Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dumas’ın okuduklarım arasında tek sevmediğim kitabı. Sanırım bunda Schopp’un katkısı da büyük. Kitabı okurken bitse de gitsek modunda okuduğumu hatırlıyorum. Galiba kitap Schopp tarafından tesadüf eseri bulunuyordu ve kitabın büyük kısmı da Schopp tarafından tamamlanıyordu.

2 Beğeni

Dumas’ın özel belgeleri arasında kitabın ilk bölümünü buluyor ve devamı için araştırma yapıyor belirli bir yere kadar kitabı topluyor. Dediğiniz gibi çoğunluğu ve sonunu Schopp tamamlıyor. Dumas tadı olmadığı açıkça belliydi. 1100e yakın sayfa olması biraz zorladı, bu kadar uzun olmalı mı diye çok düşündüm. Schopp tamamlamasa sanırım daha iyi hissedecektim :sweat_smile:

2 Beğeni

Üç Silahşor ve şu ana kadar çıkan Yirmi Yıl Sonra abartmadan söylemek istiyorum hayatımda okuduğum en güzel kitaplardı. Fantastik kitap okumayı çok severim, öyle ki neredeyse tüm ünlü serileri bitirmiş biri olarak onlar bile böyle ruhuma dokunamamıştı. Umarım 3. kitap bir an önce çıkar da onu da okuyabiliriz. Alfayı instagram üzerinden bu konuda sürekli darlıyorum ama bakalım ne zaman çıkacak :slight_smile:

8 Beğeni

Monte Cristo Kontu ya onunla aynı sayfadır ya da biraz daha fazladır ama kitap öyle bir akıyor, hikayeye okuru öyle bir çekiyor ki göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor kitap. Aslında İş Bankası Alexandre Dumas yazısını Schopp diye yazıp çıkarsaymış keşke. Schopp’un ismiyle Dumas’ın tamamlanmamış kitabı şeklinde vs diye çıkarsa çok iyi olacakmış. Biraz yanıltıcı kapakta Dumas isminin yazıyor olması.

3 Beğeni

Tanıtım olarak bundan bahsetse dahi kesinlikle sonradan tamamlanmış bir eser olduğunu dediğiniz gibi isimlerle belirtmelerini isterdim. Dumas olarak basmak, satış politikası olabilir gibi geliyor bana bazen.
300e kadar eseri olan bir yazar ama dilimize çevrilen sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Üç Silahşör’ü benim ikinci okuyuşum ve hala 3. Kitabı bekliyorum :frowning:
@foundyou entrikaları, evreni ve anlattığı tarihselliği ile benim için başyapıtlardan biri kesinlikle.

5 Beğeni

Ben daha 2.kitabı okumadım. İş Bankasının vicdanına kaldık :sweat_smile:

1 Beğeni

Alfa ve İş bankası olarak eserleri iki yayınevinden de topladım :sweat_smile:

2 Beğeni

İş Kültür yakın bir zamanda basmassa ben de sizin gibi yapacağım.

1 Beğeni

Mail olarak sorduğum vakit sadece, planlarımız içerisinde, basacağız gibi yanıtları duyuyorum tabii ben mail atalı biraz zaman oldu.

2 Beğeni

Muhakkak basarlar ama belirsizlik yoruyor. Tam net bir tarih verebilseler çok iyi olacak. Şimdi ben Alfa’dan alırım İş Kültür bana inat yapar gibi hemen bandrol alır :joy:

2 Beğeni

En iyisi siz biraz daha İş Bankası’nı bekleyin :blush:

2 Beğeni

GECE ANA

KONUSU

İkinci Dünya Savaşı ajanı Howard W. Campbell Nazi savaş suçlusu olarak İsrail’de yargılanmakta. Peki, gerçekten suçlu mu? Kurt Vonnegut siyah ve beyazı grinin tonlarına çeviriyor.

