Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Katilbot bu kitapta eskiden yaşadığı, kendisini rahatsız ettiği bir olayı aydınlatmak için bir uzay gemisiyle namı değer GAT’la olay mahaline gider. Bizde bu kitapta Katilbot’un olay mahalinde neler yaptığını okuyoruz.

GAT ile Katilbot’un diyalogları çok keyif vericiydi bu ikiliyi gerçekten sevdim. Keşke hemen ayrılmasalardı umarım tekrar yolları birleşir.

İlk kitaba göre daha güzel olduğunu söyleyebilirim. Onun haricinde bu hackleme olayları bana çok basit geldi. Üstün körü yani anlayacağınız. Onun haricinde gerek evren gerek yan karakterler ve ana karakteri okumak çok keyif vericiydi.

11 Beğeni

9786254491726

Spoiler vermeden serinin son kitabını değerlendirmek yetersiz ve zor olacak.

Her şeyden önce aslan değil, Elderling payını yazara bırakacağım. Miura, LordGrimdark ve Martin alınmasın; Hobb hanım sertlik konusunda üçüne de yakın bir yazar. Kendimce bir şeyler karalıyordum fakat Farseer’daki olağanüstü romancılığıyla karşılaştığımdan beri kendimi bu hobiye layık görmüyorum. İlk kitapta bu kadar etkilenmemiştim ama ikinci kitabı okuduğumdan itibaren kendimi yetersiz hissettim. Robin Hobb beni aşağıladı. Hayranlığımın aksine nefret ediyor olabilirim. Belki derin bir kıskançlık duyuyorum, bilmiyorum. Uzunca bir süre yazmaya yelteneceğimi sanmıyorum. Zaten yoğunluğum yüzünden yazmaya vakit ayırmak istemiyordum ve şimdi Robin Hobb suratıma iki tokat çalıp bir kenara savurdu.

Kısacası yazar romancılığının üstüne koyduğunu her devam kitabında bize göstermiş.

Romancılık konusunda Ursula’dan sonra ilk defa bir kadını bu kadar güçlü buldum.

İlk kitapta kendisini bazı yerlerde amatör bulduğumu belirtmiştim; ama ikinci kitaptan itibaren sazını, gitarını, lavtasını ne varsa almış eline. Lakin üçüncü kitap, ikinciye göre daha kusurluydu. Bunu farklı bir tarz denemeye çalışmış diye söylemiyorum, denememiş zaten, sadece bir şeyler olmamış.

Martin, Tolkien, Rothfuss; hiçbiri Hobb’un duygu yoğunluğunu yansıtabilecek kaleme sahip değil. Kusura bakmasınlar. Kusura bakacaklarını da sanmıyorum. Malazan yazarının Hobb hayranlığını net bir şekilde anlıyorum. Malazan’ı okumadım, umarım yakında kavuşacağız; bence yazarının bu seriye hayranlığının sebebi, Hobb’un duygu aktarımını ustaca başarmasından kaynaklanıyor.

Evet. İyi yönlerini konuşmadık. Yanlış anlaşılmasın. Ben sadece yazarı övdüm. Genel olarak seriyi sevdim. Son kitap nezdinde hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Hayal kırıklığı diyorum çünkü seriyi inanılmaz takdir ettiğimi daha önceki iki kitabı değerlendirdiğimde görenler olmuştur.

