Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dünya neden böyle bir yer haline geldi? Toplumlar neden bu halde? İnsanlar neden onların iyiliğini ve refahını gözeten büyük insanlara düşman kesilirken aksine onları sömürmek ve kullanmak için sesi gürültülü çıkan kişilerin peşinden gidiyor? Dün yaşanan trajediler bugün unutulurken binlerce yıllık kültürel felsefelere nasıl körü körüne bağlı kalıyor insanlık?

Ahlaken çökmüş bir toplumu kurtarmak isteyen bir kişi, erdemli tavırları toplumda bir karşılık bulmadığında (çünkü toplumda erdem tükenmiş ve ne olduğu unutulmuş olacağı için) kendisinin de toplumun bir ferdi olduğunu göstermek adına onların arasına karışması, bunun sonucunda da toplumu iyileştirecek yanlarını kaybetmesi kaçınılmaz mıdır?

Veya toplum onun iyiliğini isteyenlere ben zaten iyiyim sen benim düzenimi bozuyorsun deyip düzeni korumak adına bu idealist hayalperestleri ortadan kaldırmaktan vazgeçmez mi?

Bir hasta tedaviyi kabul etmediğinde, kendini tanımadığında; ona kendini anlatmak, hatalarının ruhunda açtığı hasarları ona göstermek onu tedaviye ikna eder mi? Tedaviyi kabul etmediği halde iyiliği için yapılan her eylem bir zorbalık olmaz mı?

Veya oldu ki tedaviyi kabul etti bir anda nasıl bir aydınlanma insanı hatalarından vazgeçirir ve binlerce yıldır bağlı olduğu kültürel felsefe ile olan bağlarını koparır? Bu bağın uzunluğu kadar küçük bir dünyanın içinde, binlerce yıl geçirmiş küçük insan, bir gün başka fikirlerin, başka hayat tarzlarının da mümkün olduğunu anlayabilir mi?

15 Beğeni

Şimdiye kadar okuduğum en vasat Livaneli romanıydı. Özellikle hikayenin gidişatı inanılmaz zorlama geldi. Çoğu yerde anlatım o kadar sığ kalıyor ki, “bu ne saçmalık şimdi” oluyorsunuz. Karakteri tam tanımadan bile kendine çok oturmayan davranışlar gösterdiklerini hissediyorsunuz ki zaten karakterlerin bir derinliği de yok açıkcası. Merak etmiyorsunuz.
Sevmedim işin açığı. 2 ya da taş çatlasa 3/5

8 Beğeni

IMG_20210811_212148

5 Beğeni

Zülfü Livaneliden okuduğum ilk kitaptı. Ancak son kitap oldu. Çok didaktik, çok zorlama hikayeler. Çok karton karakterler. Tanınmayan bir yazar olarak başka biri şu kitabı bastıramazdı bile.

4 Beğeni

image

Kan ve Gül - Alper Canıgüz

Kan ve gül gülle diken aşkım ve sen
Birbirine dönük sırt sen ve ben
Bilmem anlatabiliyor muyum

Nerede, nasıl denk geldim bilmiyorum ama Storytel’de dinleme listeme atmıştım bu kitabı. Sonra ne dinlesem diye araştırırken tekrar denk geldim ve konusuna bakınca (fantastik polisiye deniyor) azılı bir fantastik okuyucusu olarak hemen ilgimi çekti ve başladım dinlemeye. Değerlendirmeye seslendirme ile başlayacak olursam da, rahatsız olduğum hiçbir şey olmadı, gayet keyifliydi.

Edit: Seslendiren kimdi ya diye baktım, Yiğit Özşener imiş. :slight_smile: Aslında dinlerken biliyordum Özşener olduğunu ama yorumu yazarken unutmuştum. Birkaç not eklemek istiyorum Özşener için. Dinlerken, Özşener olduğunu bilmeseydim, tahmin etmem çok zor olurdu zira alışkan olduğum sesine göre daha pes bir okuma yapmış. Gayet derinden, tok bir sesi var. Gayet başarılı idi.

Öncelikle konusuna fantastik polisiye denmiş ama fantastik desek değil, polisiye desek hiç değil. :slight_smile: Neden böyle bir sınıflandırma yapılmış anlaması güç değil hatta bana türünü sorsanız ben de uzun bir süre düşünürdüm sanırım cevap vermeden önce. Demek istediğim, bu kitap fantastik arayanların da polisiye arayanların da beklentilerinden farklı şeyler sunuyor, o yüzden bazı okurlarda hayal kırıklığı olması gayet doğal.