DÜŞÜNCELERİM

Tek derdi oyun yazmak olan genç bir Amerikalının, casusluktan Nazi radyoculuğuna ve oradan da İsrail mahkemelerine uzanan hikayesi. Campbell fiziksel olarak tek bir insana zarar vermemiştir, Nazilere tek servisi yıllar boyunca insanların nefretini ateşleyen konuşmalarıdır. Bunu da bir Amerikan ajanının isteği doğrultusunda yaptığını savunur. Tek sorun ise bu ajanın varlığına dair hiçbir kanıtı olmayışıdır.

Bir insan fazla iyi bir casus olabilir mi? İyilik yolunda yapılan kötülük mübah mıdır? Dünyaya gösterdiğimiz dış yüzümüz mü daha gerçek yoksa içimizdeki biz mi? Yaptığımız kötülüğün bilincinde olmak mı daha büyük suç yoksa o kötülüğü iyilik olarak görmek mi?

Vonnegut’un diğer kitaplarındaki fantastik unsurlar hoşunuza gitmediyse Gece Ana’yı önerebilirim. Hoşunuza gittiyse zaten öneririm, Vonnegut bu.

10 Beğeni

Şaklaban - Berkan M. Şimşek

Murat Eken hayranlığımı artık kitaplarla ilgili yorumlarımı takip edenler biliyor olsa gerek. Bu kitabı da zaten “Bakalım Eken başka neler seslendirmiş” diye araştırırken fark ettim. Storytel Original olması da merakımı cezbedince dinlemeye başladım.

Bir firmada çalışan 3 arkadaşın içmeye gittiği bir barda sırf eğlenmek için fal baktırması ile başlıyor kitap. Falcının anlattığı uçuk şeylere gülüp geçtikten sonra arabalarında bir ceset bulduklarında da olaylar başlıyor.

Şaklaban ismi ise kitaptaki dizinin ismi. Bu dizide, bir sirkte palyaço olarak çalışan İskender, sirkten kalan boş zamanlarında azılı suçluları yakalıyor.

Kitabı çok beğendim, kurgusu güzel, anlatımı hoş ve kitabın içindeki olayların Şaklaban ile paralel ilerlemesi de çok başarılıydı. Storytel harici ulaşmanız sanırım mümkün değil ama 14 günlük deneme süresini aktif ederseniz bu sırada dinlemenizi tavsiye ederim.

Kitabın sonu önceki bölümlere göre bir tık düşük kaldı (ama hayal kırıklığı gibi değil). O yüzden ilk 9 bölüme 9, son bölüme 7.5’tan 8 veriyorum. Kitaba genel notum ise 9.

image

Bozkırda Altmışaltı - Mustafa Çiftci

Ah Mercimeğim gibi yine öykülerden oluşuyor. Ondan daha uzun ve daha iyi olsa da benim için yine sıradan bir kitap oldu.

Aslında şöyle bir varsayımım var. Ben önce Gönül Dağı dizisini izleyip beğendim ve onun üstüne bu kitabı dinlemeye başladım. Diziyi sevmeme rağmen kitabı sevmeyişimi, oyunculukların iyi olmasına ve rollerin aktör ve aktrislerle uyumuna bağlıyorum. Kitaptaki basit bir olayı dizide karakterler öyle güzel aktarıyor ki kitaptan fazlasını alabiliyor insan. Şeytan Ayrıntıda Gizlidir kitabını beğenmeyip dizisini beğeneceğimi varsaymam da bundan dolayı idi.

Kısacası, diziyi öneriyorum ama kitabı okumasanız da olur.

11 Beğeni

Friedrich Nietzsche - Deccal bitti.

Bahar temizliğiyle gün yüzüne çıkan, Nisan 2009’ da aldığım ve şimdi okuma fırsatı bulduğum kitaplardan biri daha.