İlk iki kitaba karşın çok ağırdı. Bunun kalınlıkla da bir alakası yok; mesela ikinci kitap da kalındı fakat akıcı dilinin yanında bir de olay örgüsünün keşmekeşliği ve saray içindeki siyasi çatışma su gibi akmıştı. Sonuncuyu okumak öyle olmadı. Daha derin, daha trajedik, kısacası sonuncu kitap oldukça ağırdı. Zaten ikinci kitabın finalinde dalağı, kaburgayı, yüreği bıraktık. Sonuncu kitapta ise sürekli keder, sürekli bir başı gökyüzüne kaldıramama hissiyatı bizi tüketti. Ama bunun kitabın akmamasıyla bir alakası yok. Akıcı olmama konusunda ise yazarı suçlamak istemiyorum. Tam bir biyografi havası vermek için yaptığı aşikar olsa da okuyucuyu düşünmeliydi. Bir yandan ise böyle bir anlatım kullanmasaydı hikaye ne kadar geçerdi diye düşünüyorum. Bana göre nasıl uygun görülüyorsa öyle yazılması makbuldür ancak okuyucunu da hikayenin içinde tutman önemli. Ben sırf uzatmak için yazdığını düşünmüyorum. Bilinçsizce yapılmış gibi duruyor. Reddit ve farklı mecralarda üçüncü kitabın şişirme bölümleri olduğuyla ilgili yorumlar okumuştum. Bilinçli bir şişirme yok, ama şişirme bölümleri var mıydı derseniz, var. Akış için gerekliydi belki, ama orası da olmasaymış dediğim yerler var mıydı? Vardı. İşin kötü yanı tek tük değildi. Ritmi bozan yerler çok oldu. Sorun şu ki gerekli olan yerleri de diğer olmasaymış dediğim yerlerden ötürü boğdu. Ayrıca son kitabın başlangıcından bir sabırsızlık, bir bekleyiş yaratıldı. Ortada belirsizliğin verdiği sürükleyicilik yok. Verity’i bul. Süreç uzadıkça yordu. İnsanları yoran şeyin de bu olduğunu düşünüyorum. Hatta en kötü tarafı da bu. Birazcık örtülü bir dil kullansaydı daha iyi olurmuş. Yani hikayenin yönü inanılmaz belli edildi. Tüm tahminlerimin bu kadar kolay tuttuğu başka kitap yoktur. Burrich mevzusunu bile Starling’in hikayenin ortalarında damlatmasından önce tahmin etmiştim. Akmama durumunun bir diğer sebebi de üçüncü kitabın tahmin edilebilir olmasından kaynaklıydı.

Mesela Fitz’in durmadan yakalanıp kurtulması inanılmaz sıktı. Başında muhafızlara yakalandığında da akışı, örgüyü bozacak bir şey olmayacağı belliydi. Bu yakalanıp kurtulma kısımları inanılmaz boğucu ve gereksiz geldi bana. Bolt’un tayfasını indirdiği kısım gerekliydi, ama bu kadar uzatılmasına gerek var mıydı bilmiyorum.

Seriyi yeni okuyacak arkadaşlar için söylüyorum: Ana temayı geçtim, yan temada bile Fitz’in ‘‘suikastçı’’ kimliğinin adamakıllı İşlenmediğini anlayabilirsiniz. Üzerinde 1 sayfa bile durulmayan suikastlar var. Dünyasının diğer serilere nazaran daha az yaratıcı olması ve az aksiyon barındırması fantastik alanda
görmeye alışık olmadığımız şeyler. Açıkçası ben tarz olarak da karakterlerin üzerine düşen bir okurum. Dünya yaratım kısmı beni etkileyen unsurlardan tabii, yine de pek takıldığım konular değil, kendi adıma konuşmak gerekirse.

Artık Farseer serisine bulaşmayı düşünmüyorum. Devamı gelse bile emin değilim. Çok sancılıydı. Çok acı çektik. İtiraf etmeliyim ki mutsuzluğa eğilimli biri olarak ben bile kitaptan kaçmak istedim. Berserk okumak çok sancılıydı; okuyucu Guts’ı hissettiğinde parçalanıyordu. Burada da Fitz’le aynı İrfan bağlantısını yaşadım.

Daha fazla yazmak istemiyorum. Çünkü üçlemenin son kitabını okumuş oldum. Söylenmesi gereken,
dilimizin ucunu yakan birçok duyguların dökülmesi gerek. Bunu burada yapmayacağım. Yoğun düşüncelerimi burada paylaşmayacağım. Hacimli bir seri olduğu için okurken karakterle özdeşleşme durumu oldu. Zaten öyle hissetmeseydim seriyi niye okumaya devam ettim değil mi? Bu süreç açıkçası çok yorucuydu. Özenle yontulmuş bir kadim heykel bile kederden çatlardı.

Bu seriyi fantastik severlerden önce klasikle kafayı bozmuş okurlara öneriyorum; seriyi seveceğinize eminim, çünkü bir klasikte bulabileceğiniz birçok şey var. Bunlar sahiden çok iyi aktarılıyor. Özellikle ikinci kitapla yazarın kalemi inanılmaz yükseliyor.

Farseer fanı olamadım belki, ama Robin Hobb hayranı olduğumu söylemeliyim. Tıpkı Yerdeniz serisini sevemeyip Ursula hayranı olmam gibi bir durum.

Fitz için de bir feryat, bir isyan bırakayım.

Kurtlar sofrasından çıkamazsan ona yanarız dedik.

Çıkamadın.

Yandık.

Zalımların tahtlarını yıkamazsan ona yanarız dedik.

Yıktın.

Biz yine yandık.

20 Beğeni

Aleksandr Belyaev’ in Su Adamı bitti.

