Hazır bilgisayarı açmışken şuraya toplu bir dalış yapayım. İncelemelerimi başka ortamlarda paylaştım fakat ulaşma imkanı olmayıp da göz atmak isteyen olursa diye buraya da koyuyorum.
Doktor Moreau’nun Adası - H. G. Wells (8/10)
Ne desem? Neresinden başlasam? Bilemiyorum…
Okyanusun ortasında yolu bir şekil bu ürkütücü adaya düşen Edward Prendick aktarıyor bize hikayesini. Düşünün ki bir adaya düştünüz ve bu adada bir hayvanın birden çok hayvan gibi görüntüsü var. Çarpık konuşmaları, tuhaf davranışları ve “Kanun” dedikleri kuralları var. Hikayenin içine girebilirseniz çok ürkütücü bir ortam.
Dr. Moreau insanların hastalıklarına çözüm bulmak için bir grup hayvan ve yardımcısıyla bu adaya kapanıp insanın aklının almayacağı deneyler yapıyor. Hayvanların feryatları insanın kemiklerini donduruyor. Yer yer çok rahatsız olduğumu belirtebilirim. Ben bu konuda biraz duygusal yaklaşıyorum ve bir canlıya işkence edilmesi kabul edemediğim bir durum.
Etik yanıyla insanı tokatlayan, bu örselenmiş hayvanların oluşturduğu topluluğun kuralları da ayrı bir toplumsal irdeleme içeriyor. “Doğru cümleler nasıl bir toplumu canileştirir? Bir toplum nasıl manipüle edilir? Böyle tekinsiz bir keşmekeşin içinde insan psikolojisi nasıl işler? Kanun nedir?” Bunlar gibi birçok soruyla baş başa kalıyorsunuz. Büyük resme bakmayı bilenler için gerçekten çok şey anlatıyor bu kitap.
Heyecan hep dorukta. Etkileyici bir anlatım. Konu gerçekten ilgi çekici. H. G. Wells bir an olsun rahat nefes almanıza izin vermiyor. Hayat gibi bu kitabın içeriği de beklenmedik, ürkütücü, rahatsız edici, çarpıcı ve kontrolden çıkmış. Sizi ansızın ensenizden yakalıyor ve kaçmanıza izin vermiyor.
Zamanında filmi de yapılmıştı. O zamanlar izlediğimde de rahatsız olduğum yerler vardı. Herkesin okuması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu adada yaşayın, havasını soluyun, dehşeti hissedin…
Su Adamı - Aleksandr Belyaev (6,5/10)
Denizin altında yalnız bir yaşamın öyküsünü anlatıyor. Şehir efsanesinin de etkisiyle denizde yaşayan bir su şeytanı söylentisi başlar. Eh, böyle bir söylenti varsa mutlaka bunun peşine düşecek fırsatçı tipler çıkacaktır. Buraya kadar heyecanlı, merak uyandırıcı bir yapısı var fakat bundan sonrası bir aşk hikayesi. Biyolojik birtakım değişikliklerin yapıldığı yönüyse bilim kurgu tarafını oluşturuyor.
Sanırım benim talihsizliğim Dr. Moreau’nun Adası kitabının peşinden bu kitabı okumam. Ana tema olarak benzerlik çok fazla. Aşk hikayesi kısmı maalesef beni çok baydı. Bu açıdan bakarsak ciddi anlamda klişe eski romantik filmler gibi. Yer yer çok sıkıldım.
Çeviride eleştirilecek yerler var aslında ama fazla irdelemiyorum çünkü irdelemeye başlayınca insan kitaptan soğuyor. Meraklısı kurcalayabilir. Şahsi olarak keşke kitabın adı “Su Adamı” yerine “Su Şeytanı” olsaymış diyebilirim. Madem tam Türkçeleştiremiyoruz (ki yapılabilirdi ve çok da hoş olurdu sonuçta bilim kurgu bir eserde okuyucunun kabul edebileceği bir hamle olurdu) o zaman şeytan daha estetik olurmuş.
