Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Sonunda Dune’a giriş yaptım. Sarmal Yayınlarından okudum ben. Kitabı okumak bir dizi veya film izlemek gibi bir şeydi. Kitapta ilk sayfalardan son sayfalara kadar politika, entrika dönüyor. Kitapta ön planda olan şeyler de zaten bunlar. Yani siyaset, din ve toplum. Kitabın bilimkurgu kısmı bu olayların birazcık ardındaydı. Ama Dune’de daha önemli olan kısım da zaten bunlar bana göre.

Dune’nun dini boyutunda, Ortadoğu’nun ağırlığı ve başka inançların izi var. Özellikle de kitapta, İslam’ın ağırlığı beni hayretlere soktu…Fıkıhtan tutun da Dürzülüğe kadar bahsedilmişti. İlginçti.

Kitapta hoşuma gitmeyen iki durum vardı sadece ve bunlar da şöyle: Bir noktadan sonra her şeyin çok hızlı gelişip birden bire olması ve bir de kadınların bu ataerkil dünyadaki yerleri.

Puanım: 10/10

28 Beğeni

Ben şuan ortalarındayım eser bence gayet başarılı. En önemli özelliği roman tadında olması. Bu sebeple çok hızlı ilerliyor. Verilen bilgilerde doyurucu. Padişahlar arası geçişler çok iyi işlenmiş. Kendi adıma tavsiye ederim.

1 Beğeni

Stanislaw Lem havası vardı o sahnede tam. Aden kitabında vardı sanki benzeri bir sahne.

0001860234001-1

Osamu Dazai - İnsanlığımı Yitirirken

Japonya’nın en çok okunan eserlerinden biri. Osamu Dazai’nin otobiyografisi. Kitabın sonundaki bölümde pek kabul ediyor gibi görünmese de bu metin tamamiyle onun hayatını anlatıyor bize.

İntiharların ortasında, kaybolmuş, çökkün, perişan bir insan. Yozo. Yani aslında Dazai. Hiçbir şekilde hayata tutunamıyor. Birçok olaya kayıtsızlığıyla bize bir yabancılaşma portresi sunuyor olsa da, iç dünyasında yaşadığı ufak olaylardan bile çok etkilendiğini görebiliyoruz. Benim tanımlamakta zorluk çektiğim bir ruh hali. Her türlü sorun var gerçekten adamda.

Bu tarz bir kitabı çok kapalı bir ruh halindeyken okumanızı tavsiye etmem. İnsanı negatif etkileyebilecek bir kitap. Hatta Japonya’da insanlar küçük çocuklara bu eseri okutmuyormuş sanırım. İntihara meyilli kişileri hiç iyi yere götürmeyecektir gerçekten.

Edebi olarak sıradan olsa da bazı cümleleriyle çok can yakar Osamu Dazai. Özellikle başarılı intiharından bize kalan notundaki cümle mahveder insanı.

“Doğduğum için beni affedin.”

images

Evet, Osamu Dazai yaşadıklarından çökmüş birinden ziyade, doğumundan itibaren bu dünyayla bağını bir türlü kuramamış bir insan.

Herkesin okuması gerektiğine inandığım, benimse en az 3-4 defa okuyacağımdan emin olduğum özel bir kitap.

goodreads

13 Beğeni

Ahmet Ümit - Kayıp Tanrılar Ülkesi

10 Beğeni

Herhalde Osmanlı Tarihi kitabı için söylüyorsunuz; okuduğum zaman görüşümü yazacağım unutmazsam sizi de etiketlerim. :slight_smile:

1 Beğeni

image
Mustafa Kutlu - Uzun Hikâye

İlk defa bir Mustafa Kutlu kitabı okudum. Kitap genel olarak güzeldi, ama sürekli daldan dala atlaması pek hoşuma gitmedi. Kitabı okuduktan sonra kafamda bir şey oluşmadı, bu yüzden kitabı ve yazarı çerezlik seviyesinde görüyorum. Yazarın başka bir eserini okumayı düşünmüyorum.

image
Memduh Şevket Esendal - Otlakçı

Otlakçı’yı okudum. Daha önce yazarın “Ayaşlı ile Kiracıları” adlı kitabını dinlemiştim, dinlerken yazarın dilini ve üslubunu çok beğenmiştim. Yazarın bu kitabında yer alan öykülerinde de aynı beğendiğim dil veüslubu buldum, bu yüzden kitaptan çok memnun kaldım.