Arjantin’ in başkenti Buenos Aires’ teki yerli inci avcılarının ve balıkçılarının başına Deniz Şeytanı dedikleri bir şey musallat olmuştur. Halk arasında yaygın bir söylenceye dönüşen bu yaratık balıkçılara yardımlarda bulunuyor olsa da korkulan bir şeydir. Fakat daha sonra her şey ortaya çıkmaya başlayınca macera da başlıyor.

Kitabı okurken aklıma gelen ilk şey bir deniz kızı hikayesine benzemesi oldu. Tabii biz buna deniz erkeği desek daha doğru olur. :slight_smile: Kitapta biyolojik açıdan harika, psikolojik açıdan romantik, insanlık açısından çıkarcı, Hristiyanlık(katolik) açısından kabul edilemez şeyler oluyor. Kitap insanlar arasındaki ilk balığı, balıklar arasındaki ilk insanı anlatıyor.

Kitap konu açısından çok iyi. Bilimi, bilimin sınırlarını, bilimin dinle ilişkisini(katolik), sömürgeciliği, yaşam şartlarını, aşkı, farklı olanların aynı olanlar arasındaki durumunu, insanların çıkarcılığını vb. anlatmış.

Benim kitapta tek eleştireceğim nokta anlatımı. Sanki amatör bir yazarın kaleminden çıkmış gibi cümleler. Adeta yavan bir anlatımı var gibi. Sanki daha detaylandırılabilirmiş gibi geldi ama yine de okunası bir kitap.

20 Beğeni


Victor Hugo - Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
19. Yüzyılda yazılmış en önemli idam karşıtı metinlerden biridir bu. Efsane bir önsöz ile başlar, hemen ardından ilk baskılarda gelen tepkilere dair yazılmış bir komedi olarak bir önsöz daha bulunur. Bu önsözleri okurken kendi kendimize sorarız, bir insan ölmeyi hak eder mi, ederse bu nasıl olmalıdır diye. Anladığımız kadarıyla Hugo, romanı yazdığı yıllarda idam karşıtlığı sebebiyle ciddi eleştiriler almış, işte önsözlerde de bu eleştirilere cevap veriyor.

Sonrasında kitaba geçiyoruz. İdam edilmesine günler kalmış olan bir mahkumun günlüğü bu, kendisini tanımayan kızı için yazdığı günlük. Dönemin hapishane ortamını, idam yerine verilecek kürek cezasının da halini, mahkemeleri inceliyor. Öleceğini bilen bir kişinin ruh haline tanık oluyoruz. 5 hafta sonra öleceğinizi bilseniz ne düşünürdünüz? Hem de bu ölüm şehrin meydanında onlarca kişinin önünde bir gösteri gibi yapılsa, sizi öldürecek giyotinin tek darbede öldürmeme olasılığı da olsa.

İşte o ruh halini yansıtıyor. Bitmişlik, tükenmişlik. Anlatımı muhteşem, çok akıcı. Konusu ayrı güzel ve dönemi için önemli. Okuduğum en iyi romanlar listesine üst sıralardan girer kesinlikle.

Sonuç olarak, idam iyi ki kaldırılmış ve bunun kaldırıması için verilen mücadele ne güzel bir şeymiş diyorum. Ama bir bilgi olarak şunu da ekliyorum, Hugo’nun bu romanı yazarken merkez aldığı ülke olan Fransa’da idam 1981 yılında kaldırılmıştır, bu romandan bir asır sonra, dile kolay bir asır.

Hugo elimde başka kitapları da olan ve kesinlikle okuyacağım bir yazar. Tavsiye ediyorum.
9/10

20 Beğeni

Watchmen çizgi romanı okuyorum forumda çok övüldüğünü gördüm. Şu anda gayet iyi gidiyor :+1:

2 Beğeni

İnci ve Altın Kupa ikişer kez okuduğum ender kitaplardan. Harikadır…

1 Beğeni

Locke Lamora’nın Yalanları

Öncelikle bu güzel kitabı okumamda büyük pay sahibi olan @isos81’e teşekkür ederek başlayayım. Kitabı çok beğendiğimi söylemeliyim. Genelde kolay beğeniyorum zaten ama bu kitabı beğenmem çok daha kolay oldu. :slight_smile:

Kitap çoğunuzun bildiği gibi fantastik kurgu türünde. Grimdark diyebiliriz sanırım alt türü, geçtiği evren için. Evrenini anlamakta zorlandım biraz ama beğendim de. Camorr’la Ankh Morpork arasındaki benzerlik baya hoşuma gitti (ya da ben benzettim, bilemiyorum). İlk başlarda kitaba girmekte zorlandığımı söyleyebilirim. Bunda First Law ilk kitabını yeni okumuş olmamın etkisi de olabilir. Yoğunlaşma sorunu yaşamış olabilirim biraz aklım orada kaldığı için. Kitabımızda fantastik öğeler çok fazla değil, bağlıbüyücüler, kara simyacılar ve bir iki canlı türü hariç pek yok hatta ama yine de oldukça ilgi çekiciydi olduğu kadarıyla. Tabii büyü sistemi gibi temel konularda eksiklikler var ilk kitap itibariyle. Ayrıca biraz fazla detaycı bir anlatımı var. Aksiyonu bazen kesintiye uğratıyor bu durum.

Lynch’in dilini ve anlatımını çok beğendim. Yalnız bir yanılgıyı düzelteyim okumayanlar için, kitap öyle Terry Pratchett kitabı ya da Otostopçu gibi mizah üzerine kurulu değil, okumadan önce o yönde olabilir diye bir beklentiniz olmasın. Sadece anlatımı eğlenceli ve dili biraz espirili. Ama ortam karanlık ve karakterler absürt değil, daha ziyade “zıpır”. Anlatımımız bir günümüz, bir geçmiş - yani locke’un çocukluğu - şeklinde gidiyor ve biz de arada neler olmuş, centilmen piçler nasıl bu durumuna gelmiş bunları okuyoruz.

Kurguda bazı yerlerde zorlamalar olduğunu, bazı yerlerinse biraz gereksiz olduğunu söyleyebilirim. Bu zorlama ve gerekli mi diye sorduğum yerlerin de kötü olduğu anlamı çıkmasın, sporcu ve hakemin olduğu hikaye örneğin, konuyla çok bağlamlı değildi ama bayıldım, hatta kahkaha attım orasında. Genel olarak bakınca gayet zekice kurgulanmış kitap. Çok şaşırdığım ve donup kaldığım yerlerde olmadı değil. Ters köşe bakımından hiç de fena değildi.

Sonlarına doğru heyecan ve hareketlilik baya artıyor ama bir eleştirim sonuna yönelik olacak, biraz aceleye gelmiş gibi hissettim sonunu. Yani örneğin şahinin kafası kesik bir şekilde çuvaldan çıkması ve kağıtta Raza (intikam) yazması falan umutlanmıştım, böyle zekice bir oyun kurgulayıp, o şekilde yenecekler Capa Raza’yı diye ama öyle olmadı. 20 yıldır silah eğitimi alan Raza’yı, bu konularda berbat olan Locke öldürdü (tamam biraz hile yaptı ama yani daha iyisi olabilirdi). Belki de benim beklentimle alakalıdır bu durum ama böyle köşelerden çıkmalı, korkutmalı, bol oyunlu bir tuzakla bitmesini isterdim gerçekten.

Bu arada bu kitabı fantastik kurguyla çok da bağı olmayanlara da öneririm. Biraz orta çağ Venedik havasında bir kurgu nihayetinde, sadece bağlıbüyücü olayı var fantastik olarak. Bir de gerçek isim muhabbeti bu kitapta da var, onu atlamışım belirtmeyi. Ben seviyorum büyü konusunda bu olayı.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

17 Beğeni

Kitabı ben de okurken ilk 100 sayfada odaklanma sorunu yaşamıştım. Araştırdığım kadarıyla çoğu kişi bu sorunu yaşamıştı. Yani Kitapla alakalı bir durum. Seriyi sonuna kadar okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Üçüncü kitaptaki bir durum karşısında oldukça şaşıracağınızı düşünüyorum.

1 Beğeni

Teşekkür ederim yorumunuz için, gerçekten başlarda fazla hızlı giriyor evrene, sanırım onun etkisi de var alışma probleminde. Devamında açılıyor tabii. Devam edeceğim seriye, fantastik kurguda çok eksikmişim ve çok ön yargılı yaklaşmışım bu türe, her kitaptan sonra bunu anlıyorum iyice. :slight_smile:

1 Beğeni

Ben grimdark demezdim. Sadece karakterlerin gri olması ve dünyanın karanlık olması kitabı Grimdark yapmaz. Ben de çok Grimdark okumadım ama anladığım kadarıyla Grimdark’ın en önemli özelliği; umut, dostluk, aşk gibi iyi kabul edilen ögelere olabildiğince az yer vermesi hatta hiç yer vermemesi. Bu kitap ise merkezine arkadaşlığı almış. Bu sebeple karakterler ne olursa olsun umutlarını kaybetmiyorlar. Siz yakın zamanda Bıçağın Kendisi’ni de okudunuz. İyice bir düşünün aklınızda buradaki gibi iyi bir dostluk kaldı mı? Kalmadı çünkü öyle bir şey yok. Herkes tek başına. Beraber seyahat eden karakterlere bile dost diyemiyorsunuz. Pov karakterlerinin Jezal hariç hepsi geçmişte yaşadığı olaylardan dolayı umutlarını kaybetmiş insanlar. Özellikle Ferro ve Glokta üzerinden düşünün. Seriyi grimdark yapan şey işte bu umutsuz hava. Ben Centilmen Piç serisinin hiçbir kitabında karakterlerin umutsuzluğunu hissetmedim. Tabi yazdıklarım sadece sınıflandırma için. Grimdark olsa da olmasa da çok iyi seri olduğunu düşünüyorum.

3 Beğeni

Yani türlere ve alt türlere çok hakimim ve tecrübeliyim diyemem ama Locke Lamora’nın Yalanları’ndan atmosfer olarak fazlasıyla grimdark havası aldım, bu sanırım benim grimdark algımla da alakalı. Dediklerinize de katılıyorum, ön planların birisi arkadaşlık, dostluk ama umut var mı kitapta ondan emin değilim. Karakterlerin kazanma konusunda vs umudu var tabii ama atmosferin değişeceğine dair bir umut yok en azından. Yani evreni ne olursa olsun karanlık ve distopik kalacak gibi görünüyor. Aşk da bu kitap itibariyle sorunlu ve üzeri örtük bir aşk. Ondan da emin değilim. Ana karakterler de dahil olmak üzere tüm karakterler gri, ortam distopik, kötülük ve karanlık almış gitmiş, ben de bu yüzden grimdark diyebiliriz diye düşünmüştüm ama iddalı da değildim, demek ki diyemiyormuşuz. :slight_smile:

4 Beğeni

10 Beğeni

0001836093001-1

Sissoylu - Kuşatma

Şahsen ilk kitaptan daha çok sevdim. Daha oturaklıydi hikaye. İlk kitaptaki o umutsuz hava bunda çok yoktu. Kendimi daha çok evrene yakın hissettirdi. Gezegene daha hakim kıldı. Her ne kadar Kelsier olmasada, Vine çok ısındım bu kitap ile. Ama nedense bu kitabında bitişiyle diğer kitaba başlama hevesi bir türlü oluşmuyor içimde. İlk kitap sonunda da böyle olduğu için çok sonra başladım kitaba. Nihayetinde seriyi sevmeye başladım. Ana hikaye artık daha çok oturmaya başladı zihnimde. 3.kitabin hacmi gözümü korkutuyor. Ama bu hızla 3.kitabida aradan çıkarmalıyım.

Bu arada 2.kitabi çok sonra okuduğum için ilk kitapta ki birkaç kısmı unutmuştum ama 2.kitap sonunda ilk kitap özeti varmış bunu kitabın sonlarına yaklaşırken fark ettim.

11 Beğeni

image

Üçüncü kitap da bitti. Bu kitap, beklentimin altında kaldı. Katilbot her zaman uzay aracına atlayıp bir olaya karışıp sonrasında paçayı zar zor kurtarıp başka bir maceraya atılacaksa eğer çok tekrara düşecek gibi. 2. ve 3. Kitapta böyle oldu umarım ilerleyen kitaplarda böyle olmaz.

Bu arada şunu fark ettim mersistem gibi terimler artık kitabı okurken yormaya başladı. Bu kitap diğer kitaplara göre daha aksiyonlu olmasına rağmen diğer kitaplardaki gibi keyif vermedi. Çünkü sürekli tekrarlanan terimler ve katilbotun bir olaydan bir olaya atlaması ve paçayı zorla kurtarması ağzı açık kalmış gazoz gibi oluyor. Her neyse diyeceklerim bu kadar. İnşallah yazar artık bu durumu bırakır.

9 Beğeni

Eddy’nin Sonu - Édouard Louis (Çeviri: Ayberk Erkay)

Geçmişe bakıyoruz beraber. Şimdi yüzleşme vakti: Mutlu anıları olmayan çocukluğumuzla, hikâyelerimizi kalıplara hapseden yok edişlerle. Şimdi kabulleniş vakti: Kimse pişman değil yaptıklarından, kimse geri çekmeyecek pençelerini. Şimdi varolma, şimdi kendin olma vakti. Şimdi, bir sondan başlangıç yaratmanın tam zamanı. Şimdi, bir yara olduğuna inandığımız kendiliğimizle gecikmiş bir randevunun kaçınılmaz telafisi.

