Brandon Sanderson - Firefight okuyorum, güç elde eden normal insanlar kötüye dönüşür fikrinden hareketle yazılmış bir seri ,tüm bu felaketin içinde iyi yürekli kahramanlar gelmesini umarak mücadele veren normal bir insanın hikayesi anlatılıyor
Puanım 6/10
Konusu
Raistlin daha fazla öğrenmek, daha fazla güç kazanmak için Istar şehrinin yok olmadan önceki zamanlarına gidiyor. Caramon ve Crysania da ona engel olması için gönderiliyor.
Eleştirilerim
İlk olarak Ejderha Mızrağı kurgusunun geneline değinmek istiyorum. Ölüm Kapısı serisinden de hareketle Weis ve Hickman’ın evren kurgulama becerisi inanılmaz seviyede. Şöyle ki; serinin ilk kitabından itibaren tüm evrenin -ta en baştan- kurgulanmış olduğu belli oluyor. Yani okuyucu evreni karakterlerle beraber keşfetmek yerine zaten var olan şeylerin (karakterlerin, mekanların, olayların) farkına varıyor. Bu durum eserdeki tutarlılığı inanılmaz ölçüde arttırıyor fakat evren içinde bir şey değiştirmeyi de bir o kadar zorlaştırıyor. Ana eleştirim de bu durum üzerine.
Ejderha Mızrağı içinde Raistlin’e adanmış serilerde dikkatimi çeken en belirgin konu Raistlin’in bir karakter yerine -neredeyse- bir tip olarak ele alınması. Raistlin’in tüm karakter özellikleri "kimse onu sevmez, o da kimseyi sevmez, kendi çıkarı uğruna herkesi kullanmasını bilir"in ötesine geçemiyor. Adamı çocukluğundan beri bir adım geliştirmediler. Tanis içsel çatışmalarını çözebildi, Caramon olgunlaştı, Tas kender doğasından gelen düşüncesizliğini aştı hatta ve hatta Crysania tek bir kitapta karakter gelişiminde büyük yol katetti fakat Raistlin bunlar olurken hep aynı Raistlin olarak kaldı, üstüne üstlük en büyük olayları da yaşayan hep olmuştu.
Raistlin özelinde durum değişmezken yazar kitaplar genelinde de değişikliğe gitmekten kaçınmış. Bu kitapta da Weis yeni bir kurgu oluşturmak yerine kurgusunu eski hikaye kurgusuna dayandırmış (kurgunun Istar’ın yok edilişinin öncesinde geçmesi). Bu sayede yazarın hem hikayeyi -kısmen- kolay yoldan yazmayı hem de evren bütünlüğünü sağlamlaştırmayı amaçladığını düşünüyorum. Ancak bu durum okuyucuda “yeni bir şey okuyorum” algısını engelliyor.
Kitabı Raistlin severlere tavsiye ederim, diğerlerine etmem.
Vısıon okuyorum. Henüz başlarındayım ve Avengers dünyasına yabancıyım. Nasıl ortaya çıkmış bu Vision bilmiyordum mesela, araştıra araştıra ilerliyorum. Şuana kadar okuduğum bölümleri oldukça sevdim, bana kendimi hatırlattı. İnsanlar arasında yaşamaya çalışan bir yabancıyı =)
Fİrefight bitti , aldığım kitaplar gelir gelmez, Brandon Sanderson - Calamity ’ e başladım, Steelheart serisinin son macerasında Calamity ve epiklerin sırları artık ortaya çıkıyor. Mücadelenin gidişatı insanlardanmı epiklerdenmi yana olacak bakalım
Emily Bronté Uğultulu Tepeler bitti.
Normalde Grishaverse serisinden Kargalar Meclisine başlamıştım ancak geçirdiğim ufak kalp krizi ve sonraki doktor koşuşturmasından konsantre kaybı yaşadım . Bu sebeple kitabı erteleyip Emily Bronté nin kitabını okudum.
Kitabı iki şekilde değerlendirebilirim ;
1.Yazıldığı yıla göre.
2.Bugünün koşullarına göre.
Eserin yazıldığı yıla göre değerlendirecek olursak, konusu, kurgusu, karakterler muazzam. Dil gayet akıcı. Çok betimleme hissetmedim direk konuya odaklı bir anlatım gördüm. Aşk hikayesi adı altında kin, nefret ve intikam. Muhteşem üçlü.
