Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Leigh Bardugo’dan Kuşatma ve Fırtına bitti.

Kitap bana tam bir geçiş kitabı tadı verdi. Hareketli, fazla betimleme olaylarına girmeden, yalın bir anlatım olduğu için hızlı okunuyor. Hızlı başlayıp hafif durağana dönüp sonra hızlanıp sonlara doğru daha da hızlı akıp 3.kitap için meraklandırarak bitirdi.Genel anlamda dizi ve 2.kitap üzerinden seriyi değerlendirecek olursak, yoğun bir kitap okuma temposundan çıktıysanız bu kitap sizi biraz dinlendirecek “çerez” diyebileceğimiz türlerden. Hele benim gibi Zaman Çarkı 5.cilt’ten sonra okumaya başladıysanız.

Kitap ile diziyi seyrettikten sonra, dizinin bende uyandırdığı merak duygusu ile tanıştık. Belkide bundan dolayı bazı hayal kırıklıklarım oldu ancak seriyi bitirdikten sonra bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır ki yazarın yazdıkça açıldığı ve daha iyi işler çıkardığı gibi ortak bir görüş söz konusu. Bu sebep ile üçüncü kitabın siparişini önümüzdeki ayın listesinde ekledim. Üçüncü kitapta yukarıda belirttiğim gibi ilerleme görürsem yazarın diğer kitaplarını da almayı düşünüyorum.

Sıradaki kitap ile araya Moliere den “Cimri” yi sıkıştırdım. Çok tat alamadım, konu itibari ile çok fazla işlenen olgu “cimrilik” ama yazarı sevdim diğer kitaplarını da almayı düşünüyorum.

Sıradaki Kitabım ;

0000000637945-1

Serinin ilk kitabını almıştım Pegasus %50 yapmadan ilk kitabı bitireyim dedim :slight_smile:

12 Beğeni


Juan Goytisolo - Ara Perde
Juan Goytisolo ilk defa okuyorum, fırsatım olursa okumaya devam etmek isterim.

Oldukça ilginç bir metin ile karşı karşıyayız. Kurgu ama aslında yazarın kendisini anlatıyor. Bunu da girişte çevirmenin yazdığı önsözden anlıyoruz. 5 perdeden oluşuyor, her sayfa bir bölüm. Oldukça ilginç bir roman, kurgu ama değil, bir deneme niteliği taşıyor.

Karısının ölmesi üzerine, yıllardır üzerine düşündüğü tanrı, ölüm ve yaşam mefhumlarını bir kere daha düşünmesine tanık oluyoruz yazarın. Kafa yapısı olarak Bernhard ve Cioran’la beraber en benzeştiğimi düşündüğüm yazar oldu Goytisolo. Evliliğe, çocuklara, tanrıya, şehirlere, çöllere oldukça yakın bir bakış açımız var. Mesela bir bölümde şöyle diyor:

“Öyle ya, şu sizin iflah kabul etmez soyunuz geleceği görme hünerine sahip olsaydı, ne sanıyorsun yani, davranışlarını ve fikirlerini anlayamayacakları, duydukça dehşete kapılacakları evlatları, torunları, torunlarının torunlarını dünyaya getiriler miydi hiç? Seni dünyaya getiren babanın babası senin ne olacağını ve kendisi hakkında neler yazacağını bilseydi, hiç kuşkun olmasın, evlilik görevini yerine getirmekten geri durur, ilerleyen trenden inerdi. Bugün senin olduğun şey onu dehşete düşürürdü. Bu yüzden sizi düzenle bitkilerin köklerini beslemeye gönderiyorum: torunlarınızın düşlediğinizin tam tersi olduklarını görmek azabından kurtarmak için…”

Tanrıyla hesaplaşılan dördüncü bölümde olan bu paragraf kitapta en sevdiğim kısımlardandı. Yazar kurgusal bir metin ortaya çıkarmaktan ve bir olay anlatmaktan daha çok, kendi hayatına dair kafasında biriktirdiklerini kağıda aktarmış sanki.

