Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kiki’nin Cadı Kargosu 1- Eiko Kadono

Hayao Miyazaki’nin en sevilen animelerinden biri olan Kiki’s Delivery Service ile çocukluğumda tanışmıştım. O zamandan beri kaç kez izledim bilmiyorum ama yeri ayrı Miyazaki yapımlarından biridir benim için. Yüzlerce kez izleme fırsatı bulduğum bu yapımı İthaki Yayınları basmış oldu: Kiki’nin Cadı Kargosu’nun ilk halkası yayımlanınca dayanamayıp kitaplığıma ekledim! Miyazaki’ye ilham veren bu kitap ile tanışmam lazımdı…

Kütüphanemde uzun bir süre beklemesine gerek de kalmadı çünkü elime ulaştığı gün okumaya başladım. 208 sayfadan oluşan ve Akiko Hayaşi’nin çizimleriyle ilerleyip okuru sarıp sarmalayan bu serüvenden fazlasıyla keyif almış bulunuyorum. Küçük cadı Kiki’nin renkli dünyasına eşlik edip bir cadı olarak büyümesine ve belli başlı sorumluluklar için çabalamasına şahit olmak hoş bir deneyimdi. On üç yaşında evden ayrılması gereken Kiki’nin bir sene boyunca kendisinin seçtiği bir şehirde yaşaması için uzaklara gitmesi lazım ve bu süre zarfında başına gelen birçok zorluğa katlanıp gelişiyor bizim şirin cadımız.
Denize kıyısı olan Koriko şehri her şeyiyle Kiki’yi büyülüyor ve buraya yerleşmeye karar veriyor. Kendisi ve kedisi Jiji’den başka hiçbir şeyi olmadığı halde korku duymadan aldığı bu karar sonrasında her şeyin göründüğü gibi olmadığını da anlıyor Kiki. Kendi ayakları üzerinde durmanın farkındalığına uyanmaya başlayan(uçmak değilmiş bütün mesele), özgüvenli olmaya çalışırken bazen bocalayan yine de yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen bir kadın portresi sunuyor kitap. Bir kadın, tek başına ve mücadele ediyor sonuçta. Evet bir cadı, ve uçmayı seven bir cadı Kiki. Ama büyümek zor bir süreç, bir cadı için bile.

Bir çocuk kitabı olarak da nitelendirip çocuksu da bulabilirsiniz belki, fakat gençlerin ve yetişkinlerin de sıkılmadan okuyabileceği tadımlık bir kitaptı Kiki’nin Cadı Kargosu. Sadece basit bir büyüme hikayesi olduğunu da düşünmüyorum. Hepimiz çocuktuk bir zamanlar, büyümenin tüm sancılı dönemlerinden geçtik ve bu eyleme ara sıra dışarıdan bakmak, gözlemlemek ve şahit olmak; bir kitap, bir film içinde bile olsa, bazen keyifli, hatta öğretici olabiliyor bizler için. Kimler büyümedi ki?

Ursula K. Le Guin’in çok sevdiğim kitaplarından biri olan Yerdeniz Büyücüsü’nün arka kapağında yer alan şu yazı '‘büyüme’'yi özetliyor ve daha bir önemli kılıyor gözümde:

“Sanırım Yerdeniz Büyücüsü’nün en çocuksu yanı, konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuz bir yaşımda tamamladım-ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek.”

Bu sebeplerden olsa gerek büyümenin işlendiği kitapları hangi türde olursa olsun seviyorum. Çünkü hala büyüyoruz, hepimizin yaşadığı bir eylem değil mi büyümek? Bakalım bizler bu süreci ne zaman tamamlayacağız ve bunun nasıl farkında olacağız acaba? Bu soruyu sormam da büyümediğimden sanırım :slight_smile:

Eiko Kadono 1985 yılında en ünlü eseri Kiki’nin Cadı Kargosu’nu yayınladıktan sonra Hayao Miyazaki 1989 yılında anime filme uyarlıyor bu kitabı. Kitap ve film çok tuttuğundan ve sevildiğinden olacak yazarımız birkaç kitap daha yazmış Kiki ile ilgili. Aldığı ödüller yazma tutkusunun peşinden gitmesini hızlandırdı herhalde. Bir çocuk romanından daha fazlasını yarattığını kanıtlamış bence, kalemine sağlık!