Bir felsefi alt yapım olmadığı için anlaması hayli, epey ve çokça zor veya hiç tabii ki. Özellikli olarak Nietzsche’ nin de zor anlaşılır olması ayrı.
Bir de kitabın 3, 50 liralık bir kitap olması dolayısıyla yayımda ve basımda gösterilen büyük özveri(!) sayesinde noktalama işaretlerinin, ayrıksılığa mahkum kelimelerin göstermiş oldukları isyan okuma zevkimi eskimiş çay kıvamına benzetti. :slight_smile:

Kitaptan anladıklarım sınırlı olmakla beraber özetle ağır bir Hristiyanlık eleştirisi söz konusu. Hristiyanlıkla ilgili pek çok kavrama vermiş veriştirmiş Niçe abimiz. Bunlardan belki genel bir din eleştirisi bile çıkarılabilir.

Şöyle bitiriyor: ‘‘Bu yazdıklarımla sonuca varıyor, yargımı bildiriyorum. Mahkum ediyorum Hristiyanlığı; ona şimdiye dek herhangi bir savcının ağzından çıkan en korkunç suçu yöneltiyorum. O benim için düşünülebilir yozlukların en yükseğidir, olanaklı en son yozluğun istemi olmuştur.Hristiyan Kilisesi yozluğu bulaştırmadık hiçbir şey bırakmamıştır. Her değeri bir değersizlik, her hakikati bir yalan, her dürüstlüğü bir ruh alçaklığı haline sokmuştur.’’

10 Beğeni

Bin Lotluk Ceset - Celil Oker

Oker’in üçüncü kitabı olan Bin Lotluk Ceset bir önceki kitabın şablonu ile yazılmış, yani konusu değişmiş ama giriş, gelişme ve sonuç birebir aynı. Bazen telefona bir oyun indirirsiniz de çok sevip bir benzerini ararsınız. Sonra benzerini bulup oynamaya başlayınca fark edersiniz ki aslında oyun motoru aynı, hatta firma da aynı, sadece grafikler farklı. Ufak çaplı bir hayal kırıklığı olur. Bu kitapta böyle hissettim.

Kitabı Storytel’de dinledim, seslendiren iyi iş çıkarmış (yer yer ufak hatalar yapmış olsa da). Daha önce Ahmet Ümit kitaplarında da bahsetmiştim, aynı karakteri (bu durumda Remzi Ünal) farklı kişiler seslendirince insan garipsiyor. O yüzden keşke Başkomser Nevzat veya Özel Dedektif Remzi gibi karakterleri hep aynı kişi seslendirebilse (Storytel yöneticileri okusa “bulmuş da bunuyor” derdi heralde).

İsminden de anlaşılacağı üzere, finans yatırım sektöründe yer alan bir firma sahibinin, birisini hafta sonu boyunca izlemesi için Remzi Ünal tutulur. Takibin daha başında bir cinayet işlenince olaylar farklı bir yöne doğru gider. Her ne kadar Remzi Ünal insanların hayatına dokunmayı sevmese de kendi deyimiyle “geri dönülmez yola girmiştir” ve işi sonuna kadar götürmeye karar verir. Finalde de tıpkı önceki kitapta olduğu gibi olayların tüm aktörlerini bir araya toplar ve küçük bir şovla tüm olan biteni açıklar.

Sıkılmadım dinlerken ama her kitap böyle aynı formatta olacaksa araya birkaç kitap koymak iyi olabilir.

13 Beğeni

En sevdiğim filmlerden biri olan Blade Runner’ın geç olsa da kitabını bitirme fırsatı buldum. Karşılaştırma yapmam bir kenara dursun Androidler Elektirkli Koyun Düşler mi? bilimkurgu kategorisinde güzel başlangıç kitabı. P.K. Dick’in yalın ve akıcı dili kitabı bir günde bitirmemi sağladı. Bazı imla hataları gözden kaçsa da kitabı beğendim. Okuduğum ilk Philip K. Dick kitabı oldu. Yakın bir gelecekte radyoaktif toz dünyadaki hayvanları ve ormanları yok etmiştir. İnsanlar kolonilere göç etmiştir. Ödül avcısı Rick Deckard’ın görevi ise 8 tane androidi (filmdeki replikant kelimesi daha çok sevdim) bulup emekli etmektir ve olaylar gelişir. Robotlar ile insanı ayıran empati midir?