Kitabı ve yazarı beğendim. Bu kadar az okunmasına da şaşırdım başta, ama sonradan sadece şanslı olan ender metinlerin çok okunduğu gerçeğini hatırladım.

8/10

13 Beğeni

images (4)

Zargana - Hakan Günday

Bir süre ara vermiştim Günday okumaya, özlediğimi fark edince hemen geri döndüm. Yine Storytel’de dinledim, seslendirmeyi beğendiğimi ifade edeyim öncelikle. Hangi kitap daha önce yazılmış bakmadım ama bu kitap bana Piç’i hatırlattı. Sanki o kitabın altlığı gibi hissettim okurken (belki tersidir bilemiyorum).

Yine dibine kadar psikolojik bir macera kitabı olmuş Zargana. Alkol, tecavüz, seks partileri, homoseksüellik, sado mazo gibi konuları işlemiş Günday. Okuyan kişilerin rahatsız olmalarını anlayabiliyorum ama Günday da sonuçta gündelik hayattan ve onun çirkin yüzünden esinlenerek yazıyor. Yazdığı her bir olayın gezegenin herhangi bir yerinde gerçekleştiğine eminim (ama ispat edemem). O yüzden rahatsız oldum okumak istemiyorum diyene saygım olsa da bende tam tersi bir etki yaratıyor. Etrafıma karşı daha hassas oluyorum, acaba bir şeyleri değiştirebilir miyim diye düşünüyorum. Günday’ın da bunu amaçladığına inanıyorum.

Başka yorumları okurken şöyle harika bir yoruma denk geldim, onu da sizle paylaşmak isterim:

İnsanların sapkınlıklarından doğan bir çocuğun, kendisi olabilmek için kendisini yok ederken kendini var etmesini anlatan ızdırap dolu hikaye.

Kitabın tanıtımı ise şöyle

Kimsenin birbirine bakmadığı, yalan, ihanet, şiddet, tecavüz ve acımasızlıkla yoğrulmuş, yalnızca hayallerin göz göze geldiği bir hayattan intikam almanın en iyi yolu yaşamaktır. Anlam aramak boşunadır ve her şeyin "hiç"e dönüşmesi gerekir. Henüz on ikisinde Berlin’de dört kişinin tecavüzüne uğrayan Zargana, bu olaydan sonra kendini insan sınıfından sıyırır. Ne var ki insan olmaktan uzaklaşıp "hiç"e yaklaştıkça kendisine döner; aşık olur. Parçalanmış benliğini onarmak için, başkalarının oynadığı bir "hayat oyunu"nu sahnelemeye koyulur…

Uzun lafın kısası, Günday okuyun ve okutun.

17 Beğeni

ON İKİ CAESAR’IN YAŞAMI

Bu kitap Roma’nın ilk 12 imparatorunun, yani Julius Caesar, Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius, Nero, Galba, Otho, Vitellius, Vespasian, Titus ve Domitian’ın hayatlarını içeriyor.

İmparatorların yönetim açısından başarı ve başarısızlıklarının yanı sıra, kişilik olarak erdemlerini ve kusurlarını da anlatmış. Hatta yedikleri, giydikleri ve mobilyalarının malzemesi gibi detaylara da yer verilmiş. Özellikle de Augustus’un hayatında inanılmaz samimi bilgiler var. Örnek vermek gerekirse: yemek yedikten sonra kıyafetlerini çıkarmadan uzandığı, kestirirken bir koluyla gözlerini kapattığı, ve satır sonuna sığdıramadığı kelimelerin devamını bir sonraki satıra yazmak yerine hemen altına yazdığı gibi.

