Sabahattin Ali’nin kitaplarındaki erkek karakterler neden hep çekip gidiyor?
Kitabı çok yanlış bir zamanda okudum bence çünkü sağlam bir psikoloji lazım bu tarz bir kitabı okumak için. Her yapılan haksızlığı kendime yapılmış gibi hissedip kitabı kapatmam ve geri alıp okumam arasında 10 sn fark oluyor… Yazar her zamanki gibi çok akıcı bir dille yazmış.Kitabı bitirdiğimde sanki devamı gelecek gibi bitirildiğini hissettim. Daha sonra bir yerde okudumki aslında yazar bu kitabı 3 cilt olarak basmak istemiş ama ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Füruzan - Gecenin Öteki Yüzü
Güzel bir eser, güzel bir öykü derlemesi. İlk defa Füruzan okudum, Parasız Yatılı’yı okumak fikri var aklımda ilerleyen süreçte.
Dört öykü var kitapta. İlk öykü olan “Kanı Unutma” bir köyde geçiyor ve oldukça hoş bence. Köyün ve erkeklerinin kaderiyle alakalı bir anlatıyı Durkadın isimli yaşlı bir teyzenin ağzından dinliyoruz. Tarihi kalıntılar için köye araştırmaya gelen bir çiftin sembolize ettiği şey de oldukça hoştu. Cumhuriyet ile gelen değişiminin reddi, tarihi eserlerin parçalarının köy gereci olarak kullanılması konularına da güzel değinilmiş. Aynı şekilde sünger toplamak için dalış yapan ve vurgun yiyen köy ahalisinin durumu da üzücüydü.
İkinci öykü “Çocuk” annesinden ve dünyadan ilgi görmeyi bekleyen, çevresini tanımaya çalışan bir çocuğun öyküsünü anlatıyor. Biraz sıkıcı denebilecek bir öyküydü. Yine de kitabın genelinde hakim olan çocuk temasını güzel yansıtmış bir öykü.
“Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Bir Kent” üçüncü öykü. Annesiz ve babasız çocukların İstanbul sokaklarında sığıntı bir hayat yaşayarak, sokaklarda yaşamayı öğrenmeye çalışmasını konu alıyor. Ana karakter olan Bünyamin’in dede olarak gördüğü inşaat bekçisi ölüyor ve Bünyamin de artık tam teşkilatlı bir sokak çocuğu oluyor.
Dördüncü ve kitaba ismini veren, aynı şekilde en uzun olan öykü ise “Gecenin Öteki Yüzü”. Sevdiği adam için mirasını reddeden bir kadının küçük kızıyla yılbaşı gecesi üst komşularına konuk olması öykünün temel konusu. Oldukça güzel bir öykü. Yaşama, memlekete, gençliğe, mala, akrabalara dair oldukça güzel şeyler barındırıyor.
Benim için iyi olan ama efsane olmayan bir kitaptı. Sadece Gecenin Öteki Yüzü öyküsü olsaydı daha yüksek bir puan alırdı.
7/10
Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar
Uzun zamandır merak ettiğim kitaplardan birisiydi Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Storytel’de dinleme fırsatım oldu. Önce seslendirmeye değinmek gerekirse, Murat Eken’i her zaman beğenmişimdir, bence süper bir iş çıkarıyor. Ancak bu kitapta cümleler arası bekleme süresi normalden daha uzun sürüyordu ve bu durum da her zaman olmuyordu. Dinleme motivasyonumu ciddi etkileyen bir şeydi bu.
Kitap daha önceki okuduğum Tanpınar kitabında (Mahur Beste) olduğu gibi orta başlayıp, sonra gazı yükseltip, sonra düşüşe geçti. Bunun da ana sebebi aynı şeyleri tekrar ediyor hissinin oluşmasıydı. Sonlara doğru “Devam etmesem de olur” düşüncesi hakim oldu. Belki dinlemek yerine okusam çok daha farklı olurdu ama şu an “Tanpınar bana göre değilmiş” düşüncesi hakim bende.
Elmas şakasından sonra olayların sarpa sarması bölümünde çok güldüm, onun hatırına kitaba puanım 7/10.
Polisiye yazarlar arasında Celil Oker de önerildiği için denemek istedim, kronolojik olarak başlamak da makul görünüyordu, o yüzden ilk kitabı Çıplak Ceset ile başladım. Yine Storytel’de dinledim, Emre Melemez sevdiğim seslendirmenlerden, bu kitabın altından da başarıyla kalkmış.