20’den fazla dile çevrilen bu kitabı, yazarından okuma fırsatı bulduğumuz için İthaki Yayınları’na ve emeklerine sonsuz teşekkürler. Dizinin devamını da dilimize kazandırmalarını heyecanla bekliyoruz. İlk kitabı sevdiğim için diğerlerini de alıp okumayı düşünüyorum doğrusu. Bakalım Kiki ve kedisi Jiji ile hangi maceralara ve yolculuklara yelken açacağız?

Yayımladığım diğer yerler:

https://bubisanat.com/posts/kiki-nin-cadi-kargosu-buyumek-zor-bir-cadi-icin-bile?notification=1498215
1000kitap

13 Beğeni

image
Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi

Gece Yarısı Kütüphanesi’ni Sezin Akbaşoğulları’nın muhteşem seslendirmesiyle dinledim. İçinde güzel mesajlar içeren ortalama üstü bir eserdi, genel olarak beğendim. Depresyondaki kişilere yardımcı olacak bazı tavsiyelerde bulunuyor kitap, bu hastalıktan muzdarip bir tanıdığınıza hediye edebilirsiniz.


Charles Dickens - David Copperfield

David Copperfield, Dickens’tan okuduğum 7. kitap oldu. Okuduğum her Dickens kitabı gibi bu kitabı da çok beğendim.

Kitap yazarın diğer kitaplarının aksine kahraman bakış açısıyla yazıldığı için okuması kolay ve keyifliydi. Ama kitaba da adını veren David Copperfield karakterini benimseyemediğim için kendimi kitabın dünyasına tamamiyle veremedim.

Diğer Dickens romanlarına göre ana karakter yeterince acı ve zorluk yaşamıyor. Yazar diğer kitaplarında bunlara beni çok alıştırmıştı, bu yüzden Copperfield’ın rahat olmasından ben rahatsız oldum.

Sydney Carton, Küçük Nell, Miss Havisham gibi etkileyici karakterler bu kitapta pek yoktu. Karakterler daha elle tutulur ve gerçekçi karakterlerdi. Kitap otobiyografik bir eser olduğu için yazar karakterleri büyük ölçüde çevresinden almış, bu yüzden kitap bu kadar gerçekçiymiş.

Kitap bir başyapıt olmasa da yine de okunmasını tavsiye ederim.

15 Beğeni

Theodore Millon/Modern Yaşamda Kişilik Bozuklukları

Forumun geneline hitap etmiyor fakat bu kitabı alan birkaç kişi daha olduğunu hatırlıyorum, bu yüzden kısaca birkaç şey söylemek istedim.

Kitap çoğunlukla konunun profesyonellerine yönelik olsa da sıradan birinin de zorlanmadan okuyabileceği bir anlatıma sahip. Yanılmıyorsam 180-190. sayfalara kadar çok genel bilgiler veriyor, bu kısım biraz sıkıcı olabilir. Geri kalanında DSM’de bahsi geçen tüm kişilik bozukluklarına, ayrıca son kısımda DSM’nin son versiyonunda eklerde yer alan ve listeden tamamen çıkarılmış olan toplamda 4 kişilik bozukluğuna yer veriyor. “Bozukluk nedir? Bir kişilik özelliği hangi noktaya kadar normal kabul edilir ve sonrasında bozukluk sayılır? Bozukluğun biyolojik ve çevresel kökenleri nelerdir? Terapi nasıl yapılmalıdır?” olarak kabaca özetleyebileceğim sorulara üçer vaka eşliğinde cevap veriliyor.

Konuya ilgim sebebiyle benim için çok verimli bir okuma oldu. Sürekli okunabilecek bir kitap değil. Beş ayda, yanında sürekli kurgu kitaplar bitirerek okudum.

