Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Tabii tabii, genelde beğenildi ama diverse yorumlar okumak bana keyif veriyor. Okuduğum her yorum değerli ve onlardan bir şeyler alabildiğime inanıyorum, farklı açıdan bakmayı deniyorum falan. Şimdi The Book of the New Sun’a başladım. Bakalım, beğenmezsem o zaman tantanayı görün. İki elim yakanda olur Hamdemit Amca. :smiling_imp:

1 Beğeni

Biz de bekliyoruz ki Memories of Ice’a başlansın… Hey gidi… :unamused:

1 Beğeni

Citadel’e bir uğrayın hocam. Botanik bahçeleriyle, evcil ayılarıyla adeta cennet. Bir çorbamızı içmeden ayrılmayın ama.
@isos81

5 Beğeni

:face_with_open_eyes_and_hand_over_mouth: Önce Deadhouse Gates’i sindirmem lazım, High Fist. 370k kelime dile kolay… Birazcık farklı dünyalara uğrayıp sonra campaigni başlatacağım. :exploding_head:

1 Beğeni

Lamia ve bir kişi daha Shrike’la karşılaşmadı, ya da ben yanlış hatırlıyor olabilirim. Bir nevi onların misyonunu üstlenmiş kişiler desek, daha doğru olur gibi… Ama hatırladığım kadarıyla Johnny de Shrike’la karşılaşmadı.

Brawne ve Johnny’nin hacıları seçen kurumla(Church of Final Atonement) konuştukları bir sahne var. O sayede seçiliyorlar. Church neden bu isteklerini kabul ediyor diye sorarsan onun cevabı devam kitaplarında.

1 Beğeni

Şu anda adını hatırlamadığım bir dizide de tabloda hareket eden bir figür vardı. Demek ki bu öyküden esinlenmişler.

1 Beğeni

Mezzotint öyküsü , Çınar yayınlarının Kara Çınar serisinde yayınlanan Klasik Korku Öyküleri kitabında mevcuttu. Belki telif nedeniyle İthaki’nin seçkisinde yayınlayamamış olabilirler.

5 Beğeni

Klasik Korku Öyküleri’ni okumuştum. Bu konuyu bir diziden hatırlıyorum zannediyordum ama öykünün kendisini okumuşum. :joy:

2 Beğeni

Katilin Şahidi - Algan Sezgintüredi

Vedat ve Tefo serisinin dördüncü kitabı olan Katilin Şahidi’ni bu kez Gürsu Gür seslendirmiş. Genel olarak beğendiğim birisi olmasına rağmen, seri kitaplarda seslendiren değişikliği problemini burada da yaşadım maalesef. Konuşan Vedat ama sanki başkası konuşuyor gibi hissettim. Bu konuya bir tek ben mi takılıyorum bilmiyorum ama Storytel’in buna bir çözüm bulması gerekiyor diye düşünüyorum.

Sezgintüredi bu kez polisiye yönü daha ağır basan bir kitap yazmış. Vedat, 6 yıllık sekreteri Nilgün’ü yılbaşı kutlaması için almaya gitmiştir. Tabii bu sırada Tefo ve Ayla’nın da gizli bir planı vardır: Vedat ile Nilgün’ün arasını yapmak. Vedat bir yandan Nilgün’ü neden istemediğini ısrarla vurgularken, aslında istiyor olabileceği fikri üzerinde de düşünmeye başlar. Bu sırada Vedat, Nilgün’ün apartmanından çıkarken 4 el silah sesi duyar ve birden “komiser” kesilerek olaya el atar. “Kapalı oda cinayeti” türündeki cinayeti çözmek için “istihbarat Albay” Tefo ve “gerçekten” komiser Cenk de Vedat’a katılır ve dört kişilik ekip delilleri araştırmaya başlar.

Bu kitabı öncekinden biraz daha fazla sevdim. Hem Vedat’ın iç hesaplaşmalarına, hem duygusal durumlarına şahit olmak güzeldi. Ayrıca yer yer uzatılmış olduğunu düşünsem de iç sesiyle sohbetlerini de seviyorum, bu kitapta da iç ses yeterince yer alıyordu. Polisiye kısmı ise ilk kitapla birlikte en yoğun olan kitap olmuş. O yüzden her açıdan tatmin edici bir kitap olmuş.

Sıkı bir Sezgintüredi fanı oldum, son kitabı da dinlemeye başladım. Umarım hızlı hızlı yazarak yeni kitaplarını çıkartır. Herkese hitap eder mi bilmiyorum ama en azından ilk kitabına mutlaka bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

9 Beğeni

Tiamat

İhsan Oktay Anar’ın uzun zaman sonra gelen romanı. Sevilen yazarların yeni kitapları her zaman riskli oluyor beklentilerin içinde kaybolabiliyor insan. Her kitabı kendi içinde değerlendirmek gerek.

Öncelikle Tiamat yazarın alışkın olduğumuz kitaplarından değil. Korku hissi, klastrofobik atmosfer, bol aksiyon ve hızlı tanıtılmış karakterler (ayrıca kitapta Uzun İhsan Efendi yer almıyor) var.

Yazarların farklı tarzlar denemesini seviyorum. Hem yeteneklerine güvenip sınırlarını zorlamalarını takdir ediyorum hem de sürekli aynı kitabı okuyormuşum hissi beni rahatsız ediyor. Bu açıdan Tiamat benim gönlümü hemen çaldı. Hikayemiz denizaltına ganimet olarak bir sandık getirilmesi ile başlıyor

Sevemediğim kısımlardan burada bahsedeyim. Karakterler hızlı tanıtılmış demiştim. Aynı hızda öldükleri için problem teşkil etmese de akılda kalıcı kimse yok. Şans eseri hayatta kalan iki karaktere anlam veremedim. Tüm mürettabat ölse ya da bir kişi zekice kurtulsa daha güzel olabilirdi. Finali beni bu konuda mutlu etmedi.

Canavar biraz zayıf kalmıştı sanki. Zihnimde canlanan şey korkutucudan ziyade tiksindiriciydi. O dehşet hissini alamadım. İOA çok daha başarılı sandıktan çıkan kötülük metaforu yazabilirdi. Hayal kırıklığına uğradığım tek yer diyebilirim.

Bu noktalar haricinde gayet keyifle okudum. Elektrikle çalışan zombilere bayıldım.

Çok etkileyici, unutulmayacak bir kitap değil. Diğer kitaplarındaki gibi bizi diyardan diyara alıp götüren cümleler de yok. Mizahı her zamankinden daha az. Bunları arıyorsanız boşuna zaman kaybetmeyin Tiamat ile. Beğenmediğim düşünülmesin. Bilakis eksik bulduğum bir-iki nokta olsa da sevdiğim kitaplarından biri oldu. İhsan Oktay Anar kaleminden korku-gerilim okumak bence denemeye değer.

Son olarak karton kapağın güzelliğinden bahsetmek istiyorum. İyi ki ciltli almamışım dedirtecek kadar başarılı. Osmanlı tuğrasını denizaltı şeklinde çizmek harika bir fikir.

13 Beğeni

Mister Pickwick’in Serüvenleri- Charles Dickens

Dickens’in 24 yaşında kaleme almaya başladığı Mister Pickwick’in Serüvenleri 1836-37 yılları arasında tefrikalar halinde yayımlanarak büyük bir üne kavuştu. Ayrıca kendisinin de ilk romanıydı.

1836 yılında resimli tefrika eserler için Londralı saygın yayıncılar Chapman ve Hall ile çalışmaya başladı ama yola çıkılan çizerin ölümü üzerine Dickens hikayelerde resimlerden çok metne yoğunlaşılması önerisinde bulundu. Ortaya çıkan seri yayının birincisi (Mister Pickwick’in Serüvenleri) 1836 Mart’ında yayımlandığında 500 adet sattı, son tefrikaysa ertesi yıl 40.000 adet sattı. (Yazarlar-Yaşamlar ve Eserleri, Alfa Yayınları)

‘‘Mr. Pickwick’in Serüvenleri’ni okumuş olmak, hayatımdaki en büyük trajedilerden biridir: Çünkü onu bir daha asla ilk kez okuyamayacağım.’’ diye bir cümle geçer Huzursuzluğun Kitabı’nda.

912 sayfalık bu kitabı hiç okumamış olmayı dilerdim ben de. Hem bir klasik, hem de bir serüvenler yolculuğu ve fazlasıyla beğenimi kazandı. İlk kez okumanın keyfini tattığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Ve bir kez daha elime alırsam ilk okuduğum gibi okuyamayacağım bir klasik… Pessoa’nın demek istediği de bu. bence.

‘‘Gerçek hayatta Mr. Pickwick’le tanışamadıklarına ya da Mr. Wardle’la el sıkışamadıklarına samimiyetle üzülen insanlar vardır. Ben de bunlardan biriyim. Roman bittikten sonra, o devirde, o insanlarla, benim için sapına kadar gerçek olan o insanlarla yaşamadığım için hüngür hüngür ağlamışımdır sahiden de.’’ Ve Huzursuzluğun Kitabı’ndan bir alıntı daha…

Dickens’in yarattığı bu karakterleri insan gerçek sanıyor okurken. Pessoa onlarla ve kurguyla öyle bir bütünleşmiş ki kendisi zaten düşlerinde yaşayan biridir. Bittiğine ve hiç tanışamayacağı insanları var olmuş gibi düşünerek üzüldüğüne göre bu kitapla dostane bir bağ kurmuş. Bitmesini ben de istememiştim, lakin sayfaların sonu geliyor; bazen hiç geçip gitmesini istemediğiniz ‘‘zaman’’ gibi.

Bohem bir hayat tarzına sahip Mr. Samuel Pickwick ve kendisi gibi yaşayan üç arkadaşıyla beraber insan doğasını incelemek için bir kulüp kurmuşlardır. Pickwick bu değişik kulübün başkanı ve kurucusudur. Ve bu kulübün adı da tabii ki Pickwick’tir. Parası, pulu bol ve üst bir gelire sahip olan bu arkadaşımız ve arkadaşları, aslında yaşadıkları toplumdan uzak ve kopukturlar. Ama çıktıkları yolculuk; bu yolculuk sırasında uğradıkları yerler ile tanıştıkları insanlar ve edindikleri çevre sayesinde bu kopukluktan uzaklaşıp toplumun tüm tabakalarını tanımaya başlarlar. Ve bu tanıma maceralarında başlarına gelenler adeta bir sit-com komedisi gibi tuhaf, baş döndüren ve şaşırtan olaylar silsilesine dönüşecektir.

İnsan doğasını tanımak için ne yaparlar peki? Tanıştıkları çoğu insanın tecrübelerinden, duyduklarından ya da geçmişlerinden hikayeler dinleyerek tabii. Bu hikayeleri dikkatli bir şekilde dinleyip özenle not tutmayı da ihmal etmez bizim kulüp. Bu öyküler ise genelde gizemli, hüzünlü ve yoksulluklarla dolu yaşanmışlıkları konu edinir ve size kitap içinde kitap okuma gibi bir fırsat sunar. Mister Pickwick’in Serüvenleri’ni ilginç kılan da bu aslında; kitabın tek bir kurgudan meydana gelmeyip birçok karakterden, mekandan ve olaylardan beslenmiş olması. Her bölümde farklı olduğu halde özgün bir olaylar gelişmesi ile karşı karşıya gelmiş oluyorsunuz böylece. Tutunduğunuz zaman, hem de sıkı bir tutunmaya, elinizden bırakamayacağınız bir klasik bu.

Toplumları inceden eleştiren, birbirinden farklı ve özgün bakış açılarından beslenen bol temalı bir kurgu. Tamamen bir ‘‘serüven’’ kitabı diye adlandırmamız doğru olmaz bu nedenle. Klasikleri diğer kitaplardan ayıran özellik de bu değil midir? Toplumların görüşlerini, sistemleri eleştirdiği için günümüzde okuduğumuz zaman etrafımıza bakıp bu yargıların doğruluğunu anlarız. Bu yüzden her yönden anlaşılır, güçlü özellikler taşıyan bir kitap olmuş Mister Pickwick’in Serüvenleri.

Kulübün dört üyesini tanıyalım biraz da:

Arkadaş canlısı, emekli bir iş adamı ve filozofvari görüşleriyle Mr. Samuel Pickwick.

Kadınlar konusunda zayıf ve pek şansı olmadığı halde kendisini çapkın bir kadın avcısı olarak gören Tracy Tupman.

Şiir yazamasına rağmen şair olan ya da olduğunu düşünen Augustus Snodgrass.

Sakar ve bulaştığı işlerde beceriksiz olduğunu kanıtlayan Nathaniel Winkle.

Ve sonradan aramıza katılan bir uşak olan Sam Weller. Mr. Weller ise Mr. Pickwick’in çok sevdiği bir uşak olup davranışları ve mizahıyla sizi kendisine bağlayacak sıkı biri.

Daha birçok karakter var ama şu anlık bu kişileri bilmeniz yeterli. Zaten yaşanılan olaylar da bu karakterler etrafında gerçekleşiyor. Yazarın kitaba serpiştirdiği hikayeler, mekan ve kişi tasvirleri, mizahı yerinde kullanan ve komediyle dramı aynı çatı altında buluşturmayı seven kalemiyle beraber hiç doyamayacağınız bu kitabı herkese tavsiye ederim. Özellikle klasik seven okurlara önerimdir. Serüvenlerden hoşlanan ve uzun soluklu kitapların verdiği tadı seven ve bu tadı keşfetmeyi dileyen herkes de okuyabilir ayrıca. Dickens klasiklerine aşina ve yazara hayran okur kitlesi de bu kitabı mutlaka bir gün okur diye düşünüyorum. Tektaş Ağaoğlu çevirisine ise sözüm yok, tek kelimeyle mükemmel bir çalışma olmuş. Üstelik olaylara ve sürece eşlik eden çizimler de ayrı bir renk katmış klasiğe.

Pikaresk türde bir başyapıt olan Cervantes’in Don Kişot’una benzerliğiyle de biliniyormuş Mister Pickwick’in Serüvenleri. Henüz Don Kişot’u okumuş değilim ama esintilerini yansıtan bu kitabı okuduğuma göre Cervantes’in başyapıtı için ufak bir ön hazırlık yapmış oldum o zaman.

Mister Pickwick’in Serüvenleri yazdığı ilk roman olmasına rağmen bu kitap sayesinde adını duyurmayı başaran Charles Dickens sonradan yazacak olduğu kitaplar için de iyi ve sağlam bir temel atmış olmuş. Yazarın daha çok bilinen eserlerini okuduğumdan olsa gerek bu kitap içinde yaşamından ve diğer eserlerinden çok fazla iz gördüm. İlk romanı diye bu kitaptan başlamasanız bile hiçbir şey kaybetmiş olmuyorsunuz, hatta fark ettiğiniz detaylar da hoşunuza gidiyor diyebilirim.

Kitap yorumumu yayımladığım diğer yerler:
Wannart
Bubisanat
1000kitap

20 Beğeni

image
Hakan Günday - Azil

Azil, Hakan Günday’dan okuduğum 5. kitap oldu. En beğendiğim kitaplarından birisi olmadı ama genel olarak kitabı beğendim.

Kitabın ilk yarısı yavaş ilerlediği için sıkıldım ama ikinci yarısı çok güzeldi. Kötülük deneyleri ve milletvekili kısımları keşke biraz daha uzun olsaydı.

Kitapta fazla olay yok, çoğunlukla karakterimizin düşünceleri ve olayları anlatışı üzerinden ilerliyor kitap. Karakterimiz güvenilmez bir anlatıcı olduğu için neyin gerçek neyin hayal olduğundan bir türlü emin olamıyoruz. Güvenilmez anlatıcı kitabın temasıyla uyumlu olsa da benim pek hoşuma gitmedi. İlahi bakış açısıyla yazılsaydı kitabı daha çok beğenirdim.

17 Beğeni

Sarah Moss Hayalet Duvar’ı okudum. Arkeolojiye ilgim olduğu için konusuna bakmadan almıştım fakat beklediğimden çok daha farklı bir konu ile karşılaştım.

120 sayfalık görece kısa bir kitap. Temelde muhafazakar ve bağnazlığa varacak derecede tutucu bir babaya sahip olan 17 yaşındaki genç bir kızın gözünden anlatılan psikolojik bir aile içi dram hikayesi denebilir.

Hikaye 90’lı yıllarda doğa meraklılarına ve arkeoloji öğrencilerine yeni deneyimler kazandırmak amacıyla, demir çağında (Britanya toplumları için konuşursak yaklaşık mö. 750) yaşamış olan insanlar ile birebir aynı yaşam koşullarının oluşturulduğu deneysel bir kampta geçiyor. Hayatı boyunca babasının isteklerine boyun eğmiş, babasının geçmişe duyduğu özlem yüzünden oldukça muhafazakar ve kısıtlı bir hayat süren Sylvia, kampa gelen daha özgür yaşamlar süren arkeoloji öğrencileri tanıştıktan sonra dış dünyaya ve kendi özgürlüğüne olan özlemi gözle görülür şekilde ortaya çıkar ve bu babası ile ilişkilerinin bozulmasına neden olur. Aslında malesef bizim toplumumuza da hiç uzak bir hikaye değil.

Kitabı okurken Roma istilası öncesi Britanya topraklarında yaşayan Kelt topluluklarının günlük yaşamlarına dair çok çeşitli bilgiler edinebiliyoruz.

Ben dram türünü sevmediğim için çok severek okuduğum bir kitap olmadı fakat bu türe daha yakın olan okuyucular istiyorlarsa bir şans verebilirler, kötü bir kitap değil.

17 Beğeni

0001910630001-1

Filmini duydum ama izlemedim. Genelde kitaptan filme uyarlanır, Pan’ın Labirenti’nde tersi bir durum yaşanmış.

Okuyacaklar için öncelikle belirtmek istediğim şey yazarın hoş dili ve kitabın müthiş çevirisi. Çeviriye bayıldım.

Pan’ın Labirenti, karanlık ve masalsı hikayesiyle okuyucuyu sürükleyen bir kitap.

Acıklı, karanlık ve daima umut vaat eden bir hikaye var karşımızda. Masallara, sihirlere inanan bir kız, karnı burnunda annesiyle acımasız bir komutanın himayesine yollanıyor. Hikaye savaş döneminde geçiyor. Ofelia babasını kaybetmiş, annesi kızına tek başına sahip çıkamayacağını düşünerek duygudan, insanlıktan yoksun komutandan çocuk peydahlayıp, çatısının altına sığınmak istiyor. Şimdilik buraya kadar anlatmış olayım.

Açıkçası kitap hakkında ne söyleyebilirim bilmiyorum. Karanlık ama bir o kadar da yumuşacık bir hikayeye sahip. Sihrin ve gerçeğin masalsı armonisi tek kelimeyle enfesti.

Kitap Vidal’in kısımlarında bize dünyanın karanlık yönlerini aşılarken, Ofelia’nın kısımlarında ise her şeye rağmen umutlu ve inançlı olmamız gerektiğini hatırlıyor. Kitabın en kötü yönü tüm karakterlerin beyaz ya da siyah olması. Fakat başlıca en iyi yönlerinden biri karakter motivasyonlarının ve iç dünyasının başarılı betimlenmesi. Aslında karakterlerin iç dünyasının betimlendiği kısımların uzun ve can sıkıcı olduğu bazı yerler oldu ama kitabın en başarılı şeylerinden biri olduğu itiraf edilmeli. Filmi yerine kitabı tercih ettiğim için bu sebeple memnunum.

Ara kısımlarda verilen masallara bayıldım. Tüm masalların asıl hikayeyle bağlantılı olması çok hoşuma gitti. Masalların hepsi birbirinden güzeldi. İtiraf etmeliyim ki daha fazla masal okumak istedim.

Sonu kalbimi yaraladı. İnanmak istemediğim, kimsenin inanmak istemeyeceği ucu açık bir kapanış oldu. Her gerçek, bir süre sonra hikayeye, bir süre sonra masala dönüşür… Pan’ın Labirenti böyle bir mesaj içeriyor, ben de buna inanmak istiyorum.

Neil Gaiman’dan, Pan’ın Labirenti’ne, yetişkin masalına yakışacak bir alıntı bırakmak istiyorum:

Rüyalarına güven.
Kalbine güven
Ve hikâyelerine güven.

9 Beğeni

Filmi çok güzeldi. Ben de amaaan diyip kestirip atmıştım kitabı. Yorumunuz sonrası bir şans vereyim diye düşünmeye başladım.

1 Beğeni

Filmle kitap sanırım bütünüyle aynıymış ama bu kısım için kitaba şans verilebilir:

Filmine biraz göz attım. Beğenmedim. Sanırım önce kitabı okuduğumdan kaynaklı olabilir. Kitabın dili ve çevirisinin başarısıyla da alakalı olabilir. Bölümlerin kısalığından ve dilin güzelliğinden dolayı iki günde okuyup bitirdim. Pek kadın yazar okumam, daha doğrusu denk gelmem diyeyim, ama ne zaman bir kadın yazarla tanışsam gözüme çarpan ilk şey dil kullanımındaki titizlikleri oluyor. Funke’un dil kullanımı çok hoş. Dil ve karakterlerin iç dünyalarının daha iyi anlaşılması için şans verebilirsin.

1 Beğeni

https://forum.kayiprihtim.com/t/panin-labirenti-incelemesi-tekinsiz-gercekci-ve-acimasiz-bir-masal/37881?u=agape

Kendi reklamımızı da mı yapmayalım? :buyucu:

Şaka bir yana ben mekan hikayelerini çok beğenmiştim. Mitolojik kurgu yönünü de çok güzel yansıtmıştı bu vesileyle. Minik bir inceleme yaptığımı düşünerek aramıştım ama geniş inceleme yapmış olduğumu görünce belki okumak istersiniz diye düşündüm.

3 Beğeni

Büyük bir merakla beklediğim ve çıkar çıkmaz edindiğim Savaş ritminin ilk cildi bitti.
Aradan geçen zamanda bir sürü farklı fantastik evrende geçen kitaplar okudum. İçlerinden beni en çok kadim kanunlar etkiledi. Hatta dedim ki kendi kendime " aha bu tarz benim tarzım, laga luga yok… Bam bam bam…"
Tabi fırtınaışığı serisinin ilk kitaplarını okurkende bunları hissediyordum. Bam bam bam… İlk iki cilt böyle olunca, ardından gelen 3.ciltin daha aksiyondan arınıp bize evren hakkında bilgi vermesi ve Dalinar’in geçmişi ile geçmesi biraz farklı hissettirmişti. Fakat yine Brandon kitabın son düzlüğünde bizi nefessiz bırakmışti.
Ek olarak 3.ciltten önce ufak tefek spoiler yediğim için heyecanlanmam gereken yerleri az çok tahmin edebiliyordum.
Ancak savaş ritmine ise tamamen spoiler yemeden saf bir şekilde başladım. Açıkçası ilk 200 300de biraz üzüldüm, hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü hakkında daha fazla bölüm okumak istediğim ve bilgi edinmek istediğim, önceki ciltlerde daha fazla arkaplanda kalıp, büyük işler başaracağına inandığım karakterleri okumak istiyordum. Nitekim ki öyle olmadı. İlk cilt neredeyse tamamı Kaladin, shallan ve navani bölümleri ile geçti diyebilirim. Biraz Venli ve Adolin tabii ki. Açıkçası biraz sıkıldım. Bu cilt bize daha çok, Navani aracılığı ile Fabrilaller, Urithuru gizemleri ve gezegen büyü sistemi hakkında bilgiler verdi. Ciltin sonları biraz heyecan getirdi ama önceki ciltlerin heyecan patlamalarindan çok uzak geldi bana.
Ama yinede en favori serim olan fırtınaışığının 2.ciltinide bu hızla okuyacağım, çünkü halen beklentim çok büyük. Çok değişik şeyler olacak gibi hissediyorum.

16 Beğeni

Elantris, Sanderson’ın yayımlanmış olan ilk kitabı. Ben bu kitabı okurken dizi izliyormuşum gibi hissettim. İçerik olarak güzel, ilginç ve sonlara doğru bence duygusaldı. Yazarın hayal gücü gerçekten müthişti, bunu hissettirdi.

Kitap üç ana karakter üzerinden ilerliyordu. Onlar üzerinden siyasi olaylar, hamleler ve dinler yüzünden her an çıkma ihtimali olan savaşlar anlatılıyordu.

Kitapla ilgili iki olumsuz düşüncem oldu. İlki çok fazla karakter var, bazıları hiç akılda kalıcı değil ve bence kitapta olmasalar bile olurdu. İkinci olarak farklı ırklardan insanların kullandığı kelimelerin, arkada bulunan sözlükte karşılığının olduğunu sanıyordum ama yazmıyormuş.

Kitaba puanım: 9/10

16 Beğeni

Martin Eden

Martin Eden, Jack London’un yarı otobiyografik bir eseridir. Kitapta Jack London’un yazar olma mücadelesindeki akıttığı terleri Martin Eden aracılığıyla Jack London tek tek gözlerimizin önüne sermiş.

Zamanında Denizci olan Martin Eden, serserilik yapan Martin Eden, bir çetenin başı olan Martin Eden bir olay neticesinde burjuvazi sınıfına mensup Ruth adında bir hanımefendiyle tanışır. İlk görüşte aşk diye bir tabir vardır ya bizim Martin de o duyguyu yaşar ve burjuvazi sınıfına mensup olan bir kıza aşık olur. Bu kız için kendisini geliştirmeye çalışan onlar gibi olmaya çalışan Martin kütüphane’den çıkmaz sürekli kitap okur ve sonunda da yazma ilhamı gelir ve yazmaya başlar.

Kitabın beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Jack London tarafından yazılmış eserlerden ilk olarak ben Demir Ökçeyi okumuştum. Ondaki sosyalizm ve oligarşi mücadelesi beni çok etkilemişti aynı şekilde bu kitapta da Sosyalizm’in yer alması beni şaşırttı diyebilirim. Çünkü kitaba başlamadan önce bu kitap ile aklımdaki düşünce sürekli olarak gemide seyahat eden bir tayfa’nın denizde yazar olabilme mücadelesini anlatıyor sanıyordum birazda kapak tasarımının etkisinden dolayı böyle bir çağrışım da uyandırmış olabilir. Halbuki kitapta fazlası varmış. Bir grup entelektüel’in felsefe üzerine yaptıkları sohbeti tanıklık etmemiz, adını hiç duymadığımız yazarların eserleri hakkında yapılan tartışmalar ve burjuvazinin gerçek yüzünü gözler önüne serilmesi, her şeyin mevki ve para olmasının bu dünyada bize tekrar hatırlatılması oldukça etkileyiciydi. Kitaptan çıkaracak bir sürü şey olduğunu düşünüyorum ve bu kitabın da tekrar tekrar okunabileceğini ve her okunuşta insana başka bir değer kazandıracağına inanıyorum.

Puanım: 10/10.

22 Beğeni