İyi okumalar Erce
Türk fantastiği artık yükselsin, forumdaşlar türk yazarların eserlerini de okuyup olumlu olumsuz fikirleri ile yol göstermeli bence.
Abi ben çok fantastik okumayacağım ama… Açılışı seninle yaptım. Senden sonrası Uğur Mumcu, Ferhan Şensoy, Ümit Kaftancıoğlu, Halide Edip filan gibi gidecek… aslında düşün nasıl ustalardan önce başlangıç oldun
Anladım hem başlangıç olmak hem de ustalardan sonra mahçup olmamak adına güzel haber o zaman
bitince fikirlerini de öğrenmek isterim uygun olursan
tekrar iyi okumalar
1000k üzerinden yazacagim…
Yolunuz düşerse eğer Felanties Serisine de beklerim
Cixin Liu - Remembrance of Earth’s Past
→ Müthiş yaratıcı fikirler içeren bir ilk temas öyküsü. Gelişmiş bir uzaylı medeniyetinin istila öncesi insanlığa karşı kullandığı aşırı güçlü birkaç teknoloji var ki, daha iyisini okumak nasip olmadı. Hele kuantum dolanıklığından istifade eden bir sabotaj var ki… Devamında Fermi Paradoksu inceleniyor. Neyse, kesinkes okunmalı. Liu üç kitaba bu kadar çok sayıda olağanüstü fikri nasıl sığdırdı bilmiyorum.
Arthur C. Clarke - Rama’yla Buluşma
→ İlk temas, ksenoloji. Bir grup bilim insanı, Jüpiter yakınlarında tespit edilen dünya dışı devasa bir uzay gemisini araştırmaya gönderiliyorlar.
Andy Weir - Marslı
→ Mars’ta tek başına mahsur kalan bir astronotun hayatta kalma mücadelesi.
Peter Watts - Blindsight
→ İlk temas, ksenoloji. Dünya dışı zekâların gelişebileceği koşullar, olası davranış biçimleri, Çince odası argümanı/bilinç ve transhümanizm üzerine muhteşem bir roman. Burada biraz tartışmıştık.
Fred Hoyle - The Black Cloud
→ İlk temas. Mükemmel bir dünya dışı zekâ tahlili.
Greg Egan - Quarantine
→ Kuantum mekaniğindeki Kopenhag yorumu ve gözlemcinin etkisinin irdelendiği bir roman.
Poul Anderson - Tau Zero
→ Özel görelilik, zaman genişlemesi, big crunch gibi olguların en uç örnekleri üzerine.
Frederik Pohl - Gateway
→ Kara delikler, özel görelilik, zaman genişlemesi ve ksenoloji temaları işleniyor.
Stephen Baxter - Timelike Infinity
→ Kuantum süperpozisyonu, solucan delikleri, tanrısal güçteki uzaylılar ve aşmış teknolojileri üzerine.
Roger Williams - The Metamorphosis of Prime Intellect
→ Yapay zekâ ve teknolojik tekilliğin insanlar adına pek de hoş olmayan sonuçları üzerine.
Alastair Reynolds - House of Suns
→ Transhümanizm, yapay zekâ, teknolojik tekillik, galaktik çapta kolonileşme, solucan delikleri, relativistik hızlardaki uzay gemileri, tanrısal güçteki uzaylılar.
Çok teşekkür ederim.
Dragon’s Egg - Robert L. Forward
Fedakarlık ve zafer dolu bir hikayede, bilim insanları Ejderha’nın Yumurtası isimli nötron yıldızında yaşayan, yarım santimetre çapındaki akıllı yaşam formları Cheelalarla iletişim kurmaya çalışıyor. Fakat bizim bir dakikamız Cheelaların iki yılına eşit. İnsanlık bu engeli aşıp Cheela medeniyetinin öğretmeni olabilecek mi?
İçinde diyagramlar bile var.
Chuck Palahniuk - Görünmez Canavarlar
Güzel olduğu kadar küstah bir kitap. Postmodern türün hırçın çocuğu yeraltı edeiyatından kitapları seviyorsanız tavsiye ediyorum.
Dostoyevski - İnsancıklar bitti.