Caligula ve Nero gibi birçok şahsiyetin günümüze ulaşan abartılı imajını Suetonius’a borçluyuz. Sansasyonelliği kitabı eğlenceli kılsa da, ben bu hayatları Plutarch’ın yorum ve kıyaslarıyla okumayı tercih ederdim.

12 Beğeni

Romanın kuruluşundan akdeniz havzasına egemenliğe kadar konu işleniyor kitapta. Kitabın ilk başında roma kurulmadan önce İtalya’nın coğrafi özellikleri, etnik yapısı(kabileler bu kabilelerin kültürleri v.s) işleniyor. Kitabın dili oldukça ağır örneğin filhakika, binaenaleyh, muvaffak, mamafih, bilhassa v.b eski Türkçe kelimeler mevcut. Aslında yazıldığı tarihe bakarsak normal karşılanabilecek bir durum. Türk Tarih Kurumu dilini sadeleştirse benim gibi sıradan okurlar için daha iyi olurmuş. Mesela birde şey var: Sözcüklerde ydı eki yerine idi kullanılmış ve bu da akıcılığa büyük bir darbe vurmuş.
Haritalar ve resimler de kitabın en arkasında. En arkası yerine anlatılan konuya göre hemen o sayfada o resmi verselermiş daha iyi olurmuş. Tüm bu olumsuz durumlara karşılık Türk dilinde ve özellikle ciltli olarak bulunan ve fiyat etiketi 15₺ olan bu kitap Türkiye’de okunabilecek en iyi Roma tarihi kitaplarından biri. Eski Türkçe kelimelere aşinaysanız kesinlikle ve kesinlikle öneririm.

12 Beğeni

Akıcılık bakımından sormak istiyorum, tabiki kişiye göre değişir ama zamana yayılarak okunabilecek kitaplardan mıdır ? Kitabın elimde sürünmesini pek istemiyorum da :slight_smile:

operadaki hayalet - gaston leroux

son okuduğum kitaplar ise
fareler ve insanlar
jane eyre

1 Beğeni

Açıkcası kitap benim elimde 1 ay süründü. Bu tam kapanmada ve okul derslerinde filan hiç yürümedi. Elinizde sürünür mü bilemiyorum o size bağlı.

1 Beğeni

Komünist Manifesto - Marx & Engels (Çeviri: Celâl Üster-Nur Deriş)

Bazı metinler yüksek sesle okunmak için yaratılır. Kitapların dünyasının alışılagelmiş o iç ses tellilerinin yayını koparan alevler içinde bir arşe. Bazı metinlerse dünyayı değiştirmek için yaratılır. Mavi yeşil yuvamızın orta yerinde bir çağ yangını başlatmak için. Komünist Manifesto bunların hepsi ve daha fazlası: Bir anahtar, bir adım, bir eşik, bir kesi, bir kıvılcım.

Avrupa’ya korku salan heyulayı anlatan bir politi-gotik açılışla başlar Manifesto. Ardından alabildiğine okumalara açık çok sayıda kavşak yaratarak ilerler yolunda: Tarih, felsefe, siyaset, hatta antropoloji ve psikoloji. Onun persona non gratası burjuvadır. Her satırı bir giyotin gibi indirir üstüne. Bu nedenle Manifesto alabildiğine eril bir ses barındırır. Bir şarkı değildir, bir marştır. Ve birer astronomdur Marx ve Engels. Teleskopları olan diyalektik materyalizmle burjuvanın kaçınılmaz sonunu izlerler rasathanelerinden. Ve bir gülledir Manifesto, kutsalı hedef alan bir yıkım. Ve alev, yine alev, hep alev.

Bugün neoliberalizmin harabelerinin orta yerinde, gerçeklik ötesi çağın tam kalbinde, yapay zekanın gölgesinde nefes almaya çalışan proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek çok şeyi olsa da Manifesto dünyayı, tarihimizi ve insanlığı anlamak için çok daha gerekli, çok daha önemli. Ve en önemlisi de nihayetinde bir parti bildirgesi dahi olsa, bir metnin dünyayı değiştirme gücüne bir kez daha şahitlik etmek gerek. Yeni çağ yangınları başlatabilmek, umut edebilmek ve kelimelerle nefes alabilmek için.

