Shakespeare Hamlet ismindeki bir gencin, babasının ölmesiyle amcasının, Hamlet’in annesi ile evlenip tahtın başına geçmesini konu alıyor. Fakat Hamlet’in babasının ölümü bir cinayettir aslında. Bunu da babasının hayaletini görerek öğreniyor.Amcası aslında tahtın başına geçebilmek için babasının kulağına, uyurken zehir damlatıyor ve daha sonra annesi ile evleniyor.Bunun öcünü almak isteyen Hamlet, çeşitli tuzak planları yapıyor. Çok güzel entrikalara sahne olan harika bir eser daha
Keskin sirke küpüne zarar demişler öfke ile kalkan zararla oturur demişler ,atasözlerinin karşılığını veren ve intikam duygusu taşıyan kişilerin, hiçbir zaman tam manası ile kazanamadığını görmüş oluyoruz. Pek iç açıcı bir sonu yok. Fakat anlatım tarzı ve betimleme ile yansıtılan duygular gayet başarılı.
Macbeth ise ironi üzerinden korku, ihtiras, iyi-kötü, insanoğlunun dış görünümü ve iç yüzü, adalet, keder, muhayyile, iç ve dış dünya, gerçek ve gerçek dışı, rasyonel ve irrasyonel düşünce, söz, duyumsama, insani değerler, yaşamının anlamı ve anlamsızlığı temalarını bu denli güçlü işleyen nadir eserlerden. Shakespeare’ in dramatik dehası, söz ustalığı ve kullandığı temaların etkili işlenişi hepsi her bir sayfada size yoldaş oluyor. Macbeth trajik bir kahraman ama Richard III gibi aynı zamanda kötü adam ve Milton gibi Shakespeare de izleyicisini karanlık gölgelerle ilgili bir karakter çalışmasına kaptırıyor. Shakespeare, kurguyu belirleyerek ve trajedisinin zorunlu olarak kanlı sonucuna varmasına izin vererek, zamanının ve tüm zamanların insanlarının ilişkilendirebileceği ilk bam tellerinden yararlanıyor.
Yakın adlı kitaba gelecek olursam Butler’ın hikâye anlatıcılığındaki inanılmaz yeteneklerini dramatik ironiyi ustaca kullanarak sergiliyor. İyi bir okuyucu, Lee’nin Bir Bülbülü Öldürmek’deki bir sahneye tuhaf bir şekilde çarpıtılmış bir gönderme yapıldığını fark edebilir Aynı zamanda outlander filmi geldi aklıma
Yakın, bilim kurgudan daha çok tarihsel ve politik bir macera. Hızlı tempolu ve konuya rağmen oldukça kolay okunuyor. Dana, beklediğine razı olmak yerine istediğini yapmak için defalarca savaşmış, bağımsızlığından gurur duyuyor ve 19. yüzyılda, küçük bir bağımsızlık için bile çabalamanın korkunç risklerini ve sonuçlarını düşünmek zorunda kalıyor . Efendi ve köle arasındaki iktidar oyunu, Stockholm Sendromunun özelliklerini kazanabiliyor. Defalarca şahit olduk
Seyahat jurnalini okurken basım döndü oraya hiç girmeyelim
Wells’in diğer öykülerinde olduğu gibi öykünün de bilim ve metafizik arasındaki ebedi çatışmayı temsil ettiği fikrind artık eminim . Ayrıca sosyal bağlamı da dikkate alarak, bu hikaye, bilimcilik ve pozitivizmin gerçeklikle ilgili rasyonel, ölçülebilir ve bilimsel yöntemle doğrulanması gereken tek bir gerçeği kabul ettiği modernizmdeki çatışmayı temsil eder. Redmond, bilimciliğin temsilidir, kahramanı ise zamanın pozitivist paradigmasından etkilenir. Jungian yaklaşımına göre karakter, zayıflıklarını kabul etmek yerine derin ihtiyaçlarını ve duygularını bastırmaya karar verdiği için bireyselleşmeye ulaşamayan kişidir. Aslında, bahçe onun derin ihtiyaçlarının bir yansımasıdır, arkadaşları, sevgisi, şefkati ve başkalarınin kabullenme hissi… Çünkü persona bu unsurları ne ailesinde ne okulda bulamiyor. Kitabı olan kadın, karakterin hayat kitabında farklı bir son yazma fırsatı olduğunu bilmesini sağlamaya çalışan animadır. Yerine, persona kendi gerçekliğinden kaçar ve entelektüel başarı mutluluğunu bulmaya çalışır. Ancak, bahçenin hatırası onu gölgesi olarak kovalar. Bu nedenle karakter mutsuz bir şekilde ölür. Tüm söyleyeceklerim bu kadar
İlk Rus psikolojik romanı ve ilk realist Rus eseri olma özelliği taşıyor kitap. Aynı şekilde karakterimiz Peçorin’de ilk anti-kahraman. Yani kitap dünya edebiyatı için çok önemli bir yere sahip. Lermontov’un ilk ve tek romanı. Zaten künye bilgisi olarak da verildiği üzere, Lermontov 27 yaşında bir düelloda ölüyor. Kitapta da düellonun önemli bir yeri var.
