında tüm fantastik ögeleri kendinde bulunduran 238 sayfalık bir kitaba bu kadar argümanın fazla geldiğini düşünüyorum sadece.

1 Beğeni

Ben yazarın ilk 3 kitabını okudum. Yarasa’yı pek bir özelliği olmayan, yer yer dağınık, ortalama bir kitap olarak görmüştüm. Dedektif serilerini sırasıyla okumak gibi bir takıntım olduğu için Kardan Adam kitabını henüz okumadım ama Yarasa ile karşılaştırırsak, 2. kitap olan Hamamböcekleri daha iyi bir kitap bence. 3. kitap olan Kızılgerdan’ı ise gerçekten çok beğendim ve okuduklarım arasında ilk sıraya koyuyorum şu anda. Kardan Adam da çok iyiyse demek ki yazar giderek kalemini geliştiriyor :slightly_smiling_face:.

5 Beğeni

0001839730001-1

Öncelikle, fantastiğin ilk romanı olarak geçen Fantastes’i okuduğum için mutluyum. İthaki’nin de böyle bir seri yapmış olması gerçekten çok hoş. (Sanırım ilk defa İthaki’yi övüyorum.)

Bu romanı oldukça dikkatli incelemem gerektiğinin de farkındayım; çünkü forumda okuyanına rastlamadım. Okumayı düşünenler veya hiçbir bilgisi olmayanlar için de elimden geldiğince düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Öncelikle, bu, fantastiğe açılan ilk kapı. Fantastik kurgunun öncüsünden alınabilecek en büyük övgüyü almış bir kitap. Değerli. Özellikle fantastik okurlar için oldukça değerli. Kıymeti bilinmeli.

Bu kitabı kendi türdaşlarıyla değerlendirmem hem haksızlık olur, hem de olanaksız bir durum. Unutulmuş Fantastik Klasikler serisinde yer alan tüm kitaplar için geçerli. Tolkien kendisinden sonra gelen türdaşlarıyla karşılaştırılıyor. Bence bunda bir sorun yok. Ama bu seriler için pek mümkün olmadığını düşünüyorum.

Bir başka değinmem gereken konu ise George Macdonald’ın sahiden yetişkin kitabı yazmış olduğunu görmem oldu. Perileri görünce marketing için denilmiş bir şey olduğunu düşünüyordum. Ama bu sahiden garip bir kitap. Sert. İlginç. Yer yer şiirsel.

Şiirleri beğendiğimi söylemeliyim. Şiirsel tarzdaki diyaloglar da hoştu. Lirik ve akıcı. Bu kitabın sadece Tolkien ve diğer kendi yakın dönem yazarlarına değil, kitabın içinde yaşanan bir olay yüzünden Ursula ablama da ilham kaynağı olduğunu düşünüyorum.

Açıkçası betimlemeleri sevmediğimi söylemeliyim. Ben iyi bir betimlemeden keyif alan biriyim. Mesela Sessizliğin Müziği betimleme konusunda şahsen müthiş bir örnektir. Akıcı ve şirindi. Kadim Kanunlar, Kralkatili ve Centilmen Piç serisinin betimlemeleri benim için ne kadar müthişse, Zaman Çarkı ve Fantastes betimlemeleri o denli yorucuydu. Kısmen sıkıcı. Sanırım… yavan doğru bir kelime olur mu bilmiyorum. Betimlemelerin akmadığını hissettim. Basit mi desem, yoksa yorucu mu desem bilmiyorum. Sorun betimlemelerin çokluğu değildi. Sanırım dil ile alakalı bir durum olabilir.

