Ben kitap içinde cümle altı çizmeyi, cümleyi fosforlu kalem ile çizmeyi vs. sevmiyorum. Kitaba hasar veriyormuşum gibi geliyor öyle. Ama post-it kullanınca neredeyse hiçbir şey olmuyor, sadece birkaç kere yapıştırıp kaldırırsan yapışkanı hafif iz bırakıyor o kadar. O yüzden beğendiğim cümleleri, paragrafları falan post-it ile işaretliyorum. (Tabii 30’lu Big Point Film Index parasına 4 5 tane kitap alırdım o ayrı mesele.)
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni - Friedrich Engels (Çeviri: Mustafa Tüzel)
Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde Engels, kökleri antropolog Lewis Morgan’ın Kuzey Amerika yerlilerinden olan İrokua soyu üzerine yaptığı araştırmalara dayanan kadim bir metin ağacı yaratıyor. Engels temelde Morgan’ın etnografik analizlerini, alandaki diğer çağdaş çalışma ve fikirlerle harmanlayarak insanın gelişiminin üç ana evresini (yabanıllık, barbarlık ve uygarlık) üç temel evlilik biçimi (grup evliliği, çiftlenme evliliği ve tekeşlilik) ile eşleştirerek okurunu dünya tarihinde soydan aileye, kabileden devlete ve nihayetinde anaerkillikten ataerkilliğe uzanan derinlikli olduğu kadar keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. Bu destansı yolculukta Engels, okuruna Kuzey Amerika’dan Eski Yunan’a, Roma’dan Eski Avrupa’ya uzanan geniş ve dolambaçlı yollarda bilgiç bir candanlık ve asık suratlı olmayan bir bilimsellikle rehberlik ediyor. Nihayetinde siyasal bir motivasyonla yola çıkan ve kaynağını antropolojiden alan bir metni, amatör ruhlu okuruna anlaşılır ve beklentilerin çok ötesinde keyifli hale getirerek kaleminin maharetini konuşturan Engels aynı zamanda derinlikli bir feminist metni de tarih sayfasına gururla iliştiriyor. Sivri dilini ikiyüzlüklerden esirgemeden ve dikbaşlı mizahını ihmal etmeden soygeliminin kadından çıkışı, mülkiyet ve miras çatışmaları ile analık hukukunun yıkılışı, ikili alanlar teorisinin kökenleri ve kadın emeğinin evrimini hayranlık uyandıran bir akışta bir araya getiren bu metinde okuru; Aiskhylos’un Orestes’inden Tacitus’un Germania’sına uzanan çeşitlilikte yan okumalar, etimolojik analizlerden bilimsel aymazlıklara uzanan alansal patikalardan doğan bir spektral bir kendinden geçiş sarıp sarmalıyor. Engels, son tahlilde bir araştırmalar açıklaması olan metni zamana meydan okuyan bir kurgu dışı harikalar diyarına dönüştürürken okuruna da bu eşine az rastlanır sağanakla sulanan metin ağacının kıpkırmızı meyvelerini iştahla yemek düşüyor.
Sizin yazınızı okurken ben de bunu hissettim. Okuduğu kitaba dair yorumunu, noktayı virgülü bilmeden, asgari özeni göstermeden yazanlar için bir ders niteliğinde yorumunuz.
Beni kitaba dair heyecanlandıran bu güzel yorum için teşekkür ederim.
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens
Yuval Noah Harari
Kitabı uzun süredir okumak istiyordum. Fakat araştırma ve tarih kitabı olduğu için mesafeliydim. Geçtiğimiz ay kitabı aldım ve bu ay okudum.
Kitabı beklentimi karşıladı.Kitapta yazan bazı yerleri ayrıca kendim araştırdım. Bazı bölümleri ise okurken sıkıldım. Yazarın diğer kitapları da listemde. Onları da alıp okumayı düşünüyorum fakat yakın zamanda değil.
Çok sağolun, kalpten teşekkürler. Sizin gibi değer veren
bir okur-dostun yorumu en kıymetli motivasyon gerçekten.
