Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Bir ara radarıma almıştım Pirinç Kenti’ni ama sonrasında elimde bekleyen çok kitap olduğundan ve liste fiyatını da çıktığı tarihte yüksek bulduğumdan çıkarmıştım listemden. Tekrar listeme alayım bakayım biraz araştırayım :slight_smile:

1 Beğeni

Tam aradığım kitabı buldum diyebilirim.
Yazar, ailesi Almanya kökenli bir İngiliz gazeteci.

Daha kitabın henüz giriş kısmını okudum. Fakat şimdiden şaşırtıcı şeylerle karşılaştım.

Birçok ingiliz genç için Almanya’nın umut ve fırsatlar ülkesi olduğu(dikkat edin İngiliz diyorum) , Almanların şu anki durumlarını karanlık olarak gördükleri gibi…

Şunları okuyunca bile biz ölek mi dedim içimden ya da insanoğlu iyi veya kötü her şeye adapte olup durumu nötrleme gibi bir kabiliyete sahip de diyebiliriz…

12 Beğeni

Sanırım bende 6-7 ay önce okumuştum bu kitabı. Kitabın 4/3 kısmında benzer düşünceleri bende hissetmiştim ama nedense son bölümde epey sıradanlaşıp, basitleşmişti hikaye ve beni biraz üzmüştü bu yüzden. Devam kitapları da görmek gerek.

Devam kitabını da biraz okudum işler bir hayli farklılaşacak gibiydi, hiç beklediğim gibi ilerlemedi umarım bozmaz. :slight_smile:

Umarım çok geciktirmezler kitap beklemeyi hiç sevmiyorum araya bir sürü kitap giriyor ve neler olduğu tamamen unutuluyor. Yine de ilginizi çekiyorsa öneririm :slight_smile:

1 Beğeni

Okuduğum Tarih: 14-16 Akman 2022
[Okuduğum 282.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 9.betik
[Akman (Şubat) ayının 3.betiği]

1998 yılından Kemalettin Tuğcu’nun Güzel Bir Gün isimli betiğinden Tunca Yönder tarafında uyarlanan İki Arkadaş, adıyla müsemma bir şekilde iki yakın arkadaşın hikâyesini ele alır. Bu televizyon filmi izlemedim. Çocuk romanları dense de her yaşa hitap eden hayatın içinden hikayelerdir. O dönem televizyonlarımızda reyting kaygısı yoktu. Güzel yapıtları izleyen bir nesildik. Betiğe dönersek hayatımın içinde yaşadığım benzer anıları gördüm ve sizlerle bu anılarımı paylaşacağım.

Adnan’ın ailesi gibi benim ailemde bir yere kadar bana düşkündür. Adnan gibi çocuk felci olmasam da engelli olduğum için dolu dolu bir çocukluk yaşamadım. Köyde yaşadığım süre boyunca köyde bir arkadaşım vardı. Sultan adlı kız arkadaş, bir kız olmasına rağmen her gün özverili bir şekilde bize gelirdi. Onunla hep köy evin terasında otururduk. İçi boş mermilerden kolyeler yapmıştık. Bu betiği okurken o günler aklıma geldi. Demek ki arada sırada Sultan’ı özlüyorum. Bizimkiler her yıl bağbozumu vaktinde köye gittiklerinde Sultan, onlarla bana selam gönderiyordum. Bir insanın kalbini seviyorsan o senin gerçek arkadaşındır. Ömrümde yarım kalan tek çocukluk öyküsüdür. Hayat’ın yazdığı yazgı senaryosuna göre bu öykü yarım kaldı. Acaba benim aklıma geldiği gibi Sultan’ın aklına düşüyor muyum?

Betikte Adnan’ın ailesi, onun sağlığı için verdiği mücadeleyi okudukça kabuk tutan yaram yeniden kanamaya başladı. Benim babam, fizik tedavi konusunda Diyarbakır’da ısrar edince beni ameliyat eden doktor beni bıraktı. Güya beni seviyormuş. Ameliyatlıyken beni uzun süre hastanede yatırmadı. Depresif ağır kesici bitince kolumdaki ağrı ve sızıdan dolayı geceleri gündüz ediyordum. Dişimi sıkarak Eyyüb (AS)'ın sabrını düşleyerek o sancılı süreci atlattım. Keşke yaralarım iyileşene kadar hastanede yatsaydım. Babam ve akıl hocası Arap sağ olsun. Onlara ne kadar beddua etsem de azdır (!) Diyarbakır fizik tedavi konusunda bu kadar iyiymiş ki Paralimpik Milli Takımı’mıza buradan sporcular yetiştiriliyor (!). Yengem buradaki fizik tedavi sayesinde iyileşti ve atletizm dalında rekorlara koşuyor (!). Kısacası ben de inat ederek beş yıldır burada fizik tedaviye gitmiyorum. Buyurun hodri meydana. Hayat benim hayatım. Dilediğim fizik tedavi görmek benim en büyük doğal hakkımdır. Babam ve akıl hocası ister kabul etsinler ister kabul etmesinler. İzmir, fizik tedavi konusunda en iyi şehirimiz olduğu su götürmez bir gerçektir. Oradaki azmi anlatacak kelimeler bir araya gelmez. Anlatılmaz ama yaşanır.

Bu betiği çocuklarımızla birlikte ebeveynlere okutulmalıyız ki hayatın yükü küçük bedenlerin sırtlarına yükleme adetleri terk etmelidir ki sağlıklı ve güçlü bir nesil yetiştirilsin. Ebeveynler kendilerini dokunulmaz kibir budalaları olarak görmesinler. Çocuklarınızın kul haklarına girmeyiniz. O kul hakları ahirette sizlerin üzerinize yağan ateş topları olacak. Tanrı’ya hangi yüzle hesap vereceksiniz. Dokunulmaz kibir budalalıklarınız sizi öte tarafta kurtaramayacaktır. Severek okuduğum betiği okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sağlıklı ve güçlü Dünya için çocuklarınızla okuyunuz ve çevrenize okutunuz.

5 Beğeni

Jules-verne

Yirminci Yüzyılda Paris - Jules Verne

1863 yılında yazılmış bu kitapta, 1960’lı yıllarının Paris’inin nasıl olacağının öngörüsü var. Yazarın söyledikleri birçok noktada gerçekten isabetli ve aynı zamanda üzücü. Kitapta insanlar maddiyata fazlaca önem veriyorlar, tek amaçları daha da zengin olmak. Edebiyat, müzik, resim gibi sanatlarsa -bir avuç insan dışında- herkes tarafından açıkça küçümseniyor.

Kitabı okurken başta karakterleri sevemedim, hiç biri önemliymiş gibi durmuyordu. Zaten yazarın asıl vermek istediği mesaj insanların gelecekte ne hale geleceğiyle ilgiliydi. Onu da Jules Verne çok başarılı şekilde işlemiş. Ayrıca sona doğru yaşanan olaylarla ana karakteri sevdiğimi fark ettim, tabii finali de sevdim.

Çeviride kullanılan bazı kelimeler yüzünden eski zamanlarda çevrilmiş bir kitabı okuyormuşum gibi hissettiğim oldu. (İmdi, bazan, almağı, okumağı vb kelimeler) Yine de bunlardan çok rahatsızlık duymadım, zaten bence akıcıydı.
Ayrıca yazar Paris sokaklarını, binalarını bolca ve detaylıca tasvir ediyordu. Sadece bunlar biraz fazlaydı.

Kitabı genel olarak beğendim.

Puanım: 9/10

23 Beğeni

Giulio Cavalli - Dalga

2018’de yazılan bu romanın devamı olan Yeni Ahitler isminde bir kitap daha 2021’de basılmış. Ben bu kitabı okuduktan sonra kesinlikle onu da okurum diyorum. İlk olarak bunu dedirten bir eser olduğunu söyleyeyim.

Kitap üç kısımdan oluşuyor. 1. bölüm, 3. şahıs anlatıcıyla, kıyılarına vuran cesetlerle birlikte, bilinmezliğe sürüklenen DF kasabasının hikayesi. Burada çizilen tablo saçma ama bir o kadar da merak uyandırıcı. Bu kısımda çok uzun cümleler dikkat çekiyor. Yazarın kalemi güçlü, çeviri ustaca. Yine de okuma zorluğunu bu kısımdaki cümleler biraz arttırmış.

İkinci bölümde, birinci bölümden tanıştığımız bazı karakterler üzerinden 1. şahıs, ben anlatıcıyla hikaye adım adım ilerliyor. Bir günlük gibi. Herkesin bölümünde tarih var. Bu kısımda işin krizin fırsata çevrilmesine dönüştüğünü fakat alt metinde bir deliliğin hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. Yanlış bir şeyler var. Bunu hissediyorsunuz. Hikayede hissedenler de çıkmıyor değil.

Son kısım ise olayların finalize edildiği ve çarpıcı bir sona bizi götüren bölüm. Ben burayı da çok beğendim. Hatta burada 2018 yılında yazılmış bir kitaba göre ilgi çekici şeyler okuyabilirsiniz. Yani yaşadığımız pandemiden bir yıl önce. Bu kadar söyleyeyim.

Kitabın ilk bölümü bence 7 puan, iki ve üçüncü bölümü ise 9 puanı hak ediyor. Ortalama olsun diye 8 diyelim 10 üzerinden. Distopya severler için güzel bir kitap daha.

Kesinlikle tavsiye ederim.

20 Beğeni

image
Oscar Wilde - Salomé

Salomé, Oscar Wilde’ın İncil’de geçen bir olaya dayanarak yazdığı bir oyundur.

Kral Herod abisinin karısıyla evlendiği için Vaftizci Yahya tarafından zinacı bir günahkar ilan edilmiştir. Herod bunun üzerine sinirlenerek Yahya’yı hapse atar ama kendisinin kutsal bir kişi olduğuna inandığı için ölüme mahkum etmez. Oyunda ise hapse atıldıktan sonra gelişen olaylar anlatılmaktadır.

Bir başyapıt olmasa da güzel bir oyundu. Wilde yazarken bazı değişiklikler yapmış, bu yüzden dini hassasiyetleri olan kişiler ona göre bu kitabı okusun.

image
Ferhan Şensoy - Hacı Komünist

Hacı Komünist, Ferhan Şensoy’un Şans Kapıyı Kırınca filminin çekimleri için gittiği Küba’da başından geçen olayların anlatıldığı bir anı kitabıdır.

Şans Kapıyı Kırınca’yı çok sevdiğim için filmin çekimi sırasında yaşanan olayları öğrenmek güzel ve keyifliydi. Ayrıca Küba tarihine ve külltürüne dair de çok fazla şey öğrendim.

10 Beğeni

Uzuuun zamandır inceleme yazmıyordum üniversitesi sınavından dolayı hatta kitapta okumuyordum sonradan kitap evrenini özlediğimi fark ettim ve bende Brandon Sanderson’ dan başlayayım dedim.

Yazarın okuduğum ilk kitabı. Kitaba başlamadan önce ne yalan söyleyeyim pek ilgimi çektiği söylenemez. Sadece yazarı merak ediyordum bende bir eserini okuya vereyim dedim ve tercihim Elantris oldu tek kitaptan oluştuğu için. Her neyse kitapta Elantris adında bir şehir var bu şehirde yaşayan insanların fiziksel özelliği v.s diğer insanlara göre farklı. Ve büyü yapabiliyorlar. Bu insanlar normal halk tarafından neredeyse Tanrılaştırılmış. Bunlar zenginlik içerisinde yaşarken birden Reod yani dönüşüm düzgün çalışmamaya başlıyor ve dönüşenler hastalıklı oluyor ve o bir zamanlar Tanrıların şehri olan şehre tıkılıyorlar. Sonra da iki karakterimiz olan Serena ile Reoden çerçevesinde olaylar gelişiyor.

Yazarın kaleminin oldukça sürükleyici olduğunu söyleyebilirim. Sanki okuyucunun artık sıkıldığını seziyor ve hemen bir şeyler yapıp durumu telafi ediyor gibime geldi. Kitapta aristokratik sınıfın egemenliği, din mücadelesi falan da gayat güzel yansıtılmış. Biraz derinden düşününce yazarın bir nebze felsefe yaptığı anlışabiliyor. Kitabı oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Bu konuya 5 - 6 tane bile kitap yazılabilirmişti ama yazar tek kitapta da olayı güzelce yansıtmış. Reoden Locke Lamora’ nın yanında yer aldı favori karakter açısından. Puanım 10/10.

16 Beğeni

Okuduğum Tarih: 16-21 Akman 2022
[Okuduğum 283.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 10.betik
[Akman (Şubat) ayının 4.betiği]

Eser, bir semboller şaheseridir. Bu nedenle evet, bir görünen tarafı ve anlatımı vardır ama bir de semboller üzerine kurulmuş bir iç anlatımı vardır. Bu yazım şekli Aytmatov’un dehasını ve ustalığını gösterir. Nitekim diktatörlüklerde, baskıcı sistemlerde insanlar fikirlerini açıkça dile getiremedikleri için hep semboller kullanırlar. Bu bazen bir türkü olur bazen bir destan bazense bir tek kelime. Buna göre bir kere romanın adı bile bir mesaj taşır. Nedir? Beyaz Gemi. Beyaz, özgürlüğün rengidir. Beyaz Gemi’nin yazıldığı devlet ise her şeyin kızıl olduğu, bir totaliter sistemdedir. Ayrıca gemi ve göl kavramları ‘gidebilmeyi, sonsuzluğu’ çağrıştırır.

Çocuğun adı yoktur. Çocuk, çocuktur. Bu anlamda hepimiz birer çocuk olabiliriz. Baskıcı rejimlerin ezip geçtiği, bir sayıdan ibaret gördüğü insanlardır çocuk. Nitekim Aytmatov yıllar sonra bir konferansında kendisini büyük bir ilgiyle dinleyen bir gencin söz alarak, ‘Beyaz Gemi’deki çocuk benim’ dediğini anlatır ve ekler, ‘Evet oydu ve hatta sadece o değildi…’

Romanın kötü kişisi Oruzkul’dur. Bu isim Kırgız Türkleri’nde kullanılmaz. Manası Rus’un kuludur. Yani Rus’a kul olan… Aytmatov, totaliter bir rejimde açıkça yazamayacağı bir şeyi böyle ifade etmiştir. Ruslara kul olan tipler Orozkul gibilerdir. Sarhoş, rüşvetçi, kötü kalpli, milli ve manevi değerleri olmayan, kaypak kişiler. Hatta şu mesajı da verir. Orozkul’un çocuğu olmaz, yani soyu kesiktir. Yani, komünist sistemin de evladı olmayacak, tükenecek.

Mümin Dede ise Kırgız Türkleri’ni temsil eder. İsimler tesadüf değildir. Mümin, inanan, inançlı demektir. Mümin Dede de, inançlı ve iyi bir insandır. Lakin güçsüzdür, değer görmez ve pasif iyidir. Bu nedenle Orozkul’un tahakkümünden kurtulamaz. Ancak torunuyla arasında bir kültür aktarımı vardır.

Beyaz Gemi’deki baba motifi de beklenen bir kahramanı işaret ediyor. Umudun ona bağlandığı ama aslında var olup olmadığını bilinmediği bir kahraman. Belki de Kızıl gökyüzünün altında yaşadığı için zamanla unuttuğu yada cesaret edemeyip ortaya çıkarmadığı ruhundaki savaşçılıktır. Orta Asya Türkleri, güçlenen Rus Çarlığı karşısında çağa ayak uydurup güçlü birlik oluştursaydı belki Orta Asya, Rus Çarlığı işgali altına giremezdi.

Gelelim dizi uyarlaması köşemize… Roman, günümüz Türkiye’sine uyarlansaydı bir ağa dizisi olurdu. Aras adında bir ağanın kayınpederini ve onun torunu hor görmesi ile başlar. Çukurova’nın sıcaklığında kavrula kavrula yazılan destanda Aras rolünde Devrim Saltoğlu, Mümin rolünde Halil Ergün ve Umut rolünde Ali Semi Sefil’i görürdük. Durgun kurgusundan dolayı belki pek ısınamasam da kendini yine okutan bir eser olduğu su götürmez bir gerçektir. Mehmet Y adlı okur yazarın incelemesini alıntıladım çünkü onun düşüncelerinin üzerine başka cümleler yazılmaz. Sadece ufak bir kaç eklemeler yaptım. Ona sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum.

11 Beğeni

Tam seri var kitaplığımda, yıllardır elden çıkarmaya da kıyamıyorum. Bir kütüphaneye versem kıymeti bilinmez diye düşündüm. Ciltleri çok sağlam değil, muhtemelen kısa sürede birçoğu dağılırdı. Tarih serisi de çok iyidir. Bir çok kitabın başkaca baskısı da yoktur. İyi okumalar.

Tamamı değil ama büyük oranda bende de var. Yolda, yolculukta okumak için idealler, küçük ve hafif.

Yürekteki Hayvan - Herta Müller (Çeviren: Çağlar Tanyeri)


Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları’nda terk edilmişlik (loneliness) ve yalnızlık (solitude) arasındaki farktan bahseder. Arendt, seçilmiş bir “kendisiyle baş başa olma” hali olarak yalnızlığın karşısında, totaliter rejimlerin tahakküm araçlarından biri haline gelmiş terk edilmişliği yerleştirir ve terk edilmişliği “özel yaşamın yok edildiği, kendini düşmanlıklarına maruz kaldığı ötekiler tarafından kuşatılmış halde bulma ve dünyaya ait olmama” şeklinde tanımlar. Müller de 1994 tarihli Yürekteki Hayvan’ının merkezine tam da bu dezoryante “terk edilmişlik” hissini yerleştirir. Müller, otokurmacanın postmodern köklerinin temellerini attığı romanında Çavuşesku Romanya’sında kendisi ve arkadaşlarından aldığı parçalarla bize klostrofobik bir bildungsroman rollercoaster’ı yaratır.

Müller’in Doğu Bloğu’na dair batılı gözlere “yerel” gelen Yürekteki Hayvan’ı, ezilmiş halkların tarihsel gerçekliğinin kırık aynalarda yansıması ya da politik bir palimpsest olarak karşımızda yükselir. Müller’in “diktatörlük hakkında “odun kadar” gerçekçi bir roman yazılamaz” diskurunu onun bugün Nobel Müzesi’nde sergilenen “tırnak makası” ile birleştirmek de Yürekteki Hayvan’ın bu "yükseliş"teki tarzını anlamak için elzemdir. Müller, insanın içine işleyen anlatısını gerçek hayatta gazetelerden kesip hazırladığı "gerçeklik kolajları"na benzer şekilde tasarlar. Romana adını da veren “yürek hayvanı” başta olmak üzere çok sayıda neolojinin tekrarlı kullanımı, “saç telleri” ve “erik” başta olmak üzere anaforlaşan alegoriler ile Müller bize bir nevi kesintili ve bağlaçsız bilinç akışı olarak tanımlayabileceğimiz parataksik bir anlatı tarzı ile klostrofobik bir baş dönmesi bahşeder. Bu “hastalıklı bir keyif veren” baş dönmesinin en büyük kaynağı da, Müller’in romanın geneline yayılmış ben anlatıcılı şimdiki zaman anlatısını üçüncü tekil flashback’lerle bölmesi olarak gösterilebiliriz.

Yürekteki Hayvan’ı bir başyapıta dönüştüren, Müller’in bu “düzyazıda şiiri baştacı eden” kolaj anlatısını dünyanın en korkunç ve daima olmaya devam edecek bir hikâyesini anlatmak için kullanmasıdır elbette. Müller muktedirler tarafından işgal edilmiş özel hayatlarında önce birbirlerine, sonra kendilerine güvenlerini kaybeden insanların hikâyesini hak ettiği şekliyle anlatır bize. Yürekteki Hayvan, insanın temel güven duygusunun kökünü kurutmanın korkunç mümkünlüğünün zamansız bir kanıtıdır.

Müller gerçeğin şairinden başkası değildir aslında. Eksik eksik ama hep fazla.

7 Beğeni

All You Need Is Kill Mangasını okudum. Okuduğum ilk mangaydı, o yüzden ilk başlarda yanlış panelleri okudum ama çabuk alışılıyormuş :slight_smile:

Bu mangadan uyarlanan Edge Of Tomorrow filmini izlemiş olduğum için hikayenin genel hatlarını biliyordum. Genel itibarı ile aksiyon dozu oldukça yüksek, temposu hiç düşmeyen bir bilimkurgu mangası. Çok çocuksu romantizm öğeleri de var ama japonlar böyle :slight_smile: Çizimlerdeki vahşet dozu yüksek olduğundan küçük çocuklar için uygun olmayabilir. Çizimlerini de çok çok beğendim. Özellikle Armor tasarımlarına hayran kaldım.

Öte yandan bu mangalar neden ucuz? 200 sayfa iyi kalite bir baskı olmasına rağmen (ki kapağı piyasaki çoğu kitap kapaklarımdan daha iyi, kabartmalı falan yapmışlar) 15-20 TL’ye satılıyor. Aynı baskının içinde manga değilde yazı olsa en az 2-3 katı fiyat etiketi olurdu :thinking:

12 Beğeni

Sizin elinizde bulunan eski bir baskı şimdi o fiyata aynı kaliteyi bulamıyorsunuz :smiley: Baskı kalitesi baya düştü ve fiyatlar aşırı arttı.

1 Beğeni

A SCANNER DARKLY (KARANLIĞI TARAMAK)

KONUSU

Madde Ö, diğer bir adıyla Ölüm, Los Angeles sokaklarına yayılmış en zehirli uyuşturucudur. Beynin iki yarım küresi arasındaki bağlantıları yok eder, önce oryantasyon bozukluğuna, ardından da tam ve geri dönüşü olmayan beyin hasarına neden olur.

Kendine Bob Arctor diyen gizli narkotik ajanı, Ölüm’ün nihai kaynağını keşfetmekle görevlidir. Ancak herhangi bir ipucu bulmak istiyorsa bağımlılarla birlikte yaşamaya başlamalıdır. Arctor’un rolü kaçınılmaz olarak gerçekliğe dönüşecektir…

DÜŞÜNCELERİM

Uzun yıllar uyuşturucu kullanmış Philip K. Dick(PKD) bu kitabı yaşadıklarından esinlenerek kaleme almış, ve sonsözünde de “oynadıkları bu oyun için cezalandırılan” arkadaşlarına ithaf etmiş. Eşi Tessa Dick, kitabı yazdığı dönemde Philip’i birçok sabah masasında ağlarken bulduğunu söyler. Ben kısmi bir otobiyografi olduğunu öğrenmeden önce bile üzücü ve sarsıcı bulmuştum, sonsözü okuyunca daha da etkilendim.

Tabiki kitap sadece uyuşturucunun etkileriyle ilgili değil. Ana kahramanın adım adım aklını kaybedişine tanık olmak korkutucu, ama bir o kadar korkutucu olan da uyuşturucuyla savaşanların yaptıkları. Kimlik bozukluğu, varoluş sorunları ve bol bol paranoya ise PKD okurlarının alıştığı temalar.

Ben kitabı orijinal dilinde okudum, Türkçe çevirisi nasıldır bilmem ama başlığı kesinlikle yetersiz bir çeviri. Asıl başlığı “A Scanner Darkly” İncil’deki “a glass darkly” sözüne bir gönderme: “Şimdi her şeyi AYNADAKİ SİLİK GÖRÜNTÜ gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman bilindiğim gibi tam bileceğim.”

Film uyarlaması da gördüğüm kadarıyla kitaba büyük oranda sadık. Keanu Reeves, Robert Downey Jr. ve Woody Harrelson gibi aktörlere rağmen, rotoskop film olduğu için fazla ses getirmemiş.

Son olarak bu kitabı bilim kurgu okuyacağım diye okumayın. PKD sıradan bir romanı satamayacağını düşünerek kitabı bilim kurguya çevirmek için Judy-Lynn del Rey’den yardım istemiş. Sarsıcı hikayesi, şahane diyalogları ve PKD’in kalemi için okuyun.

22 Beğeni

Okuduğum Tarih: 21-25 Akman 2022
[Okuduğum 284.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 11.betik
[Akman (Şubat) ayının 5.betiği]

Ülkemizde bilimkurgu konusunda iki yazar, özenti ve uydurukluk geleneğine bağlı kalmadan küresel çaplı bilimkurgu yazarken ülkenin bilim ve teknik gelişmeler karşısında ülkenin tepkilerini ve iç dinamizmini başarılı bir şekilde kurgular. Bunlardan biri Murat Kaya Beşiroğlu diğeri de Tevfik Uyar’dır. Bence ikisinden bir tık en başarılısı Tevfik Uyar olduğu su götürmez bir gerçektir. İkisi de ayakları sağlam bir şekilde yere basan bilimkurgu eserler yazıyor. Bu iki yazarın eserlerini gördükçe çok mutlu oluyorum çünkü bilimkurgu edebiyatı konusunda umut ışıklarımızdır. Tevfik Uyar, bu betiğiyle iki yıllık suskunluğunu bozdu. Onu okumayı çok özledik aslında…

Uyar, ülkemizdeki sağlık konusundaki gelişmelere ket vuracak bir ticari şirketin dondurma teknolojisiyle insanları sömürmesini çok güzel anlatmış. Bilim ve teknolojik gelişmeler, insanlığın yararına olurken bazı kesimlerce bu gelişmelerden faydalanarak insanların nasıl sömüreceklerini bulmaya çalışıyorlar. Hatta bunu devlet ve yüksek rütbeli kesimlerce meşrulaştırıyorlar bu sömürmeyi. Psikolojik gerilimli küresel çaplı bilimkurgu öyküler ve romanlar bizi gafleten uyandıracaklarına gönülden inanıyorum çünkü bu tür eserleri bizi daha da bilinçlendirecektir.

İlahi bir olay olan Kurban kesme ibadeti yani Museviler’de Hz.İbrahim (AS)'in Hz.İshak (AS)'ı ve bizlerde ise Hz.İbrahim (AS)'in Hz.İsmail (AS)'i kurban etme girişimi hangi politeizm inancında olduğunu neden dile getirmemiş. Tufan hadisesi, ilahi kaynaklardan önce Sümer Mitolojisi’nde geçtiğini herkesçe bilinir. Keşke Besim, kurban kesme olayını ilahi kaynaklı olarak anlatılsaydı ama yazar böylesini takdir etmiş. Belki de yaşadığımız bu din sömürmeleri yüzünde adam zaman içinde ateizme doğru kaymış olabilir. İnşallah böyle bir şey olmamış çünkü kimsenin Hak yolundan ayrılmasını istemem.

Rahatsız olduğum bir diğer konuda; Kızıl Sürgün’de Kazak Türkçesi’nin Rusça tarafında tarumar edildiğine hak verdim ama burada Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra hangi Türk Cumhuriyetleri mensuplu soydaşlarımızın fuhuşla geçinmesine kanaat getiriyor. Orta Asya ve Azerbaycan, Sovyetler Birliği sömürülmüş olsa da onların adeti olan fuhuşu, bu coğrafyalara empoze edilmemiş çünkü Türk ulusu olarak her zaman her yerde muhafazakarız. Bakü’de sokakta öpüşen çiftleri görmediğin gibi Bişkek’te kendini becerten Kırgız Türkü kızları görmezsiniz. Böyle şeyleri kurgulanmayınız çünkü Türk cumhuriyetlerimizin günahına girmiş olacaksınız. Ayıptır bu davranış. Madem ki fuhuşu kurgulayacaksın o zaman Doğu Slavları’ndan Rus yada Ukran kızlarından bir karakter kurgularsınız çünkü fuhuş onlarda artık milli meslektir. Adı gibi şeyin kurgulamak kolaydır.

Ümidim yeni eserlerde Sovyetler Birliği’nden ayrılan Türk Cumhuriyetleri üzerinde fuhuş başta olmak üzere diğer türlü çirkeblerle anılmasını görmeyiz. Türk Cumhuriyetleri’nin resmi dilleri olan Türk Lehçeleri’nin Rusça etkisiyle tarumar edildiğini kurgulanmasında bir sıkıntı yok çünkü bu tarumar hala 31 yıldır devam ediyor. Fuarda ona denk gelirsem Türk Cumhuriyetleri’ne karşı olan önyargısını soracağım çünkü bu konu bana çok meraklı geldi. Elbette onu dinlemek isterim çünkü yargısız infaz etmek istemem. Severek okuduğum eseri her şeye rağmen şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum çünkü kazanan küresel çaplı bilimkurgu olsun. Okuru bol olsun.

4 Beğeni

Köpek - Pilar Quintana (Çeviren: Havva Mutlu)

Latin Amerika’da yeni bir Boom kuşağı yükseliyor, ama bu sefer kadın yazarların öncülüğünde. Yükselen bu tuhaflıklarla dolu, yüksek gerilimli, “kara büyülü gerçekçi” yeni edebiyat, odağına gündelik şiddeti yerleştiriyor. Sahnede bu sefer o eski hayaletler yerine gizli ve rahatsızlık veren “gündüz canavarları” boy gösteriyor. Latin Amerika’nın çağdaş edebiyatı yeni bir geleneği bugünkü iklimde yaratırken, bu yeni Boom’a istemsiz bir evrensellik esansı da ekleyerek dünyanın dört bir yanındaki okurları bir araya getiriyor.

