Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

image

Kitap kapağındaki ve arka plandaki eser : John Martin / Moonlight - Chepstow Castle

Dino Buzzati - Tatar Çölü

10/10

Kendi benliğini unutarak beklenilen zamanın asla gelmeyecek olması…

Genç teğmen Giovanni Drogo, ilk görev yeri olarak Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin edilir. Uzun yıllar kale dışında olan hayatı unutarak hep olmasını istediği an için yaşar ancak o an hiçbir zaman gelmez. Sadece Drogo da değil, kalede ki tüm askerler asla gelmeyecek olan yolcuyu tüm hayatlarını hiçe sayarak beklemektedirler. Bu insanlar (özellikle Drogo) zamanın akışının ve hayatın değişimin farkına vardığında ise Bastiani Kalesi onlardan sandıklarından da fazlasını alıp götürmüş olacaktır.

Bence her insanın bir Bastiani Kalesi var. Kimilerimiz bunu erken fark edip kurtulmaya çalışıyoruz kimilerimiz ise ömrümüzü o kalenin içinde harap ediyoruz. İnsanlığın, zamanın, umutların, yalanların ve bekleyişin incelendiği muhteşem bir roman.

30 Beğeni

Şimdi okumak şart oldu

1 Beğeni

Harry Potter 5 bitti 6. kitaba başladım.


Şamanlar Diyarı// Barış Müstecaplıoğlu

Bir süredir okuduğum en keyifli kitaptı. Yazarın dili, hikayesi, oluşturduğu evren su gibi aktı gitti diyebilirim. Hikayedeki fantastik yaratıkların bildik olmaması her seferinde yeni bir sürpriz olmasını çok seviyorum. Nar kuşları🥳 Her okuduğumda şirin yaratıklar hayal ediyorum ve güzel şeyler hissediyorum. Sonunun Perg’e bağlanması beni daha çok meraklandırdı Perg Efsanelerini de bayılarak okumuştum. Hız kesmeden 2.kitaba başlıyorum.

14 Beğeni

images - 2021-07-31T195134.824
İsmet Özel - Tahrir Vazifeleri 2
Tahrir Vazifeleri’nin ikinci kitabı. İlk kitaptan biraz daha düşük seviyede olsa da, bence güzel bir kitaptı yine. Aynı şiirsel hava devam ediyor.

Öğrenmeyi Öğrenmek isimli ilk bölümü özetleyen kısım bence şurası:
“Benden felsefeyi öğrenmeyeceksiniz” demiş örgencilerine Immanuel Kant, “ama ben­den nasıl felsefe yapılacağını öğrenecek, tek­rar edilecek düşünceleri değil, düşünmeyi öğreneceksiniz. Kendi payınıza düşünün, kendi payınıza inceleyin, kendi ayaklarınız üzerin­de durun.” Bu sözler isabetli bir tavsiyeyi, ye­rinde bir uyarıyı içinde barındırır gibi görünü­yor. Ama bu sözler insanlar için ancak belli bir aşamadan, belli bir gelişme basamağından sonra isabetli ve yerinde sayılabilir: Eğer in­sanlar öğrenmeyi örgenmişlerse."

Önce Yap, Sonra Açıklarsın ise kitabın en kısa ve etkileyici bölümü.
“Yılmadan yap. Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin her kimse­nin bir zorba veya bir zorba adayı olması yü­zünden. Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin. Önce yap, sonra açıklarsın. Bilgece yap. Yani koruyarak, yani için tit­reyerek, yani yıkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücü­nü yerinde kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın.”

Ve kitap şöyle bitiyor. “Öz’lük bende değil. Bende bulunan yalnızca kulluğumdur: Oluşa ve ölüşe, olduruşa ve öl­dürüşe açık kulluğum.”