Bir başka konu, (kitap bundan sırf ilk fantastik olduğu için sıyrılamaz) hikayenin kopukluğuydu. Muhtemelen hikayenin garipliği de oradan geliyor. Yani yazar ne yapmak istediğine karar verememiş sanki. Bence kitabı yazarken dünya o kadar genişlemiş ki tasarladığı tüm karakterlere ve topluluklara
yer vermek istemiş. Ama bunu yaparken sayfa şişirmeden tanıtıp geçmiş. Yani karakterlerin nasıl bir yapıda olduğunu tam anlamıyla çözemiyoruz. Sanki ne yapacağından emin olamayan bir olay örgüsü var. Kopuk olduğu için yoruyor. Bu yeni dünyayı bize tanıtmakla hikayeyi anlatmak arasında kalmış gibi hissetim. İşin bir diğer başka boyutu ise bir peri diyarı hikayesi anlatılmış. Bence bu gariplik olumlu anlamda yansıyor. Sonlara doğru kurgu toparlansa da genel anlamda bir gariplik vardı. Bakın gizem demiyorum, gizem yaratılmaya çalışılmış. Ama o gizem tam olamamış da sanki daha çok ilginç, sıra dışı bir şey olmuş gibi hissettirdi. Belki bu bilerek yapılmıştır. Tam da hikayeye uygun bir anlatım.

Seri inanılmaz şekilde birçok mitlerden esinlenmiş. Zaten bunu da gizlememiş.

Editörün sunuşu kısmı ve Lewis’in önsözü yüzünden kitaptan ne beklemem gerektiğini bilemedim.

Sebebini de açıklamak isterim.

Literatürde var mıdır bilmiyorum, bu benim şahsi düşüncem; bir romancının alegori, metafor vb. ne derseniz deyin, bu gibi içerikleri kullanmadan roman yazabilmesi imkansıza yakındır. İstediği kadar kullanmak istemesin, bilinçaltı bir şekilde o istemese bile hikayesine yerleştirir. Bu, benim nezdimde kaçınılmazdır. İşte burada, kitabın editörün sunuşunda veya ön sözünde bahsi geçen ‘‘Alegori yapmak amacıyla yazılmamış olması’’ kısmına beni getiriyor. Macdonald alegori kullanımı yapmamayı istemiş olabilir. Sahiden bunu amaçlamış olabilir fakat bilinçaltı bir şekilde derin düşüncelerini yerleştirmiştir diye düşünüyorum.

Ama burada yazarın ne istediği önemli. O, bir alegori amacı gütmediğini söylemiş. Üzerine kafa patlatmanın bir önemi yok. Herkese hitap edecek bir masal yazmış ve bunu da iyi başardığını düşünüyorum. Ben genelde hiçbir şeyi beğenmeyen kısımdanım. Bu sebepten ötürü çokça kez tepkiyle karşılaştığım oluyor. Ama yorumumda sahiden dürüstüm. Hatta fevkalade bir iş başarmış. Ardından getirdiği yazarlara bakılırsa, bir şeyler başarmadığını söylemek ne kadar da aptalca olurdu.

Aklıma takılan bir diğer konu; Tolkien bile Macdonald’a hayranlığını dile getirip onun izinden giderek kendi kitaplarında alegoriye yer vermediğini, öyle bir amaçla bir şeyler yazmadığını söylemişti. İki dünya savaşı görmüş bir adamın istemsizce alegoriye yer vermiş olabileceğini iddia edersem sanırım Einstein sayılmam.

Yani okuyacaklara ben şunu öneriyorum: Eğer size ilginç gelen her cümlenin arkasında benim gibi bir şeyler arayan kuruntulu biriyseniz, muhtemelen düşüncelerimiz de bu kitap hakkında benzer olacaktır.

Fakat benim bir alegori arıyor olmamın sebebi kitabın garipliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Dil konusunda mı bana hitap etmiyordu, yoksa dediğim gibi kopukluk biraz fazla mıydı emin değilim. Veya Macdonald sahiden kitabın hikayesine uygun bir biçimde yakışacağı için bunu planlamış olabilir. Bu da mükemmel bir yazım olduğu anlamına geliyor. Yazardan okuduğum ilk kitap olduğu için kesin bir yargıya varamıyorum. Ben daha çok bu kopukluğun kaynağını o diyarı anlatmak istemesine bağladım.