Kısaca konusu:

Aslında Sait Faik’i yurt dışına tanıtma hayalleri kurarken, ekmek parası sebebiyle “pembe kitapları” çevirmeye başlayan Aziz, yangında ölmek üzere iken 20 yıl öncesine gider. Bu da ona geçmişte yaşanmış bir cinayetin önüne geçme imkanı sunar. Peki Aziz, bu cinayeti engelleyebilecek midir, engellerse gelecekte yaşananlar değişecek midir?

Kitaptaki alt metinleri sevdim (bu konuda pek başarılı olmasam da yakalayabildiklerimi sevdim en azından). Ana hikaye altında verilen mesajları dinlemesi keyifliydi. Özellikle Abdül karakteri, hayata bakış açısı, argümanları ve motivasyonlarını dinlemekten keyif aldım. Bence çok başarılı inşa edilmiş bir karakter olmuş.

Kitabın en başarılı yönlerinden birisi de yazarın gerçeklik ile fantastiği birbirine harmanlaması. Bu konuyla ilgili 2-3 örnek vermek mümkün ama okuma zevkini baltalayabileceğini düşündüğüm için bu kısımları keşfetmeyi diğer okurlara bırakıyorum. Yine de kitap bitince “fantastik miydi, yok yok değildi, pek tabii fantastikti” tartışmalarına müsaade etmesi açısından da kıymetli olduğunu düşünüyorum bu tekniğin.

Geçmişe yolculuğun oluşturacağı potansiyel problemleri (Bkz: Geleceğe Dönüş) yazarın nasıl çözdüğünü merak ederek okudum. Biraz Harry Potter’daki gibi bir şeyle karşılaşacağımı bekledim ama öyle olmadı. Yine de sonunu tahmin etmek güç değildi. Tabii, sonu güzel bağlanmış, tahmin edebiliyor olmak sonunu kötü yapmıyor. Kısacası sağında solunda “nedir şimdi bu?” dedirtmeyen, oturaklı olarak tabir edilebilecek bir kitap olmuş.

Özetlemek gerekirse, zevkle dinledim Kan ve Gül’ü. Canıgüz’ün başka kitaplarına da şans vermeyi planlıyorum. Farklı bir tat arayanlara da tavsiye ediyorum (ama bunun bir polisiye değil de daha çok sosyoloji kitabı olduğunu unutmadan).

12 Beğeni

Okuduğum diğer kitaplar hakkında bilgileri daha sonra yazacağım. Şu anda yazmak istediğim kitap benim için çok önemli bir konu hakkında başkalarını bilgilendirmek için olacak. Çünkü internetin hiçbir yerinde bu kitaba dair bir yazı görmedim. Bu yüzden belki alıp daha okumayan veya merakından alıp okumak isteyenlere bir bilgilendirme olur diye yazıyorum.

Bu kitap Schopenhaur’in 1848 yılında Norveç Kraliyet Akademisinin “Ahlak” üzerine sorduğu bir soruya cevaben yazdığı, yarışmaya gönderdiği makalenin SÖZDE (Forum kurallarında büyük harfle yazmak yasak mı bilmiyorum ama affınıza sığınarak büyük büyük harflerle yazarak insanları uyarmak istiyorum. Yetkililer gerekli ve uygun görürse değiştirebilirler) çevirisi. Doktora tezimi Schopenhauer hakkında yazdığımdan, onunla alakalı ne varsa okumayı seven biri olarak, orijinal adı “İstencin Özgürlüğü Üzerine” adlı bu makaleyi konumla çok ilgili olduğundan okumak istedim. Fakat çeviri o kadar kötü ki anlatamam. Hatta muhtemelen çeviriden ziyade google translate ile yapılan bir çalışma. Ne kelimeler uyumlu ne de bir cümle sonraki cümleye uyuyor. Tamamen bir kabus gibi. Translate ile yapıldığı için anlamsız virgüller, anlamsız kelimeler okurken kendinizden geçmenizi sağlıyor. Arada bazen yunanca ve latince alıntıları paragraf içinde olduğundan büyük boyutta ve türkçesi olmadan yazmışlar. Hiçbir özen hiçbir emek yok bu kitapta. Daha önce hiç böyle sinirlenmemiştim ama bu düpe düz saygısızlık gibi geliyor. Değişik bir tarz denemişler diyeceğim ama öyle de değil. İngilizcesine baktığımda onu anlayabiliyorken, Türkçesi tamamen translate gibi olduğu alenen belli. Alakasız kelimeleri örnekler vererek burada açıklamak isterdim ama sizlere bu zulmü yapmamak, sizleri de sinirlendirmemek için yapmıyorum. Kelimeler saçma, yüklemler saçma, paragraflar saçma. Tam bir kaos hakim kitaba. Siz arkadaşları uyarıyor ve genel itibariyle ucuz bir fiyata satılmayan bu kitabı almamanızı tavsiye ediyorum. Sakın bu kitabı ALMAYIN, ben gibi üzülmeyin :joy:

12 Beğeni

https://www.amazon.com.tr/gp/aw/d/6257307392/ref=ox_sc_act_image_5?smid=A1UNQM1SR2CHM&psc=1
Fol yayınlarından çıkmış düzgün bir çevirisi var

1 Beğeni

Çok teşekkür ederim :pray:

1 Beğeni

Bu hafta okuduğum ilk kitap Jose Saramago’nun “Görmek” adlı kitabı oldu. “Körlük” kitabının geçtiği evrende devamı sayılan bir kitap. Aslında ilk kitaptan bağımsız olarak da okunabilir bence. Kitabın 200. sayfasına kadar sadece ilk kitapta var olan körlükten 1 kere bahsediliyor. “Körlük” kitabında var olan bilimkurgu teması ve postapokaliptik ortamdan uzak bir kitap. Daha ziyade devletlerin siyasi olarak, toplumların da kitlesel olarak eleştirildiği bir eser. Birbirinden bağımsız, örgütleşme olmadan, herhangi bir çıkara dayanmayan bir hareketin hükümet üzerindeki etkisi ele alınıyor. Keyif kaçırıcı bir bilgi vermemek için daha ayrıntılı bahsetmek istemiyorum ama herhalde Ursula’nın “Mülksüzler” kitabından sonra gördüğüm en ayrıntılı sistem eleştirilerinden biri bu kitap. İlk kitabın değişik ortamından farklı olarak bu kitap size bir fikri ve bu fikre karşı çıkarına ters düşen hareketleri önlemeye çalışan hükümetin tepkisi aktarılıyor. Saramago’nun paragrafsız ve yazı içerisinde düz yazı şeklinde aktarılan diyalog durumuna da alışırsam daha da güzel olacak kanımca.

0000000238062-1

İkinci kitap ise Schopenhauer’in “Hayatın Anlamı” kitabı oldu. Tez için okuduğum bu kitapta hayat, irade, kötülük, kötümserlik gibi konular ele alınmış. Karamsar bir filozof olan Schopenhauer’in dünyasını ve hayata bakışını öğrenebilmek için kaynak sayılabilecek bir eser. Hayatın içerisinde daima insanları acıya sürükleyen, onu çaresiz bırakan anların olduğunu bizlere açık yüreklilikle aktarıyor.

0001921495001-1

Üçüncü kitap ise büyük üstat Asimov’un “İşte Tanrılar” kitabı. 356 sayfalık müthiş bir eser. Vakıf serisinden sonra bence en güzel işi bu Asimov’un. İçerisinde enerji savaşları, paralel evrenler, çıkar çatışmaları ve ileri fizik konuları barındırıyor. Aşırı sürükleyici bir kitap. Başına iki kere oturdum ve bitirdim o derece insanı içerisine almayı başarıyor. Hikayeyi hem Dünya’nın en önemli bilim adamı sayılan ve bedava, temiz ve sürekli enerji kaynağı bulan Hallam’a karşı onun yanlışlarını bulan Lamont’un gözünden hem Para-Evren’de bizim aklımızın alamayacağı formlarda bulunan canlılar Tritt, Odeen ve Dua’nın gözünden hem de bulunan enerji kaynağına katkıları olup da Hallam’ın gölgesinde kalan Dr. Denison gözünden görüyoruz. Bu üç olay örgüsü birbirini tamamlayan bir yapıya sahip olduğu için hikaye size acayip sürükleyici geliyor. Ben gerçekten çok ama çok beğendim ve tekrar okuyacağım zaman gelmesi için sabırsızlanıyorum.