İki bölümden oluşan eserin ilk kısmında öyküyü anlatıcının birlikte yolculuk yaptığı arkadaşı Maksim Maksimiç’in anılarından dinliyoruz. İkinci bölümde ise Maksim Maksimiç Peçorin’in günlüğünü anlatıcıya veriyor ve ikinci bölümde de günlüğü okuyoruz. Aslında bu iki farklı anlatıcı olması durumu çok güzel çünkü Peroçin’i hem bir arkadaşından hem de kendi ağzından dinliyor, onun derinliklerini kavrıyoruz.
Peroçin rütbeli bir askerdir ve Moskova’dan Kafkasya’ya gönderilmiştir. Dönemin Rus edebiyatında Kafkasya önemli bir konu zaten. Kafkasya’da Gürcistan’ın Osetya bölgesinde başlıyor yolculuk ve Peroçin’in Çeçen bölgesindeki anılarıyla bitiyor.
Peroçin nihilist diyebileceğimiz bir karakter. Aşka, dünyaya, durumlara bakışı oldukça sert. İnsanların duygularıyla oynamayı seviyor. Bunu önemsemiyor bile. Aslında her anti-kahramanda olduğu gibi Peroçin’de de hepimizin içinde bulunan ama itiraf edemediğimiz şeyler var. Peroçin, insanın bencil ve acı vermekten zevk alan, Almanların deyimiyle “schadenfraude” tarafını yansıtıyor bence. Peroçin oldukça mantıkçı ve duygularla çok rahat dalga geçebilen biri. Hem sevilen, hem de nefret edilen biri.
İstediğini elde etmek konusunda oldukça inatçı ve yer yolu mübah gören biri. Aslında tam Hobbes’un tanımladığı "kurt"lardan biri. İçimizdeki kurtlardan yani.
Okunması gerektiğine inanıyorum. Lermontov talihsiz bir biçimde aramızdan ayrılmasaydı bugün Dostoyevski ve Tolstoy’un yanında anılacaktı bence. İkisini de etkilemiş aslında. Ben oldukça sevdim ve günü geldiğinde bir kere daha okumayı kafamın bir kenarına yazdım.
8/10’luk bir kitap.
Hatam dizisini önce izlemek oldu. Diziden anladığım kadarıyla yazarın kurgusu güzel. Sizin yazdığınızdan anladığım kadarıyla da yazarın kalemi güzel. Bu yazarın diğer kitaplarına şans vereceğim.
Bu kitap Darwin’in kendisinin ve yaşamdaki yolculuğunun karşılaştırmalı bir siyah beyaz çalışmasıydı bana göre. Zayıflatıcı hastalıkla ne kadar mücadele ettiği, teorilerini ve deneylerinden inanılmaz derecede ayrıntılı gözlemlerini yayma hedefine nasıl yönlendirildiği beni şaşırttı. İş hacminin üretilmesi için gereken çaba açıkça onun kalıcı hastalığına katkıda bulundu, ancak içsel arzusu insanlığı aydınlatmak için harekete geçti.