Eh, son olarak ne desem bilemiyorum. Önerirsem ve beğenmezseniz başıma kalabilir. Önermezsem sizi gerçekten güzel bir hikayeden mahrum bırakabilirim. Yine gevezelik yapıp uzunca bir şeyler anlattım. Yorucuydu.

En azından size bir garanti verebilirim. Ama garantimin garanti olup olmadığı konusunda da tam olarak emin değilim. Bu kitabı belki, muhtemelen, hatta çoğunluğunuz favorileri arasında göstermeyecek. Belki yine çoğunluğunuz için ortalama bir kitap olacak. Fakat şundan eminim; okursanız sizi pişman etmeyeceğini düşünüyorum.

Bakın düşünüyorum dedim, biliyorum demedim. Temkinliyim.

Beğenmezseniz elinizde sopalarla beni etrafta soruşturmayın.

18 Beğeni

Samimi görüşleriniz için teşekkürler hocam. İncelemenizden okuma deneyiminizin Lewis’inkine benzediği anlaşılıyor. O da önsözdeki övgülerinin yanında yergisini de eksik etmemişti:

Edebiyatı, aracı sözcüklerden oluşan bir sanat olarak tanımlarsak, o zaman kesinlikle MacDonald’ın birinci mertebesinde, hatta ikinci mertebesinde yeri yoktur. . . . Bir bütün olarak yazsının dokusu vasat, yer yer de yetersizdir.

Phantastes tabi ki bi baş yapıt değil ancak benim kriterlerime göre dört koca kitabını okuyup da tek bir karakterinin adını dahi hatırlayamadığım Lewis’den daha yüksek bir mertebededir. Hatta bu eserden alması gerektiğini alanın Lewis değil Ursula ablamız olduğunu düşünüyorum. Evet, Macdonald tıpkı Ursula’nın Yerdeniz’de yaptığı gibi eserinin merkezine ‘‘Gölge Benliği’’ yerleştirmiş ve Lews’in aksine eskapizmden kurtulmuştur. Tabi Gölge benliği Ursula’nın evrensel yaklaşımından ziyade kongregasyonalist hristiyan ilkeleri üzerinden (Andol’un yetişkinliğe yedi ölümcül günahtan kurtulup Hristiyan erdemiyle adeta yeniden doğarak başlaması) ele alması günümüz okuyucusunda etkisini koruyabilir mi bilinmez. Ancak ben, Phantastes’i bir peri masalından ziyade idealizmini koruyarak daha iyi bir bireye adeta yontulan bir karakterin masalsı yolculuğu olarak gayet tatmin edici buldum

6 Beğeni

Ursula hakkında aynı düşünmüş olmamıza sevindim. Açık konuşmak gerekirse ben gençlik türündeki eserleri sevmiyorum. Bu yüzden Lewis ile Rowling eserlerini okumadım. Filmlerine bile göz atmadım. Hikayelerinin ana hatlarını okuyanlarından dinleyip geçerim. Büyük konuşmuş olayım; asla dönüp bakmayacağım kitaplar. Kötülemediğimi vurgulayayım; bana hitap etmeyen bir tür.

Bu konuda da katılmakla birlikte şöyle ekleyeyim: Zaten bu unsur da olmasa açıkçası kitabın pek bir numarası kalmıyor. Evet, belki bizi kendi ilginç dünyasına çekiyor, ama o farklı diyar bile yeteri kadar iyi anlatılmadığından beni okutan tek güvence hikayenin nereye bağlanacağı olmuştu.

İlk önce çevirinin kötü yapıldığını düşünmüştüm; ama kitabın sanırım 3. veya 4. baskısına sahip olduğum için bu kadar fazla hatanın göz ardı edileceği ihtimalini vermedim. O yüzden dil üzerine bir problem olduğunu belirtmiştim ve iyi de yapmışım. Mesela yazarın zayıf dil hakimiyeti yüzünden betimlemelere yer yer giremediğim oldu. Bazı noktalarda söylediğini anlatabildi, ama çoğu kısımda bunu başaramamış. Fakat genele baktığımda benim için fena olmayan bir deneyim oldu. Zaten okurken neyle karşılaşacağımı az çok biliyordum. Bir beklenti içinde değildim ve ne fazlasını sundu, ne de azını.