0001921100001-1

Son kitap ise Eric Fennel’in “Kızıl Gezegen’in Altında” kitabı oldu. 6.46 yayıncılıktan çıkan bu kitap ve onunla beraber aynı incelikte çıkmış olan diğer 3 kitabı D&R’da görmüştüm ve hemen sipariş ettim. Kısa bir novella olan bu kitap tek seferde bitirilebilecek bir eser. Kısa oluşu sizi yanıltmasın yazar, anlatmak istediğini, var olan hikayeyi geçmişle birlikte okuyucuya güzel bir şekilde aktarmayı başarmış. Okurken bir anda kendinizi bir macera buluyorsunuz ama her sayfada hem kızıl gezegeni hem de yaşanan olayları güzelce anlamış bulunuyorsunuz. Ben gerçekten beğendim ve konusu itibariyle de ilgi çekici bir kitap.

22 Beğeni

Kitabın sonuna doğru Körlükteki bir karaktere bağlanıyor, o yüzden bence olayı daha iyi anlamak için önce Körlük okumak şart. Jose Saramago zaten okuru bir şekilde kitabın içine çekebilen başarılı bir yazar. Okuyunuz, okutunuz efenim :smiley: 2-3 okumadığım romanı kaldı biraz bekletiyorum bitmesin diye ama bir yerden sonra artık okuyup bitirmem gerekecek :sweat_smile:

2 Beğeni

Adsız3

VATAN YAHUT SİLİSTRE - NAMIK KEMAL

Bu tiyatro metni yüzünden Namık Kemal’e az çektirmemişler. Güzel bir tiyatro metni okumanızı tavsiye ederim. İslam Bey’in gönüllü olarak askere katılması ve savaşa gitmeden önce sevdiği kadın olan Zekiye’yi ziyaretiyle başlıyor ve Zekiye, İslam Bey’in arkasından erkek kılığına girerek o da askere gidiyor. Bir yandan vatan konusunu başarılı bir şekilde işlerken diğer yandan da güzel bir aşkı okuyoruz. Kitapta Zekiye ‘‘benim Vatanım Sendin’’ diyor. Bir ihtimal Vatanım Sensin dizisi ismini buradan alıyor olabilir.

Adsız2

SONUNCULAR - HANNA JAMESON

Jon Keller isminde bir tarihçinin günlüğünü okuyoruz. İsviçre’de bir konferansa katılmak için gittiği bir oteldeyken Nükleer Savaş başlaması üzerine bütün devletler yıkılır ve otelde kalan bir grup insan bu otelde hayatlarını idare etmeye çalışırken, bir de ceset bulunmasıyla işler karışır.

Güzel bir kitap. Yalnız çoğunlukla konu hep otelde geçiyor. Daha sonra biraz daha başka yerlere geçiliyor ama ana eksende konu hep otelde geçiyor ama akıcı bir kitap, sıkmıyor.

Puanım: 8/10

18 Beğeni

Birkaç günlük boşluğum olunca yazlığa kaçıp dijitalden de kaçınarak okumaya ağırlık vermeye çalıştım. 5-6 günde irili ufaklı 4 adet bitirince sorunun benim okumamda değil benim zamansızlığımda olduğunu anladım :joy:

image

Guantanamo Günlüğü

11 Eylül saldırıları sonrası Mohamedou Ould Slahi’nin ifade vermeler ve gözaltında tutulmalardan yaklaşık 16 yıllık hapiste kalma sürecinin büyük bölümünü kendi kaleminden anlattığı hapishane anılarına dayalı bir kitap Guantanamo Günlüğü. Slahi’nin umutlarını, korkularını, ailesine duyduğu özlemi, işkence sürecinde yaşadıklarını onun kaleminden tecrübe ederken; bir kez bile aleyhinde resmi suçlama yapılmayan basit bir bireyin yaşadığı haksızlıklara içten bir tepki ile ortak olmamak elde değil.

Çat pat İngilizcesini Guantanamo’da yatış sürecinde öğrendiği 4. dil seviyesine çıkararak yazdığı bu günlükleri, muhtemelen bu basit İngilizce seviyesi sayesinde her okurun kolayca okuyabileceği bir akışta. Çeviri ve imla olarak da bu akış sağlanmış. İlgili gizli servis birimlerince sansürlenen yerlerin kitapta siyah satırlar ile aynen aktarılması da okuma tecrübesi sırasında olaylara güzel bir vurgu sağlamış.