Seriye devam edeceğim.
8/10


Iris Murdoch - İyinin Egemenliği
İlk ve en uzun makale Kusursuzluk Düşüncesi oldukça sıkıcı ve anlaşılmaz. Bunun sebebi büyük ihtimalle Murdoch’un yaptığı bir konuşmadan oluşturulması olabilir. Bu makalede kitabın genelinde olduğu gibi iyi kavramı konu alınıyor. Fakat yazar o kadar karmaşık değinmiş ki buna, açıkçası çok bir şey anlamadım. Yani evet, iyinin ampirik düşünce içinde zihnin ahlaki olanla ilişkisi üzerine olduğunu anladım, fakat daldan dala atlayan ve belirli başlı filozoflardan değil de daha derinlerdeki filozoflardan bahsetmesi zor oldu benim için. İkinci makale öyle değil mesela. O makale içerisinde Kierkegaard, Wittgenstein gibi aşina olduğum(uz) isimlerden bahis açılıyor ve argümanlar karışık şekilde değil de düzgünce veriliyor. Bunun sebebi elbette bu makalenin yani, Tanrı Ve İyi’nin yazılması.

En beğendiğim kısım olan Tanrı Ve İyi’ye dair notlarım.

• Felsefenin asıl görevi kişinin var oluş yapısını ve gerçeği ortaya çıkarmaktır. Fakat günümüz ahlak felsefesi bundan uzaktır. Ahlak felsefesinin dönüş yapması gereken nokta sevgi ve erdem kavramlarıdır.
• Varoluşçuluk oldukça önemli bir akım olsa da oldukça romantiktir. Onun bu kadar geniş kitlelere ulaşabilmesinin sebebi de budur. Wittgenstein felsefede Kartezyen bakışı bitirdiğini iddia etse de, ahlak felsefesindeki varoluşçu bakış hala Kartezyen ve benmerkezci. Zaten varoluşçuluğun kitleler tarafından sevilmesinin sebeplerinden biri de bu bireylik.
• Russell ve Wittgenstein tarafından yapılan ampirik çalışmalar sonucunda etik felsefenin dışında kalmıştır. Ahlaki yargılar gerçeğe ya da temele dayanmaz, bu yüzden Tractaus’ta yerleri yoktur.
• İyilik filozofun üzerine düşünmesi gereken bir konudur çünkü bilimin insan üzerine bildikleri çok sınırlıdır. Tarihte iyi olarak atfedilen Sokrates, İsa gibi insanlar hakkında bildiklerimiz kısıtlı ve netlikten uzak olmasına rağmen iyiliklerine inanmamızı sağlayan onların dille sade ve açık ilişkiler kullanmasıdır.
• İnsan bağlanmaya eğilimlidir, bu yüzden Tanrı çoğunlukla ahlak düşüncesinin içindedir. Tanrı fikrini benimseyen kişi için yüce ve tek bir değer kavramı vardır ve bu oldukça zor bir fikirdir. Farklı ve bağımsız ahlaki değerler olamaz mı? Tüm insanlar bir değildir ki. Her şeyin akla yaktın ve anlamlı olarak düzenlendiği fikri çaresizlik karşısında bir kalkan işlevi görmektedir.
• Güzel olan şeylerin içeriği güzelliği taşır fakat iyi olan şeylerin içeriği iyiyi tam olarak taşıyor sayılmaz. Çünkü güzel duyumsamalar ile alakalıdır. İyi daha karmaşık ve daha girift bir yapıdır.
• Yücelik ve kusursuzluk sevgi kavramıyla ilintilidir.
• Çok nadir ortaya çıkan iyi sanatçı durumunda, sanatçı mucizevi bir şekilde gerçeğin varlığını tam olarak ortaya koyabilir. Sanatın aydınlatıcı formu gerçek olan şeyi çekip çıkararak ortaya koyabilmesidir.
• İyi dediğimiz şey o kadar küçük bir yerde durur ve çoğunlukla iyi dediğimiz şey o kadar da iyi değildir.
• Makalede Tanrının yokluğundan ve dinin etkisinin gün geçtikçe azaldığından ilerlenmiş. Ahlak felsefesi artık hor görülüyor. Murdoch ahlak felsefesinin en saf etkinlik olmasını istiyor.

Üçüncü ve son makale ise İyinin Diğer Kavramlara Egemenliği ise genel meselelerin tekrarı niteliğinde. O da konferans metni olduğu için biraz sıkıcı.

Kitap genel olarak iyi olsa da, çok ufuk açıcı değil. Kendinizi zor metinler ile sınamak istiyorsanız bakabilirsiniz.
7/10

10 Beğeni

indir
İsmail Saymaz’dan, Çay Güzeli’ni okuyorum. Çok beğendim. 10 tane satın alıp, insanların kafasına kafasına atmayı düşünüyorum.