5 Beğeni

Michel Butor - Dereceler
Bu kitabı 1000kitap’ta okuyan ikinci, inceleme ve alıntı yapan ilk kişiyim. Keşfedilmemiş kitapların en dip noktasındayım herhalde.

Butor Fransız Yeni Roman ve Oulipo akımının önemli isimlerinden biri. Perec, Calvino ve Beckett gibi isimlerden etkilenmiş. Perec ile de akrabalığı varmış. Zaten üslup olarak Perec’e oldukça benziyor. Kitabımızın konusu bir lisede öğretmen-öğrenci ilişkilerinin içine bir de akrabalık ilişkilerinin girmesi. Kitap aslında kitabın yazılış süreci gibi. Kitap ileride okuması için öğretmeni ve dayısı tarafından yazılan Pierre Eller’e yazılıyor. “Sen” diye hitap edilen o. Kitabın ikinci bölümünde dayı bu kitabın yazılma fikrini Pierre’e açıyor ve ikinci bölümü Pierre yazıyor. Aynı olaylara, öğretmen-öğrenci işbirliğine, aile içi meselelere, derslerin konularına bu sefer de Pierre gözünden bakıyoruz. İkinci bölüm kitabı yazma işinin aynı okulda öğretmen olan bir diğer akrabanın, Pierre’in eniştesine devredilmesine hazırlık süreci. Üçüncü bölümde yazma işi enişteye devrediliyor ve dayı-yeğen/ögretmen-öğrenci ilişikleri ve akraba bağlarına bir de eniştenin gözünden bakıyoruz.

Dayının Pierre ile işbirliği yapması, kimi zamanlar ders içinde Pierre’in sözlüye kalkmaması gibi mükâfatlara erişmesine vesile oluyor. Abisi, kardeşi ve arkadaşları ile ilişkilerine de kimi izlenimler elde ediyoruz.

Kitabın temel noktasında ise aslında İlyada, Odysseia, Aeneis gibi epik anlatılara göndermeler var. Fransız eğitim sistemi içerisinde ders kitabı olarak okutulan kitaplar aslında bunlar. Hazır bu konudan bahsetmişken, Fransız eğitim sisteminden de bahsedeyim. Lise altı sene ve sınıf sistemi bizimkinin aksine küçükten büyüğe değil, büyükten küçüğe. Yani lisenin ilk sınıfı altıncı sınıf, son sınıfı da birinci sınıf oluyor. Diğer açılardan da, derslerde antik destanların okutulması, Latince ve Antik Yunanca gibi derslerin verilmesi gibi oldukça güzel şeyler var. Eğitimin temelinde tarih, dil ve coğrafya var.

Kitap oldukça güzel fakat herkese tavsiye etmiyorum, çünkü dili ve anlatımı ağır. Aynı şekilde herkesin aradığı edebi tür bu değil. Oulipo, anlatıda olaydan daha çok üslube önem veren bir ekol. Yani kitaba sürükleyici bir macera okuma isteğiyle değil, bir konuya farklı bakış açılarından derinlemesine inceleme olarak bakılabilir. Bence oldukça güzel ve Butor okumaya devam edeceğime eminim.
8/10

12 Beğeni

Miras - Vigdis Hjorth (Çevirmen: Dilek Başak)

