Birkaç günlük boşluğum olunca yazlığa kaçıp dijitalden de kaçınarak okumaya ağırlık vermeye çalıştım. 5-6 günde irili ufaklı 4 adet bitirince sorunun benim okumamda değil benim zamansızlığımda olduğunu anladım 

Guantanamo Günlüğü
11 Eylül saldırıları sonrası Mohamedou Ould Slahi’nin ifade vermeler ve gözaltında tutulmalardan yaklaşık 16 yıllık hapiste kalma sürecinin büyük bölümünü kendi kaleminden anlattığı hapishane anılarına dayalı bir kitap Guantanamo Günlüğü. Slahi’nin umutlarını, korkularını, ailesine duyduğu özlemi, işkence sürecinde yaşadıklarını onun kaleminden tecrübe ederken; bir kez bile aleyhinde resmi suçlama yapılmayan basit bir bireyin yaşadığı haksızlıklara içten bir tepki ile ortak olmamak elde değil.
Çat pat İngilizcesini Guantanamo’da yatış sürecinde öğrendiği 4. dil seviyesine çıkararak yazdığı bu günlükleri, muhtemelen bu basit İngilizce seviyesi sayesinde her okurun kolayca okuyabileceği bir akışta. Çeviri ve imla olarak da bu akış sağlanmış. İlgili gizli servis birimlerince sansürlenen yerlerin kitapta siyah satırlar ile aynen aktarılması da okuma tecrübesi sırasında olaylara güzel bir vurgu sağlamış.
Mohamedou ile geçen yıl vizyona giren ve bu kitaptan uyarlanan The Mauritanian filmi ile tanışmıştım. Başarılı ve çarpıcı filmin etkisi sonrası anılarının Türkçeye çevrildiğini görünce okuma listeme almıştım. Filmdeki sahnelerin çoğu zihnimde çok taze olmasına rağmen okuma sırasında herhangi bir engel yaratmadı bana. Yine de filmde fazla değinilmeyen, GTMO öncesi Ürdün-Afganistan-Senegal gibi hapis tecrübelerini daha bir merakla okudum. Ancak filmi izlemiş olsanız bile vereceği duygular ve daha yakın bir his adına kitabı okumak da tercih sebebi olacaktır kesinlikle.
Kitap yayınlandığı sırada hala GTMO da tutulması, yayınlarını sonrası ABD de oldukça ses getirmesi, 11 Eylül sonrası antiterörist eylemlerin dozunun nerelere kaçtığının en büyük birinci elden örneklerinden birine dönüşmesi ile tarihe de imza atmış sanırım Guantanamo Günlüğü. Nitekim medyada yer alması ile dava sürecine de etkisi illa ki vardır diye düşünüyorum ki 2016 da Slahi de sonunda özgürlüğüne kavuşuyor. Dünyada güncelliğini korurken dilimize yayınlanışından 1 ay sonra kazandırılmasına rağmen ülkece ıska geçtiğimiz bir kitap ve süreç olmuş.
Siyah Tom’un Baladı
Beni pek tatmin etmeyen bir kitap oldu Siyah Tom’un Baladı. Genel anlamda Novellalar istediğim doyuruculuğa ulaştıracak detaylara sahip olmuyor ama en azından kendi içlerinde örgülerini güzelce oluşturduklarında keyif alabiliyorum. Tür olarak da Korku türüne dahilmiş kitap, oradan da beni ıskalıyor maalesef. Okurken beni gerdirecek sahneleri sıkıla sıkıla okuyorum.