Mirasıyla yaşayabilme lüksüne sahipti, asla yaşamak için ‘düzenli’ bir iş yapmak zorunda kalmadı, ama aynı zamanda babası gibi akıllıca yatırım kararları alan ve genel servetini önemli ölçüde artıran ihtiyatlı ve cesur bir yatırımcıydı. Onun yaşamı sadık eşi Emma’nın desteği, bir bilim insanı ve bir aile babası olarak başarısı için ve yetişkin çocuklarının sonraki yıllarındaki ortak çabaları için çok önemliydi.
Joseph Hooker ve TH Huxley ile olan dostlukları, Cambridge’de ve Beagle yolculuğundan sonraki yıllarda destek ve cesaretlendirme açısından önemliydi.
Okuduğum diğer ayrıntılı biyografilerde olduğu gibi, bu kitapta çok sayıda karakterin göründüğü, kaybolduğu güzel bir kitaptı.
Son birkaç bölümde oldukça üzücü olsa da eğlenceli ama zorlayıcı bir okuma idi. Bu biyografinin gücü, Darwin’in düşüncesinin evrimini ve doğal seçilim yoluyla türlerin kökeni üzerine teorisini formüle etmek için gözlemlerinden, deneylerinden ve okumalarından çeşitli bulmacaları nasıl ilişkilendirdiğini açıklamakta da yatıyor. Aynı zamanda, on dokuzuncu yüzyıl boyunca İngiltere’deki sosyal, politik ve ekonomik durumu tanımlamasında ve Darwin’in teorisini yayınlamadan önce birkaç on yıl boyunca teorisi üzerinde uyumakta olan düşüncesini ve çok ihtiyatlı davranışını nasıl etkilediğinde yatıyor.
Büyük filozofların hayatları devam ederken, Kant’ınki en heyecan verici olanlardan biri idi. Sokrates gibi ölüm cezasına çarptırılmadı.Rousseau gibi gayri meşru çocukların babası değildi.
Spinoza gibi dini topluluğu tarafından aforoz edilmedi ve hayatı Nietzsche gibi frengi kaynaklı delilikle sona ermedi.🤦 Sartre gibi skandal içeren herhangi bir açık aşk ilişkisine karışmamıştı. Heidegger gibi herhangi bir faşist siyasi partiye üye değildi ve Wittgenstein gibi hiçbir dünya savaşında hizmet etmedi ama minik kuşumun yeri bend hep ayrı
Aynı zamanda, hayatı da sanıldığı kadar düz, mekanik ve cansız değildi. Akşam yürüyüşlerinin düzenliliğinden ya da ömür boyu bekarlığından söz edilmeden Kant’a bir giriş okuması yapmak zor. Yine de Kuehn’in kitabının en büyük değerlerinden biri, Kant’ın ilk biyografi yazarları tarafından üretilen ve o zamandan beri akademisyenler tarafından sürdürülen bu karikatürü ortadan kaldırmaktır. Kuehn’in portresi, hayatı yemek partilerinden oluşan ve toplantıları en az izole felsefi tefekkürle olduğu kadar öğrenen Königsberg’in entelektüel seçkinlerinin zarif, sevilen ve son derece sosyal bir üyesidir.
Kuşkusuz, ortaya çıkan tablo bazen hayal kırıklığı yaratıyor. Geleneksel bilgeliğin aksine, Kant, Nietzsche’den ödünç almak gerekirse, “insan, hepsi de insan” idi. Hipokondriyak, kendi kendine yeten, biraz egoist ve hatta bazen arkadaşları ve meslektaşları için umursamazlık gösterme eğiliminde olan Kant’ın karakteri, ahlaki titizliği göz önüne alındığında beklenebileceğinden çok daha az eğiticidir. Bununla birlikte, buna rağmen, tartışmasız bir felsefi dehaydı ve Kuehn’in hayatının son on yılında zihinsel yeteneklerinin yavaşça kötüleştiğine ilişkin açıklaması hem trajik hem de derinden etkili idi.