Benim için ortalamanın bir tık üstünde bir kitap. On üzerinden altı ya da yedi puan arasında gidip geliyorum. Fikir güzel, işleniş yer yer iyi, anlatım biraz yavan, sonu beni pek tatmin etmedi. Dr. Moreau’nun Adası bundan çok daha iyiydi. Heyecan ve gerilim bir an olsun eksik değil. Onu da Hayvan Çiftliği’ne benzetmiştim biraz. Yani üçünün de benzerlikleri var. Birbirini andırıyor. Hayvan Çiftliği’nin siyasi eleştirisi çok daha derin ve düşündürücüydü. Dr. Moreau’nun Adası ise daha çok zeka üstüne kurulmuş, daha farklı.
Tropik Güncesi - Alvaro Mutis (7/10)
Álvaro Mutis tarafından yazılan “Gaviero” adlı bir adamın tropikte bir mavnanın üstünde yaptığı yolculuğun hikayesi “Tropik Güncesi”.
Günlük şeklinde yazılmış, aylar süren yıpratıcı bir yolculuk. Bu kitabı okumadan önce depresyonda olmadığınıza, karamsar bir dönemde olmadığınıza ve düşünme şeklinizin duru olduğuna dikkat etmelisiniz bana kalırsa. Aksi halde sıkıntıdan çatlayabilirsiniz.
Bazı kitaplar sakin kafa ister. Bu kitap da öyle. Gaviero, yeşil örtüyle kaplı o bunaltıcı yaprak kokusunun ve sıcağın altında, bilinmezliğin nehrinde, bir motorun hastalıklı takırtılarıyla bata çıka yolculuk ederken Kapti(Kaptan) ve kendisinin yaşadıklarını kaleme alıyor. Bunu biraz da delirmemek için yapıyor. Ölümün o yeşil örtüdeki hiçlikten ne zaman çıkıp geleceğinin bilinmediği bu yolculuk insanı birtakım düşüncelere boğuyor.
Aslında böyle bakıldığında ne kadar da güzel bir yansıma olduğunu görebilirsiniz. Şehrin hastalıklı gürültüsünün içinde, sıcak bir mevsimde, yaptığı işi sürekli yapmaktan bunalmış bir insanın beton örtüsüyle çevrilmiş dünyası, şehrin kekremsi kokusunda amaçsızca çırpınmasının yansıması bu yolculuk.
Ne yapıyoruz? Bir amacımız var mı? Varılacak o yere vardığımızda ulaşmak bizi tatmin edecek mi? Peki, ya varılacak bir yer kalmayınca ne yapacağız? Hayatımız nerede kırıldı ve bizi nerede bilinmezliğin nehrinde sürüklemeye başladı? Bu sürükleniş nerede bitecek? Hiçliğin içinde nerede bekler bizi ölüm? Bu önemli mi? Ya çoktan hayatımızın bir noktasında ölüp gittiysek ve amaçlarımıza ulaşmak için yaptığımız o yolculukta her şey anlamsızlaştıysa ne olur? Peki, insan bunun farkına vardıysa ne yapar? Ne yapmalıdır? İçimizdeki o her şeyin farkında olan kişi kontrolü ele aldığında biz olduğunu sandığımız kişiye ne olur?
Bu ve bunun gibi onlarca soru kafanızda dolaşıyor. Aslında bu kitabın hissettirdiği şey tsunami gibi. Sayfaları çevirirken deniz yavaş yavaş çekiliyor. Siz de çekinceli adımlarla ufak ufak çekilen sahilde yürümeye başlıyorsunuz. Bir gözünüz hep arkanızda. Kendi güvenlikli, konfor alanınızdan fazla uzaklaşmak istemiyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki deniz haddinden fazla çekilmiş ve siz de çok fazla ilerlemişsiniz. Su yavaş yavaş geri gelmeye başlarken bir panik yayılıyor bedeninize fakat geri dönecek takatiniz kalmamış. Su sizi gittikçe yutarken bir şekilde karaya çıkıp her şeyin bittiğini sanıyorsunuz fakat arkanızdan o büyük çarpıcı dalga gelip sizi deviriyor.