Bu alan sizin de ilginizi çekiyorsa ama bu kadar kalın ve az da olsa ağır, akademik bir kitabı okumaya üşeniyorsanız aşağıdaki kitabı tavsiye edeceğim.

Bu kitap da kişilik bozukluklarını örneklerle anlatıyor ama hedef kitle, psikiyatriyle ilgisi olmayan normal okur. Anlatım sade. En basit haliyle ikisi arasındaki fark şu: İlk kitap her kişilik bozukluğunun sonunda, söz konusu kişilikle nasıl terapi yapılacağını anlatırken ikincisi o kişilikle günlük hayatta başa çıkma yöntemlerinden bahsediyor.

Modern Yaşamda Kişilik Bozuklukları hem etrafınızdakilere teşhis koyup aydınlanmanıza hem de “Tıp öğrencisi hastalığına” yakalanıp kendinizde de bozukluk belirtileri bulmanıza sebep olan önemli ve başarılı bir kitap.

10 Beğeni

Ben de almıştım ama başlamak henüz nasip olmadı.

Bunlar farklı bir gruba filan mı dahil oldu, yoksa artık hastalık olarak mı görülmüyorlar?

110000136860989

Fırtınaışığı arşivi 4.kitap Savaş Ritmi

Çok uzun bir bekleyiş sonrası hevesle alıp okumaya başladığım Savaş ritmi bitti. Artık 5.kitaba ne zaman kavuşuruz Allah Kerim.

İlk ciltten başlarsam eğer kısaca söyleyebilirim ki, biraz yavan, yavaş ve heyecansız buldum. İlk iki kitaptan sonra seri bizi biraz sisteme entegre etmeye çalıştığını düşünüyorum. Çünkü öyle bir iki kitap ile seriye girmiştik ki ana karakterlere bayıldık, aksiyon sahnelerini kafamızda canlandırdık, harika sözler, idealler ve bir sürü içeriği ile bizi mest etmişti. Daha sonra bu hız kesildi ve artık konuya odaklandık. Savaş ritminde de bu konunun yani gezegen ve evrenin büyü sistemi, önemli olayları, asıl gözükmesi gerekenleri ile bize bolca detay sunuyor. Amansız aksiyon aramak artık cildin son kısımlarına kalıyor.
Bu cilti birazda olsa açık dünya Rpg aksiyon oyunlarına benzettim. Bir düşmanımız var, ana görevimiz var ve bu ikisine ulaşmamız için önümüze getirilen yan görevlerimiz var. Adım adım kitap bizi sonuca ulaştırıyor. Şahsen ben bu sistemi pek beğenmedim. Biraz kitabı fazla uzatmış gibi. Tam görevi bitirdim derken hop yazar bizi başka bir yan görev ve yan karaktere gönderiyor. Bundan dolayı hikaye biraz uzuyor. Karakterlere ve ana görev eleştirilerine girmek istemiyorum çünkü spoiler verebilirim. 5. ve fırtınaışığı serisinin ilk yarısının son kitabını büyük bir heyecan ile bekliyorum.
Hayatıma 2016 yılında giren bu serinin çok büyük bir fanatiğiyim. Bundan dolayı yazarın Türkçeye çevrilen bütün cosmere kitaplarını okudum. Türkçe çevirisi ve baskısı ülkemizde büyük sıkıntılara neden olsada bunlara takılmadan herkesin bu seriyi okumasını istiyorum.

13 Beğeni

Depresif ve negativist (pasif agresif) ek kısmında, yani incelemeler hâlâ devam ediyor ve duruma göre DSM’ye dahil edilecek. Depresife en büyük itiraz, halihazırda depresyon adında klinik bir bozukluğun olması ve bazı uzmanların depresif kişiliğin uzun süreli depresyonla aynı şey olduğunu düşünmesi.