Çeviriye dair not: Manifesto’yu Can Yayınları’ndan Celâl Üster ve Nur Deriş çevirisi ile okudum. Kaynak metinleri Samuel Moore’un 1888 İngilizce çevirisi. 1978 yılında yapılan çevirinin 80’ler atmosferinde geçen uzun ve iç karartıcı bir dava geçmişine sahip olduğunu da söylemek gerek. Çeviriye ve davaya dair ayrıntılı bilgi kitapta mevcut. Can Yayınları bu tarihi önem arz eden çeviriyi iyi bir editörlük ile taçlandırmış. Dar hacmine çokça ek sığdıran ve okuruna yardım eden bir çalışma duruyor okurun önünde.

12 Beğeni

DÜNYALAR SAVAŞI - H.G. WELLS

Kitabı bitirdim ve oldukça beğendim. Çevirmen Celal Üster kendisi yer yer kitapla ilgili notlar almış ve oraları numaralandırarak arka sayfaya koymuş ve güzel bilgiler veriyor. Tek sevmediğim olayazmıştı, gideyazmıştı vs gibi unutmuşum bile o derece günümüzde kullanmadığımız kelimelerin olmasıydı ama neyse ki ara ara karşıma çıktılar. Kitabın konusuna gelecek olursam; bir gün gözlemevlerinde uzay incelenirken Mars’ta bir hareketlilik fark ederler ve oradan Dünya’ya doğru kuyrukluyıldız gibi cisimler yollanmıştır ve bu cisimler Dünya’ya düşerek içindeki Marslılar dışarıya çıkarak Dünya’yı istilaya başlarlar. Kitap aslında bu hikayeyi anlatırken aslında insanlarla ilgili serzenişlerde ve gelecekle ilgili bazı çıkarımlarda bulunuyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Keyifli akşamlar ve keyifli okumalar dilerim :coffee:

19 Beğeni

İskender Pala - Babil’ de Ölüm İstanbul’ da Aşk bitti.

Kitap, bahar temizliği sonrası kutulardan çıkan kitaplardan biriydi. İlk sayfaya yazdığım tarihe göre 2008’ de almışım ve kutuya koyup unutmuşum. ‘‘Divan şiirini Türkiye’ ye sevdiren kişi’’ olarak da tanınan İskender Pala’ nın divan şiiriyle ilgili aldığım kitaplarından sonra aynı temalar üzerinde gezinen bir romanı çıktığında bir hevesle aldığımı hatırlıyorum. Ve şimdi okuyup bitirebildim.

Kanuni’ nin Bağdat’ a girdiği gün o sırada Bağdat’ ın kütüphanesinde araştırma yapan Fuzuli’ ye Süryani asıllı kör kütüphanecinin bir sırlı hançer verip, saklamasını isteyip intihar etmesiyle başlıyor heyecanlı macera(!) Bundan sonra olayların çoğunu Fuzuli’ nin yazdığı Leyla ile Mecnun şiirinin yazılı olduğu kitabın ağzından dinliyoruz. Bir anlamda bu macera kitabın başına gelenleri anlatıyor diyebiliriz.
Babillerin uzay araştırmaları, gizli bir cemiyet, Fuzuli’ nin şiirine işlediği şifreler, şifrelerin ele geçirilme çabaları, şiirin yazılı olduğu kitabın Bağdat’ tan başlayıp şehir şehir, elden ele gezmesi; onlarca farklı tarihi şahsiyete konuk olması vs. kitabın anlattığı şeyler arasında. Fakat kitabın ana teması divan şiirinde ve tasavvuf öğretisinde dillendirilen ‘‘aşk’’ kavramı ve bunun ne kadar güzel bir şey olduğu.