Édouard Louis, Eddy’nin Sonu’nda çocukluğa, varolma çabasındayken yok edilme mekânına, uzanan bir geçit yaratıyor mürekkebiyle. Ve kararmış gümüşten bir çizgi çekiyor kenarlara. Uzaktan parlak, yaklaşınca kararan kelimelerden müteşekkil bir kontur bu: AnneBabaAileSusanBağıranHapsedenEksikDahaEksikÇokEksikYalnızYapayalnızTekBaşına. Kelimeler el ele verip bir hayatı yaratıyor. Kelimeler kuvvetini erkeklikten alıyor: Yalanlardan, rol kesmelerden, şiddetten, olamamaktan, uzak durmaktan. Harfler kadınlıkta yankılanıyor: Edilgenliğe hapsolmakta, büyümeden anne olmakta, gerçekleşmeyen hayallerde, erke öykünen çaresizliklerde. Ve Eddy’nin Sonu, performatif hikâyelerimizin evrenseliğinde kolektif bir günlüğe dönüşüyor. Yaşarken yazılıp yazarken yaşanan, okurken yazılıp yazarken okunan bir günlük. Kapağını kapattığınızda gözünüz de kapanıyor. Bir ses geliyor kulağınıza, avaz avaz sevdiği pop şarkısını bağıran çatlak bir ses ve bir görüntü peydahlanıyor önünüzde, ipincecik bir oğlan: İri gözleri dolu dolu, sarı saçları dağılmış. Kendim olmak istiyorum diyor, olmak istiyorum. Karı gibi ya da adam gibi değil, kendim gibi. Varsın isteyen istediğini desin. Tut elimi diyor çocuk. Tut elimi diyor Louis. Yalnız değilsin diyor size ve sıkıca sarılıyor. Ağlıyorsunuz. Eddy’nin Sonu yarım kalan hikâyelerimizin başlangıcı oluyor. Gülüyorsunuz. Eddy gülüyor. Şimdi oldu diyor, şimdi oldu. Mutfaktan yükselen kızartma kokusunun sindiği o ekşi çocukluktan birlikte uzaklaşıyorsunuz. Ve yeni bir hikâye başlıyor: Anıların ufuk çizgisinde yeni bir güneş, yeni bir yağmur, yeni bir gökkuşağı. Gökyüzü bizim, velev ki ibneyiz diyor Eddy. Gülüyorsunuz, Eddy gülüyor.

8 Beğeni

Son zamanlarda sürekli Stephen King okuyorum farkındayım. Bu sebeple “hadi son bir kitap” diyerekten bazılarının “enler” listesinde gördüğüm “Yaratık” kitabını bitirdim. Son bir kaç King kitabında korku-gerilim dışı konularıyla beni şaşırtmıştı bu gerilim kitabıyla özüne dönüp beni korkutmayı başardı. Hem de ne korku. “O” kitabından sonra herhalde en gerim gerim okuduğum kitabı bu oldu. Karakterlerin çaresizliği, kurtulmak için çabaları, kendi haz ve istekleriyle savaş haline düşmeleri, korku ile kahramanlık arasında gidip gelmeleri ne ararsanız var bu kitapta. Konusundan bahsetmek istemiyorum hatta filmi de varmış yeni gördüm sakın ben gibi yapıp trailerına bakmayın çünkü baya baya spoiler yiyorsunuz. Gerilmek isteyen, King seven, sıkışıp kalmışlık duygusunu tatmak isteyenlere tavsiye ederim. Ben de King listesinde yukarılara koyacağım bu kitabı.

İkinci kitap ise Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” eseri. Bu zamana kadar okumamış olmam bırakın benim ayıbım olsun zira ben kendime şu anda çok ama çok kızıyorum. Klasik sayılan, görece orta uzunlukta olan, içerisinde çokça betimleme bulunan bir kitap hiç mi sıkmaz. Sıkmadı arkadaşlar. Nesiller arası düşünce farklılıkları, hayat anlayışları, dünya görüşlerinin nasıl değişebileceği gözler önüne serilmiş. Oğlunu seven babalar, babalarıyla anlaşamayan oğullar ve gençlik ateşiyle yanan dünyayı değiştirebileceklerini sanan Arkadiy ve Bazarov. Yer yer karakterlerin “felsefe” yapması, nihilist Bazarov’un gerekçelerini açıklaması, Arkadiy’nin aşk ile tanışması bunları okuyucuyu kitaba bağlayan önemli etkenler. Tek olumsuz olarak söyleyeceğim şey Bazarov’dur :joy: Uyuz oldum o çocuğa. Saygısız, değer, örf anane bilmez bir çocuk :joy: :joy:

0001911864001-1

Son olarak da çerezlik bir çizgi roman olan "Hartlepool Maymunu"nu bitirdim. Çizimleri gayet hoş, kısa ve karakomik bir hikaye. Gerçek bir olaya dayanıyor hikaye. Hayatlarında hiç fransız görmemiş bir köyün sahilinde batan fransız gemisinden kurtulan bir maymunu “fransız” zanneden ingilizlerden bahsediliyor hikayede. İnsanların yüzyıllar geçse de bilmedikleri şeyler karşısında nasıl saçmalayabildiklerini bize gösteriyor bu hikaye.

23 Beğeni

0000000268343-1

İlk defa bir şiir kitabı okumuş oldum. Benim için ilginç bir deneyimdi. Nasıl değerlendirilir hiç bilmem.

Nazım Hikmet çok acılar çekmiş. Gerçekten zorlu ve dramatik bir hayat yaşamış. Kadın konusunda da pek çapkın, o ayrı. Kendisi de zaten bu konuda itirafta bulunmuş.

Beğendin mi diye sorarsanız, beğenmedim. Şiir beğenmediğimden değil, gerçekten güzel şiirler vardı. Birkaçı yüreğime dokundu, bazı kelime oyunları etkileyiciydi. Fakat beğenmedim. Sebebi şiire yatkın biri olmadığımdan kaynaklanıyor olabilir. Belki de Nazım Hikmet aradığım şair değildir. Romantik bir yüreğe sahip olmadığımı biliyorum, ama şansımı denemeye devam edeceğim. Edip Cansever ile Turgut Uyar’ın kitapları var; eğer onlarda da umduğumu bulamazsam şiire bir süre ara verebilirim.

Beğenmeme sebebim umarım tarz meselesinden kaynaklanıyordur. Şairlerde tarzın, stilin, kendince bir imzanın çok önemli olduğunu duymuştum. Elbet bana hitap eden biri denk gelir.

Akrep şiiri favorim olabilir.

6 Beğeni

Stieg Larsson/Ejderha Dövmeli Kız

8800379928626

Merak uyandırıcı biçimde başlayan, hızlı olduğu için biraz özensiz bulduğum bir gizem çözümüyle devam eden ve neden devam kitabı olduğuna dair ser verip sır vermeyen bir sonla biten bir kitap oldu benim için.

Kitap iki ana karakterin gereksiz bulduğum uzun bir özel hayat tasviriyle başlıyor. Bu kısımlar çoğu insan için sıkıcı olabilir. Konuya girmek epey vakit alıyor. Anlatım güzel olduğu için ben pek sıkılmadan okudum.

Girişteki özen maalesef olaylar çözülmeye başlarken kayboluyor. Bu kadar sayfadır merakla okumamızı sağlayan yazar, mesele çözülürken bence fazla aceleci davranmış. Gizemin kendisi de çözümü de çok iyiydi ama bir anda her şeyi öğrendik; bırakın bizim şaşırmamızı, karakterlerin o kadar şaşırmasına bile fırsat kalmadan olay bitti (Tabi bunlar benim görüşüm. Fazla ayrıntı okumak istemeyen biri için gayet tatmin edici olabilir).

Baş karakterlerden Lisbeth Salander’ı aşırı biçimde itici bulduğumu söylemeliyim. Yazar da zaten aykırı bir imaj çizmiş ama spoiler olmaması için burada belirtmeyeceğim bir kaç anlamsız davranışından dolayı o aykırılığın iticiliğe dönüştüğünü düşünüyorum.

Kitabın adı merak uyandırıcı, fakat içerikle doğrudan alakalı değil. Bu isme de pek anlam verebilmiş değilim. Bu kitaba çok daha uyan bir isim seçilebilirdi.

Kısacası çok hevesle okumaya başladığım ve genel olarak başarılı bulduğum bir kitaptı ama ikinciyi okumak için bana bir sebep vermedi. Tekil bir kitap gibi bitti ve Lisbeth Salander da maceralarını okumayı dört gözle bekleyeceğim bir karakter olamadı.

16 Beğeni

Hay Allah, cümleyi blurlamak istedim ama olmadı :slight_smile:
İlk kitabı geçen yıl ben de okumuştum. Doğrusu olayı sadece bir şeye dayanarak (blurlayamadığım için yazamıyorum ama siz nasıl çözdüklerini biliyorsunuz) çözmeleri bana çok tutarlı gelmemişti.
Kitabın adı ise muhtemelen daha fazla ilgi çeksin diye konulmuştur bence.