Kitap biraz erkeksi diyebiliriz. Kadınlarla erkeklerin olayları değerlendirme, algılama biçimleri farklıdır. Bazı noktalarda kopabileceğimiz yerler olabiliyor bu sebeple. Erkeksi duyguların ve erkeksi sorunların odağında olduğu için biz kadınlar bazen dışarıdan bakıyoruz. İyi empati yeteneği olanlar için sorun olmayacaktır ya da kendi iç denizinde cesurca gezebilenler için bu pek de önemli olmayacaktır.
Kitabın çevirisinde bazı cümlelerde toparlama sıkıntısı veya editörlüğün belli noktaya odaklanması sebebiyle cümle bütünlüğünde bozulmalar olmuş. Mutis çok uzun cümleler kuran ve bu uzun cümleleri de oldukça güç kurmuş birisi. Bu yüzden bu tarz sıkıntılar olması normal. Zaten öyle çok değiller sadece birkaç yerde var bu cümleler.
Kitap normalde iki saat gibi bir sürede okunabilir fakat içerik bakımından sindirerek okunması gerektiğinden dört veya beş saatinizi alabilir. Tane tane okuma yapıp derinine inmek lazım. Tropiğin o boğucu havasının solunması lazım. O engin, kıpırtısız yeşil örtünün kokusunu almak ve tehlikenin bilinçaltındaki o sıkıntısını hissetmek lazım.
Kitap kapağı daha güzel, sanatsal olabilirdi aslında ama bu kapak da sadeliği açısından harika. Çeviri ve editörlük her zaman öndedir fakat kitabı okurken her kapatıp açtığınızda kapağı görürsünüz. Kapağın duru ve kitaba uygun, fazlalıklardan arındırılmış hali pastanın üstündeki o güzel süsleme gibidir.
Okumak için doğru zamanda çekip almışım raftan. Bütün gece onlarca soru kafamın içinde çınladı durdu. Kendimi irdeleyip durdum. Bu tarz kitaplar sevenlere öneririm.
Yıldız Tozu- Neil Gaiman(7/10)
Türün sıkı takipçileri için yeni bir şey sunmayan fakat damakta baharatlı bir şarap etkisi bırakan tatlı bir peri masalıydı.
Kitaplardaki masalsı aşk temaları beni hep sıkar. Bu yüzden macera başlayana kadar bir parça bunalır gibi olduğumda resimler imdadıma yetişti. Hayran hayran çizimleri incelerken bu kısımlar bir çırpıda geçip gitti.
Kitabın sonunda Charles Vess’in çizimlerinin ve eskizlerinin olduğu bölümde Neil Gaiman’ın bu kitabı nasıl oluşturduğunu anlatan taslak var. Ufak tefek değişiklikleri okumak ve Gaiman’ın hikayeciliğine dair bir fikir de sunuyor. Burası çok hoşuma gitti.
Hikâye “Duvar” adı verilen bir köyde başlıyor. Bir tarafı ormanlarla çevrili diğer tarafı ise duvarla çevrili olan bu köyde her dokuz senede bir fanilerle perilerin kaynaştığı bir panayır kurulur.
Perilerin, cadıların, büyülerin, yaratıkların olduğu tekinsiz bir yerdir “Periler Ülkesi”.
Hikâye temelde üç farklı yoldan ilerliyor. Tristran Thorn köyün delikanlılarından birisidir ve gönlünü köyün en güzeline kaptırır. Onu elde edebilmek için dil dökerken bir yıldız kayar ve kıza o yıldızı getireceğine dair söz verir. Eğer sözünü yerine getirirse bu kız Tristran ne isterse yapacaktır; evlenmek dahil.
Fırtınahisarı’nın seksen birinci lordu ölüm döşeğindedir. Lordun biri kız olan sekiz çocuğu vardır ve bunlardan geriye sadece üç tanesi hayatta kalmıştır. Lord kendisi ölene kadar bir tane çocuk hayatta kalır diye umut etmişse de bu gerçekleşmediği için krallığı kimin devralacağı konusu şaibelidir. Sonunda Fırtınahisarı’nın Gücü olan taşı yıldıza doğru savurur. Taşı ilk kim alırsa seksen ikinci lord o olacaktır.