Alain - Mutlu Olma Sanatı bitti.
‘‘Çağdaş Fransa’ nın sayılı filozoflarından olduğu kadar, üslup sahibi başlıca edebiyatçılardan biri olan Alain, tahlilci bir zekaya sahip, üstün bir düşünürdür. Kısa notlar içinde her gün aklımıza gelen sorulara yanıtlar hazırlayan ve her zaman doğruyu bulmakta isabet gösteren Alain’ in bu kitabı, yaşamınızda güçlü etkileri olacak kadar derin ve yeni görüşlerle doludur. Bu kitap size, mutlu olmak için talih ve kaderden daha başka yollar da olduğunu, kaderimizi değiştirmek için elimizden bir şeyler gelebileceğini gösterecektir. ‘’ diyor arka kapak yazısında.
Bahar temizliği sonrası gün yüzüne çıkan kitaplarımdan bir tanesi. Aldığım tarih belli değil ama bendeki Varlık Yayınları 2004 basımı. Bir kaç saat içinde okunup bitirilebilecek, bir nevi kişisel gelişim kitabı gibi. Pek çok günlük konuyla ilgili -mutlu olma ekseninde- öneriler, fikirler sunan güzel bir kitap. Bendeki basımda her konu başlığı hakkında bir buçuk sayfa okuyorsunuz(kısa notlar şeklinde).
Konu başlıklarına göz atarsak karşımıza mutlu olma sanatı, mutlu olma görevi, korku bir hastalıktır, irade gücü, kader, gönül almak, küçük sebepler vb. konular çıkıyor. Genel anlamda bakılırsa mutluluğun çaba gerektirdiği, mutlu olanların çabalayan insanlar olduğu ya da mutlu olanların şöyle şöyle kişiler olduğu vesaire. anlatımlar var.
Hoş bir düşünce kitabı ama biraz sıkılmadım dersem yalan olur. Neyse ki konulara aşırı felsefi terimsel ve uzun sayfalarca girmemiş de rahatça okuduk.
Mark Lawrence 'ın “Dikenlikler Prensi” bitti.
Kitap okunuş bakımından fazla betimleme olmadığı için akıcı ve dialoglarda sansürlenmeden direk küfür kıyamet gittiği için “doğal” bir ortam oluşturmuş.
Hikaye olarak çok klasik bir intikam hikayesi. Bu sebeple kitaba kendimi vermekte zorlandım, hatta agzımdan “yine mi?” çıktı diyebilirim. Bana kitaba devam etmemi biraz olsun sağlayan şey ana karakterin psikopat ve ahlak yoksunu olması ki farkındalığı birtek burda sağlamış bu kitap. O kadar ki evlat olsa eldivenle seversin. Burada olumsuz olan nokta, karakterin 14 yaşında (flashbacklerde 9 ) olması ve ne hikmetse iki durumda da kendinden yaşça büyüklere hayat dersi, akıl ve yol göstermesi, posta koyması. Fizikçe gelişmişleri iki hareketle yere sermesi. Hepsinin üstüne herkes “abi büyüğümsün affet” tadında takılması ve sonuç itibari ile tüm kapıların sonuna kadar açılması. Bu noktada bu arkadaşı yazar yaş olarak ya daha büyük yada yaşadıklarını daha derinlikli anlatabilseydi bizde "hayatın sillesini yemiş " diye düşünür, “abi büyüğümsün” derdik. 10 yaşında nietzsche’den alıntı yapmasını çok oturtamadım ben kitaba.
Dialoglarda hep tek düze. Arkadaş her taniştığı kişi için iç ses olarak “şunu bi öldürsem mi acep” diye düşünmesinden gına gelmişti artık.
Yazarın worldbuild olayında da bir kafa karışıklığı olduğunu oldukça hissettim. Okumaya başlarken haritayada bakıp ortaçag temalı kurgu bir dünya havasıyla başladım. Ancak okudukça gerçek dünya ortaçağ dönemi gibi bir anlatı başladı. (Papa, hristiyanlık, meşhur filozoflar) Kafa olarak nerdeyiz sorusunu ve kafamda kitabın “worldbuild” temasını oturtmakta zorlandim.