Öyküleri ilk defa okumama rağmen çok tanıdık geldiler, nereden tanıdık geldiğini düşünürken; öykülerin Çehov’un öykülerine çok benzediğini fark ettim. Olaylara bakış açıları ve alaycılıkları birbirine çok benziyordu. Bu durum öykülerin özgünlüğünü azaltmasına rağmen, kitapta yer alan öykülerin yazarın erken dönem eserleri olduğu göz önüne alarak bu durumu görmezden geliyorum.

Okulda hep Sait Faik’in kasıntı öykülerini okutuyorlardı ve bir şey anlamıyorduk, okullarda Esendal’ın öyküleri işlense belki de çocuklar okuma alışkanlığını erken yaşta elde ederler.

13 Beğeni

Halil İnalcık - Devlet-i ‘Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I / Seçme Eserleri – II bitti.

Osmanlı Devleti’ nin klasik dönem diye tabir edilen 1300 - 1600 yılları arasındaki kuruluş ve imparatorluk haline gelişini ve çökmeye başlayışını(nedenlerini) (bana göre) sıkmadan yeterince detaylı bir şekilde anlatmış. Bir tarih ders kitabında olduğu gibi bir anlatım yok: Filanca padişah dönemi, savaşları, nedenleri, sonuçları vb. Tarih sevenler özellikle Osmanlı tarihiyle ilgilenenler zaten alıp okumuştur diye tavsiye etmiyorum. Kaldı dört cilt. :smiley:

Orta Dünya’ nın 21. çağının en ulu tarihçisine selamlar olsun. :slight_smile:

14 Beğeni

Günler Aylar Yıllar-Yan Lianke
Çeviren: Erdem Kurtuldu
Jaguar Kitap

Nereden başlayacağımı bilemiyorum, en iyisi kapaktan başlamak :no_mouth:. Kapakta görülen kuru dalın ucundaki yeşil sürgün var ya, hah, işte kitap tam olarak onu anlatıyor. Yaşatmak için yaşamakta inat eden bir adamın mücadelesi. Kitabın kahramanı bir yeşil sürgün gibi genç değil, 72 yaşında ama bu mücadele etmeyeceği anlamına gelmiyor. :upside_down_face:

“Büyük kuraklığın olduğu o yıl, zaman kavrula kavrula küle döndü…” kitap bu cümle ile açılıyor. Kitabı anlatmaya çalışırken vurgulamak istediğim noktayı bu cümlede buldum. Hatta vurgulamak istediğim iki noktayı.

İlki; Kuraklık. Balou Sıradağları’ndaki köyler kuraklık nedeniyle teker teker boşalıyor. İnsanlar su ve yiyecek bulabilmek umuduyla köylerini terk ederken geriye sadece bir minik mısır fidesini yaşatmak için ihtiyar ile kör köpeği kalıyor. Neden kalıyor ki? Yaşlı ama yola dayanamaz mıydı? Kalıyor, çünkü o minicik mısır fidesi gelecekti, umuttu. Köylüler geri geldiğinde, yağmurlar geri geldiğinde ekecek tohum gerek. Mısırı/geleceği/umudu koruyacak biri gerek. Şimdi Çin tarihine çok hakim değilim ama az çok tahmin ediyorum ki bu kuraklık/kıtlık meselesi Çin tarihinde ve dolayısıyla kültüründe travma yaratan bir mesele. Büyük Çin Kıtlığı olarak adlandırılan 1958-1961 yılları arasındaki dönemde milyonlarca (tam sayısı bilinmemekle birlikte 15 ile 55 milyon) insan kıtlık yüzünden hayatını kaybetmiş. Yazar da 1958 doğumlu. Ailesi bizzat o kıtlıktan etkilenmiştir, o yüzden böyle bir konu işlemiştir diye indirgemeci yaklaşmıyorum. Fakat içinde bulunduğu toplumun bu denli büyük bir felaket ve acıyla sınanmasından etkilenmemek bence pek de mümkün değil.