Yazar bu kitabı yazdıktan bir yıl sonra vefat ettiği için diğer eserlerinin tadına bakamıyoruz bu da işin üzücü kısmi. Insan ilk ve tek kitabı buysa 3 veya 4 kitap sonra ne olurdu merak ediyor.
Kitabı 2021 kafasıyla değerlendirirsek, kitabı tamamlamak mümkün değil. Hele ki benim gibi yaş itibari ile “yeşil çam” dönemi geçirmişler için Daha ilk sayfalardan kim kimle nerede ne yapıcak hemen dökülüyor ortaya. Çok klasik yerli dizi tadında bir kitap. Zaten konu o kadar dizi ve film için uygun ki, tabirimi mazur görün yazarın tek kitabına film ve dizi yapımcıları bildiğiniz tecavüz etmiş bile (10 film 1 dizi). Kendimde keşke orta okul, en kötü lise dönemimde bu kitabı okusaydım dedim.
Sonuç olarak ; aklını boşaltıp, izlediklerini ve okuduklarını kafasından çıkararak okuyabileceklere kitabı öneririm.
Siradaki kitabım;
Sayfa sayısı itibari ile 20 gün yokum bu konuda
Sainte-Hermine Şövalyesi için çok sevindim Keyifli okumalar umarım seversiniz
Teşekkürederim sizin verdiğiniz bilgiler bayağı etkili oldu
Rica ederim, ne demek çok sevindim
Geçmiş olsun (20k)
OTOMATİK PORTAKAL - ANTHONY BURGESS
Kitabı bitirdim. Kitap 3 bölümden oluşuyor ve Alex adlı karakterin yaptıklarını okuyoruz. İlk bölümde yaşanılan olayları yazar öyle bir anlatmış ki iğrendim diyebilirim ama o birinci bölümü atlatırsanız diğer bölümler oldukça güzeldi. İkinci bölüm ise hapishane de yaşadıkları olaylar ve devletin suç oranlarını düşürmek için gönüllü mahkumlar üzerinde yaptığı deneyler( Pavlov koşullaması) sonrasını ki kitap bu bölüm ile birlikte güzelleşiyor ve üçüncü bölüm ile siyasetin kirliliği, ikiyüzlülüğü, devletin baskıları güzelce işlenmiş.
Yazar sanki ilk bölümü öyle gerçekçi öyle tiksindirici anlatayım ki okuyan kitabı bırakmayıp sınavı geçerse diğer bölümler müthiş olsun diye okuyucuyu denemiş gibi Kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Keyifli akşamlar ve keyifli okumalar dilerim
Cemil Meriç - Mağaradakiler
Türkiye’de ve Avrupa’da aydın, entellektüel kavramlarına oldukça geniş ve derin bir bakış aslında Mağaradakiler. Kitap Horatius’un bir sözüyle ve hemen ardından Platon’un mağara alegorisi ile başlar. Tüm kitap da bu iki mesele üzerine kuruludur.
Aydın kavramının kökeniyle ve geçmişiyle başlar kitap. Avrupa’daki aydınlanma sürecinin hemen ardından, Rus aydınlanmasından ve intelijansiya kavramından bahsedilir. Özellikle anarşizm, sosyalizm ve liberalizm meselesine enlemesine boylamasına bahsediyor.
Dünyada bu fikirlerin ve akımların mahiyetinden bahsettikten sonra bize, bizim aydınlara geliyor. Geç kalmışlıktan, ama aslında muhtaç olmamaktan bahsediyor. Osmanlı’nın liberalizme, sosyalizme veya anarşizme ihtiyacı var mıydı? Varsa bu adımlar nasıl atıldı, atılmalıydı. Türk aydınına, sağ ve sol meselesinin nasıl oluştuğuna da oldukça değiniyor. 60’dan sonra yaşanan Marksizmin ve Türk-İslamcılığın sebeplerine değiniyor. En sonunda da dil inkılabı adıyla dilin talan edilemesi üzerine de değiniyor. Kendi gelişimine, yaşadığı görüş değişimlerine değiniyor.
Özellikle Türkiye’de bir şeyler düşünmeye başlamış her gencin, içinde bulunduğu mağaranın özelliklerini kavraması için önemli. Neyin, kimiz, nereden nereye gidiyoruz konusunda çok önemli. Mutlaka okunmalı, mutlaka. Katılmadığım bir sürü konu olsa da dolu bir kitap. Cemil Meriç okumaya devam.
8/10
Yoksul bir yerleşim yerinde bir incinin bulunmasıyla toplumun tavırlarındaki değişimi oldukça sade bir şekilde anlatmış. İlginç bir şey beklememek gerek ama insanoğlu bazen bu kadar yalın özetlenebiliyor.