Dostoyevski üstadımız bizlere kelimelerle yoksulluğun resmini çizmiş. Okudukça gözünüzde canlanan bir resim. Renkler hep gri, havalar hep soğuk, paltolar eski, ayakkabılar delik…
Yaşlıca bir amcamız olup, katiplik yaparak geçimini sağlayan Makar Alekseyeviç’ in akrabası olan genç bir kadın Varvara Alekseyevna ile mektuplaşmalarını okuyoruz kitapta. Birbirlerine günlük yaşamlarını, geçim sıkıntılarını, dertlerini vb. anlatıyorlar basitçe ve siz insanların çaresizliklerini ve yoksulluklarını seyrediyorsunuz. 9/10.
Mous - Art Spiegelman
Eserde çizer babasının 2. Dünya savaşında Auschwitz toplama kampına düşmesi ve orada yaşadıklarını anlatıyor.
Çok çizgi roman okumadım ama bu eser gerçekten bu işin en tepelerinde bir yerde. Bunun sebebi soykırımı tüm gerçekliğiyle anlatması değil aksine soykırımı görmüş bir adamın bile hala ırkçı ayrımcı önyargılı olduğunu gösterebilmesidir.
Çizer eserde babasını zeki kurnaz ve gerçek bir savaşçı olduğunu göstermiş ancak diğer taraftan huysuz, inatçı, pinti, ayrımcı bir insan olduğunu gizlememiş, aksine okuyanların gözüne gözüne sokmuş.
Çizimler çok güzel, fikir konsepti olarak hem ana hatlarda hem de detaylarda çok güzel düşünceler mevcut.
Yaşanılanların gerçek olduğunu bilmek eserin size dokunabilmesinin en büyük nedenlerinden biri.
İnsanın karakteri kendinin seçimi midir yoksa yaşadıklarından mı ileri gelir, hep sorulan üzerine kafa patlatılan bir soru. Kitapta babanın karakterinin savaşta yaşadıklarından dolayı maddiyat olarak bozulduğunu ima ediyor bazı ama savaştan önce bir kadınla olan ilişkisinde, karısıyla olan ilişkisinde para hep belirleyici oluyor.
Günün sonunda bunları çok iyi bir şekilde toplayıp getiren eser çıkmış ortaya. Çok akıcı bir şekilde okuyor elinizden bırakamıyorsunuz. Kesinlikle tavsiye ederim.
Puanım : 9.8
Kitaptan bir alıntı
“TANRIM. YALVARIRIM TANRIM
LÜTFEN BİR İPLE, AYAĞIMA UYAN BİR AYAKKABI BULMAMA YARDIM ET!
AMA TANRI BURAYA GİRMİYORDU. KENDI BAŞIMIZA BIRAKILMISTIK”
En başta okurken, aklıma Gogol’un memur tiplemeleri geldi. Burada da bir memurun hayatının belli bölümü -anlatıcının bildiklerinden hareketle- anlatılıyor. Anlatıcı bir avukat. Yanında Hindi, Kerpeten ve Zencefil isimli insanlar çalışıyor ama bunlar gerçek isimleri değil. Sadece lakapları.
Bartleby buradakilerden en ilginci. Onunla ilgili ne söylenebilir ki? Gerçekten tuhaf bir karakter. Biraz sinir bozucu olmasına rağmen kendisini merak ettiriyor. Yazılanlar ise maalesef onunla ilgili merakı pek gideremiyor. Sonunu zayıf bulsam da genel olarak beğendim. Bu Herman Melville’den okuduğum ilk kitaptı. Anlatımı akıcı ve güzel.
Puanım: 8
Ben okumayı tercih ettim. Belki siz de tercih edersiniz.