Sonuç olarak, Kuehn’in kitabı, en büyüleyici filozoflardan birinin hayatına derinlemesine ve ilgi çekici bir bakış sunuyor!
Son Adım-Ayhan GEÇGİN
İkinci tekil anlatıma sahip, usul usul akan, aynı zamanda hem “kuru” hem lezzetli, çok şey söylemeden çok fazla şey anlatan sarsıcı bir roman.
Ben beğendim yazarın kalemini ve kurgusunu dediğiniz gibi. Kitap okurken gerilim hissetmek / şaşırmak her zaman mümkün olmuyor benim için. Bu nedenle dizisi de çok beğenilince önce kitabı okuyayım dedim.
Işık Tanrısı
Bazı kitapları okumadan seveceğinizi hissedersiniz. Benim için de Işık Tanrısı bu kitaplardandı, okudum ve haklı olduğunu gördüm. Kitabın zor okunduğunu görmüştüm pek çok yorumda, ben zorlanmasam da zor okunduğu kanısına katılıyorum. Bunun nedenlerinin; hint mitolojisi tabanlı olması, pek çok tanrının pek çok ismi olması ve bunların telaffuzlarının da zor olması ve de kurgunun karışık olması olduğunu söyleyebilirim. Ben Hint mitolojisine bir nebze de olsa aşinaydım, size de en azından büyük tanrılar bazında bilgi sahibi olarak okumanızı öneririm. İnternetten araştıeabilirsiniz bir iki bilgi de olsa. Tabii karakterlerin görünüşü olarak ben kafamda hint tanrıları şekillerini çizmedim, orasını kendi hayal gücüme bıraktım ve çok keyifli bir yolculuk oldu benim için. Size de öyle yapmanızı öneririm. Yoksa hint tanrıları mavi, dört beş kollu falan oluyorlar, ama kurgu sanki bizi öylelermiş gibi düşünmeye itmiyor.
Konusu hakkında çok bilgi vermek istemiyorum, okuyanlar girişsinler, çabalasınlar, kafaları karışsın ve kendileri çözsünler diye bu şekilde boşluklu oluşturmuş hikayesini zaten Zelazny. Kitabı okurken çok işinize yarayacak bir bilgi yazacağım ama hiçbir şey bilmeden okumak isteyenler için blur spoiler içerisine alayım; kurguda kitabın ilk bölümünün aslında kronolojik olarak sondan bir önceki bölüm olduğunu bilmeniz sizin faydanıza, yani 7 bölümden oluşan kitap 6 ile başlıyor, 1, 2, 3, 4, 5 şeklinde devam edip 7 ile sonlanıyor. Bunu bilmeseniz de olur tabii ama, konunun karışıklığı, karakter çokluğu vs derken ne oluyor şimdi diye kalıp, kitabı bırakma tehlikesi de var. O yüzden bilmenin daha iyi olacağını düşünüyorum okuyacaklar için.
Zelazny gerçekten hayran olduğum bir yazar. Amber Yıllıkları ile hayal gücüne ne kadar etki edebildiğini kanıtlamıştı bana, Bu Ölümsüz çeviri hatalarına ve kurguda bırakılan boşluklara rağmen, okuduğum ve en sevdiğim bilimsel fantezi romanlarının başındadır. Şimdi yanına Işık Tanrısı da eklendi. Okuduğum kitaplarında bilim kurgu, fantastik kurgu ve mitoloji arasında gidip gelmeler ve boşlukları sizin hayal gücünüze bırakması ortak özellik denilebilir. Keşke daha fazla kitabı çevrilse Zelazny’nin. Emek istiyor ama kendinizi kaptırırsanız muhteşem bir rüya gibi oluyor kitapları. Bu kitabını bilim kurguda fantastik hakimiyeti sevenlere özellikle tavsiye ediyorum. Bir de okuyacak olanlara sabır göstermelerini ve içine giremiyorlarsa ayrıntılara takılmadan, kendilerini kaptırmaya çalışarak okumalarını öneriyorum.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
Güzeldi hakkaten. O tüm fantastik ögeleri bilim kurguya dönüstüren ters köse benim icin kitabin en güzel kismiydi.