Polisiye kitabı zannediyordum ama THY’den kovulan eski bir pilot olan ve hayatını özel dedektiflik yaparak kazanan Remzi Ünal’ın hikayesi ile karşılaştım. Aslında polisiye olmaması güzel bir sürpriz oldu çünkü ben saf polisiye kitapları dinlerken sıkılıyorum, o kitapların okunması gerektiğini düşünüyorum. Kitap, Tarsus’ta yaşayan birinin, Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan yeğeninin kaybolması sebebiyle Özel Dedektif Remzi Ünal’ı tutmasını konu ediyor. Aslında girişten klasik bir kitapmış hissi verdi ama plot twist sonrası “Hadi be!” dediğimi hatırlıyorum (öyle ahım şahım bir twist olmasa da).
Bu arada belirtmeliyim ki Remzi Ünal ilginç bir karakter, farklı özellikleri var. Sigarayı ve kahveyi seviyor (ben ikisini de sevmem) ki kitabın yazıldığı dönemde her yerde fosur fosur sigara içiliyor (Polisite kitaplardaki bu sigara özendiriciliği şart mı acaba? Bir tanesi de sigara içene kızsın, içme şu zıkkımı diyerek eline vursun…). Aynı zamanda Aikido yapıyor ve mesleği gereği savunma sanatlarına yetkinliği var. D&D alignment chart’ta hangi gruba giriyor bilmiyorum ama sanki True Neutral gibi geldi bana. Kitapları okuyup onu daha yakından tanıdıkça fikirlerim de netleşecektir.
Kitabı süper heyecanlanmasam da baştan sona ilgiyle dinledim. Oker’in ilk kitabı olması sebebiyle ufak tefek pürüzler var ancak sonraki kitaplarından ümitliyim, o yüzden mutlaka devam edeceğim. Şimdilik Ümit gibi seveceğim bir yazar keşfetmenin mutluluğu içerisindeyim.
Ek: @pcd’nin başka bir kitabı için yaptığı incelemesinde bazı yorumlar okudum. Şöyle:
Bu kitapta da benzeri vardı ama ilk kitap olması sebebiyle normal sanırım. Demek ki kendisini veya okurları pek rahatsız etmemiş ki sonraki kitaplarda da devam etmiş.
Bu beni de rahatsız etti. “Sadri Alışık bıyıklı taksici” tasviri, Remzi Ünal taksiden inene kadar devam etti. En sonunda “Ya anladık tamam, Sadri Alışık bıyığı var taksicinin” diye söylenmiştim mesela.
Bu kitapta yoktu (ya da ben hatırlamıyorum) ama nefret ediyorum şu İstanbul güzellemelerinden, kusasım geliyor (belki de Ankara’da yaşadığım ve İstanbulluların Ankara’ya bakış açılarını bildiklerim için bir oto-refleks geliştirmiş olabilirim).
Martha Wells Tüm Sistemler Çöktü bitti.
Çok tad alamadığım bir kitaptı. Konu olarak çok extra birşey bulamadım belki ileriki kitapları daha umut verici olabilir ancak ben devam etmeyi düşünmüyorum.
Siradaki kitabım Kan Yemini olacaktı hatta biraz okudum ama aklım halen Grishaverse te kaldığı için tam konsantre olamadım bu yüzden ;
Uzaktan Kumandalı Kız BKK içerisindeki en beğendiğim kitaplardan birisiydi. Houston Houston Duyuyor Musun? da aynı şekilde en beğendiklerimden birisi olmayı başardı. Hatta bence bu kitap daha da iyi.
Oldukça çarpıcı ve katmanlı bir kitap, kitabı okuduktan sonra ister istemez kitapta anlatılanlar ve anlatılmayanlar (belki de daha fazla) üzerine düşünüyorsunuz. Kitabın etkileyici olmasının en önemli sebeplerinden birisi de yazarın bir çok konuyu açıklamaması yalnızca ima etmesi ve gerisini okurun hayal gücüne, yorumuna bırakmış olması.
Bence bu kitabı okuyanlar birbirinden çok farklı çıkarımlarda bulunmuş olabilirler. Kültür, eğitim, coğrafya, kadın erkek ilişkilerine dair görüşe göre birbirinden farklı çıkarımda bulunmak oldukça mümkün.
Kitap beni özellikle kadın erkek ilişkileri hakkında düşünmeye sevk etti. Dediğim gibi oldukça katmanlı bir anlatım var, alt okuma yapmayı sevenler bu kitabı çok beğenecektir. Yazarın anlatım üslubu bana Evangelion animesini ve Dune kitabını anımsatıyor.