Sonuç itibari ile 10/4 verebileceğim bir kitap heleki bu fiyatlara denemeye bile deymez diyebilir.
Siradaki kitabim ;
Yazarın worldbuild olayında da bir kafa karışıklığı olduğunu oldukça hissettim. Okumaya başlarken haritayada bakıp ortaçag temalı kurgu bir dünya havasıyla başladım. Ancak okudukça gerçek dünya ortaçağ dönemi gibi bir anlatı başladı. (Papa, hristiyanlık, meşhur filozoflar) Kafa olarak nerdeyiz sorusunu ve kafamda kitabın “worldbuild” temasını oturtmakta zorlandim.
Hikaye bizim dünyamızda geçiyor ama felaket sonrası bir gelecekte. Eskinin teknolojisi hala etrafta var ama insanlar ne olduğunu bilmiyor, Builders(nasıl çevirdiler bilmiyorum) diye farklı bir ırkın kalıntıları olduğunu sanıyorlar. Örneğin bu kitapta Jorg bir nükleer bomba kullanıldı.
Su yazdiklarınızı ben bu kitapta okumadım desem yalan olmaz. mesela,hangi felaket? hangi eski teknoloji? hangi nükleer bomba? tüfeğin bike olmadığı dünyada nükleer bombamı? ben farklı kitabı okuduğumu hissettim şuan.
Bin Güneş Günü(adı tam bu olmayabilir) diye bir felaketten bahsediyor, global bir nükleer savaş o. Medeniyet yok olmuş, hayatta kalan insanlar ilkel teknoloji seviyesinden yeniden başlamış, tekrar ortaçağa gelmiş. Felaket sonrasında da doğanın dengesi bozulmuş, büyü açığa çıkmış.
Nükleer bombayı da Gelleth’i yok etmek için kullanıyor. Şehrin altındaki eskiden kalma bir sığınakta buluyor. Oradaki ruhla, yani tesisteki yapay zekayla, konuşup bombayı aktive ediyor.
Nükleer bombanın öncesinde de ipuçları var. Mesela Tall Castle’ın duvarlarını tarifini okuyunca binanın betondan yapıldığını görüyorsun.
Devam kitaplarında böyle daha da çok detay var.
Bu konuda @M3rett0 ye teşekkur ediyorum sayesinde elimdeki kitabın eksik olduğunu farkettim. Kitabı tekrar tam olarak edinip bitireceğim.
Stanislaw Lem - Yenilmez
Konusu
Bir uzay kruvazörü olan Yenilmez gemisi önemli bir görev için Regis III gezegenine gider. Görevi, gezegene daha önce gelmiş olan ve bilinmeyen bir sebepten dolayı ortadan kaybolmuş kardeş gemi Kondor’u bulmak ve ona ne olduğunu anlamaktır. Kitap bu görev ile başlayıp gezegendeki diğer gizemlerin anlamlandırılmaya çalışılması üzerine devam ediyor.
Deneyim ve Düşüncelerim
Öncelikle kitap aşırı sürükleyiciydi. Lakin kitabın ilk 50 sayfası okuması ve anlaması zor bilimsel betimlemeler ve bilimsel aygıtlarla doluydu. Bir noktadan sonra anlamını bilmediğiniz her bilimsel ögeye ‘‘zımbırtı’’ ‘‘zamazingo’’ ‘‘zerzavat’’ diyerek okumaya devam etmenizi tavsiye ederim .
Şaka bir yana okumayı zorlaştıran bir sürü ögeye ve betimlemeye rağmen baştan sona merak ederek okuduğum bir kitap oldu. Kitabın daha en başında hissettiğim gizem kitap boyu devam etti.
Kendimce teori ürettiğim, anlamaya çalıştığım bölümler oldu. Bu bölümlerin arkasındaki gizemi öğrenince yazarın hayal gücüne hayran kaldım. Kitabın yazıldığı yılı da göz önünde bulundurursak, kitabın gerçekten de muazzam bir hayal gücünün ürünü olduğuna emin olabilirsiniz.