Mazoşist ve sadist ise çıkarılanlar. Mazoşist kadınlarla, sadist erkeklerle özdeşleştiği için politik sebeplerle çıkarılmasına karar verilmiş. Hangi kaynaktan okuduğumu hatırlamıyorum ama bir vaka vardı: Mahkemede sanık kendini karısının mazoşist olmasıyla savunmuş ve uyguladığı şiddeti kendisinin istediğini söylemişti. Bu tarz durumların önüne geçilmek istenmiş sanırım.

3 Beğeni

Teşekkürler. Çok bilgilendirici oldu.

1 Beğeni

Tüm yazdıklarınız beni seri hakkında çok endişelendirdi. Sanırım Sanderson aşağı yukarı karakter tanıt, hikaye kur, gerilim yarat, climax, final, basit formülünden çıkmayacak asla.

2 Beğeni

Aslında okutuyor. Güzel olan kısımda orasi bence. Benim gibi adam 750 sayfalık 2.cildi 2 güne bitirdi. İş, ev, çocuğa rağmen. Biraz da okuyup anlamasi çok zorlandırdı 4.kitabin. Çünkü çok fazla büyü sistemi, evren mühendisliği ve yapılan planların işlenmesi üzerine kurulu. Hepsini akılda tutmak biraz zorlayabilir.

1 Beğeni

Sanderson’un çoğu kitabı böyle değil mi?

image

Ay Bahçeleri - Seteven Erikson

Biraz uzun bir inceleme olacak sanırım.

Malazan serisini yıllar önce “Best of Fantasy” listelerinde görmüştüm. Okuyacak yeni kitaplar bakınıyordum, neler var diye araştırma yapmış ve birkaç listede görünce ilgimi çekmişti. Ufak bir inceleme sonrası tam bana göre olduğunu düşünmüştüm. Ancak serinin özellikle ilk kitabının karmaşık olduğuna dair bazı uyarılar yapılmıştı, nasıl yaparım, altından kalkabilir miyim diye düşünürken Tor sitesinde bir reread olduğunu görmüş ve onun da yardımıyla okumaya girişmiştim.

Tüm seriyi okuyalı 4-5 yıl oluyordur sanırım (belki de daha fazla). O zamandan beri benim için çok farklı bir yeri var Malazan’ın. Bundan daha etkileyici, daha “grand” bir seri yazılabilir mi hiç bilmiyorum (sanmıyorum ama yazılmasını çok isterim). Seri bitince şöyle düşündüğümü net hatırlıyorum: Bu adam bir dahi!

Her ne kadar okuduğum en iyi seri olsa da, seriyi yeniden okumaya hep uzak durdum. Okunacak binlerce kitap varken bir kitabı ikinci kez okumanın yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Bununla birlikte bir kitabı yeniden okuyacaksam da bu Malazan’dan başkası olmayacaktı. O yüzden kendime söz verdim, Türkçesi çıkınca mutlaka tekrar döneceğim seriye dedim. Ay Bahçeleri çıkınca da artık benim için herhangi bir bahane kalmamıştı. O yüzden bu muhteşem dünyaya ikinci kez daldım.

Ay Bahçeleri kitabını forumda okuma etkinliği kapsamında onlarca arkadaşla birlikte okuduk. Kitabı bitirdiyseniz ve konudan haberiniz yoksa bir göz atın derim, çok faydalı bir etkinlik olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle çeviriden bahsetmek istiyorum. Çeviriyi maalesef beğenemedim. Çokça hatanın haricinde iyi bir editöryal süreçten de geçmediğini düşünüyorum. Bununla ilgili yukarıda bahsi geçen konuda çokça inceleme de mevcut ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Erikson’ın kendi özgün dili bir miktar hatta belki de büyük ölçüde kaybolmuş. Yani çok iddialı olur mu bilmiyorum ama %60-70 Erikson - %30-40 Karamancı okuyoruz maalesef. Aslında Karamancı’nın çevirdiğini ilk öğrendiğimde çok mutlu olmuştum, en yetkin çevirmenlerden birisi olduğunu düşünmüştüm ancak sonradan fark ettim ki yetkin olsa da özensiz bir çevirmen Karamancı (kendi tercihinden ziyade mecbur kaldığını düşünüyorum). İyi bir editör elinden geçmediği için de maalesef en fazla vasat bir çeviri ile karşı karşıyayız.