Mohamedou ile geçen yıl vizyona giren ve bu kitaptan uyarlanan The Mauritanian filmi ile tanışmıştım. Başarılı ve çarpıcı filmin etkisi sonrası anılarının Türkçeye çevrildiğini görünce okuma listeme almıştım. Filmdeki sahnelerin çoğu zihnimde çok taze olmasına rağmen okuma sırasında herhangi bir engel yaratmadı bana. Yine de filmde fazla değinilmeyen, GTMO öncesi Ürdün-Afganistan-Senegal gibi hapis tecrübelerini daha bir merakla okudum. Ancak filmi izlemiş olsanız bile vereceği duygular ve daha yakın bir his adına kitabı okumak da tercih sebebi olacaktır kesinlikle.

Kitap yayınlandığı sırada hala GTMO da tutulması, yayınlarını sonrası ABD de oldukça ses getirmesi, 11 Eylül sonrası antiterörist eylemlerin dozunun nerelere kaçtığının en büyük birinci elden örneklerinden birine dönüşmesi ile tarihe de imza atmış sanırım Guantanamo Günlüğü. Nitekim medyada yer alması ile dava sürecine de etkisi illa ki vardır diye düşünüyorum ki 2016 da Slahi de sonunda özgürlüğüne kavuşuyor. Dünyada güncelliğini korurken dilimize yayınlanışından 1 ay sonra kazandırılmasına rağmen ülkece ıska geçtiğimiz bir kitap ve süreç olmuş.

Siyah Tom’un Baladı

Beni pek tatmin etmeyen bir kitap oldu Siyah Tom’un Baladı. Genel anlamda Novellalar istediğim doyuruculuğa ulaştıracak detaylara sahip olmuyor ama en azından kendi içlerinde örgülerini güzelce oluşturduklarında keyif alabiliyorum. Tür olarak da Korku türüne dahilmiş kitap, oradan da beni ıskalıyor maalesef. Okurken beni gerdirecek sahneleri sıkıla sıkıla okuyorum.

Kitap bizi 1920 lere götürüyor ve fırsatçı bir genç müzisyen olan Tommy’nin siyah Tom’a dönüşünü işliyor. Ancak yazar dostumuz kendi etnik kökeninin 20. yüzyıl başlarında Harlem-Queens-Brooklyn bölgelerindeki durumuna değinmek isterken çok havada kalıyor anlattıkları, oradan da Lovecraft ve Cthulhu semalarına geçiş olmuyor maalesef. Bir Lovecraft fanı değilim ve türden de zevk almıyorum ancak oluşturdukları ve yaratımları adına bir miktar bilgi sahibi olarak yine de vasat geldi bana. Belki daha fazla zevk almak için Lovecraft fanı seviyesi bir birikim lazımdır, bilemedim. Kitabın okuyucu kitlesi bu şekil hedeflenmiş olabilir.

İthaki kapsül dizinine dahil olduğundan elime geçip okuduğum Siyah Tom’un Baladı diziye karşı kafamdaki soru işaretlerini de arttırdı. Belli ki ne denk getirirlerse onu dahil edecekler. Yine de kısa okuma süresi ile okuma portföyünde farklılık açısından değerlendirilebilir.

İçerinin Haritası

İthaki Kapsül dizisi ile ulaştığımız bir Novella olan İçerinin Haritası maalesef hem tür, hem de ana hikaye olarak beni kendine çekmedi. Korku ana türünde geçmesine ve küçük yaştaki ana karakterine rağmen beni hissiyat olarak hiç saramıyor kitap.

Kızılderili rezervasyon alanından ayrılan, babasını kaybetmiş 2 küçük çocuk ve onlara hayat sağlamaya çalışan anneden oluşan ana hikaye, ki Amerikan kültürü ile çıkan her materyal ile iç içe olmamıza rağmen çok uzak kaldı bana. Yazarın kendisi de native american olarak kültüründen öğeler işlemiş ama bizim gibi konunun dışının dışında kalanlara novella sayfaları yetersiz ve derinliksiz kalıyor böyle işlerde. Hikayede sonradan payı artan doğaüstü etmen bana yeterli bir sürükleyicilik sağlamadı. Bir anda yaşların büyüdüğü ve olayların farklı bir yere gittiği 6-7 sayfalık sonda yani ne bileyim, o zaman ilk 100 sayfada bize verdiğin ailecilik nereye gitti abi dedirtti bana.