Uzun zamandır yoktum. Okuduğum baya kitap birikti. Fırsat bulmuşken yazayım da en azından bu başlığa gönül rahatlığıyla girebileyim
Aylardır bu başlığa girmemi sağlayan kitap bu arkadaşlar. Bu kitap bitene kadar yazmayacağım diye kendime söz vermiştim. Neden böyle bir şey dedim inanın bilmiyorum ama sonunda Stephen King’in “Mahşer” kitabını bitirdim. Çeşitli sebepler, araya başka kitapları alıp okumalara yeni tatlar eklemek, iş-güç derken bir hayli geç bitirdim bu kitabı. Akıcılığında kesinlikle bir sorun yok. Klasik King tarzı yazılmış, sürükleyici, ilgi çekici harika bir kitap. Konusu daha önce bir çok kere işlenmiş olan “salgın” üzerinden aksa da King bize bununla beraber bir çok hikaye anlatıyor. Okurken bir çok karakterin arka hikayelerini okuyor, onların eylemlerini daha iyi anlıyoruz. Kitap gerçekten de “King Külliyatı” için önemli bir eser. Tek eksi olarak değinmek istediğim, her karakteri çok çok çok derin işlemesi olabilir. Öyle derin bir işleme ki kitap sonunda bittiğinde arada bazen “şu karakterin olayını neden sayfalarca okudum ki? hikaye açısından neye hizmet etmiş olabilir ki?” diye düşünürken kendinizi bulabilirsiniz.
Şimdi de bu kitabı okurken araya sıkıştırdığım diğer kitaplara geçeyim.
Geç tanışarak kendime kızdığım ve okuduğum ikinci kitabıyla yine beni kendine hayran bırakan John Wyndham’ın “Chocky” isimli eserini okudum. “Krizalitler” kitabında olduğu gibi yine akıcı bir anlatımla okuyucuyu kendine nasıl bağlayabileceğini biliyor yazarımız. Konusu da ilgi çekici olunca nasıl okudum, nasıl bitti bilemeden hikayenin sonuna gelmiş oluyorsunuz. Matthew adlı küçük bir çocuk, zihninde “Chocky” isimli biriyle konuştuğunu söylemesiyle başlıyor hikaye. Ailesi bunun hayali bir arkadaş olduğunu düşünse de, Matthew hem hayatla hem çevresiyle ilgili yaşını aşan sorular sormasıyla devam ediyor hikaye. Spoiler vermek istemediğimden ayrıntılı olarak yazmak istemiyorum ama kitap çok çok iyi arkadaşlar. Hayal kuran ve hayal kurmayı seven herkese öneririm.
Uzun zamandır Aziz Nesin ustadan bir şeyler okumuyordum. “Bir Sürgünün Anıları” elime geçince, yazım tarzına hasret kaldığım bu ustayla tekrar buluşma şansını kaçırmadım. Aziz Nesin’in cezasının kalan kısmını çekmesi için sürgün edildiği Bursa’da kaleme aldığı yazılardan oluşuyor kitap. Nasıl zorluklar çekti, neler atlattı, neler yapmak zorunda kaldı, sürgün olduğunu öğrenenlerin nasıl kendisinden uzaklaştığını, yaşamak yaşamını devam ettirebilmek için nasıl çırpındığını büyük bir dürüstlükle anlatmış Aziz Nesin. Ben Nesin’i özlediğimden çok beğenerek okudum. Güzel bir anı kitabı.
Araya sıkıştırdığım çizgi roman ise “Flashpoint- Patlama Noktası” oldu. Aslında çizgi filmini izlemiş biri olarak hikayeyi biliyordum ama yine de asıl eseri okumasam olmazdı. Flash dizisiyle kendisini bana karşı soğutmuş olsa bile yine de beğendiğim bir karakter. Yeni 52’yi başlatan hikaye olması önemini arttırsa da benim için one-shot olacak bir hikaye çünkü yeni 52’yi sevemedim özür dilerim.
Bu yaşa kadar okumadığım için kendime kızdığım bir eser sıkıştırdım araya. “Araya sıkıştırmak” bu kitap için haksız bir şey çünkü Yaşar Kemal’in "İnce Memed"ini okuyunca daha önce okuduğum Türk edebiyatına dair eserler, üzülerek söylemek istiyorum ama çok yavan kalıyor. Yaşar Kemal, İnce Memed’i, yaşadığı coğrafyayı, anadolu insanını, fakirliği, çaresizliği o kadar güzel işlemiş ki geriye kalan tüm benzer hikayeler eksik kalıyor gibi hissediyorsunuz. Araya alıp büyük haksızlık ettiğim bu kitabın 2,3 ve 4’ünü sonra ki bir zamana sakladım çünkü İnce Memed’i okumak istiyorsanız araya sıkıştırmak yerine, hikayesine dalmalı onun yanında yer almalısınız.