Kitap 415 sayfa. İskender Pala’ nın ilk romanı sanırım. Akıcı, okumanızı sekteye uğratmayan bir üslubu var. Güzel benzetmelerle dolu.

Yazar divan şiirindeki ve tasavvuf öğretisindeki ‘‘aşk’’ kavramını anlatmak veya güzellemek için bu romanı yazmış gibi duruyor.

Roman gereğinden fazla uzun. Bilgi vererek, açıklamalar yaparak, kişileri güzelleyerek ve onlarla ilgili açıklamalar yaparak romanı uzattıkça uzatmış. Sırf bu yüzden daha yüzüncü sayfaya gelmeden 3 kere okumayı bırakmayı düşündüm. Sırf sonunu merak ettiğim için devam ettim ki ben divan şiirini severim.

Kitap şu haliyle bize roman olarak pek ahım şahım bir kurgu ve hikaye vermiyor. Eğer gereksiz şeylerden arındırılıp ortalama 150 sayfalık bir hikaye olarak karşımıza çıksaydı ilginç bir hikaye okumuş olurduk fakat bu şekilde bir yerden sonra sizi sıkmaya başlayabilir.

Eğer divan şiirinden hoşlanıyorsanız, içinde bununla ilgili şeylerin olduğu bir roman okumak isterseniz okuyabilirsiniz.

Yazarın aldığım ve unuttuğum, rafta bir de Şah ve Sultan romanı var. Okusam mı okumasam mı diye düşünüyorum ve oyların %85’ ini alan Daha Sonra Okuruz partisi kazanıyor. Başka romanlara gittim dönücem. :slight_smile:

12 Beğeni

Kitabı dinlemeye çalışıyorum birkaç aydır😂. Şah ve Sultan çok daha akıcıydı okumanızı tavsiye ederim ben.

1 Beğeni

image
Lev Nikolayeviç Tolstoy - Savaş ve Barış

Savaş ve Barış, Tolstoy’dan okuduğum 7. kitap oldu. Bu kitap aynı zamanda okuduğum en uzun kitap oldu.

Kitapta, Napolyon Savaşları sırasında Rusya’nın durumu ve Rus Sosyetesi’nin içinde bulunduğu durum anlatılmaktadır. Kitabı okumadan önce çok fazla tarih bilgisine sahip olmaya gerek yok, Fransız Devrimi ve Napolyon’la ilgili temel şeyler bilinse yeter. Kitapta tarihi kısımlar fazlasıyla anlatılmaktadır.

Kitap, tarih kitabı ile roman karışımı bir eser. Kitabın ilk cildi roman olmaya daha yakınken, ikinci cildi tarih kitabı olmaya daha yakındır. İlk cildi çok beğendim, karakterlerin ayakları yere basıyor ve edebi olarak da diğer cilde göre daha başarılı buldum. İkinci ciltte yazar tarihi bilgilere ve kendi yorumlarına fazlasıyla yer vermiştir, bu ciltte karakterlerin kitaba pek bir katkısı bulunmuyor, karakterler oradan oraya savruluyorlar sadece. Bu nedenlerden dolayı ikinci cildi pek beğenmedim.

Kitapta en sevdiğim karakterler Prens Andrey Bolkonski, Yaşlı Prens Bolkonski, Boris Drubetskoy ve Denisov oldu. Diğer karakterleri ya itici buldum ya da yüzeysel buldum.

Büyük bir Tolstoy hayranıysanız kitabı okuyarak Tolstoy’u daha yakından tanıyabilirsiniz, ama Tolstoy’a o kadar da hayran değilseniz okumanızı pek tavsiye etmem. Bunun yerine bir Napolyon biyografi kitabı okumanız size daha çok fayda sağlar.