Çok fazla şey söyleyip okuma zevkinizi bölmek istemiyorum. Kitabı okuyup bu sürükleyici ve gizemli dünyayı kendiniz keşfedin. Kitabı her bilimkurgu okuruna tavsiye ederim.
Dostoyevski - Beyaz Geceler
Dostoyevski’nin güzel bir öykü kitabı. İçinde beş adet güzel öykü var. Bunlardan en ünlüsü kuşkusuz kitaba da ismini veren Beyaz Geceler.
Bugüne kadar artık çok klişeleşmiş konusu olsa da dönemi için şu ankinden daha orijinal olabilir konusu.
Karakterimiz hayalperest, Nastenka ismindeki bir kadınla karşılaşır sokakta. Ertesi gün için kadınla bir buluşma ayarlamayı başarır. Kadına hayallerini, pesimistliğini döker ve onun da hikayesini dinler. Kadına evlenme sözü vermiş olan adam tam bir yıl önce Petersburg’tan ayrılıp Moskova’ya gitmiş ve döndüğünde evleneceklerinin sözünü vermiştir. İşte biz tam olarak da o adamın dönmeye söz verdiği ve gelmediği geceden sonraki 3 geceyi okuyoruz. Beyaz geceler bunlar. Öykünün sonu üzücü bitiyor. Ama spoiler vermeyeceğim. Karakterler açısından oldukça sağlam olan ve herhangi bir Dostoyevski yapıtı gibi sağlam psikolojik tahlilleri olan bir eser. Kimi rivayetlere göre bu öyküdeki olaylar doğrudan Dostoyevski’nin başına gelmiş.
Girişindeki Turgenyev alıntısı da, bence tüm öyküyü özetliyor:
“…yoksa o, bir anlık da olsa, senin kalbine yakın olmak için mi yaratıldı?”
Diğer öykülere de şöyle bir değineyim isterim. Başkasının Karısı ve Yatağın Altındaki Koca öyküsü oldukça komikti kabul edeyim. Absürt bir mizahı var. Biraz karışık hissettiriyor ama ben hem tiyatro hem de öykü olarak karışık şeyler okumaya alıştım. Kahkahayla güldürmez ama tüm öykü boyunca tebessüm edersiniz. Tamamen bir karışıklıktan ibaret olduğunu düşündüğünüz bu öykünün sonunda aslında hiçbir karışıklık olmadığını anlıyorsunuz. Kıskançlık çok güzel işlenmiş.
Noel Ağacı ve Nikah öyküsü kısaydı ve sonu belli edilerek yazılmıştı. Olaylar değil de karakterler etkiliyiciydi. Bir Noel gecesi başlıyor ve son kısımda onlarca yıl sonrasına gidiyoruz.
Haysiyetli Hırsız öyküsü başta komik olacağını zannettiğim fakat sonra üzücü bir hal alan öyküydü. Talihsiz bir ayyaşın, yaptığı hırsızlığı içine yedirememesi ve ölürken bile haysiyetini korumaya çalışması temel olay. Karakterler de oldukça yeterliydi.
Yufka Yürekli benim en sevdiğim öykü oldu. İki yakın dosttan birinin evlenmeye karar vermesi ile başlıyor öykü. Fakat geciktirdiği önemli bir görevi var. İşte bu iki dostun bu görevle uğraşmasına tanık oluyoruz. Spoiler vermemek için devam etmeyeceğim ama oldukça üzücü bitiyor sonu.
Genel olarak oldukça beğendim ben bu öykü kitabını. Dostoyevski okumaya devam elbette.
8/10
Çehov - Üç Kız Kardeş
Güzel bir Çehov oyunu. Bir olay varmış gibi hissediyorsunuz. Ama hiçbir olay da yok gibi. Sembolizm var hissediyorum ama Çehov bunu da çok güzel gizlemiş. Anlatım olarak akıcı olsa da ben bölük pörçük okudum gibi biraz. Sonunu merak ettiren bir eser değildi. Sadece aralarda zaman kavramı üzerine atılan tiratlar hoşuma gittiği için okumaya devam ettim.