Dizi içerisinde olduğu için edindiğim ve normalde ilgi alanıma girmediği için edinmeyi düşünediğim bir kitap olan İçerinin Haritasını farklılık adına veya kızılderili öğeleri ile işlenmiş kısa bir hikaye arayanlar adına önerebilirim sanırım. Kısa okuma süresi ve boş vaktime denk gelmesi ile 1 günde okuyup bitirdim ancak okuma sırasında sıkılmaktan kendimi alamadım maalesef.

Piramitler

Piramitler yazım sırasına göre okumaya devam ettiğim Diskdünya serisinde şu ana kadar en beğendiğim kitaplardan oldu. Bunda benim çocukluktan gelen ve yerinde gidip göremediğimden içimde kalan Piramit aşkımın etkisi de vardır muhtemelen, ancak Pratchett’ın en zeki yazımlarından biri olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

Genç firavun adayımız Teppic’in koluna bir altın bilezik takma adına Ankh-Morpork da Suikastçılar Loncasında başlayan eğitimi ile çok dinamik bir başlangıç yapan Piramitler, sonrasında ülkesine dönüşü ve büyük piramitin inşası ile ortalığın karışması sonrası soluksuz bir okuma sunuyor.

Piramitlerin varlığı ve işlevleri olsun, zaman kavramının incelikli dokunması olsun, Djelibeybi uygarlığındaki kadim yaşam ile dini öğelerin ve tanrıların yeri olsun nereleri övsem bilemiyorum. Piramit ustasından, başrahip-vezire, mumya ustasından firavuna kadar her karakter ile ince ince işlenmiş ve zeka dolu bir kitap sunulmuş bizlere.

Pratchett üstat umarım ileride Suikastçılar loncasında daha çok geçen hatta ana konu olarak işleyen bir kitap da sunar bize, oraların tadı damağımda kaldı.

13 Beğeni

Özgürlük Uğruna // Barış Müstecaplıoğlu

Bu maceranın da sonuna geldik. Eymar’ın maceraları çok önemliymiş aslında bu kitabın akışına göre. Ama iyi mi bağlanmış zorlama mı olmuş karar veremedim açıkçası.
Bir de diğer kitaplarda var mıydı bilmiyorum burada dikkatimi çekti. Bölümler başlarken karakterlerin gözünden olay anlatılıyor daha sonra ana karakterlere geçiyor meğerse en baştaki karakter herhangi birisiymiş sonradan görüyorsun. Bu da zaman zaman kopmama neden oldu acaba bu önemli bir kişi mi ilerde karşıma çıkacak mı yoksa yine herhangi birisi mi diye. Genel olarak bakarsak yine hikayeyi, anlatımı severek okudum. Yukarıda bahsettiğim noktalar belki de beklentimi yükselttiğimden oldu bilmiyorum :joy:. Genel olarak güzel vakit geçirdim diyebilirim.

11 Beğeni

image

Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz

Kan ve Gül’ü çok beğenince, Alper Canıgüz başka neler yazmış diye araştırmış ve bu kitapla karşılaşmıştım. Baştan bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu sene okuduğum en güzel kitaplardan birisi oldu Oğullar ve Rencide Ruhlar. Bayıldım kitaba.

Alper Kamu 5 yaşındadır, yani kendi deyimiyle çürümenin başladığı yaşta. Yaşıtları okumayı dahi bilmezken paşamız Dostoyevski, Oğuz Atay ve Kafka okumakta, çerez niyetine de pos bıyıklı Nietzsche hüpletmektedir. Akranları "kestane, gürgen, palamut"u öğrenirken, kendisi Shostakovich dinlemektedir. İçmeyi sevmekte, küfür etmekte ve fantezi kurmaktan da geri kalmamaktadır. Bir gün mahallesinde bir cinayet işlenir ve Kamu bunu çözmeyi kendine vazife edinir. Olaylar da böyle başlar.

Kitap için “fantastik polisiye” veya “absürd polisiye” diyebiliriz çünkü Kamu’nun yaptıklarını 25 yaşındaki bir genç bile zorlanabilir yaparken. Polisiye diyorum ama polisiye kısmı yazarın felsefe ve günlük hayata dair göndermelerini okurlara aktarabilmesi ve bunu yaparken de okurun sıkılmaması için kullandığı bir araçtan ibaret. Kitabı okurken verilmeye çalışılan mesajları anlamaya konsantre olmak kitaptan alınacak zevki yükseltecektir diye düşünüyorum.

