
Şampiyonların Kahvaltısı
Kurt Vonnegut evreninin kırmızı halısı diyebiliriz sanırım; Kilgore Troust, Rabo Karabekian, Eliot Rosewater gibi meşhur karakterlerimiz bir arada, tabii kitaplarının hepsini okumadım ama bu meşhur karakterlerini duymuştum. Bence Vonnegut’a başlamak için Mezbaha No5’le beraber en uygun eserlerden. Öncelikle Kurt Vonnegut’ı biraz araştırmanızı, fikirlerini bilmenizi tavsiye ederim. O şekilde çok daha anlamlı oluyor kitapları. Bazı kitaplarında kurguya dahil olmayı seviyor veya hayatından izler yerleştiriyor kitaplarına.
Şampiyonların Kahvaltısı okuduğum en enteresan kitaplar arasına girdi. Çok farklı bir kitap, yazarın resimlerini de içeriyor, resimler şu şekilde;
Şu da çok sevdiğim bir mezar taşı tasarımı;
Kitap oldukça hızlı okunabiliyor. İlginç bir kurgusu var. Yazarın da dahil olduğu üç farklı koldan akıyor diyebiliriz. Her zamanki gibi Vonnegut olacakları bize önceden bol bol anlatıyor ve olaylar bir şekilde o noktaya ulaşıyor, biz de bu süreci okuyoruz. Tabii kitap neredeyse tamamen göndermelerden ve eleştirilerden oluşuyor. Kara mizahı ne kadar etkili kullanabildiğini biliyoruz zaten yazarımızın ama bu kitapta ekstra kuvvetli bu konuda. Edebiyat fakültelerinde ders olarak anlatıldığını duymuştum, gerçekten örnek olarak gösterilebililecek özgünlükte bir kitap. Ben de yazar olsam bu şekilde bir kitap yazabilmeyi isterdim açıkçası.
Vonnegut çok ilginç bir insandır, çoğu okur duymuştur ilginç karakterini ve hayatını. Örneğin sigara kullandığını ama taahhüt edilen ölümün gerçekleşmediğini söyleyerek şirkete dava açacağını espirili bir şekilde dile getirmiş bir söyleşide, şu şekilde anlatmış durumu;
12 yaşımdan beri filtresiz Pall Mall’den başka sigara içmedim. Ve yıllar var ki Brown&Williamson hem de paketin üstüne yazarak beni öldürmeyi vadediyor ama artık 82 yaşına geldim. Eksik olmayın sizi pislikler.
Görüşlerini ve hayata bakışını da severim kendisinin. Yine görüşlerini şu iki sözü oldukça güzel bir şekilde gösteriyor diyebiliriz sanırım;
"Tanrı bugün yaşıyor olsaydı, ateist olmak zorunda kalırdı."
"Dünya uzaylıların akıl hastanesidir."
Bir de 1988 yılında Time dergisinde yayınlanmak üzere Volkswagen bazı yazarlardan 100 yıl sonrasına mektup yazmasını istiyor, onlardan birisi de Vonnegut. Alkole tövbe eden bir alkoliğin (Reinhold Niebuhr, teşekkürler @M3rett0 ve @Abraxas) şu sözleri ilgili mektupta en sevdiğim bölümdür;
“Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenebilmem için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve aradaki farkı anlayabilmem için akıl ver.”
Mektubun tamamını okumak isteyenler için
M.S. 2088’in bayanları ve bayları,
Bana, geçmişten miras kalan bilgece sözlerin hoşunuza gidebileceği ve yirminci yüzyılda yaşayan bazılarımızın size böyle sözler göndermesinin iyi olacağı söylendi. Shakespeare’in Hamlet ’indeki Polonius’un tavsiyesini hatırlar mısınız acaba?
“Hepsinden öte, önce kendine doğru ol.” Ya da St. John the Divine’da* geçen, “Tanrı’dan korkun, O’nu yüceltin! Çünkü O’nun yargılama saati geldi!” emrini? Yaşadığım yüzyıldan size ya da aslında herhangi bir zamanda yaşayan herhangi birine verebileceğim en iyi öğüt sanırım, içkiye tövbe eden bir alkoliğin ettiği dua olacaktır: “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenebilmem için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve aradaki farkı anlayabilmem için akıl ver.”
Bizim yüzyılımız, öncekiler gibi bilge sözlerin bolca sarf edildiği bir dönem olamadı bence, çünkü insanlığın vaziyetiyle ilgili en güvenilir bilgiye ilk biz ulaştık. Kaç kişiydik, ne kadar besin üretip ne kadar toplayabiliyorduk, ne kadar hızlı üretiyorduk, bizi hasta eden şeyler nelerdi, neden öldük, yaşam formlarının bel bağladığı havaya, suya ve toprağa ne kadar zarar verdik, doğa ne kadar acımasız ve saldırgan olabildi gibi, gibi… Tepemize çöken bunca sorunun arasında, kim kalkıp bilgeliği mumyalayabilirdi ki?