Kitapla ilgili en çok yapılan eleştiri “fazla karmaşık” olması şeklinde. Birçok Erikson röportajı izledim. Bunlardan birinde şöyle bir şey diyor röportajı yapan kişi: “Kitaplarda birçok detay var ve ben bu detayları kaçırmamak için çok dikkat ederek okuyorum”. Erikson da diyor ki “O detayları ancak ikinci okumada fark edebilirsin, sen sadece ana hikayeye odaklan”. Bu gerçekten doğru, ilk okumada hep şöyle düşünmüştüm: “Bu konuyu henüz açıklanmadığı için ben mi anlamadım, yoksa anlatıldı ama ben mi kaçırdım?”. Bu ikilemde çokça kalmış ve Tor’dan her fırsatta faydalanmıştım (çoğunda da anlamayışımın normal olduğunu görmek mutlu etmişti). Ancak tüm seriyi bilerek ikinci kez okuduğum zaman serinin asıl kıymetini anlayabildim. Okurken “Ne alaka” dediğim birçok şeyin aslında çok mantıklı olduğunu, kitaptaki karakterlerin gizli amaçlarını o anda bilmediğim için alakasız göründüğünü anladım.

Kitaba dönecek olursak, kitabın neden karmaşık göründüğünü anlayabiliyorum. Yazarın kendisi bile ön sözde belirtmiş durumu. İlk okumada kafam ne kadar karıştı, ne kadar kendim anladım, ne kadar Tor reread’teki özetlerden faydalandım hatırlamam mümkün değil ama insanların kafasının neden karıştığını da rahatlıkla anlayabiliyorum. Erikson bilgi verme konusunda pek bonkör değil, birçok şeyi “iyi, peki, ileride anlarız” diyerek geçiştirmek zorunda kalıyoruz. Bu da özellikle tercihi bu yönde olmayan okurları negatif etkiliyor bence. Ancak ikinci okumada şunu fark ettim ki, aslında Erikson’ın foreshadowing’leri çok net, hatta “Ben bunu ilk okumada nasıl fark etmemişim” dedim kendi kendime.

Belki bilenler vardır, Erikson hem antropolog hem de arkeolog. Birisi Erikson’ın yazın şeklini arkeolojiye benzetmiş, o da diyor ki “Aslında haklı. Ben üstteki olayları anlatıp, altta yatan gerçekleri sizin görmenizi ya da tahmin etmenizi istiyorum. Arkeoloji de böyledir, yüzeyin altında yatan şeyleri araştırırız”. İkinci okumada yine bunun ne kadar doğru olduğunu anlayabiliyor insan. Hatta bu sebeple 3., 4. hatta 10. kez tekrar okuyanlar var seriyi. Bu sözde karmaşıklık sebebiyle tekrar tekrar okunabiliyor seri.

Kitap incelemesi diye giriş yapıp seri tanıtımı yapmış gibi oldum, farkındayım. Sadece ilk kitabı seriden nasıl ayrı tutup değerlendirebileceğimi bilmiyorum. Yine de seriyle ilgili olarak son bir şey söylemek istiyorum (sonra umarım kitaba geçiş yapabilirim). Seri, ikinci kitapla birlikte kendini buluyor. O yüzden ilk kitap size yeteri kadar hitap etmediyse bile seriye ikinci kitapla bir şans daha vermenizi tavsiye ederim. Bu, muhteşem bir dünya, sadece giriş ücreti biraz yüksek. O eşiği aşabilenler için harika şeyler vaat ediyor seri.