Sadece iki kısa romanını okumama rağmen en beğendiğim yazarlar arasına girdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Mesela BKK serisindeki en beğenilen kitaplardan birisi olan 2001 : Bir Uzay Destanı benim en sevdiklerimden birisi değil. Hatta ileri gidip beğenmediklerimden birisi olduğunu da söyleyebilirim. Sebebi de basit, 2021 yılı için eskimiş bir hikaye gibi geldi bana ve keyif alamadım açıkcası. İnterstellar film olmasına rağmen çok daha iyiydi bence.
Gelgelelim Houston, Houston Duyuyor Musun? da 1976 yılında yazılmış 45 yıllık bir hikaye olmasına rağmen hiç eskimiş hissettirmiyor.
Umarım yazarın diğer kitaplarını da okuma şansı buluruz.
Okuduğum en iyi klasikler arasına en üstlerden girdi. Bu muhteşem klasiğin neden bu kadar sevildiğini okuduktan sonra iyice anladım. Dostoyevski bildiğimiz Dostoyevski yine. Oldukça başarılı bir kurgu içerisine, harika karakter yaratımı, psikolojik yansımalar ve felsefi arka plan. Bu defa yazar bize aralarda kendini gösteriyor, açıklamalar yapıyor, hatta olayların nasıl ilerleyeceğiyle alakalı ip ucu veriyor. Tabii tanrısal anlatımla devam ettiriyor kitabı. Yine rahatlıkla karakterlerle aramızda bağ kuruyor ve muhteşem cümleleriyle büyülemeyi, keyif vermeyi başarıyor.
Kitapta Dimitri, İvan ve Aleksey Karamazov kardeşlerin hikayesini; ön planda Aleksey’i alarak (aslında hepsi ana karakter, hatta Smerdyakov, Fyodor Pavloviç, Staretz Zosima vs de dahil) anlatıyor bize Dostoyevski. Dönemin armosferi ve Rus toplumunun yapısı da kitapta buram buram kokuyor. Dostoyevski, karakterleri her şeyden önce tek tek anlatıyor ki kitapta kimlerle karşılaşağız, iyice bilelim. Bu bölüm hem çok önemli, hem de çok başarılı. Uzun süredir bu kadar tanıdığım karakterlerle devam etmemiştim kitaba. İlk 400 sayfa (Staretz Zosima’nın hikayesinin sonuna kadar) biraz inişli çıkışlı ama sonrasında çok akıcı devam ediyor kitap. Aslında Zosima’nın hikayesinin kurguya katkısını da çok anlayamadım ama dönem ve kilise/manastır bakışıyla ilgili olması nedeniyle sanırım yazmış Dostoyevski bu bölümü. Yine de o bölümü de sevdim. İvan ve Şeytan’ın olduğu bölüm ise zirve noktasıydı. Resmen Nietzsche felsefesi benzeri bir felsefe var bu bölümde. Harikaydı gerçekten. Psikolojik anlatımı ise beni benden aldı diyebilirim. Bu arada İvan Karamazov karakterini, Huzur kitabındaki Suat karakterine çok benzettim, bunu da belirtmek istedim.
Üç kardeşimiz karakterleri itibariyle Dostoyevski’nin sürgün öncesi Rus kültürünü benimsemiş ve yansıtan bölümü (Mitya), sürgün dönemi ve karamsarlık zamanları (İvan) ve sürgün sonrası kendini bulduğu, dine yöneldiği dönemi (Alyuşa) temsil etmekte. Bu gerçekten harika yansıtılmış ve bunu yapabilecek tek yazar da Dostoyevski tabii (kişiliğinin bu kadar çeşitli ve çelişkili dönem içermesinden dolayı). Yani neresinden öveceğimi şaşırıyorum.
Sonuçta 1000 sayfalık bu muhteşem klasikten, detay vermeden bu kadar bahsedebilirim, tabii yetersiz bir irdeleme bu. Ama klasik okumayı seven, henüz okumamış ve gözü korkan herkese rahatlıkla tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalar dilerim.