Bir korunun derinliklerinde uğursuz bir şeyin habercisi gibi duran küçük, pespaye bir ev vardır. Bu küçük evde üç yaşlı cadı yaşar ve her işi sırayla yaparlar. İki yüz yıldan sonra ilk defa düşen bu yıldızın peşine tekrar genç olabilmek umuduyla düşerler.
İşte bu üç hikâye hızla birbirlerine at sürerken ninnilerin, tekerlemelerin, büyülerin gölgesinde mecara başlar.
Seneler önce filmini izlemiştim ve o zaman da beğenmiştim. Tabii her zaman olduğu gibi filmde de bazı farklılıklar mevcut. Gaiman’ın en çok hoşuma giden kitaplarından birisi “Yıldız Tozu” sanırım. Uzunluğu tam kıvamında.
Aslında kitapla alakalı başka öyküler de varmış fakat Gaiman bunları henüz yazamadı sanırım. Çizerle bunlar hakkında konuşmuşlar. Belki bir gün bu dünyada geçen başka öykülerle de karşılaşabiliriz. Hikâyenin yapısı da buna çok uygun aslında.
Başta da dediğim gibi peri masallarının tabiatı gereği farklı bir şey sunmuyor. Peri masallarını sevenler için tadımlık bir kitap. Cinsellik içeren birkaç paragraf var. Bu yüzden belli bir yaşın üstüne hitap ediyor diyebiliriz.
Bay Uzay Gemisi - Philip K. Dick (10/10)
Yazarla ilk olarak “Uzay Piyangosu” kitabıyla tanışmıştım. Bazı yazarlar ne kadar iyi olsalar da bazen kişiye hitap etmeyebilir. Bu yüzden ilk önce bir okuyup sonra diğer kitapları almaya karar verip vermeyeceğime bakacaktım. Nihayetinde yazarın tarzı çok hoşuma gitmişti fakat “Uzay Piyangosu” kitabının ciddi anlamda düzelti sorunları canımı sıkmıştı. Bu sebeple kendisine biraz ara vermiştim.
Uzun bir aranın ardından “Hangi kitabı okumalıyım?” diye düşünürken bazı kitaplarının öykülerin genişlemiş hali olduğunu veya öykülerden temel alındığını öğrendim. Böyle olunca ilk olarak öykü derlemelerini bitirmenin daha iyi olacağını düşündüm.
Bay Uzay Gemisi derlemesinde 25 öykü bulunuyor. Hepsine olmasa da en az 20 tanesine değinmek isterdim fakat buranın yeterli olmayacağını biliyorum. Dick gerçekten çok keyifli ve yaratıcı bir hayal gücüne sahip. Yazarın kendi yazdığı “Önsöz” karşılıyor bizi ve ardından başka bir ünlü yazar Roger Zelazny “Giriş” kısmıyla bizi selamlıyor. Bu bölümlerden sıkılanlar için oldukça kısa ve faydalı olduklarını belirtmek isterim. Kitabın en arkasında “Notlar” bölümü var. Öykülerin yayınlandıkları yeri ve kronolojik sıralamasını gösteriyor. Bazı öyküler için açıklamalar da mevcut. Bu sebeple her öyküden sonra göz atmanızda fayda var.
Berna Kılınçer tarafından çevirisi yapılan kitapta beni en çok rahatsız eden “içeride ve dışarıda” kelimelerinin yanlış yazılması oldu. Bu bazılarınız için önemsiz görünebilir fakat benim gözümü tırmalıyor. Her seferinde elime bir kalem alıp araya “i” koyma dürtüsüne engel olmaya çalıştım.
Çoğu öykü 1950’li yıllarda yazılmış fakat öyle noktalara değiniyor ki her öyküden sonra oturup içinde bulunduğunuz devri değerlendirirken buluyorsunuz kendinizi. Özellikle devlet politikaları konusunda ciddi anlamda çarpıcı etkiler yaratıyor.