Kıtlık, kuraklık yani genel olarak iklim değişikliği hakkında söylenecek çok şey var tabi. Bu konudaki son söz olarak iklim mülteciliği kavramını yakın zamanda maalesef çok daha sık duyacağımızı söylemek isterim. İklim mültecisi de neyin nesi diyenler için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden bir link ekliyorum.

İkincisi; “…zaman kavrula kavrula küle döndü…” Üslup. Kitabın ilk cümlesini okuduğumda çok beğendim. Üslup çok şiirsel ve romantik. Kitabın dili genel olarak böyle. Zamanın kavrulması, mısırın büyüme sesini dinlemek, damlayan suların kulakları sağır eden maviliği, güneş ışınlarının ağırlığını ölçmek, zillerini çala çala yaklaşan gece yarısı… Herkes sever mi bilmiyorum ama bu şiirsel üsluptan çok etkilendim. Bu nedenle çevirinin çook başarılı olduğunu söylemeliyim. Benim söylememin tabi ki pek kıymetiharbiyesi yok :upside_down_face: ama çevirmen bu çevirisiyle 2020 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne layık görülmüş.

Kitap bende Fakir Baykurt okuma isteği uyandırdı :upside_down_face:. Bence Fakir Baykurt sevenler bu kitabı da sever, ama sevmeyenlere de öneririm :grin:

13 Beğeni

image

Kıyamet Park - Alper Canıgüz

Canıgüz’ün son kitabı olan Kıyamet Park, Alper Kamu serisinin üçüncü kitabı. Ben serinin net bir fanı olarak yine severek okudum.

Kitap, Alper’in beyaz eşya bayisi ve biraz da kaypak olan dayısının, Kıyamet Park isimli bir otelde yapılacak bayi toplantısına kendisi gidemediği için yerine Alper ve ailesini göndermesi ile başlıyor. Başta eğlenceli başlayan tatil, kitabın polisiye olması sebebiyle haliyle bir cinayet işlendiği andan itibaren seyir değiştiriyor.

İlk kitap çok eğlenceli, ikinci kitap hüzünlü, bu kitap ise heyecanlı olarak tasarlanmış. Yazar kendini tekrar etmemek için çok uğraşmış belli ki. Bu konuda hakkını vermek istiyorum Canıgüz’ün zira bu tekrar olayı yazarların en büyük düşmanlarından olsa gerek.

Kitapta ilk kez Alper’e bir rakip çıkıyor ve bu rakip öyle dişli ki Alper kendi sınırlarını zorlamak zorunda kalıyor. Rekabetlerini okurken aklıma Sherlock ve Moriarty geldi. Belki de yazar onlardan esinlenmiştir. Hatta kitapta ve filmde çok benzer bir sahne vardı, direkt o sahneyi canlandırdım zihnimde. Aşağıda bahsi geçen sahnenin linkini paylaşıyorum, filmi izlemeyenler için spoiler içerir.

Bu oyunu oynayabilen tek kişinin sen olduğunu mu sanıyorsun?

Kitabın sonu serideki en iyi, en dolu sondu bana göre. Ama başlangıcının önceki kitaplara göre biraz yavaş kaldığını belirtmek istiyorum. Belki yazar özellikle böyle tercih etmiş de olabilir, bilemiyorum. Buna rağmen bu kitapta ayrı bir tat vardı (kötü değil, farklı bir tat).

Bu kitabın seri içerisindeki sıralamada bana göre sonda olduğunu belirtmek istiyorum. İlk kitap 10, ikincisi 9 bu ise 8 puan aldı benden (belki başkadır puanlamam ama şu anda hatırladığım bu şekilde). Canıgüz, Erikson ve Günday ile birlikte kitaplarını tekrar okumayı düşündüğüm 3 yazardan birisi olmayı çok kısa sürede başardı. Sizlere de şiddetle tavsiye ediyorum.