Benden Virginia ve Kendine Ait Bir Oda hakkında konuşmamı istediğinizde gidip bir nehrin kıyısına oturdum ve bu sözcüklerin ne anlama geldiğini düşündüm. Evet evet, Oxbridge’ın oralardaki bir nehir, ki kendisi Oxford ve Cambridge’in Virginia’nın zihnindeki birleşik halidir, ki kendileri Kendine Ait Bir Oda 1929 yılında yazıldığında ancak ve ancak dokuz yıldır kadınları bünyelerinde kabul ediyorlardı - çimenlerine mi demeliydim? Tüm bunları Urgan’dan öğrendim, hani şu kendisine biz diye hitap eden İngiliz Edebiyatı profesörü, bereket versin ki onu çimenlerden kovan olmamış. Çimen evet, hem de en patriyarkalından, şöyle kallavi bir akademi çimeni hani şu sizi düşünmekten kurtaran, hani cehaletin sınırlarını gerileten cinsten beyefendiler. Sizi temin ederim tanırsınız onları, kurmaca olgulara bağlı kalmalıdır çünkü olgular ne kadar sahiyse kurmaca o kadar iyi olur diye bize belleten o beyefendiler. Ah yapmayın, hava kararmadan anlaşalım: Bu beyefendiler sayesinde dünyanın en çok tartışılan hayvanı kadınlardır. Öfkeliler çünkü güçlüler. Rebecca West’e rezil feminist derken bir yandan boy aynalarında kendilerini gizli bir gururla süzen o çok önemli adamlar. Rebecca West kim mi, hatırlatın da Askerin Dönüşü’nü bir ara konuşalım, şimdi konumuza geri dönelim. Ne diyorduk: Kendine ait bir oda ve beş yüz pound. Peki ne için, peki kim için? Şiirler için, kadınların kaleminden dökülme fırsatı bulamayan. Cadılar için, içlerine cin giren kadınlar ve şifacılar için: Hepsi aynı kapıya çıkıyor. Evet Virginia’nın Oxbridge’in kütüphanesine alınmadığı o kapı. Başlarına çalsınlar. Sanırım artık beni de rezil feminist olarak etiketleyebilirler. Varsın etiketlesinler - dünyanın tüm öfkeli feministleri birleşin! Kadın gibi yazmaktan korkmayan, romanı eğip büken, “savaşı konu edinen kitaplar önemli- salondaki kadınları konu edinenler önemsiz” diyen eleştirmenlere kulaklarını tıkayan tüm kalpler. Edebiyat herkese açık, bu konuda anlaşmıştık. Az kalsın unutuyorduk: Chloe’lar Olivia’lardan hoşlanabiliyor, ezelden beri. Kaçmayın! Ya da kaçın, biz o sırada Virginia ile queer teori tartışacağız, bu sefer kimse bizden o kaliteli şarabı esirgemeyecek. Judith Shakespeare yaşayacak!
Kapak Kızı. Bitirdiğim an yazıyorum onun hakkında. İçime ilmek ilmek işleyen, beni yerden yere vuran bu kitaba, BAYILDIM!
Ayfer Tunç ile daha yeni tanışıyorum ve bu tanışmadan oldukça memnunum.
Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi, Osman. Üç ayrı eser ve bir o kadar da birlikte. Bahsettiğim sıra ile okumaya devam edeceğim.
Kapak Kızı ne anlatıyor?
İstanbul’dan Ankara’ya seyahat eden bir tren. Karlı bir yol,birbirinden habersiz üç ana karakter ve hepsinin zihninden geçen tek bir kişi: Şebnem. Kapak Kızı Şebnem. Derginin kapağı olan çıplak bir şekilde fotoğrafları olan Şebnem.
Ersin,Bünyamin ve Selda. Onların aileleri ve Şebnem.
Bölüm bölüm hepsinin ailesini anlatıyor bize kitap, herkesin kırıldığı noktaları anlatılıyor ve hepsi ile ilişkili biri. Karakterleri tanıyoruz paragraf paragraf, 18 saate sığan bir düşünce karmaşası. Geriye dönüşler, anılar, karakterlerin içinde karakterler. İlk sayfasından son sayfasına kadar muazzam bir olay örgüsü muazzam bir roman. Bilinç akışı tekniği ustalıkla kullanılmıştı. Hayran kalarak okudum.
**
İki yüzlülüğü bize sertçe hatırlatıyor kitap. Ne kadar iki yüzlü olduğumuzu. İnsanların birilerini yargılamayı sevdiklerini ve bunu ne kadar kolayca yaptıklarını.Kendilerini bilmeden yorum yaparlar çünkü severler üstüne gidilmiş, kötü olarak damgalanmış birilerine birkaç darbe de kendileri vurmayı. Onun hakkında düşünmek bile bir zarardır çünkü.