Ay Bahçeleri, yayılmacı bir politika izleyen Malazan İmparatorluğu merkezli bir tarihi anlatıyor aslında. Bu çerçevede kitabı (seriyi?) History Channel gibi düşünmek mümkün sanırım. Kitaba başladığımızda çok fazla bilgi verilmeden olayların içinde buluyoruz kendimizi. Çok fazla karakter var ama kim iyi kim kötü, kimin ne amacı var belirsiz. Bu yönden, mesela Zaman Çarkı gibi iyi-kötü ayrımının net olduğu bir hikaye akışı yok. Hatta verdikleri kararlar sebebiyle çoğu karaktere karşı seri içerisindeki fikrimiz değişiyor (benim değişmişti en azından). Her ne kadar karakter odaklı bir seri olmasa da, siyah-beyaz karakterler yerine gri karakterler olmasını her zaman tercih ederim, bana daha gerçekçi gelir.

Bazı konular çok muğlak kalmış, bu konudaki eleştirilere katılmamak elde değil. Örneğin ejderha destesi ile fal bakılıyor ama kartlardaki karakterleri bilmeyince okuyucunun orada verilen mesajı anlaması mümkün değil. Ya da örneğin Darujhistan’da çatılarda olan biten başta çok karmaşık geliyor okura. Kitap sonunda anlaşılıyor gerçi ama bazı sabırsız okurlara “Ben bundan hiçbir şey anlamadım, bırakıyorum kitabı” dedirtebiliyor. Belki oradaki dengeyi Erikson daha iyi ayarlayabilirdi diye düşünüyorum. Bununla birlikte savaşlar, suikastler, entrikalar ve büyüler Malazan dünyasında gündelik hayatın bir parçası gibi resmen. Güç peşindeki karakterlere kadim ırklar, ejderhalar, farklı dünyalardan iblisler ve yine gizli emelleri olan Tanrılar da katılınca işler iyice karışıyor.

Yeteri kadar uzayan bu incelemeyi artık bitirmem gerek sanırım. Fantastik dünyaları seven herkesin bu seriyi mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Bazı zorlukları olduğunun farkındayım ama bu zorlukları birlikte aşmamamız için hiçbir sebep yok. :slight_smile: Etkinlik konusuna istediğiniz soruları yazabilirsiniz, bilgim dahilinde hepsine yanıt vermeye çalışırım. Unutmayın: “Once a Bridgeburner, always a Bridgeburner”. :metal:

32 Beğeni

Şöyle söyleyeyim, aksiyonu besleyen etmenler, olaylar, gizemler işin sonunda o aksiyon ile birleşiyor ve iş uzamıyorsa tadından yenmiyor. O yüzden benim için en heyecan verici seri Cosmere kitapları. Sadece bu cilt özelinde biraz daha evren odaklı olmuş. Onun harici yazarın tarzı aynı. Keskin bir değişiklik yok. Hiç okumadıysanız, kesin okuyun. Ama en sona fırtınaışığı serisi bırakılmalı. Çünkü diğerlerine göre daha komplike bir seri.

2 Beğeni

Tolstoy - Savaş ve Barış 1-2 bitti.

Seneler önce Bordo - Siyah Yayınevi’ nden almıştım. İlk cildin ilk 20 sayfasını okumuş fakat sıkılıp bırakmıştım. Zaten ilk cildi de kaybolmuştu. Yıllar sonra ise tekrar İş Bankası’ ndan aldım ve üç hafta önce okumaya başladım. Üç hafta ve ortalama 1600 sayfa sonra Savaş ve Barış’ ı okumuş oldum.

Kitabın hikayesi kabaca 1800’ lerin başında Napolyon’ un Rusya’ yı işgali sırasında geçiyor. Bu işgal olurken cephede ve sivil hayatta insanların yaşadıkları olaylar anlatılıyor.

Savaş ve Barış’ ın edebi değerine laf söylenemez ama kişisel olarak -belki de çok uzun bir roman olduğun için- kimi yerlerde sıkıldığımı söyleyebilirim. Temel karakterler değişmese de hikayeye yüzlerce karakter dahil oluyor. Bir yerden sonra temel karakterleri bile karıştırdığım oldu. OLaylar gelişirken pek çok insanlık durumunu gözler önüne seriyor fakat bunları sosyetik abilerimizin ve ablalarımızın üzerinden seriyor. Köylüler, hizmetçiler vb. üzerinden değil. Sıradan insanlarla pek haşır neşir olmamış Usta. Ayrıca son yüz yüz elli sayfada tarih, politika, felsefe bağlamında fikirlerini ispata girişmiş. İşte tam oralardayken ben tamamen koptum diyebilirim. Yine de bir süper klasiği okumanın verdiği mutlulukla okunmayı bekleyen diğer kitaplara göz kırpıyorum. :smiley:

16 Beğeni

Ben de 3. kitaba geçtim. Okul basladiği için pek hızlı gidemiyorum. Günde 50 sayfa okuyarak 4 hafta gibi bir sürede bitirmeyi düşünüyorum.

1 Beğeni

Son 300 400 sayfasını okurken günde 100 sayfaya çıkabilir. :joy:

1 Beğeni

Evet öyle olabilliyor. Parlayan sözler de en son 250 sayfaya çıkmıştı :rofl::joy:

0000000719727-1

Geç de olsa üçüncü kitabı bitirdim sonunda.

Dune Çocukları, bende çok enteresan duygular uyandıran bir kitaptı. Üslubunu diğer iki kitaptan çok farklı ve bir noktada rahatsız edici buldum.

Ancak buna rağmen karakter işlenişi bakımından en iyi kitap da buydu. Bu karakter ise Alia. Karakterin çaresizliğini, deliliğini, acınasılığını her şeyiyle çok iyi yansıttı.

Dune Mesihi, serinin okuduğum kitapları arasında en beğendiğim oldu. Ancak Dune Çocukları bazı konularda 2. kitaptan daha iyiydi. Biraz tuhaf bir durum. Dune Mesihi>Dune>Dune Çocukları diyebilirim şu an için.

Kitabın bir diğer iyi olduğu nokta ise ilk kitaba göre daha hareketliydi, karakterleri daha az umursuyordunuz belki ama lore hakkında daha fazla bilgi veriyordu.

Sonu güzeldi. Bir sonraki kitabı kesinlikle merak ettirdi. Puan verme işinde iyi olmadığımdan puan vermiyorum ancak memnun ayrıldığımı söyleyebilirim.

16 Beğeni

Kral Katili Güncesi’ndeki çoğu foreshadowingi yok etmiştir Cihan Karamancı. “İyi çevirmen” kanısının oluşma sebebi diğer çeviri kitaplarına nazaran daha az imla hatası, noktalama hatası yapması muhtemelen. Okurların %99’u ingilizce-türkçe karşılaştırmalı okumadığı için okuduğu kitapta yazım hatası vs. görmeyince başarılı çeviri zannediyorlar muhtemelen.

6 Beğeni

Okuduğum Tarih: 11-17 Yelin 2022
[Okuduğum 288.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 15.betik
[Yelin ayının 3.betiği]

Gün Olur Asra Bedel’in uzantısıdır. Orada akıbetini bilemediğimiz öğretmen Ebutalip Kutlubayev’in hikayesini gördüğümüz bu betikte aslında iki güzel efsaneyi barındırıyor. Bu efsanelerden birisi kitaba adını verdiren olayın anlatıldığı efsane olan “Sarı-Özek Kurbanları” efsanesi. Bu efsanede karar verme üzerine, güç üzerine ve aşk üzerine düşünme içerisinde bulacaksınız kendinizi… Mesleğinde terfi etmek için kendine vazife arayan KGB ajanı ‘akdoğan bakışlı’ Tansıkbayev aradığı kurbanı Sarı Özek’te bulur. Öğretmen Kutlubayev’i uydurduğu bir terör örgütüne üye olmakla suçlar ve tutuklar. Çünkü totaliter sistemlerde devlet bir sobadır, o ateş sürekli yanmalıdır ve odunlar da insandır.

İkincisi de Kutlubayev, Kırgız Türkleri’nin destan ve masallarını derlemektedir. Orada geçen efsanelerden biri de Batı seferi sırasında Cengiz Han’ın üstünden hiç ayrılmayan ama diktatör Han’ın verdiği insanlık dışı bir ceza sonucu onu terk eden bulut efsanesidir. Usta yazar Cengiz Aytmatov’un kalemi sayesinde birbiri ile bağdaşmış, uyuşmuş, bir bütün olmuş ve Kutlubayev de adeta bir efsane olmuş.