Ahmet Haşim’in 1928’de yayımlanmış, denemelerinden ve seyahat yazılarından oluşan 3 bölümlük bir eser. Ahmet Haşim, edebiyatinin yaninda kendisinden ilginç karakteriyle de söz ettiren biri isim olmuş. Bağdat doğumlu olduğu ve Türkçeyi İstanbul’a yerleştikten sonra ilkokulda ögrendiği için kendisiyle Arap Haşim diye dalga geçilirmiş. Buna rağmen tüm eserlerini Arapça değil de Türkçe yazmayi tercih etmiş. Peyami Safa ve Yahya Kemal’le de şiir yazma sanati üzerine görüş ayriliklarindan dolayi kavgaliymiş. Çirkin olduğunu düşündüğü icin utangaç ve kadın düşmanı olduğu gibi söylentiler de var hakkında.
Kitabin birinci kisminda İkdam gazetesi icin yazdiği köşe yazilarina yer verilmiş. Bunlar genelde Yeni Cumhuriyet’i keskin gözlemlerle ve müthiş tespitlerle eleştiren ve batıyla karşılaştıran denemeler.
İkinci kisimda Paris’e ve Bursa’ya yaptiği gezilerdeki gözlemlerini yazmiş. Mimari, doğa, hayvan sevgisi, hayvanlara edilen zulüm (bu konudaki görüşlerine hayranlik duydum), moda, kadinlar, erkekler ve medeniyet üzerine yine müthiş tespitleri var.
Örnek:
"Yaşayanların sessizliğine aldanmamalı! Acı çekenler yalnız, “Mustaribim!” diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıyı hayata katan kudret, insandan başka hiçbir mahluka acının sırrını ifşa etmek imkânını vermemiştir. Her mahluk, hayatın kanlı yollarında, boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır “sessizlik” zincirini sürükleyip yürüyor. Hiçbir beygir, hiçbir arı, hiçbir sinek, başının ağrıdığını veya midesinin bulandığını bize söyleyememiştir. Fakat bu türden bir ıstırabın gözü, başı, ağzı olan bir mahluka yabancı olabileceğini zannetmek ne merhametsizliktir. "
Üçüncü kisim hastaliğindan dolayi Frankfurt’a tedavi olmaya gidişinden, Almanya’daki dostlariyla buluşmalarindan, klinikteki doktorlarla gülümseten sohbetlerinden, Avrupa insanlari ve medeniyeti üzerine fikir yazilarindan oluşuyor.
Örnek:
"Frankfurt’taki klinikte gece nöbetini yapan hemşire, taze, temiz, sporcu bir Alman kızıydı. Gözünün bebeğinden ruhunun dibini görmek güç değildi. Akşamın sekizinden sabahın sekizine kadar, her gece, bütün hiddetli zil seslerine, genç, yaşlı, sinirli veya bunak türlü türlü hastaların ağrısına, bağırmasına, şımarıklığına, nöbetine aynı sakinlikle, aynı tebessümle koşan ve her içine girdiği odaya bir şefkat serinliği getiren bu kızın hizmetinden o derece memnundum ki, bir gün söz arasında ve bir iltifat olsun diye, “Seni İstanbul’a götürelim!” dedim.
Tabii benim için buna imkân yoktu. Bu sadece bir nezaket yalanıydı.
Kız cevap vermedi. On gün geçti. Bir akşam ben çağırmadan odama geldi. Çehresi sevinç ışıkları içindeydi:
“Teklifinizi mektupla anama babama bildirmiştim. Şimdi cevap aldım, İstanbul’a gitmem için müsaade veriyorlar…”
Donakaldım!"
Tespitlerinin keskinliği ve başarisi haricinde, üslubu da hayranlik verici Ahmet Haşim’in. Şiir gibi akan giden denemelerini okumaya doyamadim.
Filmini izlemişsinizdir belki ama yine de kaçırdıysanız diye önermek isterim. Kubrick yönetiyor. Aslında bu hikâyeyi henüz tüketmemiş insanlara, önce filmini izleyip sonra kitabı okumasını öneriyorum ama okumuşsunuz artık.
Filmi olduğunu bilmiyordum, sayenizde öğrenmiş oldum, izlerim. Okumuş bulundum artık
Aklıma gelmişken ben de bir şey anlatayım.
