Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

image

Çekilişten kazandığım Garibanların Şampiyonu’nu gelir gelmez okumaya başladım ve yeni bitirdim. Normalde böylesine ince bir kitabı iki günde bitirirdim ama Bilimkurgu dışına çıkınca okuma hızım daha da yavaşlıyor.

Kitap hakkındaki düşüncelerimin bazılarını kitabın yazarı @EzbenderTheSword’a özelden iletmiştim. Genel yorumumu ise buraya sakladım.

Öncelikle Garibanların Şampiyonu kolay okunabilen bir eser. Hikayenin içine yazarın kendini de katması benim beğendiğim bir noktaydı. Yazar bununla da kalmayarak günümüzdeki birçok soruna da dokunuş yapmaktan geri durmamış. Hikayenin kısa kısa bölümlerle de sunulması benim açımdan en iyi şeydi. Uzun uzun bölümler çok sıkıcı geliyor bana. Yazarın kurduğu evren biraz daha detaylı anlatılsaymış çok daha iyi olurmuş. Fantastik unsurlar gayet iyi. Anlatım yormayacak kadar sadeydi. Fantastik severlerin benden daha çok beğeneceğini düşünüyorum. :slight_smile:

Gelelim yayınevinin önemli diyebileceğim iki hatasına. İlk sayfadaki evreni tanıtma amaçlı çizilen haritayı kendi isteklerine göre çizmeleri hiç hoş olmamış. Kara kalem tarzı ve sayfayı kaplayacak şekilde olması çok daha iyi olabilirdi. Burada suç yazarın değil yayınevinin. Bir diğer hata da arka kapak yazısının kapak rengi ile olan uyumsuzluğu. Bakmayın resimde okunduğuna; elinize aldığınızda bile zar zor okunuyor.

Tekrar teşekkür ederim kitap için. :slight_smile:

Ne kötü ne de -benim için- çok iyiydi. Puanım 10 üzerinden 6.5.

15 Beğeni

Gece Yarısı Kütüphanesi

Fikir güzeldi, sadece konu daha derin işlenebilirdi diye düşünüyorum. Yine de anlatılmak istenen konuyu beğendiğim bir kitap oldu. Tam da ihtiyacımın olduğu bir zamanda okumuşum, iyi geldi.
Nora’nın bazı hayatlarında gerçekleşen olayların arka arkaya, tesadüfen olması zorlama olmuş ama yakın zamanlarda olamayacak şeyler de değildi sanırım.

Okuması rahat, dili sade, hızlı okunan bir kitap. Çerezlik kitap arayanlara tavsiye edilir.

Puanım: 6.5/10

11 Beğeni

Teşekkür ederim vakit ayırıp okuduğunuz ve yorum yaptığınız için.:pray:
İkinci kitapta evren daha detaylanacak ve kitaptaki fiziksel eksiler giderilecek. İyi okumalar dilerim

2 Beğeni

Beklediğimden daha sürükleyici çıktı. Bir süredir böyle kolay okunabilen sürükleyici bir kitaba ihtiyacım vardı güzel geldi.

13 Beğeni


Franz Kafka - Şato
Kafka kampı diyebileceğim okumalarımda ilk etap olan Dava, Dönüşüm ve Şato romanlarını bu kitabı okumamla bitirmiş oluyorum. Seneye, yine 3 kitaplık, bu sefer bir mektuplar kampı yapabilirim. Bakalım.

Şato okuduğum üçüncü Kafka romanı ve itiraf edeyim okurken zorlandığım bir kitap. Kitabın seyri o kadar dalgalı ki, ilk 50 sayfa su gibi, sonra 150 sayfa durgun, sonra yine bir 50 sayfa akıcı derken, normalde iki güne bitebilecek bir kalınlıkta olan bu kitabı dört gün okudum. İdeali de budur yani, azı fazlası zarar gibi.

Kitabımızın konusu bir Şato’ya kadastrocu olarak atanan ama bir türlü işini yapmayan, bu sebepten başına türlü türlü işler gelen bir adam. Bu kitapta Şato, üzerimizde bir yük olan ve tanrılaşmış bir hale gelen bürokrasiyi temsil ediyor gibi. Gündüz çok yoğun işleri yüzünden dilekçe sahipleriyle gece görüşen memurlardan tutun da, iki yıl bir mektup bile iletemeyen ulağa kadar devletin ve bürokrasinin bir aktarımı bu kitap. Aynı şekilde köy içinde yaşanan olaylara da, insanların Şato’ya karşı tutumunu görüyoruz.

Benim için iyi ama zor bir okumaydı. Şu ana kadar okuduklarımdan kendim için şöyle bir sıralama yaptım. Dava > Şato > Dönüşüm. Bu sıralamanın gerekçesini üç kitaba yaptığım incelemlerden de anlayabilirsiniz.