Kötü değildi, Çehov ne kadar kötü olabilir ki zaten? Ama efsane de değildi. Özellikle okuduğum diğer Çehov eserlerine baka.
Özellikle alınması gerek olduğunu düşünmüyorum ama elinize geçerse kafa dağıtmak için okuyabilirsiniz.
7/10
Robert Bloch - Sapık
Karanlık Kitaplık dizisinden okuduğum ilk kitap Sapık oldu.
Psikolojik gerilim türünde yazılmış ve sonrasında beyazperdeye de uyarlanan çoğumuzun bildiği aynı isimli Psycho filmine konu olan kitap.
Kitabımızın baş kahramanı bana kalırsa Bates Motel. Moteli işleten Norman Bates annesi ile sorunları olan, kimlik bunalımı içerisinde kendini bulmaya çalışan biri; hırsızlık yapmış ve yakalanmamak için sığınacak bir yer arayan Mary Crane’in otellerine sığınması ile karakterlerimiz toplanıyor esas hikayemiz başlıyor.
Beni kitap ile ilgili en çok etkileyen durum yazarın psikolojik yaklaşımlarındaki başarısı idi. Çoklu kişilik bölünmesi kurguda çok güzel işlenmişti
Kitapta annesi ile Norman’ın sohbetlerindeki gerilimden bu işte bir tuhaflık var hissini alıyoruz ve yazar başarılı bir şekilde Oedipus kompleksi bahsini geçiriyor ve bu durum anlam kazanıyor. Bunu çok başarılı yerleştirdiğini düşünüyorum
Kitabı soluksuz okurken gayet keyifli bir polisiye hikaye okurken yazar sonda çok başarılı bir ters köşe yapıyor okuyucuya.
Ebeveyn - Çocuk - Yetişkin üçlüsünü psikolojiye ilgi duyuyorsanız duymuşsunuzdur.
Transaksiyonel Analiz yaklaşımına göre kişi kendi içerisinde bu üç benliği bir arada barındırır ve biz de bu benlikler arasında geçişler yaparız. Bunu Norman Bates üzerinde öyle güzel kullanmış ki yazara hayran kalmamak elde değil, üstelik bu noktaya nasıl geldiği de çok güzel verilmişti.
Finalde bu psikoz durumunun anlatıldığı bölümleri çok beğendim.
Düşüncelerimi ne kadar iyi ifade edebildim bilmiyorum ama psikolojik unsurlarıyla, gerilim ve merak duygusunu en uçta yaşatan bence harika bir metindi. Çevirisi de bana kalırsa çok başarılıydı diye eklemek isterim.
Yakın zamanda muhakkak Alfred Hitchcock tarafından uyarlanan o meşhur filmini de izleyeceğim.
Herkese keyifli okumalar diliyorum .
İlk başlarda saçma geliyor ama yazar devam kitaplarında bunu mantığa oturtuyor. Devamı kısmen spoiler içeriyor. İlk olarak Jorg’a ilk kurtardığı haydut Nuban sahip çıkıyor, sonra (burayı son kitapta anlatıyor) Jorg öyle insanlık dışı hareketler sergiliyor ki diğer haydutlar bile “Abi manyak bu, dokunmayalım buna.” diyip çok ilişmiyorlar. En son da Makin babasını bırakıp Jorg’a biat edince hem arkasında iki tane güçlü ve saygın savaşçı olmuş oluyor hem de Makin’in nüfuzunu kullanabiliyor.
Road Brothers kitabında bununla ilgili bir öykü var. Jorg bir dümen çevirip büyük bir kasabayı ele geçiriyor, ondan sonra diğerleri liderliğine güvenmeye başlıyor.