18 Beğeni

UZAYA HAÇLI SEFERİ

KONUSU

1345 yılında Sir Roger, Fransa’ya karşı savaşta olan Kral 3. Edward’a katılmak üzere bir ordu toplarken, inanılmaz bir şey olur; Kocaman gümüş bir gemi gökten iner ve Ansby köyü yakınlarındaki otlağa konar. Wersgorlar için sıradan bir gezegen fethidir. Taktikleri şimdiye kadar hiç başarısız olmamıştır. Gökten inen geminin kocaman cüssesini gören ilkeller korkuya kapılıp kısa sürede kontrol altına girerdi hep.
Fakat onların taktikleri Sir Roger’a sökmez. Uzaylılar saldırdığında, bu gözüpek asilzade, ordusunu cesurca geminin içine sürer. Göğüs göğüse kanlı çarpışmalardan sonra geriye bir tek uzaylı sağ kalır. Sir Roger’in niyeti gemiyi havalandırarak, önce Fransa’da krallarına yardıma gitmek, ardından Kutsal Topraklar’da kafirleri mağlup etmektir. Ne var ki hain uzaylı, geminin rotasını, daha önceden fethettikleri bir gezegene kilitler. Sir Roger ve haçlıları, görebilecekleri en tuhaf kafirlerin karşısında savaşırken bulurlar kendilerini.

DÜŞÜNCELERİM

Kitabın ismi konusunu yeterince açıklıyor. Bir grup haçlının kendilerini bir uzay imparatorluğunda bulduktan sonra hayatta kalmaya ve Dünya’ya dönmeye çalışmasını anlatıyor. Hikayeyi bu haçlılara eşlik eden bir rahibin anlatımıyla takip ediyoruz.

Sir Roger’ın uzaylılara yaptığı blöfler ve adamlarının moralini yüksek tutmak için uydurduklarına çok güldüm. Rahip Parvus’un gördüğü olağanüstülükleri diniyle barıştırma çabaları da oldukça ilginçti.

En etkilendiğim kısım ise bir ortaçağ rahibinin gözünden anlatımını ne kadar otantik yaptığı oldu. Örneğin uzay savaşında St. George’un hayaletinin belirip düşman gemilerini kestiğini iddia etmesi, Antik Çağ yazarlarından okuduğum biyografileri anımsattı.

Biraz tahmin edilebilir olsa da gayet eğlenceli bir kitaptı.

21 Beğeni

image

Şeytan Ayrıntıda Gizlidir - Ahmet Ümit

Kısa kısa 18 hikayeden oluşan bu kitabı daha okumadan sevmeyeceğimi tahmin ediyordum (kısa hikaye kitaplarına alerjim var) ama yine de Başkomser hatırına denemek istedim. Maalesef Başkomser bile kurtaramamış. Gazetelerin 3. sayfalarındaki cinayet haberlerinden hallice hikayelerin hiçbirisi hiçbir şey ifade etmedi benim için. Aynısını Ah Mercimeğim kitabında da hissetmiştim. Bir daha hayatım boyunca hikaye kitabı okumayacağım sanırım.

Hikaye kitaplarını sevmediğim için not vermeyeceğim. Ancak şunu da eklemek istiyorum, hikayeleri sevmesem de dizisini izlediğimde (henüz izlemedim) seveceğime inancım tam.

10 Beğeni

Yine bir Stephen King ile karşınızdayım. Kısa bir kitap olan “Colorado Kid” kitabını bitirdim. Hikaye King’in korku, gerilim, gizem gibi işlediği konulardan çok farklı. Aslında polisiye diyeceğim ama yoğunluklu gizem içeren bir polisiye demek istiyorum. İlk defa okudum King’den böyle bir şey. Güzel bir hikaye aslında. Kitabın sonsözünde King, “bu hikayeyi ya çok sevecek ya da nefret edeceksiniz” diyor ama ben o kadar uçlarda değilim. Kesinlikle kötü değil ama öyle çok çok iyi bir hikaye de değil bence. Kitapta iki usta gazetecinin yanlarında çalışan stajyer kıza bir çözülememiş bir hikaye anlatmasıyla başlıyor. Sahilde bulunan kimliği belirsiz bir adamın hikayesi. Ben beğendim kitabı ve ilginç buldum. Ben gibi King sevenler beğenecektir ama daha önce King okumadıysanız bu kitaptan başlamanızı tavsiye etmem.