20 Beğeni

John Rebus - 1 Düğümler ve Haçlar

John Rebus serisinin başlangıcı farklı ama güzel.
Serinin ilk kitabında çok fazla aksiyon yok. Yazar ilk kitabı yazarken seri olarak yazmamış ancak ilk kitabı okuduğunuz zaman bir serinin karakterlerini anlatan ilk kitapla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Kitap güzel bir polisiye ama farklı bir polisiye, bunun sebebi ise John Rebus öyle çok akıllı, zeki, Sherlock Holmes misali bir karakter değil. Aksine gayet normal, hataları, kusurları, eksiklikleri olan, hayatında sıkıntılı süreçlerden geçmiş, normal hayattaki karakterler gibi bir insan.

Kitabın sevdiğim taraflarından biri ise John Rebus gibi ölümleri, tecavüzleri araştıran polisin bir sayfada depresifken diğer sayfalarda salak salak espriler yapmaması. Karakter kendi içinde çok tutarlı, bu durum da böyle depresif bir polis için çok güzel hikaye oluşturuyor.

Amerikan polisiyesinden ayrı olarak Edinburg’ta geçen hikaye oldukça güzel. Çevreden bahsedilmesi, publar, barlar, çok ayrı bir tat katıyor.

John Rebus, yabancı kaynaklarda çok övüldüğü için Alfa Yayınlarından çıkan 13 kitabı aldım. İlk kitap olan Düğümler ve Haçlar ilk 80 sayfada sıkıcı geldi ama sonradan açıldı. Kitabı ve karakterleri sevdim. Diğer kitapları kesinlikle okuyacağım.

Son not olarak kitabın Türkçe çevirisinde bazı saçma kelimeler var, direk sözlükten bakılıp çevrilmiş, saçma kelimeler haricinde çeviri akıcı olmuş.

Puanım : 7.8/10

20 Beğeni

image
Ay’a Yolculuk kitabı benim sadece toplu taşımada okuyarak bitirdiğim ilk kitap oldu ayrıca Jules Verne’in de okuduğum ilk kitabı. En yakın zamanda kitabın devamı olan Ayın Çevresinde Seyahat’i (Autour de la Lune) de satın alacağım. 10/10 bir kitap.

20 Beğeni

0001937838001-1

Bir çocuk kitabı. Her yaşa hitap ettiğini düşünenlerin fikirlerine de itimat etmemenizi söylüyorum.

Ben çocuk kitabı seven biri değilim. Çocukken Sefiller sillesi yemiştim. Normaldir bence.

Okuduğum tek çocuk kitabı Koralin’di. O kitap için her yaşa uygun olduğu kesinlikle söylenebilir. Fakat Talimatlar bu tanıma uygun değil.

Açıkçası bomboş bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çocuklar için bile boş. Bu benim kendi görüşüm. Neil Gaiman yine ismini kullanmış, kusura bakmasın. Kendisini çok sevdiğimi de bilen bilir. Ama onu kayırmayacağım.

İllüstrasyon dışında beğendiğim bir şey yok. Zaten 40 sayfa. Kelime sayısı 150’yi geçiyor mu emin değilim.

Çocuk kitabı sevmiyorsanız okumayın çünkü yüksek ihtimalle beğenmeyeceksiniz.

Edit: Odd ve Ayaz Devleri ile Yolun Sonundaki Okyanus’u da okuduğumu unuttum, o yüzden belirtmemişim. Okyanus çocuk-gençlik olarak geçiyordu sanırım. Fakat Odd çocuk kitabıydı. Odd, mitolojik bir öğreti de içeriyordu. Bu kitap ise bomboş. Kitap ile ilgili hiçbir şey yazmadım zaten. Ne kurgusu, ne hikayesi, ne dili; bomboş bir kitap benim için.

12 Beğeni

Malazan 1 bitti.

Özenle yaratılmış, her bir köşesi leziz ayrıntılarla bezenmiş bir evrene, özenle kurgulanmış 11.000 sayfalık epik bir öyküye yaraşır güzellikte bir giriş olmuş.

Uzun olmasına rağmen kitabın bir sayfası bile yer doldurma amaçlı yazılmış hissi vermiyor; sanırım kitabın kalitesine ve Steven Erikson’un bir yazar olarak yetkinliğine edebileceğim en güzel iltifat bu.