Sindire sindire okunması gereken bir kitap olsa da o kadar heyecanlı ve merak uyandırıcı ki ara vermek istemiyorsunuz. Öykülerin genişliğini çok güzel ayarlamış Dick.
Bilenler bilir ben pek öyle bir kitabın ikinci kez okunmasına sıcak bakmayan birisiyim. Yine de “ikinci kez okunacaklar” adlı istisna listem de yok değil. Bay Uzay Gemisi kesinlikle bu listede kendisine yer edindi. Eğer 10 üzerinden 13 puan verebilseydim kesinlikle puanım 13 olurdu.
Bilim kurgu hayranı olup da henüz Dick okumadıysanız bir an evvel okumaya başlamalısınız. Okurken sizi minik sürprizler de bekliyor olacak. Kendisinin kitaplarından esinlenilerek çekilen filmler ve diziler mevcut. İsterdim ki tüm öyküleri mini dizi olarak günümüzde de güzelce çekilse. Black Mirror tadında fakat daha çarpıcı olacağını düşünüyorum.
Öykülere tek tek değinmeyeceğim çünkü kısalar ve tat kaçırmak istemem. Yine de değinmek istediğim bir nokta var ki Dick, toplumun “tüketim çılgınlığına” ve “satış tekniklerine” ciddi anlamda dikkat çekiyor. Günümüzde yaşadığımız dünya şu an bu ürkütücü sistemin ta kendisi. Sosyal medya platformlarında bulunan hesapların yüzde 90’ı size bir şey pazarlıyor. Nereye baksanız bu konuda bilinçaltınız tetikleniyor. Belki şimdilik bu konuda tedirgin hissetmiyor olabiliriz fakat gün geçtikçe bu girdabın içinde boğuluyor gibi hissedeceğiz. Belki de hissediyoruz.
Uzun lafın kısası Bay Uzay Gemisi ve Uzay Piyangosu kitaplarını öneririm. İnsanı aydınlatan, farklı bir bakış açısı kazandıran, düşündüren ve hayal gücünü tetikleyen kitaplara hep hayran kalmışımdır.
Korudaki Gümüş-Emily Tesh (6,5/10)
Büyülü, lanetli, sihirli veya her ne derseniz öyle bir koru düşünün ve bu koruya dört yüz sene önce korunun kötü ruhlu sahibi tarafından mahkum edildiniz. Mevsim dönümleriyle bağlantılı olan birtakım tuhaflıklar yaşıyorsunuz. Korudaki Vahşi Adam Tobias Finch işte böyle bir hayatta kapana kısılmış. Eh, bu duruma alışmış ve epey de uyum sağlamış aslında ama işler hep bir yerde sarpa sarar sonuçta.
Dünya Fantazi En İyi Novella Ödülü almış bir kitap. İki kitaptan oluşan serinin ilk kitabıymış. İkisini birleştirip bassalardı da olurmuş aslında yine de ben bu Kapsül dizisini seviyorum. Çok bekletmeden ikinci perde de gelirse tadından yenmez.
Kitap sanırım bu haftanın (ya da geçen hafta) Pride haftasına uygun olduğu için denk getirilmiş. Homofobi konusunda aşırı hassas olanlar uzak durabilir.
Bu konuyu bir kenara bırakırsak korunun efsunlu yapısı ve yeşil adam efsanesinden esinlenmesi farklı bir hava vermiş. Bazı cümleler çok muğlak ve bulanıktı. Birkaç kez okuduğum yerler oldu anlamak için. Bu da okuma zevkini biraz örseliyor. İmla konusunda pek sorun yoktu.
Kapsül serisi gerçekten çok yönlü bir yapıya sahip. Çok okuyan birisi için bu novellalar tadımlık daha çok. Seriye genel olarak baktığımda on üzerinden 6.5 veririm. Uzun okumalardan sonra veya kaşla göz arası vakti olanlar için dinlenmelik kitaplar.
Daha fazlasını yazdığımda yine görüşmek üzere.