Yanlış anlamayın bende bu mantığa karşıyım. Ben yukarıda saydığım detayların üzerine birde kitap fiyatlarındaki (hele ki pegasus) bu artışlar yüzünden, birinci kitabı geçemedikten sonra diğer kitaplarda açıklaması çok anlam taşımıyor benim için. Hayat kısa daha okunacak çok kitap var
Teşekkurler yorumumuz için.
Tortu, Selçuk Baran Hanımdan okuduğum, onun düşüncelerinden kalemine aktardığı cümleleri tanıdığım ilk kitabı. O nedendir ki bende en çok yer eden kitabı. Başlıklar halinde ilerleyen bir öyküdür ve ilk başlığı '‘Ablam’'dır.
Tortu, annesi ve babasını kaybeden baş karakterimiz Halim’in yaşadığı hayatı anlatır aslında bize onun çevresinde gelişen karakterler ile. Annesinin kaybından sonra ablasına düşkünlüğü artar Halim’in. Kitap ablasının evliliğiyle başlar ve Halim’in işe başlaması ile devam eder. İşe yanında başladığı Arif Hikmet Bey ahlak düşkünü ve aile yapısını çok önemli bulan bir karakter. Öykü boyunca otoriteyi, disiplini ve çalışkanlığı temsil ediyor. Ailesi ve Halim’in ailesi arasında olan farklılıklar öykü boyunca belirgindi.
Öykü Tortu başlığı ile biter ki benim en sevdiğim kısımlardan biridir. Karakter gelişimlerini oldukça sevdim. Dönemini çok iyi anlatır öykü en çok da kadınları. Örf, adet ve ahlak olarak bahsettiğimiz damgalanmış tabularla da karşılaşırız çokça; kadınlara olan davranış şekli ve baskı. Kırmızı gül bile dikmeye gönlü yoktur o kasabada yaşayan kadınların. Öykünün ilerleyen kısımlarında bu detayla ilgili bir gelişme var ki en duygulandığım kısımlardan biri. Kısa bir öykü olmasına rağmen akıcı ve bir o kadar da kendini hissettiriyor. Çok severek okudum, içime işleyen çok kısmı oldu. Bitirdikten sonra uzunca bir süre etkisini hissettim.
Eski sevgilerimizden kalan tortularla seviyoruz.
Elimden geldiği şekilde anlatmak ve bahsetmek istedim. Derinliğini sizler keşfediniz. Selçuk Hanımın kalemini tanıyın isterim. Tortu başlangıcınız olabilir.
Son bir alıntı paylaşmak istiyorum:
‘‘İşte… Kırmızı gül bile yetişmeyen, kadınları oya işlemek istemeyen bir kasabada oturuyorduk. Bazı bahçelerde hemencecik geçen pembe güller olurdu. Güzel kokarlardı ama koparıp su dolu bir bardağa koymaya gelmezdi; hemen yapraklarını dökerlerdi.’’ Okuduğunuz için teşekkürler
Benim açımdan tarihin ilgi çekici konularından sadece bir tanesi olan Germenler hakkında esaslıca düşündüğümde hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Hem bu eksikliğimi çok derin bir araştırma yerine yüzeysel bilgilerle gidermek hem de bugün o coğrafyayı daha iyi anlamlandırabilmek için bu kitabı okumayı seçtim. Henüz 62. sayfadayım, kitap hakkında diyebileceklerim ise lisans seviyesinde de iş görür bir kitaba benziyor; benim gibi Tarih bölümüyle alakasız bir bölüm okuyan bir insan içinse özel isimlere çok takılmadıkça size bir bakış sağlayacak yeterli bilginin olduğunu düşünüyorum.
Terry Pratchett - Fantastik Işık
Fantastik Işık’ı, Büyünün Rengi’nden daha başarılı buldum. Yazarın üslubunu, diğer kitabın aksine bu kitapta daha tutarlı buldum. Rincewind ve İkiçiçek karakterlerine derinlik katılmış, diğer kitapta bu karakterler fazlasıyla tek boyutlu ve hareketleri tahmin edillebilirdi. Rincewind çok ilginç bir karakter haline geldi, serinin bir sonraki kitabında nasıl bir yol çizeceğini merakla bekliyorum.