11 Beğeni

Bir japonluktur gidiyorum. Gittikçe daha derine :grin: Animesi çok tutmuştu da Light Novel’ına bakayım dedim.

Bilmeyenler için, ana karakterimiz talihsiz bir kazayla ölüp başka bir evrene gidiyorsa (tercihen fantastik, böyle cüceli elfli) işte biz bu setup’a “isekai” diyoruz. Bu kitap bu türü oldukça dalgaya alıyor. Yazarın evreninin saçmalığını ve yazdığı yoldaşları beğendim. Sırıta sırıta okuyorum.

7 Beğeni

Aslında Konosuba’nın amacı “isekai” türünü yermek değil, türü absürt biçimde ele almak. Asıl isekai ile dalga geçen novel (aynı zamanda manhwa) FFF-Class Trashero’dur.

1 Beğeni

Şu an Metin Savaş’ın Kuvayı Milliye’nin Hazinesini adlı romanını okuyorum.

Hoş geldiniz. Kitabınızın reklamını yapıyorsunuz tamam da yazım kurallarına birazcık özen göstersek iyi olur.

3 Beğeni

image

Küllerin Günü - Jean-Christophe Grangé

Jean-Christophe Grangé beylerin Türkiye’de marketing i çok iyi, zamanında yapan çok iyi isim yaptırmış hala ekmeğini iyi yiyorlar :slight_smile: Ancak kendisi vasat bir yazar olduğunu uzun süredir kanıtlamaya devam ediyor. Adının bizlerin gözünde değer kazandığı ilk çalışmalarında uzun araştırmaların, emeklerin olduğunu hissettirirken artık yayıncı baskı ve anlaşmaları ile yılda minimum 1 kitap çıkaralım çorbamıza bakalım stratejisinde olduğunu düzenli okurlarının hepsi hissediyordur eminim.

Ben okuduğum son Grange romanı ile daha da para vermem demiştim kendisine, arkadaşım aracılığı ile Küllerin Günü elime geçince yine bir Grange zafiyetiyle elime aldım. Tekdüze, yavan, tahmin edilebilir ve kendi içerisinde mantık hataları ile dolu bir kitap. Hele ki Niemans ve Ivana karakterlerini önceden de tanıdığımız için bazı saçma eylem ve aksiyonlar göze aşırı batıyor. Kardeşim sen polissin şunu bunu niye yapmıyorsun gibi gereksiz sorular içinde buluyoruz kendimizi :slight_smile: Yazar bizi olay örgüsü, merak ve acaba ne olacak gibi kavramlarla şaşırtmak yerine; bu da mı yapılır, şu da olacak iş mi gibi durumlarla şaşırtıyor :slight_smile: Spoiler vermeden yoruma devam etmek istediğim için detay veremiyorum ancak bir de 200 küsür sayfa okutup sonra olayı çözsün diye son 40 sayfada wilcard bir keşiş transferi yapması var ki hani yazarken kendi de sıkılmış herhalde kitaptan diye düşündürüyor ister istemez.

“Abi senin Kızıl Nehirler diye bir kitabın vardı eskiden, ne güzel Jean Reno yu oynatmıştık bi komiser vardı? Neydi onun adı? Hah Niemans evet abi, Jean Abim sen bu adamı anlatan yeni kitap yazsana? Hatta 2 kitap daha yaz, 3 leme yaparız güzel güzel paketler okuturuz abi. Zaten okurların sevdiği kitabındı, Triloji ayağını da yaptık mı…”

16 Beğeni

Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf

1 Beğeni

Okurken bir ideoloji batağı içinde kaldığımı hissettiğim kitaplar benim için epey çekilmezdir. Ama bu kitapta ekstradan bir de karakterin kişiliğinden dolayı sıkıldım. Fakat bana kattığı en güzel şey hayattan zevk alabilmenin her şeyden daha önemli olduğunu tekrardan fark etmemdi. Politik duruş her anımıza içkin olduğunda darlanmamak elde değil.