Kafka okumaya devam, ama bir süre ara gerekiyor.
8/10

16 Beğeni

Benim için de bu şekildedir sıralama. Bunların dışında Amerika ilk romanı olduğu için sanırım, kafkaesk havası daha düşük, ama hikaye olarak fena değil. Gelecek sene okuma programı için Ceza Kolonisi’ni tavsiye ederim, oldukça başarılı. Yine öykülerinden Bir Köy Hekimi, Açlık Sanatçısı, İlk Dert, Çakallar Ve Araplar gibi hikayelerinde de kafkaesk hava oldukça iyi seviyede. İş Bankası yayınlarından çıkan Ceza Kolonisinde Ve Diğer Öyküler kitabı bunların hepsini içeriyor. Tabii meltupları da tercih edilebilir ama ben romanlarını ve hikayelerini daha fazla seviyorum açıkçası. :slight_smile:

2 Beğeni

Kahramanımızın okula hademe atanmasına, bir de buna hizmetçi verilen o iki namussuza gülüyorum aklıma geldikçe. :slight_smile:

Şato genelde kasvetli bulunuyor okur tarafından, ben sık sık kahkahalar eşliğinde okuyorum Kafka’nın absürt tarzını.

Neyse, Kafka’yı üçlediniz, geçmiş olsun :slight_smile:

1 Beğeni


Nikolay Vasilyeviç Gogol - Müfettiş

Müfettiş’te de Gogol’un çoğu eserinde olduğu gibi memur kesimi eleştiriliyor. Memur kesimin aldığı rüşvetleri ve halka yaptıkları eziyetleri, yazar bir oyun şeklinde bize sunmuş. Oyunu beğendim ama komedi yönü bana pek geçmedi, sanırım bu oyunu iyi oyuncularla sahnede izlesem komik bulabilirdim.

6 Beğeni

@kalsedon.okur Ben Kafka’dan sadece Dönüşüm’ü okudum, beklediğimden daha iyi bir kitaptı. Bu sıralamanızı görünce diğer kitaplarını açıkçası daha çok merak ettim :eyes:

2 Beğeni


Göz - Stephen King

Konusu:
Hor görüldü, taciz edildi, küçümsendi…

Sınıf arkadaşlarının bir ucube gibi gördüğü Carrie, tüm bu haksız muameleye sessizce katlandı… Ta ki, beklemediği bir anda acımasız bir davranışa maruz kalana kadar.

O an yıllardır içinde sakladığı güç Carrie’nin en korkunç silahı haline geldi.

Artık düşüncelerine gem vuramadığı bir intikam makinesine, korkunç bir silaha dönüşmüştü.

Düşüncelerim:
Akıcı bir kitap kısa sürede okuyup bitirdim. Röportaj ve kitap alıntılarının daha az olmasını tercih ederdim. Korku ve gerilim beklentimi karşılamasa da kitabı sevdim diyebilirim.

9 Beğeni

Kesinlikle hepsine bakmak istiyorum. Aslında Amerika’yı okuyacaktım ilk ama kitapları alırken Amazon’da tükenmişti, ben de yerine Şato’yu aldım.

Hep böyle olsun. :upside_down_face:

1 Beğeni

Dava’ya yeni başladım. Okuduğum ilk Kafka kitabı ve şu an güzel gidiyor. Ama sanıyorum en iyisiyle başlamışım. Demek ki bundan sonra Şato’ya şans vereceğim :smiley:

1 Beğeni

Kitabı bitirdim. Bazı yerlerden dolayı kitabın çocuk kitabı değil de 14-16+ yaş için daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bunu böyle düşünmekteki sebebim; mesela bir yerde evin babasının köpek Nana’nın kabına şaka olsun diye ilaç koyması ve köpeğin bunu içmesi, başka bir yerde hiç büyümeyen çocukların bıçak kullanarak adam öldürmesi gibi yerlerden ötürü böyle düşünüyorum. Onun dışında kitap oldukça güzeldi, hiç sıkmadan okutan bir kitap. Tavsiye ederim. Küçükken çizgifilmini az izlemiyordum bunun :grinning_face_with_smiling_eyes:

Konusu ise; Peter Pan adında hiç büyümeyen bir çocuğun Wendy, John, Michael adlı küçük kardeşlerin evini ziyaretiyle başlıyor ve Hiçlik Diyarına( Varolmayan Ülke diye çevrilseymiş keşke) yaptıkları yolculuk ve maceraları anlatılıyor.

15 Beğeni

Tarih okumalarımda “ABD Tarihi” 350. Sayfalarda bıraktım. Daha çok fırlattım attım diyebilirim. Tam bir propaganda kitabı.Okuduğum kısma kadar ;

Kitap kapağında Kızılderili resmi olmasına, tarihlerindeki katliamlara rağmen kıtayı onlar yaşanmamışta öylece elde etmişler gibi anlatmışlar.
Bir diğer konuda ki kitabı fırlatıp atmama sebep olan konu, içinde siyahilere yönelik ağır ırkçı söylemler olması yazarların. O kadar ki ku klux klan üyelerine “onurlu beyazlar” diyecek kadar. Sanırım sırf bu yüzden siyahiler ile beyazlar arası eşitlik yanlısı ve ABD tarihinde önemli bir yere sahip Abraham Lincoln e bir paragraf dahi ayrılmamış.
İnternet üzerinde biraz araştırdığımda 2. Dünya savaşı sonrası “yazdırıldığı” bilgisine ulaştım. Halil Inalçık nasıl bulaşmış bu kitaba şaşırdım. Bende onun ismine güvenerek almıştım.
Sonuç itibari ile kimseye tavsiye etmiyorum.
Tarih okumalarıma ;