Kitap hakkında içimde biriken oldukça düşünce var ama hepsini aktaramıyorum maalesef, sizler keşfediniz.
Yeşil Peri Gecesi ile devam edeceğim temin ettiğim zaman ki bu süre zarfını oldukça kısa tutmak istiyorum.
Şebnem’i anlayacağız bu sefer. Onu buna iten şeyleri okuyacağız,herkesin hakkında istediği gibi yorum yaptığı Şebnem’i dinleyeceğiz. Çoğuna göre ahlakını hiçe sayan Kapak Kızı’nı.
Kapak Kızı bu sene içinde okuduğum en iyi roman. Net bir şekilde.
10/10
Alıntı ile sonlandıracağım. Dağınık bir yazı olabilir, bunun için üzgünüm lakin dağınık yazdığım kadar dağıttı beni Ayfer Tunç. Okuduğunuz için teşekkürler
“İyi aile çocuğu olunca yanmadan öğreniyorsunuz ateşten uzak durmayı. Ama hiç değilse bir kere yanmak lazım.” Sayfa 251
Oker’den dinlediğim ikinci kitap olan Kramponlu Ceset, tekstil sektöründe yer alan ve 3. ligdeki iki futbol takımına sponsor olan rakip iki firmadan birisinin maçta şike olacağına dair bir ihbar almasını ve bunun üzerine Remzi Ünal’ı işe almasını konu ediyor. Sanırım Ünal polis olmadığı için önce sıradan bir olay için tutuluyor ama olayı araştırırken bir şekilde bir cinayet işleniyor. En azından ilk iki kitap bu tasarımdaydı, sonrakiler de bu şekildedir diye varsayıyorum.
Bu kitap kurgusal olarak öncekine göre daha uzun ve daha iyiydi, daha oturaklıydı. Ters köşelerini beğendim, belki de beklentisiz okuduğum içindir. İnsan ilişkilerini gerçek hayatta nasılsa öyle yansıtmış Oker, uçup kaçmamış, başarılı buldum.
Önceki kitabın yorumunda Remzi Ünal için ilginç bir adam demiştim, bu kitapta bu fikrim pekişti. Bakın Ünal kendisini nasıl tanımlıyor:
“Çalışma ilkelerimden bazılarını açıklayayım” dedim. “Bana herşeyi söylemediniz diye size kızmam, bu bir. Olsa olsa işim zorlaşır biraz, ben zaman kaybedersem siz de kaybedersiniz, ödeşiriz. İşimi yaparken öğrendiklerim vicdanımı ne sızlatır, ne harekete geçirir, bu iki. Yaptıklarınız ya da yapmadıklarınız sizin sorumluluğunuzdur, ne beni ilgilendirir ne üçüncü kişileri. Devlet dahil. Hafızam işime geldiği zamanlar hiç ama hiç güçlü değildir, bu üç.”
Tam bir True Neutral. Okuması gerçekten keyifli çünkü hangi şartta neyi seçeceğini kestirmek güç (ama bazı örüntüler oluşmaya başladı, özellikle kitap sonları ile ilgili). Ünal’ın geçmişine henüz pek tanıklık etmedik ve onu şimdiki Remzi Ünal yapan olayları çok merak ettiğimi itiraf edeyim.
Son olarak Oker’in kitap ismi seçimine değinmek istiyorum. Artık umursamazlıktan mı yoksa kolaya kaçmaktan mı bilmiyorum ama ilk 5 kitabının ismi şöyle:
Çıplak Ceset
Kramponlu Ceset
Bin Lotluk Ceset
Rol Çalan Ceset
Son Ceset
Neyse ki 5. kitaptan sonra bu tekdüzelikten vazgeçmiş. Kitaba notum 8/10.
Çıplak Ceset, Kramponlu Ceset vs. yabancı polisiye yazarlardan kopyalanmış bir isimlendirme yöntemi. Örneğin Nora Roberts’ın Mutlu Ölüm, Kör Ölüm, Büyülü Ölüm vs isimli kitapları vardır. Buna benzer daha başka örnekler de var.