8 Beğeni

Çeşitli sebeplerle buraya ne aldığım kitapları ne okuduğum kitapları ne de başka bir konuya yazabildim. Şimdi bu açığımı kapatmak için okuduğum son beş kitabı paylaşmak istiyorum :sweat_smile:

781_Stefan_Zweigin_Son_Gunleri

Laurent Seksık’ın “Stefan Zweig’in Son Günleri” kitabını bitirdim ilk olarak. Biyografik bir kitap olacağını ve Zweig’ın intihara götüren sebepelerin ne olduğunu tarihsel olaylarla beraber okuyacağımı düşündüğüm bir kitaptı ama yazar bunun yerine roman tarzında yazmayı uygun görmüş. Yazar, Zweig’ın ve eşinin yaşadığı buhranlı günleri romanlaştırıp son zamanlarını okuyucuya aktarmış. Daha başarılı olabilirdi diye düşünmedim değil fakat yine de kötü bir kitap kesinlikle değil. Ben gibi Zweig hayranlarının okumasını tavsiye ediyorum. Bu narin ve insan duygularını anlatmakta usta olan yazarın dünyanın bulunduğu kötü gidişata karşı karamsar duruşunu anlamak için güzel bir kitap.

Burada yazmaya ara verdiğim bu kısa zamanda okuduğum iki Jack London kitabından ilki "Beyaz Diş"ti. Kesinlikle ne desem az kalır bu kitap için. Bir kurt ve köpek kırması "Beyaz Diş"in hikayesini okuyoruz. Vahşi hayat, insanların zulmü, soğuk, açlık, kötülük ve son olarak iyilik içeren bu eseri herkesin okumasını diliyorum. Dürtüleriyle hareket eden bir hayvanın dünyası ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Onunla beraber çevreyi anlamaya çalışıyor, vahşileşiyor, korkuyor, kızıyor, avlanıyoruz. Kısacık hayatında vahşi hayattan ilkel hayata oradan şehir hayatına ve son olarak çiftlik hayatına giden bir serüven. Sürprizbozan vermiş gibi olmamak için ayrıntılı olarak yazmıyorum ama yine de derinden etkiledi bu yolculuklar beni. Kesinlikle ama kesinlikle okunması gereken bir kitap.

İkinci Jack London kitabı ise “Bir Dilim Biftek”. Kısa bir kitap olması sizi yanıltmasın. Bu da yine London’un tarzında bir kitap. İçerisinde boks ile alakalı iki hikaye barındırıyor ve ikisi de birbirinden güzel. London bu hikayeler de hem sistem eleştirisi hem de yoksulluk, çaresizlik gösteriyor bizlere. Atılan her yumruğu hem siz atıyor hem de siz yiyorsunuz. Ben iki hikayeyi de çok sevdim. Hatta “Ateş Yakmak” kitabıyla beraber bu kitabı da “London Külliyatına Giriş” yapmak isteyenler için önerebilirim.

kiyamete-kosanlar-kulubu6a2e22540d6dc1286550e374b5090da9

Adrian J. Walker’ın “Kıyamete Koşanlar Kulübü” kitabı okuduğum dördüncü kitaptı. İthaki’nin zamanında 9.90 yaptığı kampanyalardan birinde almıştım. Konusu sebebiyle ilgimi çekti ve şans verip okuyayım dedim. Hikayemiz binlerce meteorun düşmesiyle yok olmanın eşiğine gelen dünya da ailesinden bir şekilde uzak kalmış olan bir adamın arkadaşlarıyla birlikte koşarak geçmez zorunda kalması olarak özetlenebilir. Konusu gayet güzel fakat eleştirilmesi gereken noktalar da yok değil. Öncelikle kitabın başlarında sanki bir “wattpad” hikayesi okuduğumu düşündüm. Duygular, durumlar, olaylar çok kesin ve aniden oluyor, diyaloglar çok eğreti gibi geliyordu. ilerleyen bölümlerde bu durum değişti hakkını yemeyeyim şimdi. Ayrıca “koşma” eylemine gelene kadar yaşanan olaylar da bir hayli uzun. Kitabın ortalarına kadar “neden bu kitabın ismin kıyamete koşanlar kulübü ki?” diye düşündüm ama sonradan anladım durumu. Son olarak da bana göre kitap gereksiz uzatılmış ve alakasız bir çok olay yaşıyor kahramanlarımız. Tabi bu kadar eleştirmeme rağmen kitabı sevmedim demiyorum. Kitap güzel, kendini okutuyor ama şans verirseniz okutuyor.