Benim de çok beğendiğim hatta BKK içinde en çok zevk aldığım bir kitap Işık Tanrısı. Mitolojik göndermeleri takip etmeye çalışmak biraz uğraştırsa da çok hoşuma gitmişti. Hatta kitapta geçen tanrı ve tanrıça isimleri bayağı aklımda yer edinmiş.
James Rollins - Kum Fırtınası(Sigma #1)
6.5/10
@Leingrad Tavsiye için teşekkürler.
Fena sayılmaz dediğim bir macera romanı olmuş. Karakterler sığ kalmış, bazen saçmalıyorlar da. Yine de yazarın kalemi akıcı, okutuyor. Aslında 7.5 puan olurdu ama çeviri komik hatalara sahip. Biraz da gereksiz yere uzatılmış hissettirdi, kitap 680 sayfa. Serinin devam kitabına da şans vereceğim. Bir Wilbur Smith seviyesi beklenmeden okunursa iyi zaman geçirtir.
Ben kitapyurdundan ikili seti 20TL’ye almıştım. Trendyolda da 23 küsura mevcut. Macera severler -hele ki bu fiyatlara- gönül rahatlığı ile alabilir.
Hayatımda okuduğum ilk kişisel gelişim kitabı. Önyargımdan dolayı daha önce kişisel gelişim kitaplarına hiç şans vermemiştim ama çok tavsiye edilince ve de psikolojik olunca açılışı bu kitapla yapmaya karar verdim. İyi mi yaptım bilemiyorum…
Öncelikle, ilk elli-atmış sayfa kitabın sizi depresyonunuzu iyileştireceğine ikna etmeye çalışmasıyla geçiyor. Bilişsel terapiyle ilgili deneylerden, istatistiklerden uzun uzun bahsediyor, psikoloğa gitmekten bile daha etkili olduğunu söylüyor, eğer inanmıyorsanız, “Bakın bu da inanmamıştı şimdi zihni turp gibi,” gibisinden örnekler veriyor. Belki de iyileşeceğinize inanarak okumanız için “İnanmak başarmanın yarısıdır.” gibisinden bir psikolojik hiledir bilemiyorum ama bu pazarlamayı biraz gereksiz buldum. Zaten kitabı aldığıma göre bir şekilde bana iyi gelebileceğini düşünmüşümdür değil mi, bu kadar çaba neden? Gerçi kitap ilerledikçe anlattığı konu ne olursa olsun David Burns’ün bir şeyden olabildiğince uzunca bahsetmeyi sevdiğini görebiliyoruz.
Sonunda kitap depresyonunuzun iyileşeceğine yeminler etmeyi bırakıyor ve iyileşip iyileşmeyeceğinizi kendinizin görmesine izin veriyor. Fakat burada da “uzatma” sıkıntısıyla tekrar karşılaşıyorsunuz. Eğer bir tür depresyondaysanız şöyle hissediyorsunuzdur, böyle düşünüyorsunuzdur, diye uzun uzadıya açıklıyor. Bir süre sonra bunalıyorsunuz, içinizden “Ya evet, tamam, öyle hissettiğimi biliyorum, artık bana nasıl öyle hissetmeyeceğimi söyle, yeter…” diye söylenmeye başlıyorsunuz. Tabii bu açıklamaların duygudurum farkındalığı, düşünce şeklini kontrol etme vs. açısından gerekli olduğunun farkındayım ama mesela “Ümitsiz hissediyorsunuz” deyip orada kesebilecekken ümitsizliğin ne anlama geldiğini koca bir paragraf boyunca açıklamasını gereksiz buldum.
İronik olansa kitapta, depresyonda olan birinin canının hiçbir şey yapmak istemeyeceği, dikkatini toplamakta oldukça zorlanacağı yazıyor fakat kitap özellikle yukarıda saydığım nedenlerden dolayı dikkatini toplamakta zorlanan biri düşünülerek yazılmış gibi görünmüyor.
Özetlemek gerekirse sıkıcı, fakat dişinizi sıkıp sonuna kadar okumayı başarırsanız size faydalı şeyler katabilecek bir kitap.