Kitap yukarıda da bahsettiğim üzere benim en sevdiğim kitaplardan birisi oldu, 10/10 puanı sonuna kadar hak etti. Uzun zamandır bu kadar güldüğüm bir kitap olmamıştı (hele bir “Allah belanı versin senin” sözü vardı ki aralıksız 5 dk güldüm :slight_smile). Sonu da bana göre harikaydı. Daha ne ister ki insan bir kitaptan? Kitabı sonuna kadar tavsiye ediyorum ama okumaya karar verirseniz “5 yaşındaki velet bunları nasıl yapıyor” diye düşünmeden okuyun, sadece kitabın mesajlarına odaklanın. O zaman kitaptan alacağınız zevk katlanarak artacaktır.

15 Beğeni

Thomas Tryon/Öteki

öteki

Çok iyi bir konu ve kurgusu olan bir kitap. Ama birkaç farklı - en azından 2- perspektiften anlatması, ara sıra anlatımda şimdiki zamana dönmesi ve yine perspektife göre aşırı şiirsel, devrik cümlelere geçmesi benim için okumayı zorlaştırdı.

Gereksiz bulduğum bazı kısımlar ve diyaloglar da kitaptan zaman zaman koparıyor. Hatta aslında bu kısımlar yüzünden gidişatı ya da gizemi erkenden çözmeniz de olası. Bence 75 sayfa kadarı olmasa daha iyiymiş.

Yine de yazarı da kitabı da beğendim. Benim gibi anlatımda ayrıntılara fazla takılmıyorsanız muhtemelen benden çok daha fazla seversiniz.

18 Beğeni

Salgının başlarından beri dikkatimi bir filme, bir kitaba ya da bir diziye vermekte inanılmaz zorlanıyorum. Belki birçoğumuz aynı şeyleri yaşıyoruz, dikkatimiz çabuk dağılıyor, hiçbir şeye yoğunlaşamıyoruz. Ama Zeno’nun peşine takıldım, gittim. Tam bir niteliksiz adam Zeno, sevsem mi kızsam mı, üzülsem mi gülsem mi, bilemediğim bir karakter. Ayrıca kitabı zamanında 25 TL ye almışım, şimdi 40 TL ye yakın sanırım.

13 Beğeni

Altın çağ. Yunan ve Roma efsanelerinde insanların mutluluk ve barış içinde yaşadıkları, masumiyet ve suçsuzluk çağı.

Aslında kitap, Atlantik Okyanusunda tuhaf bir ada hakkında gezi kitabı olma iddiasından başka bir şey vaat etmiyor. Lakin ada halkının tuhaf dünya görüşü bakış açılarımızı sorgulamamıza sebep olduğu için kitap farklı bir katman kazanıyor.

Yöre insanı öyle bir kültürel mirasa sahip ki, bildiğimiz medeniyet içinde böyle bir yerin dış dünya ile bağlarını koparmadığı halde var olması işin büyülü kısmı. Ada halkının gerçekliğini sorgulamıyorsunuz okurken, anlamaya çalışsanız anlayamıyorsunuz da.

Yemek kültürlerini, yönetim sekillerini, sosyal ilişkilerini, inançlarını, medeni durumlarını, ev içi hallerini, adalet anlayışlarını, günlük yaşantılarını, sanata yaklaşımlarını kendi yorumunu katmadan okura aktarmaya çalışıyor yazar. Sıkıldığınızı düşündüğü yerlerde sayfaları atlamanızı öneriyor veya ilginizi taze tutacak yan hikayeler çiziyor sizin için. Hikaye anlatmaktan sıkılırsa sizin hikayeyi kendinizin uydurmasını istiyor.

Ada halkını bu kadar farklı kılan, oldukları yeri fantazya dünyasından fırlamış bir yere çeviren dünya görüşlerinden bahsetmek gerekirse Theseus’un gemisi paradoksu durumu açıklayabilir sanıyorum.

Evren ilk saniyesinden bu yana büyüyüp genişlerken, her saniye gerçekleştirdiği değişim ile başka bir şeye dönüşürken dilimizde yine evren olarak bahsederiz ondan. Ama ada halkı değişimi saniyelik olsa bile adlandırır. Vücudunda her saniye hücre yenilenmesi yaşayan bir insana her saniye başka bir isimle seslenebilirler. Ada halkının isimleri sürekli bir değişim halinde. Veya nesnelere de yaklaşımları aynı. Harflerin sabitliğine karşı bu anarşileri, şekilsizligi ve değişkenliği benimsemiş bakış açıları tüm dünya görüşlerinin temelini oluşturuyor.