Kitap bizi 1920 lere götürüyor ve fırsatçı bir genç müzisyen olan Tommy’nin siyah Tom’a dönüşünü işliyor. Ancak yazar dostumuz kendi etnik kökeninin 20. yüzyıl başlarında Harlem-Queens-Brooklyn bölgelerindeki durumuna değinmek isterken çok havada kalıyor anlattıkları, oradan da Lovecraft ve Cthulhu semalarına geçiş olmuyor maalesef. Bir Lovecraft fanı değilim ve türden de zevk almıyorum ancak oluşturdukları ve yaratımları adına bir miktar bilgi sahibi olarak yine de vasat geldi bana. Belki daha fazla zevk almak için Lovecraft fanı seviyesi bir birikim lazımdır, bilemedim. Kitabın okuyucu kitlesi bu şekil hedeflenmiş olabilir.
İthaki kapsül dizinine dahil olduğundan elime geçip okuduğum Siyah Tom’un Baladı diziye karşı kafamdaki soru işaretlerini de arttırdı. Belli ki ne denk getirirlerse onu dahil edecekler. Yine de kısa okuma süresi ile okuma portföyünde farklılık açısından değerlendirilebilir.
İçerinin Haritası
İthaki Kapsül dizisi ile ulaştığımız bir Novella olan İçerinin Haritası maalesef hem tür, hem de ana hikaye olarak beni kendine çekmedi. Korku ana türünde geçmesine ve küçük yaştaki ana karakterine rağmen beni hissiyat olarak hiç saramıyor kitap.
Kızılderili rezervasyon alanından ayrılan, babasını kaybetmiş 2 küçük çocuk ve onlara hayat sağlamaya çalışan anneden oluşan ana hikaye, ki Amerikan kültürü ile çıkan her materyal ile iç içe olmamıza rağmen çok uzak kaldı bana. Yazarın kendisi de native american olarak kültüründen öğeler işlemiş ama bizim gibi konunun dışının dışında kalanlara novella sayfaları yetersiz ve derinliksiz kalıyor böyle işlerde. Hikayede sonradan payı artan doğaüstü etmen bana yeterli bir sürükleyicilik sağlamadı. Bir anda yaşların büyüdüğü ve olayların farklı bir yere gittiği 6-7 sayfalık sonda yani ne bileyim, o zaman ilk 100 sayfada bize verdiğin ailecilik nereye gitti abi dedirtti bana.
Dizi içerisinde olduğu için edindiğim ve normalde ilgi alanıma girmediği için edinmeyi düşünediğim bir kitap olan İçerinin Haritasını farklılık adına veya kızılderili öğeleri ile işlenmiş kısa bir hikaye arayanlar adına önerebilirim sanırım. Kısa okuma süresi ve boş vaktime denk gelmesi ile 1 günde okuyup bitirdim ancak okuma sırasında sıkılmaktan kendimi alamadım maalesef.
Piramitler
Piramitler yazım sırasına göre okumaya devam ettiğim Diskdünya serisinde şu ana kadar en beğendiğim kitaplardan oldu. Bunda benim çocukluktan gelen ve yerinde gidip göremediğimden içimde kalan Piramit aşkımın etkisi de vardır muhtemelen, ancak Pratchett’ın en zeki yazımlarından biri olduğunu da düşünmeden edemiyorum.
Genç firavun adayımız Teppic’in koluna bir altın bilezik takma adına Ankh-Morpork da Suikastçılar Loncasında başlayan eğitimi ile çok dinamik bir başlangıç yapan Piramitler, sonrasında ülkesine dönüşü ve büyük piramitin inşası ile ortalığın karışması sonrası soluksuz bir okuma sunuyor.
Piramitlerin varlığı ve işlevleri olsun, zaman kavramının incelikli dokunması olsun, Djelibeybi uygarlığındaki kadim yaşam ile dini öğelerin ve tanrıların yeri olsun nereleri övsem bilemiyorum. Piramit ustasından, başrahip-vezire, mumya ustasından firavuna kadar her karakter ile ince ince işlenmiş ve zeka dolu bir kitap sunulmuş bizlere.
Pratchett üstat umarım ileride Suikastçılar loncasında daha çok geçen hatta ana konu olarak işleyen bir kitap da sunar bize, oraların tadı damağımda kaldı.