Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

O baş etme durumu benim de canımı sıkıyor. Keşke bir yolunu bulabilsek.

Ama bundan sonra deneme kitaplar yerine en çok merak ettiklerime başlayacağım. Öyle bir planım var. Yoksa tbr listesi eriyecek gibi değil.

1 Beğeni

Sizin gibi okurlar, bu forum için büyük şans. Kitap yorumlarınızı hikaye okur gibi okuyorum. Hem seçtiğiniz kitapların müthiş ilgi çekici olması hem de başka dilde böylesi yetkin bir şekilde okuma yapabilmeniz hayranlık uyandırıcı. Ellerinize sağlık.

6 Beğeni

Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. :slight_smile:

2 Beğeni

Haşhaş savaşı olaylarını tarihten ilham alan bizlere fantastik ögeleri de katarak sunan üçlemenin ilk kitabı. Üç kısıma ayrılan kitabın ilk kısmı karakterimizin yetiştiği çevreyi ve akademiye giriş yaptığı anları görüyoruz. İkinci kısımda da aldığı eğitimi ve mitolojik kısımları görüyoruz. Son kısımda ise gerçekleşen savaşın tüm şiddetini ve gelişen olayları görüyoruz. Son kısmın epey şiddetli ve sert olduğunu belirtmeliyim. Kitabın dili ise akıcı ve anlaşılır bir anlatıma sahip. Alıp almamak arasında kalanlar varsa okumalarını tavsiye ederim. Olumsuz nokta olarak karton kapağın okurken burkulması can sıkabilir diye yazabilirim.

26 Beğeni

Hocamlar tam dayaklık bir insan oldum çıktım yahu. Şu anda 6 kitap yarım duruyor, ben doğru düzgün okumuyorum. Resmen içimden gelmiyor. Allah beni ıslah etsin. Etmezse hanım boşayacak gibi zaten, hayırlısı :roll_eyes:

Ama evet Orconomics @isos81 hocamın övmesinden sonra uzun süredir okumak istediğim bir kitaptı. Bakalım ne zaman geleceğim ona :roll_eyes:

3 Beğeni

İntihar Dükkanı/ Jean Teule

Puan: 7/10
Ölüm de satılıyor.
Evet bu da oldu. Ölümler satılık hale geldi.

İntihar Dükkanını okurken aklıma hep Stephen King’in “Ruhlar Dükkanı” kitabı geldi. Gerçekten benzerlik gösteriyor gibiler ama bu dükkan daha farklı. Dükkanı işleten babamız Mishima, annemiz Lucrèce ve çocukları Alan, Vincent, Marilyn ile intihar satıyoruz. Çocuklarının isimleri ise gayet manidar. İsimlerini önemli kişilerden almışlardır. Vincent tabi ki Van Gogh, Marilyn ise Marilyn Monroe, Alan ise Alan Turing. Üçü de vakti zamanında intihar eden önemli kişilerdir. Alan bu kadar karamsarlık arasında, karda açan kardelen gibi bize sürekli merhaba diyor. Marilyn’in ergen yapısını sevemedim. Vincent ise bir başkaydı.
Gelelim dükkanımıza… içinde bulunduğumuz bu hayattaki anlam arayışı yolculuğumuzda, günde, ayda, hatta her bir anımızda 'Ya ben niye yaşıyorum ki?" diye seslendiğimiz o ölüm çığlıkları ile dolu. Anlatım çok güzeldi. İçine çekme potansiyeli de. Sonunu çok beğenmedim. Genel olarak sevilesi bir kitap. Herkes kendince bir şey bulabilir diye düşünüyorum.

Plume Adında Biri / Henri Michaux

Rüzgar bizi nereye savurursa oraya…

İçinde 13 kısa hikaye bulunan mini bir kitap. Hikaye de diyemiyorum aslında. Plume adında birinin başına gelen absürt olaylar silsesi daha çok yerinde olur. Kendisi baya avanak bir tip.
Plume, rüzgarda savrulan bir yaprak gibi oradan oraya ‘umursamaz’ mottosuyla savrulur.
Kâh bir davada, kâh bir lokantada, kâh bir sarayda.
Dünyayı turluyor Plume, dünya her yerde dünya. Her yerde her şey aynı. Garip gurup işlere bulaşıyor. Bulaşmaktan geri durmuyor.
O da ne yaptığını bilmiyor ama yapıyor.

Altın Ev / Salman Rushdie

Sanki bir Fransız filmi izlemiş gibiyim. Ortada gereksiz dram ve abartılı duygular vardı.
Yazar her şeyden bol bol koymuş önümüze…
Mitoloji, genel kültür, politika ve olmazsa olmaz sinema sektörü. O kadar çok film ismi geçti ki. Kaç yüz tane geçti bilmiyorum. Ve hep bir atıf. Mesela bir olay yada bir anı oluyor. O şey bir filme benzetiliyor. İlk 100 sayfada anlatıcı ve altın evin hikayesi arasında gidip geldik. İşler 100 sayfadan sonra rayına giriyor.

#Spoi#

Nero ve üç oğlu Hindistan’dan Amerika’ya gelmiştir. Fakat kimliklerini değiştirerek. Yunan mitolojisinden isim seçerek Roma soyundan geldiklerine kendileri bile bir ara ikna olurlar.
Neronun genç Rus karısı Vasilisa ise servete konmaya hazır. Nero yetmiş yaşında, bu saatten sonra çocuğu olamayacağını anlayan Vasilisa kendine baba adayı arar ve bunu kocasından saklar. Seçtiği baba ise anlatıcımızdır. Kendisi yetim kalmıştır ve geri kalan hayatı ona yardım eden Nero çevresinde geçer. Böyle garip bir kurguydu yani.
Ha, beni yakaladığı yerler oldu ama sevdim diyemiyorum. Ondan da bundan da olsun diyerek ortaya çok karışık bir şey çıkmış.

Carpe Jugulum / Terry Pratchett

Carpe Diem değil Carpe Jugulum.
(Gırtlağı Yakala)

Uberwald vampirleri Lancre’ye gelmiştir. Hem de Magrat’ın bebeğinin isim gününde.
Vampir teması ile ilerleyen son cadı romanını okuyoruz. Malleus Maleficarum, Carmilla ve Dracula gibi eserlere sık sık atıfta bulunuyor.
Ve tabi ki Vlad Tepeş’e de. Havamumu Nine, Ogg Ana, Grebo, Agnes ve Magrat Sarımsağı çok özleyeceğim. Son cadı romanını okuduğuma üzülüyorum ama hikayeleri hep devam edecek. Belki serinin ilerleyen kitaplarında yine karşılarız

Alaycı Kuş / Walter Tevis

Puan: 8/10

Bir İntihar Distopyası

Paul, Mary ve Bob. Paul kendi kendine okuma yazmayı öğrenen biri ve bu onun başına türlü dertler açtı. Mary ise insanların intihar edip, kendilerini canlı canlı yaktığı bir toplumda, onu intihardan alıkoyan ilaçları içmek istemeyen biri. Bob ise bir insanın nasıl ve neler hissettiğini bilen, nüfus müdürü donanımda bir robot. Dünyadaki son insan da ölene kadar onun da ölümü gelmeyecektir. Kitap bu üç karakterin gözünden gidiyor. Bölüm bölüm ilerliyor. İçinde bulunduğumuz şu zamanları düşünürsek gerçekleşmesi muhtemel bir distopya. Dilini ve olay örgüsünü beğendim. Vermek istenilen mesaj gerçekten güzeldi.

14 Beğeni

Evrim teorisi açıklandığı dönemden günümüze her toplumda çokça tartışılmış, hâlâ tartışılan, eş-dost toplantılarında dahi konu açıldığında hararetli atışmalara neden olan bir konu.

Kitapta evrim teorisi; teoriye karşı sorulan sorular bilimsel bir şekilde cevaplanarak ama kırmadan dökmeden net bir şekilde anlatılmış.

Ana fikri ise; evrim teorisi bilimsel bir gerçektir. Buna inanmak/inanmamak, kabul etmek/etmemek size kalmıştır ama bu durum teorinin bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek olduğu olgusunu değiştirmeyecektir.

Ben beğendim. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmazdan hareketle; bilmek için yeterince donanımlı, fikir… o size kalmış.

Okuruna karşı hassas, kendi açısından yetkin ve cesur, her kesim için oldukça ufuk açıcı bir eser.

Puan: 9/10

15 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 11-12 Akman 2022
[Okuduğum 281.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 8.betik
[Akman (Şubat) ayının 2.betiği]

Tanzimat Dönem yazarı olan Namık Kemal’in en dikkat çekmeyen eseri Kara Bela’dır. Namık Kemal’in ölümünden sonra yayınlanmış bir tiyatro eseridir. Beş perdelik dram oyunudur. Eserde padişahlara ders verilmek amaçlanmıştır. Sarayın iç yüzü aslında olan olaylar anlatılmak istenmiştir. Saray içerisindeki olan entrikalı hikayelere bir ayna tutulmuştur.

Ülkemizde Afrikalılar’a Arap diyerek onları yanlış adlandırıyoruz. Hatta onları da hor görüyoruz. Tiyatro eserine dönersek Afrikalı Ahşid’in Behrever Banu’nun ona olan sevgisine nankörlük ettiğini görüyoruz. Afrikalılar’ın bazen bu nankörlük ve kendilerinin bir bok olarak görüp kibirlenmelerine tanık oldukça sömürgeci devletlerin onlara ettikleri muamelelere müstehhaktır demek geliyor içten çünkü Türkler hiçbir zaman herhangi bir ulusu dışlamadı ve onların ırzlarına geçmemiş hatta hoşgörü politikasıyla onları yönetmiştir.

Behrever Banu, Ahşid’in ona tecavüz etmesini kaldırmayarak kendini öldürmek yerine onun ona duyduğu aşkı kullanarak onu bağlayacaktı ve keskin hançerle onun aletini keserek ona zorla yedirecekti. Ondan sonra onu öldürecektir. Tecavüzcülere verilecek en güzel ve ağır ceza budur. Tecavüz mağdurları kendilerini öldürmekle bu kirli lekelerden arınmayacaklar. Bence tecavüzcülerine en ağır cezalar verecekler ve onları meydanda ibreti alem olsun diye cesetlerini asacaklar.

Gelelim dizi uyarlaması köşesine… Tiyatro eseri günümüze uyarlarsak zengin bir ailenin kızı olacak Banu, Hüsrev ise zengin bir ailenin yakışıklı oğlu olacak. Ahşid ise Banu’nun şoförü olarak kurgulanır. Tiyatro eseri okurken Aşk-ı Memnu dizisinde Nihal-Beşir-Behlül aşk üçgeninden dolayı Banu rolünü Hazal Kaya, Hüsrev rolünü Kıvanç Tatlıtuğ ve Ahşid rolünü ise Baran Akbulut canlandıracak. Severek okuduğum bu eseri okumanızı tavsiye ediyorum. İşbankası Kültür Yayınları tarafında Günümüz Türkçesi olarak yayımlanmasını umuyorum.

3 Beğeni

Silmarillion- J. R. R. Tolkien

Puan: 100/10 :))

14 günlük Silmarillion yolculuğumun sonundan herkese merhaba! Uzun, zamana yayılan ve keyifli bir yolculuktu bu. Tolkien bir evren yaratmış; yarattığı evren bir hayal gücünden ortaya çıkmasına rağmen sadece bir ‘’hayal’’ olarak kalmasına izin vermemiş ve bu tarih kitabını yani Silmarillion’u ortaya çıkarmış. Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi bu evrenin minik bir kesiti aslında. Bu kesitin çok öncesinde çağlar boyu süregelen yaşanmışlıklar ve Orta Dünya’nın tarihi Silmarillion’da vücut buluyor.

Yazarın ölümünden dört yıl sonra oğlu Christopher Tolkien tarafından yayımlandı; çünkü Tolkien hayatı boyunca bu hikayeler ve kurgu üzerinde çalışmaya bıkmadan usanmadan devam etti: Notları değiştirilmeden birkaç ekleme ve düzenlemeyle şu an okuduğumuz haline getirilmiş olmuş böylece. Belki hala ekleyeceği ya da çıkaracağı metinler vardı ki bir türlü basıma götürememiş olabilir Tolkien. Neyse ki oğlu da bu evrene sadıkmış; onun sayesinde Tolkien külliyatı tamamlanmış gibi bir şey olmuş.

Orta Dünya’nın İlk Çağ’ından da öncesi anlatıldığı için kitabın başlarında ‘’nereye düştüm’’ gibi bakabilirsiniz sayfalara… Ama bunun bir çeşit dünya mitolojisi olduğunu kavrayıp sanki gerçekten yaşanmış gibi olduklarını hissedip de ele alabilirseniz işte o zaman Tolkien Evreni’ne hoş geldiniz!

Kitabın bölümleri hakkında

Önsöz: Christopher Tolkien/ 1977 basımı için

İkinci Basıma Giriş: Christopher Tolkien/1999 basımı için

J. R. R. Tolkien’in Milton Waldman’a Yazdığı Bir Mektuptan,1951: Hikayenin ve kurgunun ortaya çıkışına dair açıklayıcı bir mektup ve bazı dipnotlarla desteklenmiş olup mutlaka okunmalı.

AİNULİNDALE: Ainur’un Müziği. Ea’nın, yani Dünya’nın yaratılışı anlatılıyor.

VALAQUENTA: Valar ve Maiar’ın hikayeleri. Ea’da yaşayan iki doğaüstü varlık grubunun tanımlarına ve hikayelerine değinen kısım: Bu bölümde isim bolluğu ve her ismin özelliği okuru yorabilir. Dikkat ve özen isteyen bir alan kendileri.

QUENTA SİLMARİLLİON (Silmarillerin Tarihi): Kitabın en uzun bölümü. Birçok olayın gerçekleştiği ve sevincin, hüznün, ihanetin, dostlukların, savaşların hikayelerinin anlatıldığı bir bölüm. İlk Çağ’da ve öncesinde olan olayların tarihi. Elflere, İnsanlara ve Cücelere dair efsanevi hikayalere şahit oluyoruz.

AKALLABETH: Numenor’un çöküşü. Valar tarafından Batılı halkın yaşaması için hazırlanan büyük bir ada ve bu ada içinde yaşayan insanların nasıl ölümün korkusuna yenik düştüğünü ve kötülüğe boyun eğişlerini anlatıyor.

GÜÇ YÜZÜKLERİNE VE ÜÇÜNCÜ ÇAĞ’A DAİR: Ve hikayeler burada sona eriyor. Yüzüklerin Efendisi’nin kısa ve öz bir özeti de denilebilir.

Ekler:

Soyağaçları

Telaffuz Üzerine Notlar

İsim İndeksi

Quenya ve Sindarın İsimlerindeki Öğeler

Haritalar

Kitabın içeriği de bu şekilde. YouTube platformunda bulunan ‘‘Orta Dünya- Legendraium Türkiye’’ kanalı sayesinde kitabın bölümlerinin kritiğini ve özetini dinledim ve okuduğum bölümleri pekiştirerek ilerledim. Günümüzde olan her imkanı değerlendirerek de okuma yapmış oldum. Boş bir okuma da yapmamış oldum böylece. Çünkü üç beş günde bitecek bir kitap değil bu; bitirmesine bitirirsiniz lakin hiçbir şey anlamamış olursunuz bu da bana göre ‘’okumak’’ olmuyor.

İlk olarak Hobbit sonra da Yüzüklerin Efendisi okunduktan sonra Silmarillion okunursa Tolkien evrenini seven ve daha çok merak eden okur sayısı artar diye düşünüyorum :slight_smile: Kronolojik olarak Silmarillion çağlar öncesine ve tüm çağlara değindiği için ilk bu kitabı okuyanlar bir daha Tolkien okumayabiliyor. İşin doğrusu bu kitap Orta Dünya’nın yüzeysel kısmına değil de o haritaların ve kurguların derinliğinde kaybolmak isteyen okurlar için derlenmiş gibi. Yani ilgi duyana ve hayran olana muhteşem bir yapıt Silmarillion. Benim için de mükemmel bir yolculuk oldu bu yüzden. Bittiği için de üzüldüm hatta.

Kitabın Quenta Silmarillion bölümünde bulunan hikayelerin her birinden başka bir kitap bile çıkabilir; uzun, inişli çıkışlı, mekan bolluğu ve detaylı tasvirler, her biri önemli karakter ve toplulukları barındırması, savaşlar, dostluklar, ihanetler, hırs ve kötülükler, zamanında yetişen iyilik dolu yardımlar gibi içlerinde birçok konuyu işleyen müthiş hikayeler bunlar. Bu arada bazı hikayelerin ayrı bir kitabı da var :)) Beren ile Luthien gibi mesela.
Epik bir anlatıma doyduğunuz, şiirsel bir haz veren bu hikayeleri bir roman okuyormuş gibi de okuyamıyorsunuz. Yaşanmış olayları ve olguları olduğu gibi aktaran tarzda bir dile sahip çünkü. Yoğun bir okuma bekliyor yani sizi. Bu nedenle araya başka kitaplar katarak çapraz okumalı bir yol izledim ben.

Okuma şekli ve izlenen yol bu olmalı bence: ‘Hobbit- Yüzüklerin Efendisi- Silmarillion’

Fantastik edebiyatın en bilinen ve sevilen yazarlarından biri olan Tolkien bu evrene giriş için ilk defa Hobbit’i kaleme alarak bize bu dünyanın kapılarını da açmış oldu. Aslında ilk olarak Hobbit’i okumak daha mantıklı bu nedenle. Hobbit çok beğenilip okununca da devam kitapları yazılması için öneride bulunuldu ve böylece çok ünlü bir seri olan Yüzüklerin Efendisi’ne kavuşmuş olduk.
Yarattığı evren içinde bulunan her karakter, her ırk ve her mekanın boş yere bulunmadığı ve her bilginin, en ufak ayrıntının bile önemli olduğu Silmarillion bu dünyayı seven herkesin okuması gereken bir kitap. İyi ki zamana yayarak ve anlayarak okumuşum, gerçekten büyülendim; külliyatın diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum.
Silmarillion’a ‘’kitap’’ demek haksızlık olur bu arada. Bir edebiyat yapıtından çok daha fazlası var; dinlerden, mitolojilerden, antropolojiden, tarihten ve daha birçoklarından beslenen bir başyapıtı okuyoruz çünkü. Orta Dünya’nın kutsal bir kitabı adeta.

İlk önce kitapları okuyup sonra da filmleri izleyen biri olduğumdan Orta Dünya’yı da öyle ele aldım. Şahsen kitapların detayları ve inanılmazlığı beni daha çok büyülüyor. Sadece izleyip hayran olanların yüzeysel bir bilgiye sahip olduğunu da belirtmeliyim. Filmler asla bir kitabı olduğu gibi uyarlamaz: değişiklikler yapılır ve bazı olaylar uzunluğundan dolayı kısaltılır çünkü. İlk önce kitapları özümseyip okurken kafanızda canlandırdığınız karakterleri sonradan açıp izlemek daha iyi olmaz mı sizce?

Şimdi bu sıralar gündemde olan dizi hakkında da birkaç sözüm var. ‘’Tolkien evreni herkes içindir.’’ denilip kitap içinde yer alan ırkları ve genel olan en önemli detayları değiştirip sunmak ne kadar doğru? Fantastik edebiyatın günümüzde bu kadar çok okunmasının ve sevilmesinin nedeninin yaşadığımız dünyadan kaçmak için olduğunu unutuyorlar galiba? Eğer unutmasalardı Orta Dünya’ya sadık bir uyarlama için çaba gösterirlerdi. Bu nedenle 2 Eylül’de çıkması beklenen dizinin heyecanı içinde değilim kesinlikle. Değişiklikler göze batmasa ve genel kurguya bağlı kalınsa büyük bir ses getirecekti eminim. Yine de diziyi bekliyorum ve benim gibi düşünen Tolkien severlerinin birlik olmasına da ayrıca mutlu oldum.

Bu dizi haberinin başardığı bir şey var benim için: Silmarillion’u okumak. Çünkü dizinin konusunun bu kitaptan alındığı söyleniyor. Diziyi izlemek için de okumam gerektiği gerçeğini kabullenmiştim ben de. Geçen sene de Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi bitince sıranın Silmarillion’a geleceğini hissederek gerilmiştim biraz. Çoğu okurun zorlandığına ve okurken bunaldığına şahit olmuştum çünkü. Halbuki ertelemem boşunaymış, Orta Dünya’ya çoktan vurulmuşum da haberim yokmuş. Keşke daha önce okusaymışım bile dedirtti bana siz düşünün artık. Sıkılan ve bunalan okurlar belki yanlış bir zamanda okudular ya da ilk bu kitaptan başladılar en kötüsü ise evrene ilgi duymuyorlar da popüler diye tercih ettiler? Bilemiyorum. Sevenlere baktığımda da benim gibi hayran bir kitle görüyorum. Kendinizi Orta Dünya’dan biri gibi hissederek başlayabilirsiniz bu kitaplara bence. Bana faydası oldu bu taktiğin :))

Wannart ,BubiSanat ,1000kitap

25 Beğeni

Bu kitap, kimilerine göre gelmiş geçmiş en büyük aşk romanıymış. Doğrusu içinde faydasız bir aşk var ama kitapta asıl canlı olan, daha çok hissedilen şeyler nefret, kin ve intikamdı. Okurken insanlar bu kadar alçalamaz diye düşündüm. Bana yer yer abartılı da geldi.

Olumsuz duygularla dolu insanlar ve insan ilişkilerini anlatıp durdu. Ana karakterleri sevemedim. Yine de sonunu görmek istedim.

Puanım: 6/10

19 Beğeni

Bana göre en güzel aşk romanı "Jane Eyre"ydi. :slightly_smiling_face: İkincisi “Emma”. Charlotte Brontë kız kardeşi Emily’den daha güzel yazmış. Kendimi tutamayıp bir günde bitirmiştim. Nedense bu kitabı ben de çok beğenememiştim.

3 Beğeni

Uğultulu Tepeler aşk romanı değil aslında, gotik bir roman olarak değerlendiriliyor. Ben çok beğenmiştim, duyguların çok iyi aktarıldığını düşünmüştüm.

Aşk romanı olarak düşünüldüğünde bence de zayıf kalır ama gotik roman olarak değerlendirince oldukça güçlü bir başyapıt. :slight_smile:

4 Beğeni

Uğultu Tepeler beni krize sokan kitaplardan. Saplantılı aşkın en iyi örneklerinden herhalde. Kitapta en sevdiğim şey doğa tasvirlerinin canlılığı ve verdiği histi. Gerçekten hissederek okudum o kısımları. Bunun dışında ben de @_Ged gibi düşünüyorum. Jane Eyre okuduğum en iyi romanlardan biri. Yazarın Shirley kitabını bastı Ketebe. Bir dahaki ay alıp okumayı planlıyorum onu da.

3 Beğeni

Philip K. Dick - Bay Uzay Gemisi - Toplu Öyküler 1
Philip K. Dick, uzun zamandır merak ettiğim, okuma sırasına koyduğum yazarlardan biriydi. Polisiyeyi çok seven ben, forumla tanıştıktan sonra Bilimkurgu ve Fantastik türlerini merak etmeye başladım. Birkaç Frank Herbert ve Alfred Bester kitabından sonra forumda tavsiyelerine çok güvendiğim birkaç arkadaş özelllikle PKD tavsiye ettiler. Zamlar gelmeden de risk alarak yazarın bütün kitaplarını satın aldım.
Kesinlikle söyleyebilirimki aldığım riske değdi,

Kitap üzerinden yorum yapmadan önce biraz PKD’ten bahsetmek gerek. Kitabı okumadan önce PKD’nin hayatı üzerine biraz okudum, yazar aslında bilimkurgu yazmaya başladığında bilimkurguyu “edebiyat” olarak görmüyor. “Edebiyat” yazacağı günlere kadar, hayatını idame ettirebilmek, faturalarını ödemek için mekanik bir iş olarak görüyor. Yani aslında bu öyküleri yazarken PKD’in tek gayesi ekmek parasını çıkarabilmek.
Diğer taraftan öykülerin 1950’ler civarında yazıldığını da göz önüne alarak dğerlendirmeyi bu minvalde yazmak gerek.

Öykülerin içeriğine gelince kesinlikle zamanına göre çok ileride, bilimkurgunun başlangıcı olmasa bile bilimkurgunun mihenk taşlarıyla karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz. Her öyküde günümüzüm bilimkurgu filmlerinin başlangıç noktalarını görüyorsunuz. Mesela bir öykü direk Matrix benden esinlenildi diye haykırıyor. Tabii okuyan kişi olarak ben, öykülerin başında, çoğu zaman öykünün gelişme ve sonuç kısımlarını tahmin etmeye başladım, çoğunda da başarılı oldum. Bunun sebebi benim çok akıllı- zeki olmam değil, filmler diziler yoluyla gördüğüm bilimkurgu fikirlerinin çoğunun buradan çıkmış olmasıydı. Yazıldığı zamana göre belki çok saçma gelecek ama bugünün gerçekleri olan sayısız fikir var kitaplarda.
Diğer taraftan yazarın en başında kendi yaptığı “bilimkurgu” tarifi bana çok mantıklı ve anlamlı geldi. Çok fazla bilimsel açıklamalara girmeden, insanın doğasına, fikirlerine ve duygularına odaklanan kısa ve dozunda hikayeler , iş yoğunluğundan başımı kaşımadığım bir zaman aralığında benim için ilaç gibi oldu. Kesinlikle PKD okumaya ve değerlendirmeye devam edeceğim.
Puan 10/10

Not: Alfa yayınlarının şömizi ve sert kapağı çok iyi ancak, beyaz sayfaları sevemedim, sayfa kalınlığından dolayı kitabı okumak hem zor oldu hem de beyaz sayfalar esnek olmadığından dolayı kitabın arka kısmında kitap kapaktan ayrıldı. Keşke bu kitaplar da Bedenin Tarihi veya Çehov ciltlileri gibi basılsaydı.

31 Beğeni

Brontë kardeşler içinde kendi yönelik tarzını en net hissettiğim kişi Emily olmuştu. Daha kitabın başlarında kendimi ortamın içinde görmüştüm. Tam olarak aşk romanı olduğunu söyleyemem aşk teması çok minik bir bölümünü oluşturuyor. Fakat bir mahalle teyzesinin dedikodusunu dinlemek ile Türk sabah programı dizisi izlemek gibi bir tat verdiği için hoşuma gitmişti. Sonuna kadar sıkmadan götürmeyi başarmıştı. Ben severim arada tekrar tekrar bakarım fakat herkesin sevebileceği bir şey değil gerçekten.

1 Beğeni

@_Ged Jane Eyre’yi çok sevmiştim ben de. Bir kadını güzel olarak değil de zeki olarak belirtip kendi ayakları üstünde durduğunu anlatması müthişti. İlk feminist roman diye de geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. :slight_smile:

@taurenim haklısınız, Uğultulu Tepeler duyguları anlatmada -olumsuz duyguları desem daha doğru olacak herhalde :sweat_smile:- çok başarılı. Son derece kasvetli. Aşk romanı olmadığı kesin.(Arka kapaktaki yoruma göre öyle yazmıştım aslında.) Gotik roman olarak düşünmek daha doğru o zaman. :smiley:

@Jeeundo, kitaptaki karakterlerin aşkları nefret doluydu. Her şeyin içinde nefret barınıyordu sanki. Kitabı bu yüzden herkes sevemiyor, olumsuz duygular yumağı gibi.:sweat_smile: Bu arada Shirley kitabını görmüştüm, okursanız yorumunuzu beklerim. :smiley:

@efeemiro Bronte kardeşlerden Anne’yi henüz okumadım, onu da merak ediyorum. Kitaba gelince ben de dizi izler gibi okudum ama bir daha okumak isteyeceğimi pek sanmıyorum. İçeriğiyle gerçekten yorucu geldi. :smiley:

7 Beğeni

5 adet gönderi şu konuya taşındı: Tartışma Köşesi

Selahattin Enis ile tanışma kitabım olan Zaniyeler, 1922’te tefrika edildi, 1923’te de kitap olarak basıldı. Yazarın ikinci eseri olarak değerlendirilebilecek Zaniyeler, birinci dünya harbinin hemen öncesinde Konya’daki taşra yaşamından başlayarak İstanbul’da harp yıllarında devam eden ve bu yılları bir kadının gözünden tüm çıplaklığıyla anlatan bir eser. Edebiyatımızda natüralizmin yetkin temsilcilerinden biri olan Enis, edebiyatın toplumun sorunlarını yansıtmasına inandığından eserlerini bu anlayışa bağlı kalarak kaleme aldı.

Hayat kadını anlamına gelen zaniye bir kadının günlükleri vasıtasıyla okuduğumuz bu romanda harp yıllarının çetin şartlarında İstanbul’un elit tabakasının siyasi, ekonomik ve sosyal gerçeklerden ve tüm ahlaki normlardan uzak yaşamını okuyoruz. Baş karakter Fitnat’ın günlükleriyle İstanbul’un günlük yaşamına, savaşa dair havadislerin nasıl karşılandığına, gece hayatına, siyasilerin ve bir gecede zenginliğe erişen harp fırsatçılarının kurmaya çalıştığı yeni düzene dair pek çok fikir edinme imkanımız oluyor. Olayların gerçekliğine dair ipucunu ise yazarın o yıllarda ihtiyat zabitliği vazifesi veriyor.

Akıcı bir üslup ve sade bir dille kaleme alınan Zaniyeler, özgün konusu ve sürükleyici kurgusuyla okunması gereken önemli bir eser. Ancak hızla gelişen olaylar ve mekan tasvirlerinin zayıflığı metnin edebi lezzetini azaltmış. Karakter betimlemeleri çok daha iyi. Romanı okurken bugün de pek çok şeyin aynı olduğu, kültürel ve ahlaki yozlaşmanın belki daha da derinleştiğini düşündürtmesi oldukça önemli.

11 Beğeni

Yaklaşık 3 ayın sonununda Karamazov kardeşler’i bitirebildim.
Haddime değil ama mahkeme bölümleri, fetükovic’in konuşması dışında, akmak bilmedi. Genel olarak kitap akıcı değildi.
Bunun dışında kitapta inanılmaz vurucu konuşmalar, yüzleşmeler var. Bazen öyle cümleler okuyorsunuz ki en iğrenç varlıklara karşı bile sevgi ile dolasınız geliyor.
Kitabın tabi ki de en çarpıcı yeri büyük engizisyoncu bölümüydü, saf bir dehadan çıkma bir metin olduğu o kadar barizdi ki.

Karamazov kardeşler bir olay ve olaylar silsilesi içinde geçen bir romandan ziyade, iç hesaplaşmalar, vicdan, din, ahlak kavramları çerçevesinde geçen, tamamen karakter odaklı bir “metin” benim için.

Dostoyevski’nin en zor okuduğum metni olsa da(bunda benim bulunduğum zamanlar da etkili) kesinlikle “üst düzey” bir klasik.

14 Beğeni

Jigolo Cinayeti - Mehmet Murat Somer

Hop Çiki Yaya serisinin üçüncü kitabı olan Jigolo Cinayeti, adından da anlaşılacağı üzere öldürülen bir jigoloyu araştırma kahramanımızın (hala bir ismi yok) hikayesini anlatıyor. Önceki kitaplara göre daha derli toplu, daha net bir hikaye vardı bu kez. Bununla birlikte cinsellik dozu en yüksek kitap da bu olabilir. Cinsellik karşıtı değilim ancak hikayeye bir şey katmayan cinsellik de popülist bir yaklaşım gibi geliyor bana. Örneğin kafede oturan 3 gençle yaşanan cinsellik hikayeden komple çıkarılsaydı, hikayeden eksilen hiçbir şey olmazdı.

Bu kitapta ilginç ve okumaya değer bulduğum kısım ise aşk oldu. Eş cinsellik aslında ülkemizde riskli bir konu, çoğu kişi burun kıvırarak okumuştur belki. O kısmı konu dışı bırakırsak, gerçekten güzel yazılmış bir (hatta belki iki?) aşk hikayesi anlatmış yazar. O tutkuyu okuyucuya çok güzel aktarabilmiş.

Benim için hep aynı standartta giden, okurken (dinlerken) sıkılmadığım ancak en iyi polisiyelerim arasına da giremeyen bir seri oluyor Hop Çiki Yaya serisi. Yoğun ve ağır kitaplardan sonra daha çok kafa dağıtmak için dönüyorum genellikle. Şimdilik bu şekilde ilerliyor, belki sonraki kitaplarda bu durum değişebilir.

Mütevazı Bir İntikam - Bahadır Cüneyt Yalçın

Yalçın’ın Hep Lunapark kitabını dinleyip çok sevdikten sonra, bir başka kitabını yine Storytel’de dinledim. Seslendirmesi gayet başarılıydı, o açıdan bir şikayetim yok ancak bence kitabın etkisini azaltan bir hata yapılmış, birazdan değineceğim.

Temelde bu bir yol hikayesi. Yine önceki kitapta olduğu gibi absürde kaçan bazı ögeler var (ki, Filintilar’ın en sevdiğim yönü bu absürt ögeler). Normal şartlarda bir araya gelmeleri pek mümkün olmayan farklı karakterlerin bir araya gelişlerini ve yolculuklarını anlatıyor.

Kitap 4 ayrı kişinin bakış açısından yazılmış. İncelemelerde sonradan gördüğüm kadarıyla farklı kişiler için farklı semboller kullanılmış. Ancak dinlerken böyle bir ayrım olmadığı ve seslendiren de farklı bir ton kullamadığı için belirli bir yerden sonra kim kimdir, neyi anlatmaktadır bende koptu açıkçası. İlk iki saati gayet keyifli iken, “şimdi kim konuşuyor”, “kim neyi anlatıyor” karmaşası yaşayınca kitaptan koptum. Kopunca da haliyle ilk yarısından aldığım zevk yarı yarıya azaldı.

Bazı kitapların dinlemeye uygun olmadığını, okurken daha kolay bağ kurulabildiğini düşünüyorum. Bu kitabın da bu şekilde hak ettiği değeri göremediğine inandığım için ilk fırsatta okumayı planlıyorum. Bunun birincil sebebi, Yalçın’ın etkileyici diyaloglar ve mizah konusunda çok başarılı olduğunu düşünüyor oluşum.

Yakınlaşmalar - Steven Erikson

Steven Erikson’ın yazdığı bilim kurgu kitabı olan Yakınlaşmalar, bende çok iz bırakan bir kitap olmayı başardı. Özellikle yakalayabildiğim göndermeleri, sosyolojik gözlemleri ve ilk temas konusuna farklı yaklaşımı ile çok etkileyici bir kitap oluşturmayı başardığını düşünüyorum Erikson’ın. Bununla birlikte insan doğasının yıkıcılığı üzerine yazılan çoğu eserde olduğu gibi vurucu bir etkisi de var kitabın.

Ben aslında kitabı seri değil ama tek kitap olarak biliyordum. Ancak gerek bu kitap özelinde cevabı verilmeyen sorular,

Kitabı bitirdikten sonra Youtube üzerinde Erikson’ın bu kitapla ilgili bir söyleşisini izledim. Aklımda kalan bazı detayları aktarmak isterim:

  • Erikson bu kitabın satışlar bakımından “başarısız” olduğunu düşünüyor. Bu yüzden devam kitabı gelmeyecek gibi
  • Erikson’ın en rahat yazdığı kitap, kendi deyimi ile kelimeler “su gibi akmış”
  • Samantha August’u özellikle kadın olarak seçmiş
  • August’u, Atwood ile LeGuin karışımı olarak hayal ediyor

Birkaç bir şey daha vardı ama zayıf hafızam yüzünden hatırlayabildiklerim bunlar.

Son olarak, çok fazla paylaşmasam da tek bir kitaptan en fazla alıntı yaptığım kitap olabilir Yakınlaşmalar. Bu da bana etkisinin bir başka göstergesi olsa gerek.

image

Katilin Uşağı - Algan Sezgintüredi

Yine Storytel’de dinlediğim bir Sezgintüredi kitabı oldu, serideki üçüncü kitap olsa gerek. Serhat Yiğit beğendiğim seslendirenlerde, önceki kitabı da o seslendirmişti. İyice alıştım kendisine. Sadece kitabın başında neden “Alper Sezgintüredi” dedi anlayamadım.

Bilenler vardır, Vedat ve Tefo ikilisinin hikayelerini anı şeklinde yazıyor Algan Sezgintüredi. Özellikle ilk kitaba bayılmıştım, harika bir tarzı olduğunu düşünüyorum. Bu kitap da ilki kadar etkileyiciydi. Baştan sona merak dozu eksilmeyen, kurgusu gayet başarılı bir kitap olmuş. Ancak geçen kitapta olduğu gibi bunda da Tefo’nun uzun bir süre hikayeden ayrı kalması işini hiç sevmedim. Sonuçta “Vedat ve Tefo” olarak tanıtıldı bu seri, “%70 Vedat, %30 Tefo” değil. Umarım sonraki kitaplarda benzer bir durumla karşılaşmam.

Ben Sezgintüredi’yi tarz olarak olmasa da Ahmet Ümit’e benzetiyorum. Ümit polisiye soslu insan hikayeleri (bazen de tarih) anlatıyor çoğunlukla. Sezgintüredi de keza benzer bir iş yapıyor, sadece Sezgintüredi sosu biraz daha fazla kullanıyor. :slight_smile:

19 Beğeni