2 Beğeni

Güzel seriydi ama bu seriyi yetiştin şekilde, Evrene 2-3 özellik daha ekleyerek okumak isterdim. Yaş grubuna bakmadan okunabilecek bir seri.

Star wars eserinin nasıl olması gerektiğini özetleyen bir seri. Hazineyi çöpe atmış Disney bildiğin.

6 Beğeni

Ben okurken 2-3 bölüm hariç sıkılmıştım. Hızlı hızlı geçerek okumuştum. Bazı yerleri dışında olay akışı yavaş bir kitaptı.

2 Beğeni

Dili ve yazıldığı dönem itibariyle her okuyucunun beğeneceği bir kitap değil. Artık fantastik serilerde şaşaalı dövüşler, uçan kaçan havalı karakterler ve sistemli büyü çeşitleri görmeye alıştığımız için kitap bu anlamda fazlasıyla temposuz ve yüzeysel kalıyor. Ama kitaptan ne istediğimiz de önemli. Torunlarından daha farklı olması yönünden okurların beğenebileceğini düşünmüştüm. Eğer bu kitabı günümüz fantastik kurgularıyla kıyaslasaydım, muhtemelen pestilini çıkartmış olurdum. Bu yüzden o haksızlığı yapmak istemedim.

2 Beğeni

1000kitap’ta yazdığım incelemeyi burada da paylaşmakta bir sakınca görmediğim için direkt kopyalayacağım izninizle.

Bahadırhan Dinçaslan’ın şiire dair olan sohbetlerinde alıntıladığı bir dize vardır: “Şâir! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!” (Faruk Nafiz Çamlıbel’den)

Bunca üzüntüsü, derdi ve hatta ‘her şiirindeki mükerrer ölümü’ ile bizi sarsan şairi çevremize takdim etmek isteriz. Böylesi takdimler muhakkak tebrik de içerecektir, zira o şairi memnun etmek de isteriz. Peki ya, esasında bir şairi taltif edecek, hoşnut kılacak olan kimdir/nedir? Biz, yani şiir okuyucuları, buna mezun muyuz? Yoksa, Bahadırhan Dinçaslan özelinde konuşacak olursak, şairi şâd edecek olan; “Bu kızı ağlatan Tanrı! Cehenneminde boğul!” (Feraye, s.25) dediği Türkmen kızı Feraye’nin kendisine bağışlayacağı bir tebessüm mü, “Kan içen voyvodalardan yadigâr siyah sana” dediği (Siyah Elbiseli Kadın, s.47) kadının raksı mı yoksa ardından yazdığı ağıt için (Ozan Arif’e Ağıt, s.107) bir gece vakti düşüne gelen Ozan Arif’in “Var ol, oğlum Bahadır” demesi mi? Yine de kendimde bu cüreti bularak -ve elbette Bahadırhan ağabey ile yıllardır süren muhabbetimize dayanarak- onu burada takdim ve tebrik etmek isterim.

Bahadırhan Dinçaslan’ın -ancak “her vadide şaşkın şaşkın dolanan sapık şairlerin” sergileyebileceği türden bir dikbaşlılık ile- yeri geldiğinde Tanrı’ya parmak sallaması ve Tanrı’yla kavgaya tutuşması saygı duyulasıdır. Şairin Tanrı’ya kafa tutan bu cüretinin temelinde ise bir sapkınlık yahut inançsızlık değil, bilâkis sağlam bir Türklük itikâdı ve sevdiklerine olan daimî iştiyâkı bulunuyor. Aşağıda sıralayacağım birkaç tadımlık ve örnek dize durumu açıklayacaktır:

“İşlemez Türkmen tenime cehennemin dişleri” (Celali Destanı, s.122)