En beğendiğim noktalar:

  • Yalın, karanlık ve mizahi üslub. Erikson bir sözcüğü bile boşa harcamamış, uzun ve aşırı süslü bir anlatımdan kaçınmış. Hikayesini güzel bir dille, açık seçik, ince esprilerle zenginleştirerek anlatmış. En sevdiğim tarz.

  • Karakterlerin kanlı canlı olmaları, derinlikleri, çeşitlilikleri. Kitapta 100’ün üzerinde, irili ufaklı, farklı ırktan ve meslekten karakter var. Hiçbirisi sırıtmıyor, yapmacıklık kokmuyor; hepsinin öyküye (bazen çok sonraları fark edilip oha çektirten) bir katkısı var. Hele ana karakterler o kadar iyi yazılmışlar ki, birden fazlasına kanım kaynadı.

  • Öykünün muhteşemliği. Kompleks bir dünya, birbirleriyle çekişen devletler, olaylara aktif olarak müdahil olan ilginç tanrılar, büyücüler, suikastçiler, hırsızlar, undead savaşçılar, eski ve güçlü ırklar, ejderhalar, kılıç, büyü ve entrikalar. Var babam var. Kendimi Baldur’s Gate oynarkenki gibi kaptırdım bu dünyaya.

Serinin diğer kitaplarını da elbette okuyacağım. Bu arada korku bilim kurgu türünde yeni bir novellaya başladım.

“Bir antimeme, kendi kendini sansürleme özelliklerine sahip bir fikirdir; içsel doğası gereği, insanları onu yaymaktan caydıran veya engelleyen bir fikir.

Antimemeler gerçektir. Parolalar, tabular ve kirli sırlar gibi kimseyle paylaşmayacağınız herhangi bir bilgiyi düşünün. Ya da deneseniz bile paylaşması zor olacak herhangi bir bilgi parçası: karmaşık denklemler, çok sıkıcı metin pasajları, büyük rastgele sayı blokları ve rüyalar…

Ancak anormal antimemler tamamen başka bir konudur. Kaydetmediğiniz veya hatırlayamadığınız bir şeyi nasıl saklarsınız? Savaşta olduğunuzu bile asla bilemezken, zahmetsiz, mükemmel kamuflajla bir düşmana karşı nasıl savaşırsınız?

Antimemetik Bölümüne hoş geldiniz.”

25 Beğeni

Leibowitz İçin Bir İlahi

Nükleer kıyamet sonrası dünyada bir adamın yazılı bilgileri korumayı amaç edinmiş bir tarikat kurması ve bu tarikatın kiliseyle birleşerek insanlığı bilimsel olarak kurtarmayı amaçlaması kitabın temel konusunu oluşturuyor.

Kitap üç farklı dönemde geçiyor: nükleer kıyamet sonrası cahillik çağı, bilimin yeşermeye başladığı dönem ve bilimin zirveye ulaştığı dönem.

Kendi çıkarımlarıma göre kitabın ana fikri: Çağlar gelip geçer, insanlar birbirlerini yer; ama kilise ve papazlar iyidir ve her zaman insanların iyiliğini düşünür.

Özetle: Kitabın ılımlı misyonerlik yönü bilimkurgu yönünün önüne geçiyor.

Çok sıkıcı bir kitap değildi ama okurken zevk aldığımı da söyleyemem. Zamanınızı bu kitaba harcamanızı tavsiye etmem.

Puanım: Kurgu zayıflığından ve bilimkurgu eksikliğinden ötürü 3/10

7 Beğeni

Yorumunuza saygı duymakla beraber çok sevdiğim bir kitap olmasından mütevellit ben de bir iki kelam etmek isterim. Kitap okuduğum en iyi bilimkurgu kitaplarından biridir. Kitaptaki ana tema insanlığın sonsuz aptallığıdır bana göre. Yazarın hem dili hem hikayesi hem de işlediği tema oldukça ilgi çekici. Ama kitaptan aksiyon beklentisi olanları da uyarayım; kitapta aksiyon yok denecek kadar az.