Beni en çok şaşırtan ise Doğa’nın hiç de doğa tutkunu olmadığı gerçeğiydi. Gezegeni yerle bir ederken de, ortalığı yatıştırıp her şeyi farklı bir biçimde bile olsa yeniden bir araya getirirken de yardımımıza ihtiyacı yoktu ve biz canlılar, onun bunları yaparken hiçbir şeyi geliştirmediğini, sadece değiştirdiğini görüyorduk. Yıldırımlar düşürüp ormanları ateşe veriyordu. Tarıma elverişli arazilerin üzerine lavlar döküp, uçsuz bucaksız yollar açıyordu. Buraların büyük şehirlerdeki otoparklardan farkı kalmayınca da yaşam yok oluyordu. Daha evvel buzul parçalarını Kuzey Kutbu’ndan koparıp Asya’ya, Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya sürüklemişliği vardı. Doğa’nın günün birinde bunlardan vazgeçeceğini düşünmemiz için hiçbir neden yoktu ortada. Şimdiyse Afrika’daki çiftlikleri çöle çeviriyor. Gelgit dalgalarını dev tsunamilere dönüştürmesini ya da tepemize uzaydan meteorlar yağdırmasını bekler hale geldik. Yalnızca evrimin nadide örneklerini yok etmekle kalmıyor aynı zamanda okyanusları kurutup, kıtaları da boğuyor. Eğer ki insanlar gerçekten Doğa’nın onlara dost olduğunu düşünüyorlarsa başka hiçbir düşmana ihtiyaçları yok demektir.
Evet, yüzyıl sonrasının insanları olarak sizler bunu gerçekten anlamalısınız ve dahası bunları torunlarınıza da anlatmalısınız. Mevzu belli bir sayıdaki canlıya, belli bir yerde, belli bir zamanda, belli bir miktarda yiyecek sunmaya geldiği zaman Doğa acımasızlaşır. Hem siz, hem de Doğa böylesi bir nüfus artışı karşısında ne yaptınız peki? Biz buralarda, 1988’lerde kendimizi yeni bir tür buzulmuş gibi görüyoruz. Sıcakkanlı ve zeki… Durdurulamaz… Her şeyi çabucak yalayıp yutan, ardından pat diye sevişen ve çoğalan…
Düşünüyorum da Doğa’yla birlikte bunca insana yiyecek yetiştirmek için yaptıklarınızı dinlemeye dayanabilir miyim, emin olamıyorum.
Ayrıca üzerinizde denemeyi düşündüğüm çılgın bir fikrim var. Şöyle ki, başlıklarında hidrojen bombaları olan füzeleri birbirlerine bakacak şekilde çevirip ateşleyerek, zihnimizi yukarıda belirttiğim ciddi sorundan bir an olsun başka yöne kaydırabilir miyiz? – Doğa bize karşı daha ne kadar zalimleşebilir ki? Doğa dediğin, Doğa değil midir?
Sanırım artık içinde bulunduğumuz karışıklığı daha büyük bir duyarlılıkla tartışabiliriz. Umarım kör cahil optimistleri lider konumuna getirmekten vazgeçmişsinizdir. O tarz tipler yalnızca mevzunun tam olarak ne olduğu hakkında herhangi bir fikriniz bulunmadığında faydalı olurlar — tıpkı son yedi milyon küsur yıldır yaptıkları gibi. Zira benim zamanımdakiler, elle tutulur işler yapabilecek büyük kurumların başına geçip, büyük felaketlere yol açıyorlar.
Şu an ihtiyacımız olan liderler ise inatla yaşama tutunarak, Doğa’ya karşı nihai bir zafer kazanacağımızı iddia edenler değil, Doğa’nın hırçınlığını ve makul ateşkes koşullarını dünyaya gösterecek kadar cesur ve zeki olanlardır. Ateşkes koşulları ise şunlardır:
- Nüfusunuzu azaltıp sabitleyin.
- Havayı, suyu ve toprağı kirletmekten vazgeçin.
- Savaşa hazırlanmayı bırakıp gerçek sorunlarınızla ilgilenin.
- Hâlâ yapabiliyorken çocuklarınıza ve elbette kendinize etrafınızdakileri öldürmeden küçük bir gezegende nasıl yaşayabileceğinizi öğretin.
- Bir trilyon dolar harcarsanız bilimin her şeyi çözeceğine inanmayı bırakın.
- Siz ne denli yıkıcı ve savurgan olursanız olun, torunlarınızın bir şekilde başka gezegenlere göç edip düzgünce yaşayacağını düşünmekten vazgeçin. Bu hem zalimce hem de aptalca.
- Ve bunun gibi falan işte.
Yüz yıl sonraki hayat hakkında çok mu karamsar görünüyorum? Bunun sebebi belki de biliminsanlarıyla çok fazla, siyasetçilere konuşma metinleri yazan tiplerle ise çok az vakit geçirmemdir. Kimbilir, M.S. 2088’de belki de tüm hayatlarını tek bir çantaya sığdıran evsizlerin bile cebinde roketler ya da helikopterler falan vardır. Herkes, dünya üzerindeki her şeyi birbirine bağlayan bilgisayarların tuşlarını tüm gün parmaklayıp, portakal sularını astronotlar gibi pipetlerle içiyorlardır.
Sevgilerle,
Kurt Vonnegut
Bu çılgın adamı gerçekten seviyorum, kurguları fazlasıyla kendine has. Bilim kurgu dozu düşük oluyor genelde, bu sebeple her türlü okura hitap ediyor bence (tabii absürtlüklere aşırı karşı birisi değilseniz). Ben severek okudum, sizler de seveceksiniz diye düşünüyorum.

Herkese keyifli okumalar dilerim. 