Aslında bu bile yanlış bir ifade. Çünkü temel bir sabitlik belirtirken ada halkı resmen sudaki dalgalanmaların, yansımalara verdiği yeni şekillerin zihinlerinde yarattığı imgeler ile yorumluyor etraflarındaki dünyayı.

Onları sömürmek için adaya doluşan Avrupalıların dilinden çıkan her şeyi kendi görüşleri gibi reddetmeden dinlemelrine rağmen hiçbir dış dünya görüşü bu değişkenlikle kucak kucağa bakış açısından kurtulamıyor ve en sonunda onun tarafından yutulup, kendisinin bir uzantısı haline geldiğini görüyoruz. Ada halkının kafa yapısını anlamak resmen şu şekilleri yorumlamak ve onları bir sabiliğe hapsetmeye çalışmak gibi.

Ada halkının tutumlarını anlamak için psikanaliz yapmaya çalışmak veya geçmişlerine bakınmak isteyen yazar bu noktada farklı hikayeler sunuyor size. İçinde balıkların yüzdüğü sıvı heykeller veya taşlaşan sevgililer ya da şekilsizliğin gazabından nasibini alan sabit fikirlerle dolu hikayeler.

Çoğu paragraf ardında felsefi bir soru taşıyor veya bir mitin bu adada yeniden yorumlanışını anlatıyor.

Kesinlikle okunmaya değer bir kitap olduğunu düşünüyorum. Dilimizin sınırı dünyamızın sınırları ise dilden bağını koparmış insanların sınırsızlığa uzanan dünyasında yeni bir bakış açısı kazanmak bir kitabı okunmaya değer kılmaz mı?

15 Beğeni

@Okuryorum bu arada Calvino gibi mi yazıyor sorunu yanıtlayamadım, çünkü sadece bir Calvino kitabı okudum. O da “Sen Alo Demeden Önce” idi. Aynı türde yazıyorlar ama anlatımları aynı mı bilemiyorum. Az okumuşluğuma ver xd

1 Beğeni

Ray Dayı elli kadar kısa öykü yazmış, dergilere göndermiş ama basılı kitabı yok. Bir arkadaşı kanına girip diyor ki gel New York’a, azıcık editör yayınevi tanı, insan içine karış. Ray de hamile karısını bırakıp basıyor Manhattan yollarına.

Sürüyle editör tanıyor, sohbet ediyor, ağızlarda tek soru, " Arkedeş roman yazdın mı roman?". Bizimkinde öykü sürüsüne bereket ama roman hak getire. Arkadaşı diyor ki senin şu Mars’lı Fars’lı öyküler vardı, toparla onları bir. Ray uğraşıyor, didiniyor, koyuyor mu bestseller Mars Yıllıkları’nı ortaya?

Nesi güzel peki bu kitabın?

Baştan sona 30’lar Amerikan hayatı. Yakışıklı genci, yaşlı yalnız çiftleri, karnavalı, şiiri, oyuncakları, otu çiçeği… Ne gördüyse betimliyor çocukluğuna ve gençliğine dair.
Bu kısım yabancı okurlar içindi.
Fahrenheit 451’de de bu şiirli dil vardı ve beğenmemiştim hiç. Montag eve giriyor, karısına bir şey olmuş ama ne olmuş anlamıyorum, iki adam geliyor bir şey yapıyorlar kadına, iyileşiyor. Bunun mide yıkama işlemi olduğunu beş sayfa ıstıraptan sonra anlıyorum.
Bu Mars öykülerinde dil daha anlaşılır ama olmasa da gene fark etmez çünkü arkadaşım her öykü o kadar orijinal bir fanteziye dayanıyor ki kafamın içinde renk renk kıvılcım çıkıyor. Uzun zamandır tatmadığım o afallama hissine kavuşuyorum. Zaman, robotlar, müzeler, akıl okuma…
Bilimkurgunun firijit tavrından kurtulup elle tutulur, yürekten hissedilir hikâyelere dönüşüyorlar. Bu kitaptan aldığım şevkle diğer Bradbury’lere bir daha döneceğim.

28 Beğeni

Eline sağlık, ilgimi çekti kitap ama calvino okumamak olmadı. :slight_smile: Ben de geç başladım calvino’ya ama okunması gereken bir yazar.

1 Beğeni