Şunu da ekleyeyim. Ben bir kere okuduğum kitabı bir daha okuyamayan birisiyim. Ama okuduğum yüzlerce kitap içinde ileride belki tekrar okuyabilirim dediğim sayılı kitaptan biridir bu kitap. Sevenine böylesine güzel ve özel bir kitaptır.

10 Beğeni

Ben hem kitabın isminden hem de ilk bölümünden yola çıkarak daha kurgusal ve daha olağanüstü bir hikaye beklentisine girmiştim.
Bu yüzden ana fikrin yalınlığı ve bu fikri pekiştirecek vurucu bir sahnenin olmaması beni hayal kırıklığına uğrattı.

Ekleme: Felsefi eleştirileri bilimkurgu ile harmanlayan kitaplar için ölçütüm Arkadi&Boris Strugatski kitaplarıdır. Çünkü bu yazarların kitaplarında bilimkurgu yaratıcılığını, felsefi derinliği ve edebi kaliteyi aynı anda tecrübe edebilirim.

3 Beğeni

Aslında kitap başlı başına vurucu bir yapıya sahip. Yani çağlar geçse de insanoğlunun aptallığı değişmiyor. Ayrıca yazarın dili, hikayeyi işlemesi, Gezgin Yahudi gibi kitaba mitolojik bir tat katan hoş ayrıntılar olsun kitabı oldukça üst seviyeye taşımış. Kitabın hakkında yine portalda Hazal Çamur’un bir incelemesi olması lazım. Merak edenler o incelemeyi okuyup kitabı okuyup okumayacaklarına karar verebilir. İncelemeyi okuyalı çok oldu. Spoiler varsa dikkatli olsun okurlar.

2 Beğeni

Adsız6

KAYIP TANRILAR ÜLKESİ - AHMET ÜMİT

Okuduğum ilk Ahmet Ümit romanı bu kitap oldu. Yazarın anlatımı güzel, sayfalar su gibi akıyor. Polisiye kurgu bir kitap ama içerisinde yazarın romanın içine eklediği politik, tarihi, kültürel bilgiler sayesinde sadece polisiye bir kitap değil aynı zamanda ufak tefek bilgiler de edinebileceğiniz bir kitap, bu yönüyle de oldukça beğendim. Konu olarak Yunan mitolojisini ve Zeus Altarını seçmiş yazar. 1.bölüm de Yunan Mitolojisinden bir kesit sunuyor yazar ve birinci bölüm diye bu sefer günümüze geliyor, işte 2.bölüme geçince yine Yunan Mitolojisinden bir kesit ve tekrar ikinci bölüm diyerek günümüze geliyor yazar. Bu bakımdan mitoloji bilmeye gerek yok. Ahmet Ümit ihtiyacınız olacak her bilgiyi yazmış zaten. Konu olarak kısaca bahsetmem gerekirse; Almanya’da Türk asıllı Alman Başkomser Yıldız Karasu’nun Yunan Mitolojisinden esinlenen bir katilin peşine düşmesi üzerinden ilerliyor. Ben kitabı beğendim, okumanızı tavsiye ederim.

Gelelim sürpriz olayına; yazarın kitabını ilk kez okumama rağmen bu sürprizin ne olduğunu ben bile tahmin etmişken, yazarı daha önceleri okumuş olan arkadaşlar da ne olduğunu tahmin ediyordur zaten. Yani çok da sürpriz olmadı aslında :slightly_smiling_face:

Herkese iyi geceler ve iyi okumalar dilerim :coffee:

15 Beğeni

DIALOGUES AND LETTERS

Bu derleme Seneca’nın eserlerinden: Annem Helvia’ya Teselli, Ruh Dinginliği Üzerine, Yaşamın Kısalığı Üzerine, Doğa Araştırmaları’ndan bazı bölümler ve Lucilius’a mektuplarından dört tanesini içeriyor.

Stoik felsefeye aşinaysanız farklı ve yeni bir görüş bulmayacaksanız, ama Seneca’nın üslubu her zamanki gibi kendisini okutuyor. Eğer ki aşina değilseniz okumanızı öneririm.

11 Beğeni