Hayatın zarifçe örülmüş, ipeksi, beyaz bir örümcek ağından çok birbirine dolanıp kördüğüm olmuş kaba, alacalı ip yumaklarından ibaret olduğunu bilen bir yazar var karşımızda: Vigdis Hjorth. Hiçbir şey olmamış gibi davrananlarının, laflarını esirgemekten tükenenlerin, tahammülü kalmayanların hikâyelerini Norveç’in beyaz örtüsüne tereddütsüz döküp saçarak Miras’ını yaratan bir yazar. Miras, Hjorth’un absürd kurgusu. Lineer belkemiği beklenmeyen flashback’lerle kırılan, rüya sekanslarıyla içi dışına çıkarılan roman bize gerçekliğin en iyi kaos ile anlaşılabileceğinin bir kanıtını sunuyor. Bunu yaparken Bergljot gibi etkileyici bir iç sese sahip kahramanını merkeze alıp birinci tekil şahıs anlatımını tercih ederek hikâyesinin toprağına da can suyunu veriyor. Lafı eğip bükmeden yalnızca gerçekliğin mantık hatalarının arasından kenarlara çarpa çarpa süzülen bir ensest hikâyesi bu. Damarlarında Freud’un hoşnutsuzluğu ile Jung’un “kabullenilmiş yılanı” çöreklenen, psikanalizin derin sularında kurgu yüzeyinde ve derininde ilerlerken kendi modern Elektra’sını yaratan ve yok eden bir hikâye. Ruhun derinliklerine saldığı derin kökleri, karmaşık insan ilişkilerine ait hakikat sonrası dinamikleri kavrayışı ile Norveç’in yerel bir anlatısı olmanın ötesinde evrensel bir kurmacanın -ya da Miras söz konusu olduğunda “gerçekliğin”- ta kendisi. Yakında ölecekler diye fail ailelerden bir adım geri duran tüm çocuklara sen de öleceksin diye bağıran, Roland Barthes’ın arkadaşının ağzından duyguların hep geri geleceğini okurun yüzüne tokat gibi çarpan bitimsiz bir yasın ya da ortasına tükürülmüş bir hayatın romanı Miras. Hjorth’ü bu kadar etkileyici kılan da romanın tartışmalara yol açan otobiyografik "miras"ı değil aslında, kalkıp okuruna o beklenen soruyu sorması: Nedir senin meselen? Artık birilerinin sormasını hepimizin acilen beklediği o malum soru.

10 Beğeni

DOKTOR MOREU’NUN ADASI - H.G. WELLS

Kitabı bitirdim. Gemi kazasından kurtulup birtakım şanssızlıklar sonucunda kendisini Moreau’nun adasında bulan Edward Prendick’in aslında geçmişte yaşamış olduğu anıları okuyoruz. Kitap güzeldi ama deneylerin anlatıldığı yerler beni oldukça rahatsız etti. Kitabın konusuna çok girmiyorum çünkü sürpriz bozan olmadan pek anlatabilmek mümkün değil ama düşüncelerime gelirsek; yazar hem canlılar üzerindeki deneyleri eleştirmiş, hem insanı eleştirmiş hem de dini eleştirmiş olduğu hissine kapıldım. Kitabı okumanızı tavsiye ederim, oldukça akıcı bir kitap sadece dediğim gibi deneylerle ilgili kısımlar beni biraz rahatsız etti.

Puanım: 9.5/10

Herkese keyifli günler ve keyifli okumalar dilerim :coffee:

18 Beğeni

Bıçağın Kendisi

İyi bir fantastik okur değilim, hatta geçen seneye kadar Yüzüklerin Efendisi, Yerdeniz, ASOİAF ilk kitap (kitabı okuduktan sonra diziye başlamıştım, kitaplara devam etmemiştim) hariç fantastik kurguyla çok da işim olmamıştı. Sonradan da Amber Yıllıkları, Diskdünya’nın birkaç kitabı, Belgariad ilk kitap ve birkaç tekil fantastik kitap hariç yine çok da içli dışlı değildim (yavaş yavaş okumaya çalışıyorum ve ilgim arttı gerçekten fantastik kurguya, teşekkürler @isos81 :slight_smile:). Yani fantastik kurguda seviyem bu, buna göre yorum yapacağım ki sizler de buna bakarak konumlandırırsınız yorumlarımı.