Ve son olarak John Wyndham’ın “Krizalitler” kitabını bitirdim. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı fakat bu kitap öyle bir kitap ki “bu yazarla neden şimdi karşılaştım. Bunca yıl nasıl gözümden kaçar?” diye kendime kızdım. Tek kelimeyle mükemmel. İşlediği konu, yazarın dili, olayların akışı ve içerdiği bilimkurgu muazzamdı. Konu hakkında bir şeyden bahsetmek istemiyorum. Eğer okumaya karar verirseniz ve okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. Çünkü kimseye burada konudan bahsedip keyiflerini kaçırmak istemiyorum. Bir yanım bu kadar abartma, sadece sen bil ve kendine sakla, sağda solda “John Wyndham diye bir yazar var çok iyi. Siz bilmezsiniz.” diye hava at derken, diğer yanım bunu kendine saklama herkes öğrensin diyor. Belki bir çoğunuz biliyor ve taktir ediyor, benim bilmeme şaşırıyorsunuzdur ama gerçekten de yeni keşfettiğim için utanıyorum. Tek kelimeyle “Krizalitler” kitabı muazzam. Bilimkurgu seven herkesin okumasını öneriyorum.

26 Beğeni

Şu John Whyndam benim de uzun zamandır radarımda. Ben Chocky ile başlamak istiyorum. Amazon bi stoklara eklese ve %40-50 yapsa tekil olarak alacağım. Yorumumuz ile Krizalitlere de şans vereceğim.

2 Beğeni

Hiç beklemeden amazondan alabildiğim hepsini aldım ben :joy: Benimde sonra okuyacağım kitap da Chocky olacak herhalde.

1 Beğeni

Operadaki Hayalet - Gaston Leroux

Erdem Akakçe favori seslendirmenlerimden birisi olduğu için, hangi kitapları seslendirmiş diye bakarken denk geldim bu kitaba. Birden içimde bu kitaba karşı bir çekim oluştu ve hemen dinlemeye başladım.

Kitaba başlarken konusunu filan bildiğimden dolayı kafamda “sanırım şöyle şöyle olur” diye bir kurgu oluşmuştu (Güzel ve Çirkin’deki gibi) ama o kurgu ile kitabın içi hiç uyuşmayınca nedense bir hayal kırıklığı oluştu önce. Halbuki yazarın bana “düşündüklerinin hepsi kitapta gerçekleşecek” diye bir sözü yoktu. :slight_smile: Bu yüzden suçu kendimde bulup dinlemeye devam ettim. Dinledikçe de ısındım.

Kitabın konusu şu şekilde:

Paris Opera Binası’nın mahzeninde, yüzü tanınmayacak derecede ürkütücü olduğu için insanlara görünmeden bir hayalet gibi yaşayan müzik dehası Opera Hayaleti, korodaki Christine’e gizlice müzik dersleri vererek onun ünlü bir soprano olmasını sağlar ve zaman geçtikçe ona büyük bir sevgiyle bağlanır. Fakat ona sahip olmak isteyen tek erkek kendisi değildir. Bu gizemli Hayalet’in genç kıza duyduğu tutkulu aşk bir süre sonra kendisini içten içe yakan bir kıskançlığa ve takıntıya dönüşmeye başladığında ise, Christine’i tehlikeli ve karanlık bir sonun başlangıcına adım adım yaklaştırır.

Kitabın ilk yarısı Hayalet’in yaptıklarını, diğer yarısı (özellikle son çeyrek) ise Hayalet’in bunları neden yaptığını (hayatını ve psikolojisini) anlatıyor. Kitap, sadece son çeyrek hatırına bile okunabilir diye düşünüyorum.

Sürekli dışlanan, hor görülen hatta korkulan bir bireyin sevgi peşinde koşması bana Youtube’ta videolar çeken Karavandaki Adam kanalının “Kötülüğün Portresi” isimli serisini hatırlattı. Orada da “bireyin geçmişi, yaptığı kötülükleri meşru kılar mı” tartışması yapılmıştı. Bu kitapta da bu tartışma sonuna kadar hissetiriliyor. Bu duyguyu Asimov’un Vakıf dizisindeki önemli bir karakterde de hissetmiştim (ismini spoiler olabilir çekincesiyle vermiyorum ama okuyanlar zaten kolaylıkla tahmin edecektir).