Mutlak güçlerin insan üzerinde etkisini, işlemekte olan bir haksızlık düzeninin dişlilerini, karar verme ve kural koymada ne denli ölçülü olmak gerektiğini, ve güzel bir aşk hikayesini okurken ülkemizde 2016 yılının yazın kara ortasında sebepsizce söndürülen binlerce öğretmenlerden biri olan Zafer Yılmaz’ı Ebutalip Kutlubayev’de gördüm. Onun gibi kırgın ve onun kadar mazlumdur. Belki bazı romanları kendi dönemi eleştirilirken gelecekte oluşan olayların mağdurlarına ayna tutuyor. Zafer Yılmaz, öğretmen kimliği altında bir sürü kız öğrenciyi kandırarak onların sürekli ırzına geçseydi belki şu an mesleğinde olurdu (!) Bir insanı yargılarken tek bir hatadan değil o tanımak için çevresinde bilgi alınır. Ondan sonra onun hakkında bir yargı verilir. Belki şer görünen bu ihraç onun için en hayırlısı olduğunu bilemeyiz.

Ebutalip Kutlubayev ve Zafer Yılmaz arasında bir kıyaslama yaparsak ikisi de mağdur ve mazlumdur. Olaylarda bir gram bile etkileri yoktur. Ebutalip bu haksızlığı kaldıramayarak canına kıyarken Zafer de son gününe kadar Tanrı’ya olan inancına sımsıkı sarılarak onun için yeniden güneşin doğduğu günleri gelmesini umut ediyor. Haksızlık karşısında hayata küsmeden yoluna devam ediyor çünkü ailesine bakmaya devam ediyor Zafer Yılmaz. Onun öğrencisi olduğu için gurur duyuyorum çünkü o öğretmenlik mesleğinin vücut bulmuş halidir.

Yönetimlerin insanların özgürlüklerini ellerinden acımasızca aldıkları noktada insanın elinde kalan son şey ufacık bir irade oluyor ve bu irade yönetimlerin eninde sonunda yıkılmasına sebep oluyor. Öğretmen Ebutalip Kuttubayev’in başına gelenler bu dünyada birçok insanın başına geldi, geliyor ve maalesef gelmeye de devam edecek. Buna dair çok fazla ümidim olmasa da yazdıkları, çizdikleri şeyler nedeniyle, fikirleri, söylemleri sebebiyle insanların zihinsel özgürlüklerinin ve bedensel varlıklarının sona erdirilmediği bir dünyaya ulaşmak dileğiyle incelemeyi yazarken alıntılama yaptığım Saliha Arda Özsarı, Mehmet Y ve Damla Kar’a sonsuz teşekkürleri gönderiyorum. Okuması gereken bir romandır. Okuyunuz ve okuttunuz…

6 Beğeni

Philip K. Dick okumaya devam ediyorum. Okumaya devam ettikçe de Dick’in kısa öykü yazmada çok daha başarılı ve etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü uzun romanlarında asıl olaya girene kadar şöyle bir 200 sayfa geçmesi gerekiyor. Eh kitap da 300 sayfa olunca bu uzun kısım biraz sıkıcı hale bürünüyor.

Gökteki Göz bir grup insanın kaza sonrası yaşadığı farklı ve sahte hayatları anlatıyor. Yaşadığımız hayatın aslında başka birinin zihninde tasarlandığını düşünmemizi istiyor PKD. Bu amacıyla da okuruna çok güzel bir beyin jimnastiği yaptırıyor.

PKD bu romanında o her zaman peşinde olduğu gerçekliği yakalamaya çalışıyor yine. Bunu yaparken de sosyal sorunlara da dokunarak ilerliyor. Din, aşırı kültürelcilik ve komünizm gibi konular hiç düşünemediğimiz bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Puanım 6/10

21 Beğeni