Bu arada hiç alakası olmasa da zamanında ilgimi çekip araştırdığım bir “Tamam Shud” vakası vardı ona benzettim hikayeyi. Somerton adamı denilen bu gizemde de sahilde kimsenin tanımadığı bir adamın gizemi araştırılıyordu. Kitap boyunca hep onunla bir bağlantı kurdum ama tabi ki aynı olay değil.

Diğer bir kitap ise tez araştırması için okuduğum Ekrem Sevil’e ait olan “Platon’un Tanrı Anlayışı” kitabı oldu. Bu kitap öyle okuyayım da geçeyim tarzı bir kitap değil. İlgisi ve merakı olanın okuması gereken bir kitap. Açıklayıcı bir tarzda yazılmış fakat bir araştırma kitabı için bile olsa çok tekrara düştüğü, aynı şeyleri, hatta aynı kelimeleri tekrar ettiği için biraz sıkıldım okurken. Planton’un Tanrı hakkındaki görüşleri sınırlı şekilde aktarılacağı için yazar konuyu genişletip açıklamak yerine bir önceki bölümde değindiğine tekrar değinerek kitabı uzatmaya çalışmış denilebilir. Dediğim gibi eğer konuyla ilgili bir araştırma yapacaksanız ya da merakınız var ve öğrenmek istiyorsanız açıklayıcı güzel bir kitap.

12 Beğeni

Houston, Houston Duyuyor Musun?

Feminist ütopya değil, distopya. Erkeksiz kadınların fazla bir ilerleme gösteremediğini ve dünyanın ne kadar durağan olduğunu gösteren güzel bir kitap.

10 Beğeni

Kitap, başlığındaki "edebiyat"ın hakkını veremiyor. Postmodern edebiyata dair bir çok bilgi edineceğimi sandım, kitaplardan yazarlardan onlarca örnek okuyacağımı düşündüm ama birkaç isim zikredildi o kadar. Bu açıdan beklediğimi bulamadım ama tanımları/tarifleri zihnimde bir sis gibi dolanan modernizm ve postmodernizmin farkına dair çok doyurucu bir metin okudum, bu da beni çok tatmin etti.

Postmodernizm ve inancın yeniden doğuşuna dair kısımları okurken acaba yazar kendi ideolojisini mi dayatıyor diye düşündüm ama sonraki sayfalarda böyle olmadığını gördüm.

Hasılı, anlaşılması zor kavramları iyi örnekler ve uygun tekrarlarla anlatan, sizi başka metinlere sevkeden ve böylece, kısa olmasına rağmen, genişleyen bir eser.

7 Beğeni
  • M U A Z Z A M
    (Sefiller) Karakterler, mekanlar, olaylar her şey o kadar iyi kurgulanmıştı ki… Ayrıca sadece kurgu eser olarak bakmak bana göre yanlış çünkü bu kitap birçok konuda bilgi verebilecek tarih kitabı gibi.

(Daha önce oldukça fazla gördüğüm bir şey vardı. Yazım yanlışlarının oldukça fazla olduğu söyleniyordu ama ben hiç denk gelmedim. Özellikle sırf bu yorumlar var diye her sözcüğü daha dikkatli okudum diyebilirim ancak hayır bir sorun yoktu. Belki de ben kaçırmışımdır kesin konuşmuş olmayayım.)

12 Beğeni

Hep merak etmişimdir o renklo stickerlar neden kullanılır diye :blush:

1 Beğeni