Ve son kitap biraz önce bitirdiğim Karin Boye’nun “Kallokain” kitabı. Bir distopya’dan ne bekliyorsanız size suna bilen, akıcı anlatımıyla bir solukta okunabilecek (zira ben 2 oturuşta bitirdim kitabı), hikayesi güzel bir kitap oldu benim için. Distopya denince 1984, Cesur Yeni Dünya geliyor aklına ama bence bu kitap da bunların arasında yerini almalı ve en az o kitaplar kadar meşhur olmalı. Dünyadevlet’in baskıcı düzeni, insanların var oluşunu devlete adaması, kendi benliklerini kaybedip devlet için yaşamaları çok güzel anlatılmış. Yaşadığımız çağda olması muhtemel bir distopya okuduğumu düşünüyorum. 1984 ya da Cesur Yeni Dünya ya da Fahrenheit 451’in gerçekleşmesi zor olsa da "Kallokain"in Dünyadevleti o kadar yakın.
İlk 300 sayfada günlük okuma hedefime ulaştım. Fakat Waterloo Savaşı’nın anlatıldığı bir kısım var ki orada takılmış durumdayım. İki gündür ilerleyemiyorum. Atlamayı bile düşünüyorum hiç huyum değildir ama. Neyse sabır…
SOLDIER OF THE MIST (LATRO #1)
KONUSU
Kuzeyli asker Latro, Platea Muharebesi’ni yeni kaybetmiş Pers ordusunun kampında, başından yaralı bir halde uyanır. Ne adını, ne milliyetini, ne dostlarını, ne de burada ne işi olduğunu hatırlıyordur. İşin daha da kötüsü, her sabah uyandığında bir önceki günü unuttuğunu fark eder. Artık gecelerini elindeki tek parça parşömene yazarak, gündüzlerini ise dününü okuyarak geçirmek zorundadır.
Fakat ondaki tek değişiklik bu değildir. Fanilerin hayatlarıyla oynayan doğaüstü varlıkları; tanrıları, ruhları ve canavarları görüp, onlarla konuşabiliyordur. Bu yeteneği yüzünden ona hürmet edenler olduğu gibi, tanrılarla konuşmanın insana sadece bela getireceğine inananlar de vardır.
Bazen tanrıların bazen de insanların emellerine alet olup, Antik Yunanistan’ın bir ucundan diğerine sürüklenen Latro, bu karmaşada kim olduğunu öğrenmeye çalışır.
DÜŞÜNCELERİM
Geçen sene yazarın daha çok bilinen Yeni Güneş Kitabı serisini okuyup bayılmıştım. Daha fantastik olan bu serisini de denemek istediğimde, “Antik Yunan tarihini ve mitolojisini bilmezsen bir şey anlamazsın.” gibi yorumlarla karşılaştım. Bunu bahane edip İlyada, Odesa, Dönüşümler ve birkaç tarih kitabı okudum. Yani daha bir sayfa bile okumadan bana faydası oldu.
Kitaba gelirsek, birinci kişi anlatıcıyla yazılmış bir mitolojik, tarihi, fantastik kurgu. Kim olduğunu hatırlamayan birisinin ve onunla her gün yeniden tanışmak zorunda olan yoldaşlarının, onlarca tarihi kişilik ve mitolojik varlıkla karşılaştığı, ister istemez savaşlara ve siyasi entrikalara bulaştığı, capcanlı bir coğrafyada geçen bir macerayı anlatıyor.