Nazım Hikmet’in şiirleri ilk yayımlanmaya başladığında Haşim çeşitli yazılarında şiirlerden övgüyle bahsetmiş.
Daha sonra şiirde yeni - eski tartışmaları başlamış ve içlerinde Nazım’ın da olduğu bir grup “Putları Yıkıyoruz” (Galiba Resimli Ay dergisinde)
(Putlar dedikleri : 1- Abdülhak Hamit 2- Mehmet Emin 3- Hamdullah Suphi 4- Yakup Kadri)
başlığında eski şiiri ve edebiyatı eleştirmeye başlamışlar.
Bunun üzerine Haşim “eski şiirden” taraf olmuş ve Nazım’a ağır eleştiriler yazmış. Nazım ise “Cevap Veriyorum” başlığı ile 3 ayrı şiir yayımlamış. Bu şiirlerden “Cevap Veriyorum 2” şiiri Haşim için yazılmış.
Beşir Ayvazoğlu “Haşim” kitabında Nazım’ın şiiri ile olan sert eleştirisini haksız bulur. Nazım’ın Haşim’e yönelik şiirinde yazdıkları çok serttir.
İkinci serseri
atlas yakalı sarhoş sofralarında
Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır.
Fransız emperyalizminin
idare meclisinde ayvazdır.
kinci serseri
yolumun üstünde duruyor
ve soruyor
bana:
“PROLETER
dediğimin
ne biçim kuş
olduğunu?”
Anlaşılan
Bağdadî şaklaban
unutmuş
Mösyö kimle beraber
Adana-Mersin hattında o kuşu yolduğunu…
“sen uşşşak murabbaı,
sen uşşşak mik’abı
satılmış uşşakların uşşşağı sen!!!”
Nazım, Beşir Ayvazoğlu’nun “Haşim” kitabında dediği gibi haksız mıdır? Bilmiyorum. Böyle şeyleri, edebiyat dünyasının kavgalarını, tartışmalarını taraf olmadan okumayı, öğrenmeyi seviyorum.
Daha sonraları Kemal Tahir Karılar Koğuşu’nda yaptığı 2-3 gönderme ile Nazım’ın Haşim’e yönelik bu “uşak -şaklaban” gibi sıfatlardan oluşan ithamlarını devam ettirir.
İşte böyle şeyler olmuş bir zamanlar, aklıma gelmişken yazayım dedim. Belki daha fazlasını merak eden olur, araştırır. öğrenir.
Ben de öyle. Bu kalibreden yazarların birbirleri ve eserleri üzerine görüşlerini ve sataşmalarını okumak çok keyifli.
Bu güzel örnek için teşekkür ederim. Ahmet Haşim de Yakup Kadri hayranıymış, ona laf kondurmazmış.
John Steinbeck - İnci
Daha önce okuduğumu hatırladığım bir kitap. Okurken bir sonraki bölümde ne olacağını bilerek okudum sanki.
Kitabımız bir inci avcısı olan Kızılderili Kino’nun ve ailesinin hikayesi. Çocuğunun hayatı için bir umut olan bir inciyi buluyor Kino, Dünyanın Biricik İncisini. Kino’nun bu inciyi bulması kasabada büyük sansasyon uyandırır. Fakir ve sazdan bir kulübede yaşayan Kino’nun. Bu inciyi bulmasının üzerine kurduğu umutları görüyoruz. Bir tüfek alacak, karısıyla bir düğün yapacak ve küçük oğlunu okula gönderecek.
Kino tüm bu umutları kurarken farklı alıcılarmış gibi görünen ama danışıklı dövüş yaparak malı aynı kişiye alan inci alıcılarının farklı planları vardır. Bu Dünyanın Biricik İncisinin oldukça değersiz olduğunu, Kino’nun beklentisi olan paranın 50’de birinin bile fazla olduğunu söyleyerek onu hayal kırıklığına uğratırlar. Kino bunun üzerine sinirlenir ve başkente gitmeye karar verir. Ama o inciyi istiridyeden alırken duyduğu türkü, onun için farklı bir kader çizmiştir.
Dönemi için oldukça önemli bir yazar Steinbeck. Sorunların, krizlerin ve savaşların arasındaki yıllar. Tam bu yıllarda umut olacak, insanlığın sorunlarını şiirsel bir anlatımla aktaran bir adam.
Kitap oldukça güzel, çok da ünlü zaten. Konu dediğim gibi hafiften klişeleşmeye başlamış ama doyurucu ve güzel. Tek oturuşta okunuyor. Steinbeck okumaya da devam.
8/10