“Gürle, kükre duymaz olsun Tanrı’nın kulakları / Ebabil yağdır semadan dik namlunu yukarı / … / Yurda musibet olursa ne af dile, ne özür: / Arşı al nişangâhına gökten Tanrı’yı düşür!” (Türk Topçusuna, s.127,128)

Özellikle, kedisi Camuka’nın doğar doğmaz ölen üç yavrusu için yazdığı “Üç Kedi Yavrusuna Ağıt” (s.118) şiirindeki şu dizeler sizce de derin bir sevgi ve merhametin ifadesi değil midir:

“Yumuk buruşuk gözlerle varınca huzuruna / Allah’ın yüzü buruştu kendi tasavvuruna / Lanet etti öz eline —neden yaşamadınız?”

Kitaptaki en hacimli bölüm olan GOTİK’te mevzilenmiş şiirler, Dinçaslan’ın Albatros adlı ilk şiir kitabında da bolca yer verdiği fiyakalı şiirlerin bir devamıdır. Alacakaranlıkta asude süzülen bir kuzgunun tekrarladığı veya nihilizmin kâh kıyısında kâh içerisinde gezeleyen heretik keşişlerin dua niyetine sayıkladığı şiirler bunlar. Aynı zamanda bir blues parçası kadar da karizmatik…

Şiirlerdeki teolojik atıfların kullanımı ve bu türden esinlenmelerin işlenişi ziyadesiyle hoşuma gidiyor. Kaldı ki bunu bir sosyal mecrada kendisine de belirtmiştim, özellikle Hıristiyan teolojisine ait kavramların ve içeriğin şiire katılması hususunda Bahadırhan Dinçaslan’ın birçok Avrupalı şairden daha başarılı olduğu kanısındayım.

Son olarak, şayet Dinçaslan’ın poetikası hakkında bir fikir sahibi olmak isterseniz şu söyleşiye göz atabilirsiniz:

https://www.tamgaturk.com/…r-soylesi-15896.html

5 Beğeni


İçinde Anti Venom ve Punisher’in bulunduğu aksiyonu yüksek okuması keyifli bir çizgi roman.

3 Beğeni

İlginç. Galiba gerçekten zevkler ve renkler. (Puslu Kıtalar Atlası)Ben bu çok önemliymiş gibi anlatılan karakterlerin bir yere varmaması olayını çok sevmiştim. Hatta mesela şu ömür boyu boğazında tıkırtıyla yaşayan adam ölmeden önce tıkırdayan şeyi çıkarıp elmas olduğunu görmüştü mesela. Aşırı hoşuma gitmişti.

6 Beğeni

Sonunda ek kitapları bitirdim. Uzun süredir Harry Potter’ın ek kitapları kütüphanemde dursa da sınav senesi vs derken daha yeni bitirebiliyorum ne yazık ki. Öncelikle eğer büyük bir Harry Potter hayranı değilseniz almanıza gerek yok. Bunu baştan belirteyim.

Çağlar Boyu Quidditch:
Quidditch tarihi üzerine resimli bir derleme. Seriyi okuduysanız ve Quidditch hoşunuza gittiyse alabilirsiniz. Sanırım pek fazla spor hayranı değilim diye bana fazla hitap etmedi.

Fantastik Canavarlar Nelerdir ve Nerelerde Bulunurlar?
Adından da anlaşılacağı üzere evrendeki fantastik canavarları tanıtıyor. Ek kitaplar arasında en beğenmediğim bu oldu diyebilirim. Resimler çok eksikti ne yazık ki. Bir fantastik canavar tanıtıldıktan sonra ya internetten nasıl bir şeymiş diye bakmanız ya da tamamen kafanızda canlandırmanız gerekiyor. Eğer alacaksanız cilti resimli özel baskısını öneririm. Ben de ilk fırsatta onu almayı planlıyorum.