Karışık kanılar ve özdeyişler de Nietzsche daha önce olduğu gibi iradenin özgür olmadığını kabul etmemizi engelleyen tek şey kibirdir diyor:thinking: Ve ayrıca ahlaki sorumluluğu da reddediyor hala psikolojik hazcılığı olumluyor ve erdemin ancak deneyimi yendiğinde haz veriyorsa karakterimiz de sabitleşeeceğini söylüyor, aslında bu kitapta bu çerçeve içinde özgür ruhlunun nasıl gelişeceğine dair tavsiyelerde bulunup gözlemlerini sunuyor ve kayıtsız şartsız hakikatin peşine düşme konusunda bir nebze de olsa yumuşuyor, artık hakikatin hayattan daha değerli olduğu fikrini reddediyor. Nietzsche bu kitabında daha yapıcı, daha iyiyimser ve ancak böyle ruhlu insanların karanlık tarafının yok olmasının ya da en azından biçim değiştirmesini mümkün olduğunu savunuyor. Kronolojik okumak gibisi yok diyor, iyi okumalar diliyorum
Böyle seriler veya yazarlar çoğunlukla daha sonra açılıyorlar ve ustalaşıyorlar. Ben bu kitabın ilk baskısını okumuştum sanırım . seri bayağı ilerlemiş aslında. Böyle ilk kitapları yayınlanıp yazar ustalaşamadan veya karakter derinleşemeden yitip giden çok seri var maalesef.
- kitap ağustosta çıkacakmış, dediğiniz gibi oldukça ilerlemiş. Muhtemelen geliştirmiştir de kalemini, 2. kitaptan sonra daha net fikrim olur. Daha 3 kitap var dilimizde bu seriden bildiğim kadarıyla. Umarım devam kitapları bu kadar çeviri kokmuyordur.
Kıyıda kaldığını ve iyi olduğunu düşündüğünüz macera yazarları varsa tavsiye almak isterim.
Açıkçası hayatımda ilk defa daha çok çocuklara yönelik bir kitap okudum. Sebebi bunaltacak derecede Neil Gaiman fangirl olan bir arkadaşım. Neil Gaiman’dan okuduğum ilk kitap oldu.
Odd, Koralin ve Yolun Sonundaki Okyanus, sıralamasını takip etmemi önermişti.
3/10
Terry Pratchett - Büyünün Rengi
Diskdünya’nın ilk kitabını sonunda okudum. Seriye ilk olarak Bekçi alt serisiyle başlayıp, ilk iki kitabını bitirmiştim. Ama Büyünün Rengi’ni okumadığım için bir şeyler kaçırdım hissi vardı hep içimde. Büyünün Rengi’ni okuduktan sonra Diskdünya Evreni’ni daha iyi anladım, bazı şeyler daha anlamlı geldi bana. Yine de Bekçi serisiyle başlamak benim için doğru bir tercih olmuş.
Bu kitabı çok beğenmeme rağmen bazı yönlerden zayıf buldum, herkese hitap etmeyen bir tarzı var. Oysaki Bekçi serisi öyle değildi, okuyucuyu kolayca içine alan bir tarzı vardı. İlk kitap olduğu için herhalde yazarın tarzı bu kitapta tam oturmamış.
Rincewind ve İkiçiçek karakterlerini sevdim, serinin geri kalanını da en kısa zaman içinde okuyacağım.
Ben de tüm seriyi okuyanlara sormuştum hep böyle mi (aynı, görece zayıf) devam edecek diye, sonraki kitaplar çok daha iyiymiş. Özellikle 4’ten sonra seviye atlıyormuş.
Bekçi serisinden okuduğum kitaplar mükemmeldi. Seriye Büyünün Rengi ile başlasaydım, büyük ihtimalle geri kalan kitapları okumazdım. Arada devasa bir fark var.
Ben bu dediğinizi yaptım ve kitabı yarıda bıraktım. Bekçi serisi dediğiniz hangi kitapları acaba? Olmazsa bir şans daha verebilirim seriye.