ile devam ediyorum

12 Beğeni

images-1

Bir süredir kitap okuyamıyordum, çerezlik bir kitaba başlayayım dedim ve hazır E3 dönemindeyken bu kitaba başladım. Youtube’da izlediğim birkaç video sonrası oyun yapım süreçlerini merak etmeye başlamıştım. Bu kitap tam da o meraka hitap eden bir kitap olmuş. Yapımcılar ne tür zorluklarla karşılaşıyorlar, ne kadar çalışıyorlar, ekip içinde sorunlar yaşanıyor mu, yayıncı ne tür sorunlar çıkarıyor, yaratım aşaması nasıl bir süreç gibi birçok soruyu aydınlatan, hikaye edilerek anlatıldığı için akıcılığını ve sürükleyiciliğini hiç kaybetmeyen bir kitap yazmış J. Schreier. Anlatılan oyunları oynamış olmanıza gerek yok, (ben sadece 2 oyunu oynadım) bölümler o oyunların yaratım sürecine odaklanıyor. Gerçekten çok güzel hikayeler var. Herhangi bir sınava çalışan okurları motive edecek türden başarı öyküleri bile var :smile: Onlarca geliştiricinin yıllar boyunca fazla mesaiyle, sosyal hayatını kısıtlayarak, delicesine çalışarak hayallerindeki oyunu çıkartmasını okumak zor zamanlarınızda size yardımcı olabilir :slightly_smiling_face:

Yazarın diğer kitabı da dilimize çevrilecekmiş sanırım, o kitabı da okumayı düşünüyorum. Bu kitabı çok beğendim, oyunseverlere tavsiye ederim.

17 Beğeni

Nabizade Nazım - Hala Güzel bitti.

nabizadenazım-halagüzel

Bahar temizliği ile ortaya çıkardığım, Bordo - Siyah Yayınları’ nın 2006 basımı kitabı. İçinde 5 farklı öykü var. Öyküler ‘‘gerçekçi ve doğal’’ yöntemle yazılmış. Öyküler aşk ve evlilik temalarını her öyküde farklı bir bakışla işliyor ve genelde gündelik hayatta olabilir şeylerin o zamana ait versiyonları yazılıyor. Ayrıca bir öyküde de zamanın basını esprili bir şekilde eleştiriliyor.

Yazarın üslubu hoş sizi sıkmıyor(sadeleştirilmiş olması göz önüne alınmalı). Kısa sürede sıkılmadan okuyup bitirebilirsiniz. Aşk ve evlilik konusundaki anlatımlar göreceksiniz ki gerçekçi ve doğal. Ayrıca bir hikayedeki bir abi olayı tarihi zamanına göre değerlendirmemiş olsam beş kardeşi görürdü ama o zamanlarda öyleymiş n’ apalım? :slight_smile:

11 Beğeni

9786057762801

Açıkçası Gaiman tarzı yazım stiline sahip olan yazarları sevmiyorum. Akıcılık dışında hiçbir artısı yok bana göre. ‘‘Odasına dönmüş. Koşmuş ve zortlamış.’’ Tasvir zihnimdeki canlılığını yitiriyor. Şu an yazdığım yazımdan hiçbir farkı yok. Tolkien fazla betimlemeden eleştirilir ve hikayesi akmıyor gibi sebepler sunulur. Bu tarz yazarların stili de haddinden fazla akıyor sanki.

Ben bir hikayenin tabii ki akmasını isterim. Bu, romancılık anlamında önemlidir. Gaiman’dan okuduğum 3. kitap oldu, adamın sevilme nedeni hep romancılığın altın kurallarını basitçe uygulaması. Güzel hikayelerini böyle heba etmemeli.

Hikayeye gelecek olursak, fena değildi. Anlatılmak istenen de, hikaye de tatmin ediciydi. Gaiman’ın her yaşa hitap eden anlatımını takdir etsem de, tarzı bana hitap etmiyor sanırım.

Eh, tatmin etmiş olsa da ben yine aradığımı, o herkesin övdüğü Gaiman’ı bulamadım. Aşırı şekilde abartıldığı için mi sevemiyorum bilemedim. Beklentimi yüksek tutuyor olmalıyım.

Birkaç şey daha yazacaktım ama hevesimin olmadığını fark ettim.

Kendi adıma: Çerezlik, vasat bir kitaptı.

10 Beğeni

Hazır bilgisayarı açmışken şuraya toplu bir dalış yapayım. İncelemelerimi başka ortamlarda paylaştım fakat ulaşma imkanı olmayıp da göz atmak isteyen olursa diye buraya da koyuyorum.

Doktor Moreau’nun Adası - H. G. Wells (8/10)

Ne desem? Neresinden başlasam? Bilemiyorum…

Okyanusun ortasında yolu bir şekil bu ürkütücü adaya düşen Edward Prendick aktarıyor bize hikayesini. Düşünün ki bir adaya düştünüz ve bu adada bir hayvanın birden çok hayvan gibi görüntüsü var. Çarpık konuşmaları, tuhaf davranışları ve “Kanun” dedikleri kuralları var. Hikayenin içine girebilirseniz çok ürkütücü bir ortam.