Yazarın diğer serisine(YGK) kıyasla daha tanıdık bir dünya ve daha sade bir hikaye anlatılsa bile, eninde sonunda bu bir Gene Wolfe kitabı ve size bulmaca çözdürüyor. Biz bire bir Latro’nun hatıralarını okuyoruz ve her güne sil baştan başlayan Latro olabilecek en güvenilmez anlatıcılardan biri. Örneğin okuyucu için önemli olan bir karakteri, hatırlamadığı için arka plandaki bir figüran gibi tarif edebiliyor. Aynı olayı farklı günlerde farklı şekilde yorumlayabiliyor. Bazen parşömenine yazacak durumda olmuyor ve hikaye günler, haftalar atlayabiliyor. Gördüklerinin ne kadarı gerçek ne kadarı hayal ürünü mevzusuna girmiyorum bile. Ek olarak, Latro’nun ana dili Yunanca olmadığından bazen duyduklarını kelimesi kelimesine anlıyor. Örneğin Sparta yerine “İp” diyor, çünkü kelimenin kökü spárton(ip). Neredeyse tüm coğrafi terimler için böyle “farklı” isimler kullanıyor. Yani o dönemi iyi tanısanız bile, okuduğunuz ile bildiğinizi eşleştirmek için uğraşacaksınız.
Tarihi kurgu veya Yunan mitolojisine ilgi duyan, ve karmaşık olay örgülerini seven birisiyseniz okumanızı öneririm.
Daha önce başka yayınevlerinden çıkan eseri İthaki seriye dahil edince okuyayım dedim. Zaten İthaki basmasaydı baskısı olduğunu bile öğrenemeyecektim. Her neyse…
Geri Giden Saat adlı bu öykü kitabı bir öncü niteliginde. Edward Page’in kaleme aldığı konular kendi anlatımıyla ve bilimselliğe olan yakınlığı cok lezzetli bir okuma deneyimi sunuyor.
Yazarın, o eskilerin yakaladığı anlatım tarzının içine yedirdiği bazı mizahi bölümler çok hoşuma gitti. Öykülerin birkaçında final kısmı ve sonrası bize bırakılmış. Ayrıca ilk öykülerde yer alan bilimadamı da bilimkurgu edebiyatında yer almayı hakediyor.
Ben kitabı beğendim ve yazıldığı döneme göre değerlendirilmesi taraftarıyım. Daha ayrıntılı incelememi Çarşamba günü Bilimkurgu Kulübü’nde okuyabilirsiniz.
@Agape Geri Giden Saat adlı öyküyü ben de daha önce okudum sanki. Ve kısa bir araştırmanın ardından Çınar Yayınları’nın Klasik Bilimkurgu Öyküleri adlı kitabında yer aldığını öğrendim.
Konusu çok ilgi çekici. Benzer kitapları sevmiştim. Bunu da kesin okurum. Teşekkürler inceleme için.
Christopher Dell - Okült, Cadılık ve Büyü Resimli Tarih kitabını bitirdim. Pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
İçindeki anlatımlar fazlasıyla yüzeysel. 400 sayfa büyük boy bir kitap olmasına rağmen içindeki yazıları bir yerde toplasanız 30-40 sayfa bile tutmayabilir. Bu yüzden içindeki bilgilerden ziyade görsellerin ön planda olduğu bir kitap fakat işin problemli olan kısmı ön planda olan bu görsellerin açıklamalarının da aşırı derecede yüzeysel olması.
Farazi bir örnek vermem gerekirse, sayfanın tümüne iblislere karşı büyü yapan bir adamın bulunduğu, çok eski bir kitaptan alınmış bir görsel koymuşlar. Görselin açıklamasına sadece “Ortaçağda bir büyücü, büyü yaparak iblisleri uzak tutuyor.” yazılmış. E hacı onu bizde görüyoruz… Büyücünün elinde tuttuğu ölü yılan ne anlama geliyor? Yere çizilmiş olan çemberdeki rünlerde ne yazıyor? Onu yukardan izleyen melek neden elinde kurukafa tutuyor? vs. vs. vs. gibi ayrıntıları açıkla ki nerdeyse tamamı sembolizmden ibaret olan görsellere bir anlam verebilelim ama malesef bundan eser yok…
Kronolojik olarak düzenlendiği için, okült, simya ve büyücülük konularının bulunduğu dönem coğrafyasının sosyo-kültürel durumuna göre zaman içindeki değişimlerini görebileceğimiz, çok kısa ve yüzeysel bilgileri görsellerle eğlenceli hale getiren bir kitap. Daha detaylı bilgiler edinmek istiyorsanız başvurmanızı önermem.
İyi ki almamışım o zaman. İnceleme için teşekkürler.