Ozan Beedle’ın Hikâyeleri:
Farklı farklı büyücü hikâyelerinden oluşan bir derleme ve her hikaye sonrası Albus Dumbledore tarafından yazılmış hikaye incelemesi. Tek kelime ile: BAYILDIM! Son okuduğum kitaptı ve iyi ki de sona bırakmışım. O kadar hoşuma gitti ki Harry Potter serisini oturup baştan sona tekrar okuyabilirim şu an. Diğer ikisini almasanız bile Beedle’ın Hikâyeleri hayranlar için almaya değer bana kalırsa.

10 Beğeni

BEAR HEAD

KONUSU

Mars. Kızıl gezegen. İnsanoğlu için yeni bir sınır, barış içinde yaşayacakları medeniyetin başlangıcı. Ama gerçek, eski bilim kurgu kitaplarındaki görkemli uzay şehirlerini andırmıyor.

Jimmy Marten bir Mars öncüsü. Gezegen koşullarına uyum sağlaması için tasarlanmış ve insanı pek andırmayan yeni bir vücudu var. Hücre büyüklüğünde bir odada yatıp, geleceğin zenginlerinin yaşayacağı cenneti inşa eden 1500 işçiden biri. Girdiği işin beklediği kadar kazandırmadığını fark edince, modifiye edilmiş beynindeki boş alanı başkalarının gizlemek istediği dosyalar için kiralığa çıkarır. Fakat bir gün, indirdiği veri onunla konuşmaya başlar…

DÜŞÜNCELERİM

Dogs Of War’ı geçen sene okuyup beğenmiştim. Konusuna buradan bakabilirsiniz:

Bear Head ise ilk kitabın 30 yıl sonrasında geçiyor ve hatırladığımız birkaç karakteri içeriyor.

İlk kitaptan daha az aksiyonlu ama çok daha politik buldum. Hayvan-makine karışımı Bioformlar, binlerce vücudu olan Dağıtımlı Zekalar ve yeni gelişen zihin yükleme teknolojileri derken tüm Dünya sınırların nereye çizileceğini tartışıyor. Dünyada bunlar olurken Mars’ta ise modifiye edilmiş insanlar geleceğin kolonisini inşa etmeye çalışıyor. Paralel ilerleyen bu iki kol mantıklı bir şekilde birleşiyor ve bizi tatmin edici bir sona ulaştırıyor.

Hikayenin kötü adamı Thompson’a karikatür gibi demek istiyorum ama Donald Trump’tan esinlenildiği çok bariz ve onun yükselişini kanlı canlı gördük. Yazar umarım seriye devam eder çünkü evrenin temeli çok sağlam. Ha, etmezse de bu kitap harika bir kapanış oldu.

17 Beğeni

İlk kez bir Sait Faik Abasıyanık eseri okudum.Büyük bir umutla başladığım Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabındaki öyküler benim için hayal kırıklığı oldu.Kitabın içerisinde beşer altıșar sayfalık öyküler var. Açıkçası kitaptan hangi öyküleri hatırlıyorsun diye sorulsa bir tanesi bile aklıma gelmeyecektir. Yazarın öykülerde kullandığı şiirsel bir anlatım var. Üstüne de betimleme yapıldığında öyküleri okumak zorlaşıyor. Seçme Hikayeler kitabında bulundan öykülerden üçü diğer kitapta da var bu arada. Bunların dışında bir karşılaştırma yapacak olursam Seçme Hikayeler kitabındaki hikayeler daha iyi ve daha anlaşılabilir gibi. Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden kabul edilen ve birçok yazarı etkileyen Sait Faik Abasıyanık’ın bu iki kitaptaki öykülerini maalesef pek beğenemedim. Başka bir zaman öykülerine bir kez daha şans vereceğim kesinlikle.

15 Beğeni

Yaşlı Adamın Savaşı
Akıcı, sürükleyici, okuması kolay bir kitap ve sanırım uzun bir seri. İyi güzel ama avatar, matrix ve klişelerden geçilmiyor.
Yarım bırakmamak adına okuyorum.

5 Beğeni