Dr. Moreau insanların hastalıklarına çözüm bulmak için bir grup hayvan ve yardımcısıyla bu adaya kapanıp insanın aklının almayacağı deneyler yapıyor. Hayvanların feryatları insanın kemiklerini donduruyor. Yer yer çok rahatsız olduğumu belirtebilirim. Ben bu konuda biraz duygusal yaklaşıyorum ve bir canlıya işkence edilmesi kabul edemediğim bir durum.

Etik yanıyla insanı tokatlayan, bu örselenmiş hayvanların oluşturduğu topluluğun kuralları da ayrı bir toplumsal irdeleme içeriyor. “Doğru cümleler nasıl bir toplumu canileştirir? Bir toplum nasıl manipüle edilir? Böyle tekinsiz bir keşmekeşin içinde insan psikolojisi nasıl işler? Kanun nedir?” Bunlar gibi birçok soruyla baş başa kalıyorsunuz. Büyük resme bakmayı bilenler için gerçekten çok şey anlatıyor bu kitap.

Heyecan hep dorukta. Etkileyici bir anlatım. Konu gerçekten ilgi çekici. H. G. Wells bir an olsun rahat nefes almanıza izin vermiyor. Hayat gibi bu kitabın içeriği de beklenmedik, ürkütücü, rahatsız edici, çarpıcı ve kontrolden çıkmış. Sizi ansızın ensenizden yakalıyor ve kaçmanıza izin vermiyor.

Zamanında filmi de yapılmıştı. O zamanlar izlediğimde de rahatsız olduğum yerler vardı. Herkesin okuması gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu adada yaşayın, havasını soluyun, dehşeti hissedin…

Su Adamı - Aleksandr Belyaev (6,5/10)

Denizin altında yalnız bir yaşamın öyküsünü anlatıyor. Şehir efsanesinin de etkisiyle denizde yaşayan bir su şeytanı söylentisi başlar. Eh, böyle bir söylenti varsa mutlaka bunun peşine düşecek fırsatçı tipler çıkacaktır. Buraya kadar heyecanlı, merak uyandırıcı bir yapısı var fakat bundan sonrası bir aşk hikayesi. Biyolojik birtakım değişikliklerin yapıldığı yönüyse bilim kurgu tarafını oluşturuyor.

Sanırım benim talihsizliğim Dr. Moreau’nun Adası kitabının peşinden bu kitabı okumam. Ana tema olarak benzerlik çok fazla. Aşk hikayesi kısmı maalesef beni çok baydı. Bu açıdan bakarsak ciddi anlamda klişe eski romantik filmler gibi. Yer yer çok sıkıldım.

Çeviride eleştirilecek yerler var aslında ama fazla irdelemiyorum çünkü irdelemeye başlayınca insan kitaptan soğuyor. Meraklısı kurcalayabilir. Şahsi olarak keşke kitabın adı “Su Adamı” yerine “Su Şeytanı” olsaymış diyebilirim. Madem tam Türkçeleştiremiyoruz (ki yapılabilirdi ve çok da hoş olurdu sonuçta bilim kurgu bir eserde okuyucunun kabul edebileceği bir hamle olurdu) o zaman şeytan daha estetik olurmuş.

Benim için ortalamanın bir tık üstünde bir kitap. On üzerinden altı ya da yedi puan arasında gidip geliyorum. Fikir güzel, işleniş yer yer iyi, anlatım biraz yavan, sonu beni pek tatmin etmedi. Dr. Moreau’nun Adası bundan çok daha iyiydi. Heyecan ve gerilim bir an olsun eksik değil. Onu da Hayvan Çiftliği’ne benzetmiştim biraz. Yani üçünün de benzerlikleri var. Birbirini andırıyor. Hayvan Çiftliği’nin siyasi eleştirisi çok daha derin ve düşündürücüydü. Dr. Moreau’nun Adası ise daha çok zeka üstüne kurulmuş, daha farklı.

Tropik Güncesi - Alvaro Mutis (7/10)

Álvaro Mutis tarafından yazılan “Gaviero” adlı bir adamın tropikte bir mavnanın üstünde yaptığı yolculuğun hikayesi “Tropik Güncesi”.

Günlük şeklinde yazılmış, aylar süren yıpratıcı bir yolculuk. Bu kitabı okumadan önce depresyonda olmadığınıza, karamsar bir dönemde olmadığınıza ve düşünme şeklinizin duru olduğuna dikkat etmelisiniz bana kalırsa. Aksi halde sıkıntıdan çatlayabilirsiniz.

Bazı kitaplar sakin kafa ister. Bu kitap da öyle. Gaviero, yeşil örtüyle kaplı o bunaltıcı yaprak kokusunun ve sıcağın altında, bilinmezliğin nehrinde, bir motorun hastalıklı takırtılarıyla bata çıka yolculuk ederken Kapti(Kaptan) ve kendisinin yaşadıklarını kaleme alıyor. Bunu biraz da delirmemek için yapıyor. Ölümün o yeşil örtüdeki hiçlikten ne zaman çıkıp geleceğinin bilinmediği bu yolculuk insanı birtakım düşüncelere boğuyor.

Aslında böyle bakıldığında ne kadar da güzel bir yansıma olduğunu görebilirsiniz. Şehrin hastalıklı gürültüsünün içinde, sıcak bir mevsimde, yaptığı işi sürekli yapmaktan bunalmış bir insanın beton örtüsüyle çevrilmiş dünyası, şehrin kekremsi kokusunda amaçsızca çırpınmasının yansıması bu yolculuk.

Ne yapıyoruz? Bir amacımız var mı? Varılacak o yere vardığımızda ulaşmak bizi tatmin edecek mi? Peki, ya varılacak bir yer kalmayınca ne yapacağız? Hayatımız nerede kırıldı ve bizi nerede bilinmezliğin nehrinde sürüklemeye başladı? Bu sürükleniş nerede bitecek? Hiçliğin içinde nerede bekler bizi ölüm? Bu önemli mi? Ya çoktan hayatımızın bir noktasında ölüp gittiysek ve amaçlarımıza ulaşmak için yaptığımız o yolculukta her şey anlamsızlaştıysa ne olur? Peki, insan bunun farkına vardıysa ne yapar? Ne yapmalıdır? İçimizdeki o her şeyin farkında olan kişi kontrolü ele aldığında biz olduğunu sandığımız kişiye ne olur?

Bu ve bunun gibi onlarca soru kafanızda dolaşıyor. Aslında bu kitabın hissettirdiği şey tsunami gibi. Sayfaları çevirirken deniz yavaş yavaş çekiliyor. Siz de çekinceli adımlarla ufak ufak çekilen sahilde yürümeye başlıyorsunuz. Bir gözünüz hep arkanızda. Kendi güvenlikli, konfor alanınızdan fazla uzaklaşmak istemiyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz ki deniz haddinden fazla çekilmiş ve siz de çok fazla ilerlemişsiniz. Su yavaş yavaş geri gelmeye başlarken bir panik yayılıyor bedeninize fakat geri dönecek takatiniz kalmamış. Su sizi gittikçe yutarken bir şekilde karaya çıkıp her şeyin bittiğini sanıyorsunuz fakat arkanızdan o büyük çarpıcı dalga gelip sizi deviriyor.

Kitap biraz erkeksi diyebiliriz. Kadınlarla erkeklerin olayları değerlendirme, algılama biçimleri farklıdır. Bazı noktalarda kopabileceğimiz yerler olabiliyor bu sebeple. Erkeksi duyguların ve erkeksi sorunların odağında olduğu için biz kadınlar bazen dışarıdan bakıyoruz. İyi empati yeteneği olanlar için sorun olmayacaktır ya da kendi iç denizinde cesurca gezebilenler için bu pek de önemli olmayacaktır.

Kitabın çevirisinde bazı cümlelerde toparlama sıkıntısı veya editörlüğün belli noktaya odaklanması sebebiyle cümle bütünlüğünde bozulmalar olmuş. Mutis çok uzun cümleler kuran ve bu uzun cümleleri de oldukça güç kurmuş birisi. Bu yüzden bu tarz sıkıntılar olması normal. Zaten öyle çok değiller sadece birkaç yerde var bu cümleler.

Kitap normalde iki saat gibi bir sürede okunabilir fakat içerik bakımından sindirerek okunması gerektiğinden dört veya beş saatinizi alabilir. Tane tane okuma yapıp derinine inmek lazım. Tropiğin o boğucu havasının solunması lazım. O engin, kıpırtısız yeşil örtünün kokusunu almak ve tehlikenin bilinçaltındaki o sıkıntısını hissetmek lazım.

Kitap kapağı daha güzel, sanatsal olabilirdi aslında ama bu kapak da sadeliği açısından harika. Çeviri ve editörlük her zaman öndedir fakat kitabı okurken her kapatıp açtığınızda kapağı görürsünüz. Kapağın duru ve kitaba uygun, fazlalıklardan arındırılmış hali pastanın üstündeki o güzel süsleme gibidir.

Okumak için doğru zamanda çekip almışım raftan. Bütün gece onlarca soru kafamın içinde çınladı durdu. Kendimi irdeleyip durdum. Bu tarz kitaplar sevenlere öneririm.

Yıldız Tozu- Neil Gaiman(7/10)

Türün sıkı takipçileri için yeni bir şey sunmayan fakat damakta baharatlı bir şarap etkisi bırakan tatlı bir peri masalıydı.

Kitaplardaki masalsı aşk temaları beni hep sıkar. Bu yüzden macera başlayana kadar bir parça bunalır gibi olduğumda resimler imdadıma yetişti. Hayran hayran çizimleri incelerken bu kısımlar bir çırpıda geçip gitti.

Kitabın sonunda Charles Vess’in çizimlerinin ve eskizlerinin olduğu bölümde Neil Gaiman’ın bu kitabı nasıl oluşturduğunu anlatan taslak var. Ufak tefek değişiklikleri okumak ve Gaiman’ın hikayeciliğine dair bir fikir de sunuyor. Burası çok hoşuma gitti.

Hikâye “Duvar” adı verilen bir köyde başlıyor. Bir tarafı ormanlarla çevrili diğer tarafı ise duvarla çevrili olan bu köyde her dokuz senede bir fanilerle perilerin kaynaştığı bir panayır kurulur.

Perilerin, cadıların, büyülerin, yaratıkların olduğu tekinsiz bir yerdir “Periler Ülkesi”.

Hikâye temelde üç farklı yoldan ilerliyor. Tristran Thorn köyün delikanlılarından birisidir ve gönlünü köyün en güzeline kaptırır. Onu elde edebilmek için dil dökerken bir yıldız kayar ve kıza o yıldızı getireceğine dair söz verir. Eğer sözünü yerine getirirse bu kız Tristran ne isterse yapacaktır; evlenmek dahil.

Fırtınahisarı’nın seksen birinci lordu ölüm döşeğindedir. Lordun biri kız olan sekiz çocuğu vardır ve bunlardan geriye sadece üç tanesi hayatta kalmıştır. Lord kendisi ölene kadar bir tane çocuk hayatta kalır diye umut etmişse de bu gerçekleşmediği için krallığı kimin devralacağı konusu şaibelidir. Sonunda Fırtınahisarı’nın Gücü olan taşı yıldıza doğru savurur. Taşı ilk kim alırsa seksen ikinci lord o olacaktır.

Bir korunun derinliklerinde uğursuz bir şeyin habercisi gibi duran küçük, pespaye bir ev vardır. Bu küçük evde üç yaşlı cadı yaşar ve her işi sırayla yaparlar. İki yüz yıldan sonra ilk defa düşen bu yıldızın peşine tekrar genç olabilmek umuduyla düşerler.

İşte bu üç hikâye hızla birbirlerine at sürerken ninnilerin, tekerlemelerin, büyülerin gölgesinde mecara başlar.

Seneler önce filmini izlemiştim ve o zaman da beğenmiştim. Tabii her zaman olduğu gibi filmde de bazı farklılıklar mevcut. Gaiman’ın en çok hoşuma giden kitaplarından birisi “Yıldız Tozu” sanırım. Uzunluğu tam kıvamında.

Aslında kitapla alakalı başka öyküler de varmış fakat Gaiman bunları henüz yazamadı sanırım. Çizerle bunlar hakkında konuşmuşlar. Belki bir gün bu dünyada geçen başka öykülerle de karşılaşabiliriz. Hikâyenin yapısı da buna çok uygun aslında.

Başta da dediğim gibi peri masallarının tabiatı gereği farklı bir şey sunmuyor. Peri masallarını sevenler için tadımlık bir kitap. Cinsellik içeren birkaç paragraf var. Bu yüzden belli bir yaşın üstüne hitap ediyor diyebiliriz.

Bay Uzay Gemisi - Philip K. Dick (10/10)

Yazarla ilk olarak “Uzay Piyangosu” kitabıyla tanışmıştım. Bazı yazarlar ne kadar iyi olsalar da bazen kişiye hitap etmeyebilir. Bu yüzden ilk önce bir okuyup sonra diğer kitapları almaya karar verip vermeyeceğime bakacaktım. Nihayetinde yazarın tarzı çok hoşuma gitmişti fakat “Uzay Piyangosu” kitabının ciddi anlamda düzelti sorunları canımı sıkmıştı. Bu sebeple kendisine biraz ara vermiştim.

Uzun bir aranın ardından “Hangi kitabı okumalıyım?” diye düşünürken bazı kitaplarının öykülerin genişlemiş hali olduğunu veya öykülerden temel alındığını öğrendim. Böyle olunca ilk olarak öykü derlemelerini bitirmenin daha iyi olacağını düşündüm.

Bay Uzay Gemisi derlemesinde 25 öykü bulunuyor. Hepsine olmasa da en az 20 tanesine değinmek isterdim fakat buranın yeterli olmayacağını biliyorum. Dick gerçekten çok keyifli ve yaratıcı bir hayal gücüne sahip. Yazarın kendi yazdığı “Önsöz” karşılıyor bizi ve ardından başka bir ünlü yazar Roger Zelazny “Giriş” kısmıyla bizi selamlıyor. Bu bölümlerden sıkılanlar için oldukça kısa ve faydalı olduklarını belirtmek isterim. Kitabın en arkasında “Notlar” bölümü var. Öykülerin yayınlandıkları yeri ve kronolojik sıralamasını gösteriyor. Bazı öyküler için açıklamalar da mevcut. Bu sebeple her öyküden sonra göz atmanızda fayda var.

Berna Kılınçer tarafından çevirisi yapılan kitapta beni en çok rahatsız eden “içeride ve dışarıda” kelimelerinin yanlış yazılması oldu. Bu bazılarınız için önemsiz görünebilir fakat benim gözümü tırmalıyor. Her seferinde elime bir kalem alıp araya “i” koyma dürtüsüne engel olmaya çalıştım.

Çoğu öykü 1950’li yıllarda yazılmış fakat öyle noktalara değiniyor ki her öyküden sonra oturup içinde bulunduğunuz devri değerlendirirken buluyorsunuz kendinizi. Özellikle devlet politikaları konusunda ciddi anlamda çarpıcı etkiler yaratıyor.

Sindire sindire okunması gereken bir kitap olsa da o kadar heyecanlı ve merak uyandırıcı ki ara vermek istemiyorsunuz. Öykülerin genişliğini çok güzel ayarlamış Dick.

Bilenler bilir ben pek öyle bir kitabın ikinci kez okunmasına sıcak bakmayan birisiyim. Yine de “ikinci kez okunacaklar” adlı istisna listem de yok değil. Bay Uzay Gemisi kesinlikle bu listede kendisine yer edindi. Eğer 10 üzerinden 13 puan verebilseydim kesinlikle puanım 13 olurdu.

Bilim kurgu hayranı olup da henüz Dick okumadıysanız bir an evvel okumaya başlamalısınız. Okurken sizi minik sürprizler de bekliyor olacak. Kendisinin kitaplarından esinlenilerek çekilen filmler ve diziler mevcut. İsterdim ki tüm öyküleri mini dizi olarak günümüzde de güzelce çekilse. Black Mirror tadında fakat daha çarpıcı olacağını düşünüyorum.

Öykülere tek tek değinmeyeceğim çünkü kısalar ve tat kaçırmak istemem. Yine de değinmek istediğim bir nokta var ki Dick, toplumun “tüketim çılgınlığına” ve “satış tekniklerine” ciddi anlamda dikkat çekiyor. Günümüzde yaşadığımız dünya şu an bu ürkütücü sistemin ta kendisi. Sosyal medya platformlarında bulunan hesapların yüzde 90’ı size bir şey pazarlıyor. Nereye baksanız bu konuda bilinçaltınız tetikleniyor. Belki şimdilik bu konuda tedirgin hissetmiyor olabiliriz fakat gün geçtikçe bu girdabın içinde boğuluyor gibi hissedeceğiz. Belki de hissediyoruz.

Uzun lafın kısası Bay Uzay Gemisi ve Uzay Piyangosu kitaplarını öneririm. İnsanı aydınlatan, farklı bir bakış açısı kazandıran, düşündüren ve hayal gücünü tetikleyen kitaplara hep hayran kalmışımdır.

Korudaki Gümüş-Emily Tesh (6,5/10)

Büyülü, lanetli, sihirli veya her ne derseniz öyle bir koru düşünün ve bu koruya dört yüz sene önce korunun kötü ruhlu sahibi tarafından mahkum edildiniz. Mevsim dönümleriyle bağlantılı olan birtakım tuhaflıklar yaşıyorsunuz. Korudaki Vahşi Adam Tobias Finch işte böyle bir hayatta kapana kısılmış. Eh, bu duruma alışmış ve epey de uyum sağlamış aslında ama işler hep bir yerde sarpa sarar sonuçta.

Dünya Fantazi En İyi Novella Ödülü almış bir kitap. İki kitaptan oluşan serinin ilk kitabıymış. İkisini birleştirip bassalardı da olurmuş aslında yine de ben bu Kapsül dizisini seviyorum. Çok bekletmeden ikinci perde de gelirse tadından yenmez.

Kitap sanırım bu haftanın (ya da geçen hafta) Pride haftasına uygun olduğu için denk getirilmiş. Homofobi konusunda aşırı hassas olanlar uzak durabilir.

Bu konuyu bir kenara bırakırsak korunun efsunlu yapısı ve yeşil adam efsanesinden esinlenmesi farklı bir hava vermiş. Bazı cümleler çok muğlak ve bulanıktı. Birkaç kez okuduğum yerler oldu anlamak için. Bu da okuma zevkini biraz örseliyor. İmla konusunda pek sorun yoktu.

Kapsül serisi gerçekten çok yönlü bir yapıya sahip. Çok okuyan birisi için bu novellalar tadımlık daha çok. Seriye genel olarak baktığımda on üzerinden 6.5 veririm. Uzun okumalardan sonra veya kaşla göz arası vakti olanlar için dinlenmelik kitaplar.


Daha fazlasını yazdığımda yine görüşmek üzere.

32 Beğeni

maymun-ve-oz

Aldous Huxley’in “Maymun ve Öz” kitabını bitirdim. İsmi itibariyle maymunlu-insanlı “Maymunlar Gezegeni” tarzı bir kitap bekliyordum fakat beni çok şaşırttı kitap. Aslında kitapta bir yazarın senaryolaştırdığı bir öyküyü okuyoruz. Başlangıçtaki “şarkı söyleyen ve yanında gezdirdiği insanla birlikte sahnede olan babun” metaforunu anlamadığımı (okuyan birilerinin bana orayı açıklamasına ihtiyacım var :grin: ) ama sonrasında gelen karanlık distopya evrenini beğendiğimi söyleyebilirim. Okuduğum bu tarz kitaplar arasında en karanlık kitaplardan biri “Maymun ve Öz”. Film senaryosu şeklinde yazılmış olması da ayrı bir dezavantaj. Çoğu yerde hayal etmek yerine Aldous Huxley’in kurgulamış olduğu evreni bizzat görmüş oluyoruz. Bu şekilde kısıtlı bir hayalgücüyle yazarın istediği şekilde evreni görüyoruz. Yine de beğendim kitabı. Vahşi bir dünyada ele geçirilen botanikçi olan Dr. Poole’un gözünden bir macera yaşıyoruz. Konusunda bahsedip işin zevkini kaçırmak istemiyorum. Senaryo dayatmasına rağmen güzel, etkileyici bir kitap.

