Malina/Ingeborg Bachmann
Malina modern zamanların feminist ve post-modernizm etkili, savaşın gerçekliği ile yoğrulmuş en önemli yıkım eserlerinden biri. Yazış stili, içeriği ve farklı dil üslupları ile yazılan ,benzeri olmayan bir serüvendi benim için.
Henüz 12 yaşlarında iken gerçekler kapısını çalıyor Bachmann’ın. Şehrine, Klangenfurt’a Nazi birliklerinin girişi, Bachmann’ın da tanımı ile çocukluğunun yıkıldığı an. İçine yerleşen savaş ve asla olmayan barış nefreti. Savaşa, sürgünlüğe, çaresizliğe; faşizme, toplumun ikiyüzlülüğüne ufak bir mesafe bile olmaksızın maruz kalıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın daha sonraki dönemleri olan “savaş sonrası” dönemi ona göre savaşlardan daha çetin ve acımasız. Kafasında tanımladığı savaş artık ne cephelerden ne de bölgesel sömürgelerden ibaret. Her şey insanların kişisel benliği ile birbirini yok etmesinden oluşuyor. Bachmann’a göre gerçek cinayetler, toplumun ikiyüzlülük, bencillik ve sevgisizlik gibi nedenlerle birbirini öldürüşüdür.
**
Yazar yoğun aşkı ve aşırılığı ,savaş sonrası yıkım eleştirisi ile harmanlarken, bir yandan da sürekli olarak asıl mutluluğun ölümle, yerin altında veya gökyüzüne yükselme ile mümkün olabileceğini düşünüyor, savaşın olduğu her dünya parçası onun için umutsuzluk ve çöküşten ibaret.
Peki nedendir bu eleştiri?
Bachmann’ın belki de ilk karşıtlığı babası. Sıkı bir Nazi destekçisi olan babası ile görüşleri devamlı bir şekilde zıt. Romanın II. Bölümü bu karşıtlık ile daha çok şekilleniyor ve anlaşılıyor. Yer alan baba figürü ;nefreti, savaşı, Nazi birliklerini yoğun bir şekilde temsil ediyor. Bu ve birçok sayılabilecek nedenlerle beraber Malina , otobiyografik izler taşıyor.
Savaş sonrası yıkımın Viyana toplumu ilişkilerine etkisini ve ataerkil düzeni -kadını, hiçe sayılmış, maddi özgürlük çabasında olmayan , erkeğe/erkeklere bağımlı bir karakter olarak yaratarak- eleştiriyor.
İsimsiz anlatıcı ile roman akışı şekilleniyor, okurken çoğunlukla Bachmann’la karşılıklı sohbet ettiğimizi ve bana iç dünyasından geçenleri anlattığını hissettim. Bu düşünce pek de yanlış sayılmaz.
Anlatıcımız, kendine güveni olmayan, ancak bir erkeğin gölgesi altında yaşayabildiğine ve mutlu olabileceğine inanan, itaatkar bir kadın kimliğinde. Fakat kitabı okurken fark ettiğim en önemli psikolojik kısımlardan biri; erkek alter egoya sahip olması. Daha geniş bir şekilde açıklayacak olursam, benimsediğimiz kişiliğimizden farklı olarak öteki benliğimiz, alter ego olarak tanımlanır. Sürpriz bozan olmamasına karşın eğer kendiniz keşfetmek istiyorsanız bu kısmı atlayabilirsiniz
Malina fonetiği ve anlamı sebebiyle ile kadınlarda daha sık kullanılan bir özel isimken, romanımızda Malina anlatıcımız ile beraber yaşayan, ondan tamamı ile farklı bir erkek karakter. Fakat Bachmann Malina’yı da romana dahil ederek birinci anlatıcının alternatif erkek kişiliğini sembolize etmesini istiyor.
Metni biraz zorlaştıran yarım paragraflar, anılar, bilinç-akışı ile oluşturulan zamansal sıçramalar, zıtlıklar; anlatıcı zihninin, acı ve travmalar sebebi ile oldukça karışık olduğunu fakat birilerine devamlı olarak bir şeyleri anlatmak istemesini ,okuyucuya hissettiren dil kullanımlarından.
Daha birçok psikolojik alt metin içeren, uçsuz bucaksız bir derinliğe sahip Malina ;son sayfasına kadar hayranlıkla okuduğum, son zamanlar aklımdan çıkmayan ve bir süre de sıkça aklıma gelecek baş yapıtlardan biri.
Benim için tekrar tekrar okunmaya değer nadir romanlardan.
Bilgilendirici önsözü ve çevirisi ile Ahmet Cemal’i de tebrik eder, saygılarımı sunarım.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Psikoloji ile okurken hissettiğim duyguları harmanlayıp, inceleme yazmak istedim. Keyifli okumalar herkese 