Kitap tür olarak grimdark denilen türde. Yani iyi kötü mücadelesinden ziyade, genellikle ‘gri’ karakterlerin olduğu bir dünyada geçiyor. Yani LOTR değil de Game Of Thrones gibi düşünebilirsiniz. Tabii benim için daha iyi bir durum olduğunu söyleyebilirim bunun. En son Belgariad’ın ilk kitabını okumuştum, sevmiştim aslında ama karakterin fazla iyi, muhteşem, onurlu vs olması da çok hoşuma gitmemişti. Tabii kulvarlar farklı, bir şey diyemem, ben de devamını okumayı düşünüyorum zaten ileride ama tercihen bu tarz bana daha uygun diyebilirim.

Bıçağın Kendisi tam bir giriş kitabıydı. Karakterleri tanıyoruz, geçmişleriyle alakalı ufak ipuçları alıyoruz, neler yapabileceklerini görüyoruz ve asıl mesele hakkında ağır ağır merak duymaya başlıyoruz. Yazarın yarattığı dünya ilgi çekici. Kuzeyin yaşama bakışı, orta diyarın yaşam tarzı ve güneyin durumu ve bu çemberin dışında merak edilen alanlarla güzel tasarlanmış dünyası. Siyasi yapı, politik oyunlar, engizisyon, savaşlar… Aslında uzun süredir bu tarz bir şeyler arıyordum sanırım, bunlar da beni tatmin etti açıkçası.

Karakterlere gelirsek, Dokuzparmak Logan ilk kitap itibariyle ana karakter gibi ama Engizitör Glokta da ön planda. En azından bu ikisinin düşüncelerini bol bol okuyabiliyoruz. Glokta harika işlenmiş bence, Logan biraz yüzeysel kalmış ama devamında değişecektir, daha derinine ineceğiz sanırım. Bayaz yine iyi işlenmiş bir karakter ama henüz çok kapalı. Ferro da aynı şekilde, ilgi çekici olacak hikayesi. Jezal’ı sevemedim, ki normal sanırım, Glokta da sevmiyor sonuçta, ama karakter gelişimi diyebileceğimiz duruma en yatkın karakter gibi (tabii ilk kitap için konuşuyorum). West kitapta “beyaza” en yakın karakter sanırım. Birkaç falso hariç iyi bir izlenim bıraktı bende. Diğer karakterler değerlendirecek kadar açık ya da ön planda değildi. (Sult hariç, onda bir durumlar var belli ki)

Hikayesi çok katmanlı diyebiliriz; karakterlerin ayrı ayrı hikayeleri dışında, ana konu Bayaz’ın peşinde olduğu şeyken, diğer katmanımız da kuzey, ittifak ve güney arasındaki savaşlar ve politik gelişmeler. Yazarın dilini ve anlatımını sevdim, yer yer espirili bir yaklaşımı var ve beklenmedik anlarda sizi güldürebiliyor. Çevirisinde tercih edilen bazı kelimeleri sevemedim, orjinallerine bakmadım, incelemedim ama “eh” ünlemi soru anlamı taşımıyor sanki ama devamlı “Eh?” şeklinde kullanım var. Yine birkaç bu tarz tercihler ilgincime gitti. Bunun haricinde, çeviri hatası var mı yok mu bilmiyorum ama çeviriyi akıcı ve okunaklı buldum.

Kısaca fantastik kurgu ilk sırasında olmayan ama merak eden, okumayı da seven, iyi vs kötü yerine gri karakterle akan bir hikaye okumak isteyen, akıcı bir kitap isteyen okurlara tavsiye ederim. İlk defa bu türle tanışacaklar için çok ideal değil tabii, daha önce fantastik kurgu okumamış olanlar başka eserlere yönlenmeli sanki ama yine de çok zor bir kitap değil. Merak eden varsa da şans verebililir. Kendi adıma sevdim ve devamını da okuyacağım, beklentilerimi karşıladı diyebilirim rahatlıkla. Benim gibi iyi kötü birkaç seri bitirenler ve de bu türde biraz daha ilerlemek isteyenlerse okumalılar bu seriyi. Şimdi sırada Locke Lamora’nın Yalanları var, bakalım o da beklentilerimi karşılayacak mı?

Herkese keyifli okumalar dilerim.

23 Beğeni