İkinci kitapsa üstat İsaac Asimov’un “Vakıf ve Dünya” kitabı. Bu kitapta da önceki kitapta olduğu gibi Golan Trevize’yle beraberiz. Akılcı, zeki ve tamamen doğru olana ulaşmaya çabalayan Trevize ile beraber bu sefer "Vakıf’ın Sınırı"ında olduğu gibi akıl oyunları, çıkar ilişkisi ya da güç savaşı gibi konulardan ziyade bir yol macerası yaşıyoruz. İki kitabı da ayrı sevdiğimi söylemeliyim. Çünkü "Vakıf’ın Sınırı"nda ne kadar bu akıl oyunlarından etkilendiysem, "Vakıf ve Dünya"da da macerayı o kadar sevdiğimi söyleyebilirim. Trevize, Pelorat ve Bliss dünyayı arayışlarında bir çok gezegene gidip, birçok macera yaşıyorlar. Hem heyecanlı Pelorat’ı hem anaç Bliss’i hem de şüpheci Trevize’yi çok beğendim. Hikayenin sonu da "Seldon Planı"ndan bağımsız olarak şaşırtıcı olarak bitti. Sürpriz finali şaşırtsa da bir yandan Hari Seldon hayranı olan beni azıcık tatminsiz bıraktı. Vakıf sevenlerin mutlaka beğeneceği bir kitap.

21 Beğeni

wi_275
Ludwig Von Mises - Anti-kapitalist Zihniyet

Kapitalizm ve liberalizm okumalarıma bir süre sonra yeniden devam etmeye başladım. Açılışı ds üstat Mises ile yapmak uygun geldi bana. İncelemeden sonra da Hayek’in Kölelik Yolu kitabına başlayacağım ki taşlar yerine otursun.

Türkçe’ye oldukça geç çevrilen, çevrilince de ilgi görmeyen eserler bunlar. Koskoca Mises’i, Hayek’i 5-10 kişi okumuş. Bu adamlar Nobel almış, iktisat alanında en üst seviyede eserler vermiş insanlar. Ama aslında Mises, bu kitapta neden gerçeklerin ilgi görmediğinden de bahsediyorken, böyle bir yakınma da yersiz oldu.

Öncelikle Mises kimdir ondan bahsedelim, Avusturyalı bir iktisatçıdır. Öğrencisi ve takipçisi Mises Nobel Ekonomi Ödülü’nü almıştır. Regresyon teoremini geliştirmiş, arz talep kurallarının piyasa ekonomisine tam olarak uyarlanmasını sağlamıştır. Aklı başında çoğu iktisatçı gibi liberteryendir. Hayal satmaz, çalıştığı bilimin kurallarıyla konuşur. Sosyalizmin teorik ve pratik olarak uygulanamaz olduğunu, zırva sistemler olan sosyalizm ve faşizmin uzun vadede fakirlikten başka bir şey getirmeyeceğini ispatlamıştır. Bir çok sosyalisti etkilemeyi başarmış, hatta bunlardan birisi kendisinin devamcısı olan Hayek’tir.

Kitap da Mises’in Anti-kapitalistlerin argümanlarına cevap vermesidir. Kitap kendi içerisinde oldukça tutarlıdır. Ki Anti-kapitalistlerin ağzına pelesenk olmuş olan Mises’in faşist olduğu iddiasına da bir cevap gibidir.

Kitaptan birkaç güzel alıntı ile incelememi sonlandırıyorum.

“Bizzat Lenin ve onun yoldaş suikastçılarının pek çoğu, hiçbir zaman, piyasa ekonomisinin işleyişi hakkında herhangi bir şey öğrenmedi ve hiç bir zaman da öğrenmek istemedi. Onların kapitalizm hakkında bildikleri her şey, Marx’ın onu bütün belâların en kötüsü olarak betimlemesinden ibaretti. Onların kazançlarının tek kaynağı, gönüllü ve çoğu zaman da gönülsüz -gasp edilmiş- katkılar ve bağışlar ile şiddet yoluyla yapılan “kamulaştırmalar” tarafından beslenen parti fonlarıydı.”

“Piyasa ekonomisinde hiç kimse, bazı insanlar zengin olduğu için ihtiyaç içinde değildir. Zenginlerin servetleri, herhangi bir kimsenin yoksulluğunun sebebi değildir. Bazı insanlan zengin yapan süreç, sanılanın aksine, pek çok insanın ihtiyacının tatminini geliştiren sürecin ta kendisidir. Müteşebbisler, kapitalistler ve teknoloji uzmanlan, tüketicilere en iyi şekilde mal ve hizmet sunmada başarılı oldukları sürece zenginleşirler.”

“Muhalif Marx, Victorya İngiltere’sinde rahat bir şekilde yaşayabildi, yazabildi ve kendisini devrime adayabildi; tıpkı İşçi Partisi’nin Victorya sonrası İngiltere’sinde rahat bir şekilde bütün siyasî etkinliklere girişebildiği gibi. Sovyet Rusya’da en ufak bir itiraza bile müsamaha gösterilmemektedir. Hürriyet ile köleliğin arasındaki farklılık budur.”

İktisat okumalarına devam edeceğim.
9/10

12 Beğeni