1 Beğeni


Gabriel Garcia Marquez - Kırmızı Pazartesi
Bir toplumun aynası olmuş bir roman bu. Maalesef Batılı dostlarımız gibi, “Hım, bakın ne kadar da ilginç, insanlar birbirlerini neler için öldürüyorlarmış böyle!” diyemeyeceğim, çünkü bu kitapta anlatılan her şey aynı şekilde bizim ülkemizde de yaşanmış olabilirdi, daha kötüleri de yaşandı. Kitaptaki ana karakterimiz olan Santiago Nasar’ın ismini, Ahmet Demir (sallıyorum) yapsak diğer o karışık isimli arkadaşlara da birer Türk ismi versek, roman hemen yarın dizi olarak ATV’de uyarlanmaya hazır olur. Reyting rekorları kırar. Çünkü bilirsiniz bizde ‘töre’, ‘namus’ cinayetleri toplumsal duyarlılığımızın çok düşük olduğu konulardır.

Kitapta herkesin bu cinayetin işleneceğini bilmesi gibi, siz de hemen ilk sayfalarda, hatta kitabın isminde bile biliyorsunuz. Ayan beyan ortada olan bu cinayete, “Aman guzum onlar mı adam öldürecekmiş, peh” havasında yaklaşan teyzelerden tutun da, cinayeti işleyeceklerini bağıra bağıra duyuran ikizlerin elinden bıçaklarının alıp, “Haydin gidin yatın yatağınıza” tavrında yaklaşan belediye başkanına kadar oldukça ilginç (dediğim gibi bizim için değil, büyük ihtimalle Marquez’e Nobel vermiş kişilerin milletlerden vatandaşlar için) bir durumla karşı karşıyayız.

Peki nedir bu cinayet, neden işlenecektir derseniz, namus yüzünden. Evet, Murat Soner’in sesiyle okuyun lütfen, 'namıs" yüzünden. Hatta hatta, Türk dizileri demişken, inanır mısınız bu kitapta da düğün var. Aynen, düğün yüzünden oluyor zaten hepsi. Oldukça zengin bir adam, kasaba kasaba gezip evleneceği bir köylü kızı arıyor, sonunda da bu kasabada bir kız buluyor. Kızın çok gönlü olmasa da ailesi, “Amanın, başımıza talih kuşu kondu kaçırmayalım” diyip kızı adamla nişanlıyorlar. Düğün günü evlendiği adam kızın bakire olmadığını anlayınca onu ailesine geri gönderiyor. Kızın ikiz olan abileri de soruyor, kim yaptı ulen?, diye. Kız da Santiago Nasar diyor. Santiago Nasar da düğünde eğleniyor o sırada, yarın sabah da psikopos gelecekmiş kasabaya, onun elini öpmeye gidecek o yüzden evine dönüyor. Neyse kızımızın abileri tüm kasabaya öldüreceklerini duyuruyorlar. Kimisi dalga geçtiklerini zannediyor, kimisi sarhoşlar diyor, kimisi ‘namıs’ canım bu haklılar diyor falan feşmekan kimse Santiago Nasar’a haber etmiyor, bunlar da bıçakla kuşbaşı doğrama derecesinde biçiyorlar adamı. Evinin kapısına koşuyor, annesi oğlumu öldürmeye geldiler zannedip kapıyı kapatıyor, yukarıda olduğunu zannettiği oğluna yardım etmeye gidiyor. Oğlunu da kapının önünde öyle bıçaklayorlar ki, adam yapışıp kalıyor oraya.
Neyse işte yıllar sonra bu öyküyü yazmak için araştırma yapan adamın neler bulduğunu okuyoruz.

Eninde sonunda, aynı bizimkine benzeyen duyarsız bir halk, aynı bizimki gibi katilleri 3 yıl sonra hapisten çıkarabilecek bir adalet sistemi ve iftira yüzünden yitip giden bir canla karşı karşıya kalıyoruz. Evet, kız iftira atıyor, Santiago Nasar’ın ona hiçbir şey yaptığı yok. Dogville halkıyla beraber en nefret ettiğim kurgu halk oldu bu toplum.

Güzel bir kitap, ama çok dağıtmadan okuyun. İsimler karışık gelebilir, olaylar karışık gelebilir. Beklentimin bir tık altında olsa da güzel bir kitap. Marquez okumaya devam.

7,5’tan 8/10.

16 Beğeni