Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

O zaman sizi hemen 2. 3. Ve 4. Ciltle başbaşa bırakıyoruz. Diğer ciltlerde de öyle öyküler var ki okumaya doyamazsınız. Bunun yanında Lem’in Yıldız Güncesi de harika öyküler içeriyor. Tavsiyemdir. :slight_smile:

2 Beğeni

Çok teşekkürler üstat. Listeme ekledim Yıldız Güncesini

1 Beğeni

image

Eski Yunan toplumunun röntgenini çeken bir kitap.

Kitabın metodolojisini beğendim. Yazar, Eski Yunan toplumunu incelerken kavramların yapısını inceleyerek başlıyor. Sözgelimi, totem kavramının Yunan toplumundaki yerini anlatmadan önce bu kavramın kendisini anlamamızı sağlıyor. Bunu da zamanının antropolojik bulgularından yararlanarak, totemizmin Kızılderililer ve Aborjinler için ne ifade ettiğini, nasıl geliştiğini anlatarak başlıyor.

Ufuk açıcı bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Konuyla ilgilenenlere tavsiye ederim.

12 Beğeni

Kapanda Bir Hayal - Burcu Ünlü (Öykü Derlemesi)

Eksiklik ile kapatmak arasındaki çarpık bağlantılara dair öyküler var. Bir şeyin eksikliğini hissetmek veya öyle hissettirilmek rahatsız ediyor. O eksikliği kapatarak bertaraf etmeye zorunlu hissetmek veya zorlanmak her şeyi beterleştiriyor.

Nüansı sebebiyle anlatması meşakkatli ıstıraplar var. Trajikomik başlayan bile nihayetinde trajikliğini kabullenerek sonlanıyorlar.

Öyküler hayattan kesit tadında. Karakter için hiçbir şeyin bitmediğini bilerek tamama eriyorlar. Hikâyenin asıl vurgusu karaktere ıstırap veren şey olduğundan eksik hissettirmiyor.

Kitaba adını veren öyküde Vüs’at O. Bener atfı geçenedeğin hissettiğim hafif Bener’ci boğuculuğu tesadüfe yormuştum. Yazar Ünlü’nün tarzı daha yumuşak, okuması daha az zorlayıcı.

10 Beğeni

Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet / Thomas de Quincey

Cinayet ve bunun güzellemesi ne kadar tezat değil mi? Belki de kitabın ilgi çekici olma nedeni isminden de geliyor. Güzel sanatlar diyince aklımıza şiir, resim gibi daha ruha hitap eden şeylerin gelmesi muhtemel. Cinayet ise ruhu parçalayan bir hezeyan. Öncelikle kitap tamamen felsefik bir doktrin şeklinde kendini okutuyor. ‘Kovuktaki Kurbağa’ ve kurbağa güzellemeleri de o kadar çok geçti ki. :)) Kitabı çekilir kıldı. Alay, ironi, atıf vs. John Milton, Habil ve Kabil, Canterbury Hikayeleri ve tabi ki Kant.
Üç bölüm var. Giriş kısmını daha çok beğendim.
Sondeyişi biraz gereksiz buldum. Yazıldığı dönemi ve etkilediği kesimi, filmleri, kitapları ve düşünürleri düşününce 'Vay ben bunu da beğenmedim." diyemiyorum. Keşke devam kitabı niteliğindeki Suspiria da çıksa.

Eve Dönüş / Ray Bradbury

Karanlık Kitaplığın son üyelerinden biri olan Topraktan Dönenler kitabının içerisindeki bir öyküyü çizgilerle okuyoruz. Timothy, Cesy, Arach ve Einar Amcaya tekrar merhaba demek çok güzeldi. Dave McKean’ın karamsar çizimleriyle her şey sanki daha bir iç içe girip bütünleşmiş. Ray’ın kendi çocukluğundan izler taşıyan eser aynı zamanda otobiyografik özelliğe de sahip.

Kuşlar Meclisi / Peter Sis

Mantıku’t-Tayr kitabının kısa bir şekilde anlatıya dönüşmüş hali. Çizimleri çok beğendim.
Hüdhüd’ün önderliği ile kuşlar, hiç görmedikleri krallarına doğru uçarlar. Rivayetlere göre kral Simurg, Kaf dağının ardında yaşıyordur. Bu yolculukta çeşitli vadilerden geçerek oraya varırlar. Alegorik anlatımın harika örneklerinden biri olan Mantıku’t-Tayr’ı illüstrasyonlarla yalın bir halde ele alma açısından güzeldi. Çerezlik bir kitap.

Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin İtirafları

İngiliz edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Thomas de Quincey, birçok büyük kitleyi etkiliyor fakat eserleri ve adıyla ön planda göremiyoruz ne yazık ki.

Charles Baudelaire, Marcel Proust, William Burroughs, Huxley, Poe gibi büyük yazarları etkilemiş biri. Hatta Baudelaire Thomas’ın bir eserinin bir bölümünü Fransızcaya çeviriyor ve kendince bir şeyler de katıp harmanlıyor. Bilirsiniz, şarap ve esrar diyince aklımıza gelen ilk isimlerden birisi Baudelaire’dır.

Bu eserinde ise yaşadığı sefalet dolu yılları dile getiriyor. Afyonu ilk başlarda masum bir şey için kullanıp günden güne bağımlısı hale geliyor. Ve bu kadar zehir gibi kafa hakettiği konuma gelmeden kendi kendine harcanıyor. Afyon’un etkisiyle çeşitli sanrılar görüyor. Ve bu sanrılar çoğunlukla dünya mitleri ile dolu. Thomas’ın Kantla alıp veremediği içsel bir tarafı da var. Bu olumlu yönde tabi. Kitaplarında daha çok John Milton ve Kant etkisini görüyoruz. Hatta Milton’ın şiirsel dilini kendince düz yazı şekilde yorumlamış. Kafası gerçekten ufak çaplı bir mikserdi.

12 Beğeni

9786051418490_72701

Dorian Gray’in Portresi - Oscar Wilde

Yazardan daha önce iki kitap okudum. Onları bu tek romanı kadar beğenmedim. Keşke Oscar Wilde, daha çok roman yazsaymış.

Bu kitaba gelince gerçekten bana büyüleyici geldi. Konusunu az çok biliyorsunuzdur. Anlatımı, kurgusu ve karakterleri son derece etkileyici. Aslında kitap pek uzun sayılmaz. Her şey üç karakter üzerinden gidiyor. (Dorian Gray, Basil ve Lord Henry) İçeriğinde derin düşünceler, ruhsal tahliller ve biraz karamsarlık var. Karakter değişimlerini görmek hoştu ve tabii biraz hüzün vericiydi de. Lord Henry ise son derece ilginç bir karakterdi. Bazı cümlelerini tekrar tekrar okudum.

Kitapla ilgili tek olumsuz düşüncem var. Sonlara doğru yazar düşüncelere dalmışken bundan kopup kumaşlardan, mücevherlerden vb. şeylerden aşırı şekilde ve detaylıca bahsediyor. Kurguyla ilintili tabi tüm bunlar ama bu durum okumamı biraz zorlaştırdı.

Kapakta çevirinin ödül aldığı yazılı. Ben çeviriyle alakalı iki şeyden bahsedeceğim. Bir yerde bir iki kez teyze diye bahsedilen Lady Agatha, sonradan bu kullanım unutulup hala olarak anılıyor. Bir yerde de Dorian Gray, “yemin billah” diyor.

Kitaba puanımsa: 9/10

Okumamışsanız, tavsiye ederim.

17 Beğeni

Çerceve - Rachel Cusk (Çeviren: Lâle Akalın)

Çerçeve’yi anlatmaya Cusk’ı anlatmaktan başlamak elzem. İlk romanı 26 yaşında yayınlanan “erken dönem Cusk”, kariyerinin ilk dekadında kadın merkezli sosyal hiciv teması etrafında şekillendirdiği romanlara ağırlık vererek "kurgunun geleneksel tarlaları"nda epeyce dolanıp duruyor. 2010’lu yılların Cusk’ı ise, geriye dönüp baktığında bu dolanışı artık “beyhude” buluyor. Hikâye anlatım sanatının çıkmaz sokaklarında yazmaktan ve okumaktan soğuduğunu dile getiren bu “yeni Cusk”, tekrarlayan saf kurgunun önünde sonunda sahteliğe dönüşmesinin hayal kırıklığı içerisinde "romanda yeni bir paradigma"nın peşine düşüyor. Ve bu noktada oklar elbette otokurmacayı işaret etmeye başlıyor. Cusk’ın Çerceve’yi kaleme aldığı yıllardan bu yana çağdaş edebiyatta etkisini giderek artıran, kurmacanın otobiyografi ve deneme ile ménage à trois’ı olarak tanımlayabileceğimiz otokurmacanın, doğası gereği sınırları net olarak çizilemeyen “spektrum” bir tür olduğunu hatırlatmak gerekli. Tam da bu noktada Cusk’ı -ve Çerçeve’sini- bu akışkanlık içinde özel bir konuma yerleştirmek de kaçınılmaz. Cusk, geçmişte farklı türlerde yaratım deneyimini gözlem gücüyle birleştirerek hikâye anlatım sanatında daha önce yürünmeyen bir patikaya sapıyor. Bir başka deyişle Cusk, Çerçeve’si ile gündeliğin sıradanlığı ve hayatın tutarsız yanlarına demir atıp insan olmanın tanımlanamayan enginlerine açılmayı arzulayan bir yelkenli yaratıyor.

Ayrıntıları konuşmak için hikâyenin konusundan ve genel akış planından bahsederek devam etmek en doğrusu. Çerçeve, Cusk’ın “hafifçe çarpıtılmış” kurgu minyatürü olan "yazar anlatıcı"sının günün birinde memleketi Londra’dan Atina’ya yaratıcı yazarlık dersleri vermek amacıyla çıktığı bir seyahati ile kapak açan, Atina’nın boğucu sıcak yaz atmosferinde gündelik “insan seyahatleri” ile devam eden bir “iç içe geçen hikâyeler” albümü. Cusk bize roman boyunca anlatıcısının rehberliğinde bir “dilimlenmiş hayat hikâyeleri koleksiyonu” sunma peşinde. Bambaşka insanların hikâyeleri birbirlerine anlatıcının “gözlem düğümleri” ile bağlanıyor ya da -romanın da ismine gönderme olarak- gözlemlenen tüm bu bambaşka hayatlara bizler okur olarak anlatıcının "çerçeve"sinden bakıyoruz. Yazar “anlatıcı”, anlatıcıdan çok dinleyici konumda ve bu dinleme esnasında karşısındaki kişiyle nadiren etkileşime geçmekte. Karşısında hikâyeler akıp giderken o, yalnızca bu hikâyelerin periferinde kendi eksiktili hayatı ile bir çerçeve çizip romanın sınırlarını belirlemeye devam ediyor.

Bu “hayat hakkında değil hayat etrafında” yazma durumu, Cusk’ın eksiltili anlatısı ile perçinleniyor. Roman boyu ketum yazar anlatıcımız, kendi hikayesinden bahsetmek konusunda oldukça gönülsüz davranırken başka insanların hayat hikâyeleri ile kendi hayatını yeniden görmeye çaba harcıyor. Cusk bu seçimi ile, "eksiltinin ve sezdirmenin gücü"nü kullanarak yalnızca aralara serpiştirilmiş hikâye kırıntıları ile bile derinlerde mevcudiyetini hissettiğimiz bir ana karakter izleği yaratılabileceğini kanıtlıyor adeta. Tüm bu durum aslında otokurmacanın anahtar temalarından biri olarak kişiselin toplumsallığına da işaret ediyor. Çerçeve bize bir kez daha, kişisel olanın politikliğini ya da başka bir deyişle bireysel hayatlarımızın kolektif anlamını ustalıkla hatırlatıyor.

Cusk, kendi evreninin dilini (ve amacını), romanın çarpıtılmış gerçekliğinde dolanan oyun yazarı Anne’in ağzından söyletiyor aslında. "Kurgunun katlini “özetleme” ile açıklandığı o çarpıcı monologda, "kıskançlığa dair uzun bir metnin ardından özet olarak akılda kalan tek şey bir kelime olarak "kıskançlık"sa veya tanrısı olarak konumlandırdığı Beckett’i “anlamsızlık” kelimesi yutuyor ise tüm bu zahmetli yaratım sürecinin amacını nedir?"i sorgulayan Anne, aslında hayat ve kurguyu her zaman birlikte değerlendiren Cusk’un romana bakış açısını da özetliyor: Bir şeyler hakkında belirli bir noktada gülünçleşme riski de taşıyan dramatizasyon sanatı yerine, doğrudan odaktaki o “özet” duygular hakkında açık ve kişisel bir şekilde yazmak. Bu bağlamda Cusk yarattığı bu yeni kişisel roman türü ile, deyim yerindeyse, akıp giden sokağa sırtını dönüp karanlıklar içerisinde hayatlar toplayan, bir nevi kuklacı, gizli yazar özneyi tahtından indirip, hayata karışan, etken ama mesafeli bir yazar özneyi tahta çıkarıyor.

Son tahlilde Çerçeve, hayatın olağan akışına anlam katma sanatında çığır açan, tekrarlayan ev metaforları ve çoklu kültürel referanslarla bezeli, epizodik ve efemerik bir yeni anlatı tarzı geliştiren bir dönüm noktası olarak otokurmacanın ve dolayısıyla yeni kanonun merkezinde çok özel bir konuma yerleşiyor.

Karşımızda duran şey, anlatının rafine geleceği.

11 Beğeni

Ölüme Çağrı - John Le Carre
James Bond’a söyleyin. O işler öyle olmuyor.

John le Carre, espiyonaj (casusluk ve istihbarat faaliyetlerinin tümü) romanlarının en büyük yazarlarından birisi. Kendisi bir dönem İngiliz İstihbarat Teşkilatı olan MI6’da çalıştığı için olayları ve Soğuk Savaş’ın görünmeyen Soğuk yüzünü, içerden biri olarak romanlarında tüm gerçekliğiyle büyük bir ustalıkla anlattı. Her ne kadar kendisi yazdıklarının edebi görülmemesine içerlese de kendisi 20. yüzyılın en iyi İngiliz yazarları arasında anılıyor. Kendisi ayrıca 2003 Irak işgalinde Amerika ve İngiltere’ye şiddetli bir dille karşı çıkmış ve yine çoğu konuda batılı devletleri çekinmeden eleştirebilmiştir.

John Le Carre ile olan tanışıklığım , 15-16 yıl önce üniversite yıllarındayken Köstebek ve Soğuktan Gelen Casus kitabıyla olmuştu. O yıllarda çok beğenmiştim. Arada yıllar geçti, sevdiğim bu yazarın Alfa ve Kırmızı Kedi Yayınevinden çıkan tüm kitaplarını edinip okumaya başladım.

Ölüme Çağrı, yazarın acemiliğinin hissedildiği ama çok büyük bir potansiyele sahip olduğunun anlaşıldığı, durağan bir roman. Romanın baş karakteri, George Smiley , saçları ağarmış, kilolu, tıknaz ve pörtlek gözlü bir istihbarat çalışanı. Öyle uçup kaçmıyor, dövüşmüyor, bütün zamanını, masasının başında raporlarla çalışırken geçiriyor. Çalışırken parmak izi, anlık uydu görüntüleri, silaha dönüşen kalemler falan kullanmıyor. Akıl yürütme ile, neden sonuç ilişkisi yaparak, insanları iyi analiz ederek sonuçlara ulaşıyor. Ancak romanı bitirdiğiniz zaman olaylardan ve akıştan inanılmaz lezzet alıyorsunuz. Sahte, plastik kahramanlar yerine normal insanların mücaledesini nlatan yazar bizi takibi çok zevkli gizli bir dünyaya sürüklüyor.
Puan: 8/10

Yazarın eserleri birçok defa film ve diziye çekilmiştir. Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy) en son 2011 yılında çekilmiştir. Filmin bir kısmı İstanbulda geçmekte. George Smiey karakterini şurada görülen Gary Oldman oynadı. Ben kendisini çok beğensem de yazarın hayranları 80lerde bu role bürünen Alec Guinnes’i daha çok beğeniyorlar. O da şurada

20 Beğeni

John Le Carre’ın sadece Soğuktan Gelen Casus’unu okumuştum. Gerçekten de Bond’a söylediği gibi. O romanı okuyana dek, casusluk hikâyelerine burun kıvırırdım. Çünkü kafaya kazının bir Bond imajı ve ne kadar incelikle işlenirse işlensin muhatabının yüzünü ekşitmeyen eğlence sunan hikâyeler vardı. Soğuktan Gelen Casus’taki casusluk trajedisi içime oturmuştu. Tuhaf, Le Carre’ın bakışı açısına hayran kalmama rağmen başka romanını okumadım. Kişisel ayıplarım tarihine not edilsin. :man_shrugging:

3 Beğeni

Ölüme Çağrı benim de okuduğum tek Le Carre romanıdır. Romanı ve esasen türü sevmeme rağmen nedense diğer romanlarına devam etmedim.

1 Beğeni

Cemalettin Bey merhaba, Bond’a söylenen lafı Carre değil ben söyledim bu yazı için :slight_smile:
İnsanların aklına casusluk diyince saçma şeyler geliyor ama ben Carre’nin büyük yazar olduğunu düşünüyorum.

@Blackheart Üstat ben kronolonik sırayla okumaya başladım o sebeple bu kitabı okudum. Bütün hepsi okunmayacaksa Köstebek ve Soğuktan Gelen Casus Kitapları çok daha iyi.

1 Beğeni

J. G. Ballard - Kristal Dünya

Yazarın şu anda Türkçe okuyabileceğiniz ilk eseri Kristal Dünya. 1966 yılında yazılmış bu kitaptan önce yazılan 2-3 eseri daha var.

Spekülatif bilimkurgu tarzı ve teknoloji karşıtı kurgusuyla gerçekten büyük bir kalem Ballard. Bu kitabında yazarın tarzını çok iyi idrak edebiliyorsunuz ancak kurgusu kendi içinde bence muhteşem değil. Ballard’ın zekice konularına kıyasla epey saçma hatta. Yani bu kitabı bir başyapıt olarak değil, alıştırma, ısınma turu olarak görmelisiniz. Siz Ballard’ın kalemine alışmaya bakın, diğer eserleri daha iyi.

Kitapta kristalleşme olayı bazı soyut kavramlarla alegorik ilişkiler için kullanılmış. Örneğin zaman, iyi ve kötü, siyah ve beyaz kavramları bunlardan bazıları. Yine de olayların temellendirilmesi ve mantığa oturtulması çok eksik geldi bana. Bie bilimkurgu eserinin elbette her şeyi mantıkla açıklama gayesi olmayabilir ancak bu durum bu kitapta işleri ve mantığı biraz boşa düşürmüş.

Özellikle Ballard’ı tavsiye ederim. Bu kitabı ise, yazarın tüm eserlerini okumak isteyenlere başlangıç olarak öneririm.

26 Beğeni

Peter F. Hamilton Pandora’s Star’ı yarıladım. Hakkında birkaç bir şey yazmak istedim.

Buraya yazdığım yazılarda spoiler teşkil edecek şeyler yazmamaya çok özen gösteriyorum. Bunda da süpriz bozacak bir şey yazmayacağım ki zaten bozulacak bir süpriz de yok henüz :slight_smile:

Pandora’s Star tür olarak Hard Sci-Fi değil. Oldukça kolay okunabilir ve anlaşılabilir bir anlatımı var fakat eğer Hard Space Opera diye bir tür varsa kesinlikle ona dahil edilebilir :slight_smile: Aslında her şey birbirine paralel bir süreç içinde ilerlemesine rağmen karakterler ve olaylar oldukça farklılık gösteriyor. Sanki hikaye spin-off’ları ile beraber anlatılıyormuş gibi kitabın başlarında beş farklı kitabı çapraz okuma yapıyormuşum hissine kapıldım. Bundan dolayı örneğin 150. sayfada biten bir hikayenin içindeki karakter ile taaa 500 sayfa sonra 650. sayfada tekrar karşılaştığımız durumlar oluyor. Arada tamamen başka karakterler ile başka olayları okuyoruz. Hikaye ilerledikçe yavaş yavaş bir bütünlük kazanıyor.

Çok uzatıldığını düşündüğüm yerler ve betimlemeler de vardı. Örneğin bir planörün fırtına içinde uçusunu 30 sayfa anlatan kısımlar beni biraz boğdu. Her ana ve ara bölüm başlarında yazar otobüsten çay atar gibi üzerinize tonla yeni gezegenler ve yeni karakterler attığı için kitabın başları bol bol karakter arkaplanları ve gezegen betimlemeleri içeriyor. Haliyle ilk kitabın ilk çeyreği okuyucuyu biraz sıkabilir fakat 2500+ sayfalık bir kitap için bence bu çok absürd bir durum değil.

Buradan sonra Commonwealth Evreni hakkında kitabın belki %10’unu bile teşkil etmeyen birkaç birşey yazacağım. Kitabın arkasında yazanın biraz detaylandırılmış hali olacak. Süpriz bozanlık bir durum yok ama ben hiçbir şey bilmek istemiyorum kardeşim diyorsanız burdan sonrasını okumayınız :slight_smile:

İnsanlık Solucan Delikleri açabilmeyi keşfetmiş ve galaksinin farklı köşelerindeki yaşanabilir gezegenlere geçitler açıp onları adeta metro istasyonları gibi solucan delikleri ile birbirine bağlayarak galaksiye kademe kademe yayılmaya başlamıştır. Bazı gezegenler büyük ailelerin ve hanedanların özel mülkü iken bazılarında sadece sanayiye tahsis edilerek üretim yapılmaktadır. Böylesi bir genişlemeye ek olarak insanların fiziksel olarak gençleşmeyi ve zihinlerini dijital ortama, oradan da klon bedenlere aktarak bir anlamda ölümsüzlüğü keşfetmesi, sosyal ve kültürel anlamda tüm toplum yaşantısını da kökünden değiştirmiştir.

Çok uzakta olmaması kaydı ile istenilen yerlere açılabilen solucan delikleri sayesinde artık bu mesleğe gerek kalmadığı için tek tük bulunan astronomlardan biri olan Dudley Bose, 1000 ışık yılı gibi direkt olarak solucan deliği açılamayacak kadar uzakta olan iki yıldızın bir anda yok olmasını araştırmak üzere görevlendirilir. İlk başta bu yıldızların zeki bir uzaylı türü tarafından Dyson küresi ile kaplandığını tahmin etseler de Bose’nin yaptığı araştırmalar sonucu, bu kapanmanın birkaç saniye içinde olup biten ve sadece yıldızı değil tüm güneş sistemini kapsayan güç kalkanları olduğunu fark ederler. Dolayısı ile insanların aklına iki senaryo gelir. Ya bu güneş sisteminde yaşayan canlılar dışardan gelen bir tehlikeye karşı kendilerini korumaya almıştır ya da daha yüksek zeka seviyesine sahip bir uzaylı ırkı tehlikeli gördüğü başka varlıkları bu sisteme hapsetmiştir.

İnsanlar öyle yada böyle kendilerini gelecekte neyin beklediğinden emin olmak için uzay zamanda ilerleyebilen yeni bir solucan deliği teknolojisi sayesinde bölgeye uzay gemisi ile araştırma ekibi göndermeye karar verip bu kapalı kutunun gizemini çözmek ister. Kitabın adı da buradan geliyor :slight_smile:

Hikayenin omurgası bu olsa da bu keşif görevini engellemek isteyen tarikatlar, aşırı solcu terör örgütleri, gizemli cinayetler, özel dedektifler, kedi fare oyunları, hanedanların arasındaki politik çekişmeler, türlü yozlaşmalar, farklı zeki canlı türleri ile olan ilişkiler, bir türlü açıklığa kavuşturulamayan gizemli tarihi olaylar derken Commonwealth evreni oldukça geniş bir çerçeveden ele alınmakta.

Ayrıca kitabın Pan (UK) ve Del Rey (US) basımları arasında ufak farklılıklar var. Bendeki 2010 Pan basımında okuyup okuyup anlam veremediğim cümleler Del Rey baskısında daha anlaşılabilir bir şekilde düzenlenmiş. Okumak isteyenlere Del Rey baskılarını tavsiye ederim.

İkinci kitaba geçerken eğer çok dramik bir değişiklik olursa yine yazarım :slight_smile:

28 Beğeni

MYTHS & LEGENDS OF ANCIENT EGYPT

Öncelikle bu kitap İlyada, Odesa ya da Edda gibi bir birinci kaynak değil. Veya Neil Gaiman’ın İskandinav Mitolojisi gibi saf bir öykü derlemesi de değil. Mısır’dan günümüze kalan öyküler sayıca sınırlı. Mitolojisini ise duvar resimleri, büyü kitaplarını ve tapınakların içindekileri birleştirerek inşa etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden kitap iki sayfa efsaneyi anlatıyorsa, on sayfa da bu efsanenin tarihini, farklı versiyonlarını, ilgili tanrıların soyağaçlarını, resmedilişini ve ayinlerini anlatıyor.

Konu başlıkları olarak:

YARADILIŞ MİTLERİ: Heliopolis miti(Atem), Hermopolis miti(Amun), Ptah, Knum ve Ra’nın yolculuğu.

YOKOLUŞ MİTLERİ: Osiris’in ölümü, Horus-Seth kavgası, mumyalama, cenaze, mezar inançları ve öteki dünya.

KADIN TANRIÇALARI: Hathor, Sekhmet, Bastet, Isis ve savaşçı tanrıçalar(Neith, Nekhbet, Wadjet vb.)

İNSAN HİKAYELERİ: Firavun mitleri ve halk hikayeleri.

20 Beğeni

Hahaha, malum şahısla bir bilim kurgu romanı yorumunda böyle komik bir biçimde karşılaşmak hoştu hocam, saygılar. :slightly_smiling_face:

2 Beğeni

image
Hakan Günday - Malafa

Malafa, Hakan Günday’dan okuduğum 4. kitap olmasıyla birlikte aynı zamanda yazarın en beğendiğim kitabı oldu.

Kitapta Ermeni kuyumcular tarafından oluşturulan kuyumcu argosundan bolca kelimeler var. Bu kelimelerle ilk defa karşılaştığımız için ve yazar anlamlarını söylemediği için biraz bocalıyoruz. Ama 20-30 sayfa sonra bu kelimeler kafamızda oturmaya başlıyor ve sürekli kullanıldıkları için de metinden kopmadan otomatik olarak kelimeleri çevirmeye başlıyoruz.

Kelimelerin karşılığını kitaba başlamadan öğrenmek isteyenler için alta bir link bırakıyorum. Ama okurken anlamları keşfetmeniz daha zevkli olacaktır.

Kitapta, kuyumcu esnafı ve turizmciler tarafından yapılan türlü dalavereler anlatılıyor. Yazarın en ince ayrıntısına kadar bu dalavereleri anlatması büyük bir başarı. Bu eserini yazabilmek için ya ailesinin/arkadaşlarının bu işi yapması lazım ya da bir süre kendisinin tezgahtarlık yapması lazım. Yoksa kulaktan duyma bilgilerle yazılabilecek bir kitap değil.

Kitapta kuyumcu esnafı anlatılıyor diye aklınıza sıkıcı bir kitap izlenimi gelmesin, okurken sürekli gülmekten dolayı ara vermek zorunda kaldığım bir kitaptı. Bir insanın bu kitaptan sıkılması için ya kendisinin bir esnaf olması lazım ya da esnaftan büyük bir kazık yemiş birisi olması lazım.

Hakan Günday’a başlamak için kitap önerisi isteyenlere şiddetle bu kitabından başlamalarını tavsiye ederim.

16 Beğeni

0001908675001-1

Pirinç Kenti kitabını kimsenin okuduğunu veya incelediğini görmedim çok popüler bir kitap değil ancak fantastik türünün sıradanlığından sıkılanlar için hoş bir kitap olabileceğini düşünüyorum. Genç yetişkinlerin de yetişkinlerin de rahatlıkla okuyabileceği bir kitap bana kalırsa. Ben çok beğendim. Fantastik kitaplarda Orta Doğu kültürünü ve Müslümanlığı pek fazla görmüyoruz bu kitap ise Orta Doğu kültürünü Müslümanlığı ve cinleri bir araya getirmiş. Kitabın bir kısmı Osmanlı Devleti zamanı Kahire’sinde geçiyor ancak devamında oldukça geniş bir evrene sahip ve yaratılan fantastik evrenin altı oldukça dolu. Kitap, evrenin tarihi geçmişi ve siyasetiyle beni oldukça tatmin etti fantastik kitaplarımda güzel siyasi tartışmaları ve epik savaş planlarını seviyorum. Ayrıca çeviri orijinalinden çok daha iyiydi çeviriyle ilgili sıkıntı yaşayanlar varsa bu kitabı öneririm zira ikinci kitabı orijinal İngilizce şekliyle bir miktar okudum çevirisinin çok daha iyi olduğuna kanaat getirdim ve okumaktan vazgeçtim çevrilmesini bekleyeceğim. Nispeten eğlenceli ama kalitesiz olmayan bir kitap okumak istiyorsanız tavsiye ederim.
Forumda yeni sayılırım umarım kötü bir inceleme olmamıştır herkese keyifli okumalar dilerim.

23 Beğeni

Çevirinin, orijinalden iyi olduğuna ilk defa şahit oluyorum. :slight_smile:

8 Beğeni

Yazar kitabı kendi dilinde yani İngilizce yazmış ancak tema Orta Doğu ve Müslümanlık olduğu için terimler ve ifadeler orijinalinde gülünç duruyor bence. Müslüman karakterlerin Allah’a şükürler olsun demeleri veya Allah’a emanet ol demeleri kitaba doğallık katmıştı o yüzden çeviriyi daha çok beğendim :slight_smile:

6 Beğeni

Çok merak ettiğim bir seri aslında. Ama Epsilon maalesef seri devamlarını çok sonra çıkarabiliyor. Bunda da böyle olacak gibi görünüyor. 2.kitabın çoktan çıkması gerekirdi. Yazarı takip ediyordum. Kendisi Abbasi dönemi tarihini inceliyormuş. Kitap beni kendine çok çekiyor ama işte yayınevi…Bu tip genç yetişkin eserleri en hızlı basan yayınevleri Yabancı ve Ephesus sanırım.

2 Beğeni