DİSNEY KİTABI
Ara ara elime alıp birkaç sayfa okuduğum, resimlerine ve fotoğraflarına baktığım kitabı geçtiğimiz günlerde baştan sona okudum. Kitabı çevirir çevirmez karşımıza Brave (Cesur) filminin orijinal film karesi çıkıyor. Bence bu hediye çok güzel düşünülmüş. Ben çok sevdim. Kitapta 1920 ve 2011 yılları arasında Disney’de olan önemli olayları görüyoruz. Filmlerin nasıl yapıldığını, Disney Stüdyoları’nı ve Disneyland Eğlence Parkları’nı çok güzel anlatmışlar. Walt Disney’in ilk yıllarda yaptıklarını ve Mickey Mouse ve Donald Duck’ın ilk çizimlerini görmek çok güzeldi. Ayrıca koleksiyon eşyalarının olduğu bölümleri çok sevdim.
Disney’in sihirli dünyası elimin altında olduğu için mutluyum.
Bu notu düşmeseniz de daha ilk satırdan belli oluyor kitabın biçimiyle eş bir inceleme yazdığınız.
Bayılıyorum bir incelemenin/yorumun biçimiyle de kitabı işaret etmesine. Böyle yazmak herkesin harcı değil ama yazarın üslubunu özümsemiş ve yazma becerisi yüksek okurların elinden çıkınca tadından yenmiyor.
Her incelemenizi kitabı açıyor, kitaba heveslendiriyor. Bununla birlikte incelemeleriniz kitaplardan bağımsız, tek başlarına edebi ürünler olarak zevkle okunabiliyor.
Okuyanı böylesine önemseyen, emek verilmiş bu güzel yorumlar/incelemeler için çok teşekkür ederim.
Böyle bir not düşmekte kararsız kaldım önce. Ama Forum’un geniş yaş-ilgi-tür aralığı nedeniyle yazmaya karar verdim o alt başlığı. Çok içime sinmedi, kendi sayfamda da o başlığı yazmamıştım ama burası için, Kendine Ait Bir Oda, belki bambaşka kişilerle buluşur umuduyla içimden yazmak geldi.
Dünyanın dört bir yanındaki gökbilimciler, güneş sistemi dışından gelen bir kuyruklu yıldızın Satürn’e yaklaşmasını hayranlıkla izliyor. Kuyruklu yıldız bulutların altına dalmak yerine gezegeni sıyırdığında, ortaya ilginç iddilar atılır. Kuyruklu yıldız Jüpiter’i de son anda es geçtiğinde, en şüpheci bilim adamları bile olan biteni artık inkar edemezler - güneş sistemine yabancı bir uzay aracı girdi ve Dünya’ya yaklaşmasını yavaşlatmak için gaz devlerini kullanıyor.
DÜŞÜNCELERİM
Wherever Seeds May Fall, İlk Temas temalı bir bilim kurgu hikayesi. Fakat uzay araçları veya garip canlılar yerine dünyaya odaklanan bir kitap. Günümüze çok yakın bir gelecekte(5-10 yıl) geçiyor, ve teknoloji seviyesi neredeyse aynı.
Bugün uzaylıların bizi ziyaret edeceğini öğrensek nasıl hazırlanırdık? Amerika, Rusya ve Çin ne yapardı? Medya ve halk nasıl tepki verirdi? Bunun gibi soruların arkasında ise kitabın asıl teması yatıyor: komplo teorileri ve anti-entelektüalizm. Yazar, 5G ve covid etrafında dönen teorilerden bıkmış olacak ki, böyle bir kitap yazmış ve mesajını çok net vermiş.
“Hard scifi” veya günümüz siyasi meselelerine değinen bilimkurgu arıyorsanız okumanızı öneririm.
Tarihçi Stefan Ihrig’den ilginç bir dönem araştirma kitabi.
Kitapta, Nazilerin Almanya’da politik gücü ellerine geçirmelerinin öncesinde ve sonrasinda, “asker-siyasetçi” diye tanimladiklari Atatürk’ten çöküşteki bir ulusu başariyla uyandirmasi, birleştirmesi ve bu ulustan yeni bir ülke yaratmasi yönünden ideolojik olarak etkilenmeleri, I. Dünya Savaşi sonrasinda hezimete uğramis, küçük düşmüş Alman ulusunun da böyle güçlü bir "rol model"e gerekliliği konusundaki görüşbirlikleri, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ve Nazi Almanyasi arasindaki diplomasi, Nazilerin Türklere ırksal olarak bakiş açilari ve özellikle Hitler’in Atatürk’e duydugu kisisel hayranlik incelenmis.
Ayrica kitapta oldukça fazla sayida, ilgi çekici fotograflar ve zamaninin gazete küpürleri ve posterleri bulunuyor. Bunlardan bazilari:
Berlin Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa’nin cenaze töreni: