Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Hiçbir Zaman Burada Değildin - Jonathan Ames (Çeviren: Mert Çalışkan)

İyinin ve kötünün sınırlarının silikleştiği, merkez karakterlerin ciddi sorunlarla cebelleştiği bir alt tür olan noir kurguyu, şiddet ve cinselliğin başat unsurlar olarak kullanıldığı bir anlatı biçimi olarak tanımlamakla başlamak gerek. Jonathan Ames’in Hiçbir Zaman Burada Değildin’inin de içinde bulunduğu, bu günümüz hikâye anlatım sanatının oldukça ilgi duyulan alt türünde, okuru organize suç-çürümüş adalet sistemi-adaleti sağlayacak ama kendisi de çoktan çürümüş ve halihazırda çürümeye devam eden “kahraman” üçgeni adeta bir Ouroboros olarak beklemektedir. Ames’in türün tipik özelliklerini modern bir dokunuşla parlattığı Hiçbir Zaman Burada Değildin’de de, eski asker-yeni soğukkanlı katil “çekiçli” Joe’nun, sorunlu bir politikacının kaçırılan kızını kurtarması için tutulma anı öncesi ve sonrasında yaşadıklarını zamanda keskin sıçramalarla anlattığı bir hikâyeye şahitlik ederiz. Ames’in bizi "yok olan bir adam"ın zihin kamerasından izlettirdiği bu “koltukta bir nefeslik” novellasının en başarılı yanı kurgusal evrene ve karaktere ait ruhsal atmosfer yaratımıdır. Benliği bir totem gibi oyan, ölse bile her an geri geleceğinden şüphe edilen bir babanın istismarıyla büyüyen gölgeli zihniyle Joe, alabildiğine vahşi cinayetler işlerken, şehrin gece ışıkları altında yağan yağmurda yapayalnız ve çaresiz bir portre çizmektedir. Ezilmiş küçük solucanlara benzeyen izmaritlerle dolu konuşmalar arasında hayatına son vermeyi düşünüp durmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyen bir karakter yaratan Ames, iki kapak arası simsiyah ve klostrofobik bir sonlu sonsuzluk sunmaktadır.

Bu fazlasıyla maskülen potansiyelli hikâyenin, Ames’in birkaç yerde Joe’yu seks tanrısı gibi anlatma çabalarını bir kenara bırakırsak, kendi derdiyle meşguliyeti içinde ilerlemekte ve “travmatize çocukluğunun yükünü eril vahşetle kusan kurtarıcı erkek anlatısı” olma uçurumunun kıyısında ölümden kıl payı kurtulduğunu da söylemek gerek. Tabii bunda hikâyenin 2017 tarihli Lynne Ramsay uyarlaması Joaquin Phoenix’li filmin etkisi de yadsınamaz. Son tahlilde karşımızda vadettiğini hakkıyla veren bir novella duruyor.

10 Beğeni

image
Hakan Günday - Zamir

Hakan Günday okumaya tam gaz devam. Olabildiğince yazım sırasıyla okumaya çalışıyordum ama sıradaki kitapları fazla ilgimi çekmediği için Zamir’e atladım.

Kitapla ilgili çok fazla olumlu yorum okuduğum için bu kitapta beklentimi yüksek tutmuştum ve beklentimin de üstünde bir kitapla karşılaştım. Kitabın sonundaki bir kısım beni rahatsız etmeseydi kolaylıkla yazarın en beğendiğim kitabı ilan edecektim.

“Allah var mı?” plebisiti mükemmeldi. Bu kısmı daha önce Günday okumayan 3 kişiye de okuttum, okuyanlar da beğendiler. Türk başbakan, General Dadjo ve onun hediyesi, good luck suikasti, özel yapım çuval, 12 aile ve çizgi roman da kitaptaki diğer muhteşem olaylardı.

Türklerin Almanya’dan gönderilmesi, İngiltere’deki azınlıkların fayda endeksi, silahlı örgütlerin partileşmesi, hücre hapsiyle terör örgütü kurma, good luck suikasti, yardım kuruluşları gibi unsurlar üzerinden yazar güzel tespit ve eleştiri yapmış.

Günday’ın okuduğum her kitabında yazım dilinde farklılıklarla karşılaşıyorum, bu kitabında da yazım dilini değiştirmiş. Kitap olabildiğince sade bir dille yazılmış ve dil oyunları da minimumda tutulmuş. Yeni başlayanlar için bu kitabı okumadan önce Malafa’yı öneriyordum ama başlangıç için bu kitap daha iyi bir tercih olur. Artık bu kitabı önereceğim.

Zamir = Malafa = Kinyas ve Kayra > Piç > Azil > Zargana

13 Beğeni

Narnia’ya ara vereyim, Zamir’i okuyayım. Zaten merak ediyordum sizin yorumunuzla daha da meraklandım.

Şu kısmı çok merak ettim. Okuyan herkes bahsediyor bu kısımdan.

1 Beğeni

Zamir okuma etkinliği de yapmıştık. Oradaki yorumlara da bakabilirsin.

2 Beğeni

İhsan Oktay Anar - Tiamat bitti.

tiamat-ihsan-oktay-anar

Puslu Kıtalar Atlası’ ndan sonra İ. O. Anar’ ın okuduğum ikinci kitabı oldu. Bu sefer denizin derinliklerinde esrarcengiz, gerilen ve ürkünç bir hikaye okuyoruz. Puslu Kıtalar’ dan hatırladığım üslup burada da devam ediyor. Hikaye baştan sona kadar heyecanla ve merakla kendisini okutturmasını beceriyor.

Öte yandan hikaye güzel olsa da bazı soruları cevaplamıyor, belki de bilinçli şekilde.
Acaba sonu nasıl olacak diye merak ederken tatmin edici bir sonla karşılaşmıyoruz. Ben daha eksantrik bir son bekliyordum.
İlk sayfalarda üzerimize bolca denizcilik terimi boca edildiği için -sonradan düzelse de- kendimizden geçebiliyoruz.
‘‘Ben bu çerçeveye oturtulmuş bazı filmler izlemiştim.’’ duygusu oluşturduğunu da söyleyebilirim.

''İ. O. Anar yıllar sonra bir roman yazdı!!! yükselmesine nispetle beklediğim ihtişamı bulamasam da sonuç olarak alıp okuduğuma pişman olmadığım bir kitap oldu.

EK: Ayrıca ŞURAYA da okuduğum bir inceleme yazısını iliştireyim. Dikkat sürprizi kaçabilir. :slight_smile:

19 Beğeni

Karanlık Kız - Elena Ferrante (Çeviren: Eren Yücesan Cendey)

“Anlatması en zor şeyler, kendimizin bile anlayamadığımız şeylerdir.” der Elena Ferrante daha ikinci sayfasında Karanlık Kız’ın. Kırmızı bir bayrak, işte tam da burada, daha her şeyin başında karşımızdadır. Ferrante bizi uyarır: Uğursuz bir şey gelmektedir ufuktan. Karanlık Kız, bir “kaçış ama kurtulamayış” hikâyesidir. Her çevrilen sayfa, sırtımıza fırlatılan bir kozalak olacaktır.

Ferrante, Karanlık Kız’da İngiliz edebiyatı profesörü Leda’nın peşinden bizi bir sahil kasabasına sürükler. Kendi kendineliğin ve huzurun peşindeki bu tatil, daha ilk andan, kara tahtaya sürtülen tırnaklar misali “görgüsüz” insan sesleri ile mahvolur. Zorba bir samimiyet ve sahte bir iyilikle düzeltilmiş emirlerle paketlenmiş bu bayağılık sağanağı arasında Leda, bir “ayna” ile karşılaşır: Genç ve güzel bir taze anneyle, Nina’yla. Ayna, aynaları doğurur; anneler, kızları; kızlar da oyuncak bebekleri. Leda’nın, Nina ve kızı Elena’yı -ve tabii ki Elena’nın oyuncak bebeğini- izlerken öfkeyle dolduğu o ilk anda bu aynalar labirenti de tuzla buz olur. Yeter artık der Leda, siz oynamayı bilmiyorsunuz, kesin şunu. Ve başa sarar her şeyi. Her yeni an, her izlek, her bakış, her koku, her ses, her dokunuş onu geçmişe, kendi annelik yolculuğunun başlangıcına götürür. Ama bu yolcuğun asıl bileti, oyuncak bebekten başkası değildir aslında. Leda’nın, ona “el koyması”, anneliğin duygusal tarihinin baraj kapaklarını açıverir: Mutsuz bir çocukluktan, travmatik aile mirası motifinin kesilmezliğinden müteşekkil bir sel basar dört bir yana. Simgelerin ve “minimal maksimalliğin” tüm gücünü kullanan Ferrante, Karanlık Kız’ın "hayırsız anne"si Leda’nın elinden bırakamadığı oyuncak bebeğinin karnını çamur ve solucanla doldurur. Çamur, yaşanılanlar ama bastırılanlardır. Elbette kusulacak bir hayat safrası misali yaşanmışlıklar. Ve en derindeki solucan, kuşaklar arası kadınlığın o zoraki toplumsal normlarının kana karışan zehridir. Zehirli bir kıvrantı olarak annelik, sayfalar arasında soğuk ve sinsice sürünen bir yılandır. Portakal kabuğundan doğan bir sonlu sonsuzluk yılanı.

Ferrante, bize kişişelden evrensele uzanan bir mikrotarih yazımı sunmaktadır. Rachel Cusk’un A Life’s Work’unda “ne onlarla birlikteyken ne de onlardan ayrıyken kendi olabilen, kadını daimi bir çatışmada bırakan” annelik kavramını “mitik bir tuzak” olarak tanımlayarak açtığı kapı, Karanlık Kız’da gündelik bir tekinsizlik nöbeti süresizliğine açılarak okurunun zihnini ustalıkla ele geçirmektedir.

Akdeniz’in nemli sıcağında tatlı bir ölüm misali bir hesaplaşmadır bu. Ferrante, Meryem’in saçından çekip “yola getirerek” İsa’yı kendi başının çaresine bakmaya itekleyen bir yeni Rönesans başlatmıştır Karanlık Kız’da. Leda, Bowie’yle “dünyayı satarken” portakal kabuklarından yapılma yılanlar dört yanımızı sarmaktadır. Gözlerimiz Akdeniz’in tuzuyla kıpkırmızı olmuştur. Ve bir yağmur bastırır. Hayatın en yakın benzeridir üzerimize yağan. Karanlık Kız, feminist kurgunun çağdaş bir anıtı olarak karşımızda yükselir. Taştan değil yağmur damlalarından müteşekkil bir başyapıt. Belki de biraz gözyaşı.

11 Beğeni

1000kitap’da da var mısın? Varsan o başlıkta bir profil paylaşır mısın?

1 Beğeni

Neden ismini Karanlık Kız olarak çevirmişler acaba :thinking: The Lost Daughter, kelime anlamı ile direk çevrilse geçen olaylar adına daha iyi değil mi? Spoiler a girmeden “geçen olayları” açıklayamadım :smile: Ama hem bir kayıp olayı var hem geçmişten kayıplar var hem de bazı manevi kayıplar, duygular var vs mis gibi karşılıyor sanki Lost/Kayıp. Kitabını okumadım ben, filmden bu şekil izlenim edindim ama kitapta daha farklı bir yerlere mı gidiyor acaba işlenenler bilemedim. Neyse elinize sağlık, uyarlamanın ana kaynağının çevrildiğini bilmiyordum ben incelemeniz sayesinde öğrenmiş oldum :slight_smile: .

1 Beğeni

Aslında İngilizce çevirisindeki “Lost” bir çeviri tercihi. İtalyanca orijinalinde kitabın başlığı La figlia oscura. Yani “karanlık kız çocuğu/kız evlat”. Bizdeki çeviride orijinalin en yakın karşılığı tercih edilmiş. Bu “oscura” etimolojik olarak İngilizce “obscure” ile köken ortaklığında. Karanlık bu nedenle belirsizliği, gizliliği, netleştirilemeyeni temsil ediyor.

7 Beğeni

Bence Lost Daughter olduğu için Kayıp Kız. Romanın içeriğine göre Benliğini Yitiren Kız de denebilir.


Gustave Flaubert - Madame Bovary

Madame Bovary’ye geçen ay başlamıştım ama sıkıldığım için bırakmıştım. Dün Anna Karenina’nın bu kitaptan esinlendiği aklıma gelince yarım bıraktığım yerden kitaba devam ettim. Kitap sıkıcı olduğu için hızlı hızlı okudum, betimlemelere fazla dikkat etmedim. Buna rağmen kitap hala sıkıcıydı. Madame Bovary evinde ne kadar çok sıkıldıysa ben de okurken en az onun kadar sıkıldım.

Tolstoy benzer bir konuyu Anna Karenina’da 1000 sayfa boyunca anlatmasına rağmen kitap ne kadar da güzeldi. Bir de Rus edebiyatına sıkıcı derler.

16 Beğeni

resim

Tiamat

Kitabın ilk sayfalarında hikayeye girmekte biraz zorlansam da (bu durum karakterlerin isimlerinden kaynaklıydı kim kimdi neciydi bir ara gitti) sonradan kapılıp bir solukta heyecanla okuduğum bir kitap oldu. Sevgili yazarımız bu sefer tek bir mekanda tek bir günü anlatan bir korku hikayesi yazmış. Denizaltının o kapalı ortamı ve kısıtlı kalmışlık hissi ve yanında devam eden olaylar cidden insanı acayip gerip bir yandan ne olacak diye merak da ettiriyor.
Çoğu okur denizcilik terimlerinin çok olmasından rahatsız olmuş. Denizcilik bilgisi sadece iskele ve sancağın hangi yönler olduğunu bilmekten ibaret olan ben bile hikayeye kapılıp odaklandıkça çok da rahatsız olmadan, takılmadan okuyabildim. Amat’da da aynısı olmuştu. Çok merak ettiğim kelimelere de sözlükten bakıvermiştim.
İhsan Oktay’a alışkın olan okurların zorlanacağını sanmıyorum adamın olayı bu zaten🤷‍♀️

15 Beğeni

CYPRIA

İlyada ve Odesa, bildiğiniz gibi Yunan ve Batı edebiyatının en temel eserlerindendir. Fakat, okuyanların da fark edeceği üzere Truva Savaşı’nın sadece bir kısmını anlatırlar. İlyada savaşın 10. yılından başlar ve savaş sonuçlanmadan biter. Odesa ise savaşın sonrasında geçer. Savaşın geri kalanını anlatan Cypria, Aethiopis, Nostoi ve Telegoneia gibi eserlerden günümüze sadece parçalar ulaşmıştır.

Cypria bu eserlerin ilki, ve savaşın çıkışından başlayarak İlyada’ya kadar olan 9 yılı anlatıyor. Kitabın yazarı, onlarca farklı kaynaktan alıntıları sıraya koyarak Cypria’yı tekrar inşa etmiş. Kendince hikayeleştirip yeni bir metin yazmamış, alıntıları olduğu gibi koymuş. Birkaç farklı versiyonu olan olayları notlarda belirtmiş.

Kronolojik olarak İlyada öncesinde geçse de, İlyada okumamış birine önermem. İlyada’yı sevdiyseniz okumanızı öneririm, aklınızdaki birçok soruya cevap olacaktır. Örneğin: Hera ve Athena neden Truva’ya bu kadar öfkeli? Bunca adam neden bir kadın kaçırıldığı için topyekün savaşa gitmeyi kabul etmiş?

10 Beğeni

Sevgili Arsız Ölüm

Hiç sevemediğim nadir kitaplardan biri.

Nefret ettim desem linç edilir miyim? Kitap muhteşem aslında kesin ben anlamamışımdır diyip sıyrılmayı deneyeyim. :sweat_smile:

Üslubu bana hitap etmedi. Kısa kısa cümleler kafama vuruluyormuş hissi yaşattı. Sanki karşımdaki kişi benden nefret ediyor da hıncını cümlelerle çıkarıyor gibiydi. Hani devlet dairesinde işiniz olur, memurlar lüzumsuz yere size düşmanca bir tavır takınır ya kitaptaki o hava sebebiyle okumakta çok zorlandım. Yeşilçam dayağı yer gibi her cümleden beynime darbe aldım.

Köyün içinden insanı çıkarabilirsiniz ancak insanın içinden köyü çıkaramazsınız teması güzel olsa da üzerime fırlatılan cümlelerden üzerine düşünmeye fırsat bulamadım. :joy:

Aslında zevkine güvendiğim arkadaşlarım masalsı bulup çok beğenmişti. Neden böyle oldu ki? :smiling_face_with_tear:

8 Beğeni

Graham Lawton - Neredeyse Herşeyin Kökeni’ni okuyorum.

Neredeyse Herşeyin Kökeni, gerek kapak görselinden, gerek giriş yazısını Stephen Hawking’in yazmasından dolayı dışardna bakıldığında astrofizik odaklı bir popüler bilim kitabı gibi bir izlenim bıraksa da çok daha geniş yelpazedeki konuların ele alındığı bir popüler bilim kitabı.

İçeriği Evren, Gezegenimiz, Yaşam, Uygarlık, Bilgi, İcatlar gibi bölümlere ayrılmış. Her bölümde bölüm ile ilgili, Evren nasıl oluştu? Ay nereden geldi? Gözümüz nasıl evrimleşti? İlk inançlar nelerdi? Para nasıl doğdu? İlk yazılar neye benziyordu? Ölçüm birimlerini nasıl belirlendi? vs. gibi sorulara kısa yanıtlar veriliyor. Tabi kısa olması boş bilgiler verdiği anlamına gelmiyor.

Eğlenceli bir dille yazılmış. Yazar bazı yerlerde okuyucu ile konuşuyor, bazı yerlerde espirler yapıyor. Okuyucuyu sıkan ansiklopedik bir dili yok.

Jennifer Daniel’ın çizimleri ve infografikleri oldukça renkli, stilize, alışılagelmişin dışında. Her bölüm farklı bir renk teması kullanıldığı için kitabı elinizde tuttuğunuzda sayfaların yanları gökkuşağı renklerini oluşturuyor :slight_smile:

İçindeki renkli infografikleri gören hemen “Küçük çocuğum için aldım, çok sevdi.” falan demiş fakat çocukların anlayabileceği kadar yüzeysel sığ bilgiler yok içinde. Gençler ve yetişkinler için oldukça uygun bir kitap. Bu tür genele hitap eden, giriş seviyesinde anlaşılabilir bilgiler içeren, eğlenceli bir popüler bilim kitabı arıyor iseniz ben gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim.

An itibarı ile 50-60 TL civarına bulunabiliyor. 250 sayfa, ciltli, renkli, resimli hayli kaliteli bir baskı için günümüz koşullarında bence oldukça uygun bir fiyatı var.

22 Beğeni

Anton Çehov - Kara Keşiş

Çehov’dan daha önce bir öykü okuyup beğenmemiştim. Ancak bu Kara Keşiş hikayesini beğendim. Başta biraz sıkılacağımı sandım, pek öyle olmadı. 43 sayfalık mini bir öykü olduğu düşünülünce kurgusu ve olayları gerçekten iyiydi.

Arka kapakta yazılanlara göre, yazar rüyasında bir Kara Keşiş görünce bu kitabı yazmış. Ayrıca bu kitap kimilerine göre Çehov’un korkularının bir tür alegorisiymiş.

Kitaba puanım ise: 8/10

20 Beğeni


Selçuk Aydemir - Evrak Kürek

Evrak Kürek’i Murat Eken’in muhteşem seslendirmesiyle dinledim. Daha önce yazarın Liseden Arkadaşlar kitabını da dinleyip sevmiştim. Bu kitabı da beğendim.

Kitapta Selçuk Aydemir’in sektöre nasıl atıldığı, başından neler geçtiği ve çaylaklara tavsiyeleri yer alıyor. Bir anı kitabı olmasına rağmen kesinlikle sıkıcı bir kitap değil, eğlenceli ve komik bir kitap.

image
İhsan Oktay Anar - Tiamat

Bir İhsan Oktay Anar kitabını beğenmeyeceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Maalesef bu kitabı beğenmedim.

Kitabın konusu ve karakterleri çok güzel olmasına rağmen yeterince iyi anlatılamamış. Osmanlıca kelimeler bir Anar kitabına göre normal seviyede olmasına rağmen terim kelimeler aşırı fazlaydı. Zaten bilgimiz olmayan bir alanda geçiyor kitap, yazarda bizi bu terimlere boğunca iyice içinden çıkılmaz ve anlaşılmaz bir metinle karşı karşıya kalıyoruz. Amat da bir gemide geçmesine rağmen bu kadar zorlayıcı bir eser değildi. Bu yüzden kitabı tamamlanmış bir eser olarak değil de taslak halindeki bir metin olarak görüyorum. Büyük ihtimalle yayınevi baskısıyla bitirilmemiş bir eseri yayınladı yazar.

Yazara başlamak isteyen arkadaşlar bu kitaptan uzak dursunlar.

18 Beğeni

Sanırım forumca İhsan Oktay Anar okuma haftası oldu.

Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Tarih, fantastik, felsefe; bu üç konu, ancak böylesine muhteşem harmanlanabilirdi.

Anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. Sürüsüne olay, sürüsüne iç içe geçen hikaye ve sürüsüne zor terimler barındıran bir eser, nasıl böylesine akıcı olabiliyor? Bunun bir tek sebebi olabilir: İhsan Oktay Anar’ın düşü olduğumuz için, eserine karşı böylesi bir hayranlık duymamızı istemiş olabilir.

Bir eserin bu denli yoğun, aynı zamanda bu denli yalın olduğunu da ilk defa görmüş oldum. Kurgu hiçbir şey anlatmıyorken, aynı zamanda her şeyi anlatıyor. Eserin ana teması da tezat düşüncelerin ve fikirlerin bir araya gelmesinden oluşuyor. Bu denli tezatlıkların uyumlu olmasının başlıca sebebi belli.

Yer yer sıkıldığım kısımlar oldu, fakat böylesi yoğun bir eserde bu durum göz ardı edilmeli.

Eserdeki üslup, tarih kitaplarına benzer nitelikteydi. İhsan Oktay Anar, sarayından dilencisine, o tarihin tüm düzenini fazlasıyla detaylı anlatmış.

Eksik gördüğüm kısımlar tabii ki oldu. Fakat eserin fazlalığı, o ufak tefek eksiklikleri balık yemi niyetine ham yapar.

Kendime kızgınım. Fantastik eser okumayı seven birisi olarak hep yabancı yazarlara şans verdim. Puslu Kıtalar Atlası’na bu kadar genç şans verdiğim için haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Epik fantastik kurgular yazan, büyü, kılıç, pırt, zort, ekleyen vasat yabancı yazarlara yer verip, böylesine büyük bir aklı ertelemişim.

Böyle fantastik eserleri de ayrıca seviyorum. Çünkü, bunu söylemekten zevk alıyorum: Herkese hitap eden fantastik bir eser. Nasıl ki Farseer serisi için aynı şeyi söylemişsem, gönül rahatlığıyla bu eser için de aynısını söyleyebilirim.

27 Beğeni

6782927.UY477_SS477.jpg
6782927.UY477_SS477
Sezgin Kaymaz- Sandık Odası

Sezgin Kaymaz bende gittikçe kredisini tüketen bir yazar. Kün’ü okuduğumda çok heyecanlanmış hemen 5 kitabını daha almıştım. Okudukça hep aynı şeyi anlattığını fark ettim. Korku unsuru olan ‘ölüm’ olgusuna getirdiği yer yer mizahi yer yer duygusal yaklaşımı takdir ediyorum. Ancak formülize ettiği kitapları aynı tondan birbirini tekrarlıyor sanki. Ben bunu izlemiştim deyip kanal değiştiresi geliyor insanın.

Sandık Odası 18 adet öykü içeren bir derleme. 9 tane olsa da olurmuş her öyküden ikişer tane var çünkü. Kitabın yarısından sonra o kadar tahmin edilebilir bir hal alıyor ki sıkıldım okurken. Kötü görünen olay aslında iyiymiş, karşımızdakine haksızlık etmişiz,. Kavrayış, pişmanlıktan perperişan olma, duygu seli, İstiklal Marşı ve kapanış. Bu döngüyü vasatı aşmayan cümlelerle defalarca okuyoruz. Güzel olan öyküler tabii ki var ama 20 sayfa sonra benzerini okuyunca etkisini kaybediyor.

Sezgin Kaymaz’ın potansiyelini boşa harcadığını düşünüyorum. Canı helva çeken hortlak gibi Türk kültürüne uygun fantastik kavramlar üretmekte başarılı. Keşke aynı başarıyı geri kalan alanlarda da gösterse. Bu yazarın bilinçli bir tercihi olabilir. Okuyucular farklı tarz kitap görmekten hoşlanmayabiliyor. Zevk meselesi ben kolaycılık olarak görüyorum.

Okuduğum kitapları: Kün, Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir, Kaptanın Teknesi, Ateş Canına Yapışsın, Geber Anne, Nefha, Bugün Bize Kim Geldi ve Sandık Odası

Kün’ün yeri bende ayrı kalan kitapları onun hatırına okudum desem yeridir. Uzunharmanlar da okumaya değer. Diğerleri için ne yazık ki olumlu yorum yapamayacağım. Kötü kitaplar olduğu için değil, birbirinin kopyası olduğu için sevmedim.

7 Beğeni

2. Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar

Fantastik Türk Edebiyatının zirvesi ve fantastik edebiyatta nedenli büyük bir potansiyele sahip olduğumuzun kanıtı.

15 Beğeni