Pilar Quintana da, geçtiğimiz yıl Türkiyeli okurlar olarak tanışıp çok sevdiğimiz Samanta Schweblin gibi, bu yeni edebiyatın en önemli temsilcilerinden. Kolombiyali Quintana’nın dilimizdeki ilk eseri olan Köpek (La perra) de bize tam da bu bahsettiğimiz “yaratılmakta olan geleneğin” en çarpıcı örneklerini kendine özgü özel bir soğukkanlılıkla sunmayı başaran bir novella. Quintana bize Köpek’te görünürde en başat arzu nesnesi olarak anne olma isteğini hayatının merkezine yerleştirmiş Damaris’in hikâyesini anlatıyor. Damaris’in yeni doğmuş bir köpeği “sahiplenmesi” ile gelişen olayları, zincir epizotlarla ve sinopsisler kullanarak anlatan Quintana bu “görünürde annelik” anlatısının derinlerinden gelen boğuk davul seslerini; toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf; açığa çıkarırken alabildiğine mesafeli ama “okuru koltuğa mıhlayan” bir üslup kullanıyor.

Köpek’in alametifarikası ise bir karakter olarak doğayı kullanış şeklinde yatıyor. Denizin ve ormanın dört başı mamur birer karakter olarak tüm sayfalarda olay yönlendiriciliği ve neredeyse deus ex machina olarak yerleştirilen hava olayları ile Quintana’nın bu yeni Latin Boom’undaki tekinsiz atmosfer yaratımına, Pasifik kıyılarından boğucu ve eşine az rastlanır bir damar ile katkıda bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Son tahlilde Quintana, bize bu "görünür"dekilerin yara kabuğunu kaldırdığı hikâyesini gizli özne köpeğiyle yarattığı bir alt-anlatı katmanıyla sunarak, pandemi sonrası içten içe çürüdüğü iyice ayyuka çıkan antroposentrik anlatıya tokat gibi bir cevap veriyor

6 Beğeni

Yakup’un Hikayeleri (Yusuf ve Kardeşleri #1)/ Thomas Mann

Objektif bir yorum yapmam gerekirse Thomas Mann’in kurgusunu beğendim. Eski ve yeni ahit birleştirilerek ortaya tarihi bir eser çıkarmış. Ek olarak Mezopotamya ve Mısır mitleriyle harmanlanmış.

Bu kitapta Yakup’un evliliklerini, sabrını, aşkını, tutkusunu, sınanmasını, sıkıntılarını vs. görüyoruz.
İsrail yani ‘Tanrıyla Güreşen Yakup’ hayatla da bir nevi güreşiyor. Kitabın zor okunduğunu da eklemek istiyorum. Dinler Tarihi alt yapısı olmayan birini fazlasıyla yoran bir okuma olur. Yer yer ben de zorlandım ama alt yapım bunu tolere etti. Okuyacak kişilere tavsiyem, başlamadan önce kendilerini bu tarihi serüvene hazirlamaları gerektiğidir.

Medea/ Seneca

Halası Kirke gibi büyücü olan Medea, Eros’un oku yüzünden aşk uğruna çetin bir savaş vermektedir.
İason’a Eros okuyla aşık olan Medea, altın post ve çeşitli badirelerde aşkının imdadına yetişir. Öz abisini ardında paramparça bırakıp denize atar. İason ile gittikleri her yerde elini kana bulamaktan kaçınmaz. Gel zaman git zaman 10 yıllık evliliklerinden sonra Medea’ya ihanet eder. Ben zaten seninle istemeyerek evlendim diye bir güzel de su üstüne çıkmaya çalışır. Öç Tanrıçalarını başına toplayan Medea kana susamıştır. İlk önce gelini ve babasını zehirli hediyeleri ile ateşe verir. Gözü o derece nefretle bürünmüştür ki, İason’ın canını yakmak için de kendi öz iki oğlunu bu intikam uğruna kana boyar. Ve İason’a ömrü boyunca avare gezesin bedduasını ederek yılanların çektiği arabasıyla oradan ayrılır.

Seneca’nın anlatımını ne kadar güzel bulursam bulayım Euripides’in anlatımını daha çok beğendim. Seneca Medler’i anıyordu bir yerde ama o zamanın milletleri arasında Medler yoktu. Daha sonra oluşacaktı. Hatta Medler’in ismi de Medea’dan geliyordu. Belki de kasıtlı bir hatırlatmaydı. Ek olarak kasıtlı olarak hikayeyi tamamen anlattığımı belirtmek isterim. Medea’nın hikayesi biliniyor ve bilinmeli. Spoi olduğunu düşünmüyorum.

8 Beğeni