Kitaba notum 8/10. Bu tür iç hesaplaşmalı (mesela Uğultulu Tepeler gibi) kitapları seviyorsanız bu kitabı da seversiniz diye düşünüyorum.

10 Beğeni

Hocam stokları zaten 1 idi ben almayı düşündüğümde demekki siz almışsınız onları :rofl::rofl::rofl::rofl::rofl:. Umarım en kısa sürede eklenir stoklara.

2 Beğeni

images - 2021-08-03T104936.174
J. G. Ballard - Öteki Dünya
Filmi çekilse izlenir bir roman. Ballard eserlerinin tümünde olduğu gibi Öteki Dünya’da da tüketim çılgınlığını merkeze alıyor. Öteki Dünya olarak bahsettiğimiz Londra’yı çepeçevre saran M25 otobanının kıyısına kurulmuş olan Brooklands kasabasındaki Metro-Centre alışveriş merkezi. İşsiz bir reklamcı olan Richard Pearson Metro-Centre’da yaşanan bir saldırıda ölen babasının anısı için Londra’dan Brooklands’a gider. Alışveriş merkezi sayesinde bir tüketim cenneti haline gelmiş olan Brooklands’a girmek kolaydır fakat çıkmak imkansızdır. Çünkü Brooklands’de tüm tabelalar Metro-Centre’a girişi gösterir. M25 çevresi zaten alışveriş merkezleri ile bezelidir. Yazar bu distopyayı şöyle tanımlıyor.

“Sinema, kilise ya da şehir merkezi falan yoktu. Ve geriye kalan tek kültür yaşamı da cazip bir tüketiciliği pazarlayan sonsuz reklam panoları destekliyordu.”

İnsanları para harcamaya iten bu yapı, sadece kapitalizmi yaymakla kalmaz, aynı şekilde faşizmin de merkezi haline gelmiştir. St. George haçını sembol benimsemiş holigan grupların asıl hedefi göçmenler. Metro-Centre’a gelmeyen ve küçük dükkanlar açan göçmenler düşman olmaya en müsait grup. Ballard’ın eserlerinin genelinde gördüğümüz şeylerden biri de insanın vahşiliğidir. Bu romanda da insanın bu vahşiliği temas sporları ve şiddet isteği üzerinden gösterilmiş.

Babasının cenazesi için gelen Richard, babasının ölümünün rastgele bir terör saldırısından fazlası olduğunu ve bir dizi tesadüfleri fark eder. Bölge ahalisinden bu dev alışveriş merkezinden bir grubun bağlantılarını çözen Richard reklamcı içgüdülerinin de etkisiyle Metro-Centre’ın mesihi haline gelecek olan reklam yüzü David Cruise’un faşist harekete lider olması için de gerekli reklamları sağlar. Fakat Metro-Centre’da işler değişmektedir.

Tüketim çılgınlığını, insanın şiddet isteğini ve yozlaşmayı çok etkili bir şekilde ortaya koyan bir eser. Ve hepinizin tahmin edeceği üzere çok da uzak olmayan bir geleceği tasvir eden bir distopya bu. Konusu çok güzel olsa da kurgusu kimi yerlerde oldukça sorunlu. Fakat yine de okunur bir yazar Ballard.

8/10

18 Beğeni

MEDIEVAL MILITARY TECHNOLOGY

Kitap, Batı Roma’nın çöküşü ve 16. yy arasındaki dönemdeki askeri teknolojileri ele alıyor. Bölümlere ayrılmış olarak sırasıyla: silahlar, zırhlar, atlı birlikler, ağır silahlar, barutlu silahlar, kuşatma silahları, tahkimat yapıları(kale ve surlar) ve son olarak da savaş gemileri anlatılıyor.

Bu teknolojiler Haçlı Seferleri, Viking akınları, barutun yaygınlaşması, Yüz Yıl Savaşı gibi olaylarının ışığında anlatıldığından bir bakıma Avrupa tarihi de özetleniyor.

Bazı sayfalarda görseller de mevcut, fakat yeterli bulmadım. Bahsedilen aletleri veya kaleleri internetten resimlerine bakarak okudum. Detayın bünyeme fazla geldiği yerler olsa da konuyla ilgileniyorsanız sıkılmadan okuyacağınız bir kitap.

12 Beğeni